DOĞRULUK
Fertler arasında karşılıklı güveni sağlayan, toplumun düzenli bir şekilde huzur ve güven içinde devamını temin eden en önemli manevi değerlerden birisi doğruluktur.
Kâinâtın Rabbi sevgili Peygamber’ine hitaben:
"...فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ..."
“Sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” (Hûd sûresi 11/112) buyurarak doğruluğun ölçüsünün kendi emirleri ve yasaklarına göre belirlenmesi gereğine işaret etmiştir. Sevgili Peygamberimiz:
“Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı” buyurarak , söz konusu ayetteki sözünde ve özünde doğru olmak prensibine, tüm insanlığın dikkatini çekmiştir. [1]
Allah Teâlâ dosdoğru olma emrini sadece Resûlüne değil onun ümmetine de vermiş ve Kur’an-ı Kerîm’de :
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
“Ey inananlar! Allahtan sakının ve doğrularla beraber olun” (Tevbe,9/119) buyurmuş, adına sırât-ı müstakîm dediği o dümdüz yolda bütün kullarının dikkatlice yürümesini istemiştir.
Ayette geçen “ıttekullahe” emri dünyada ve ahirette insana zarar verebilecek olan şirk, küfür, nifak, içki kumar, zina, hırsızlık, yalan, yalancı şahitlik, insan öldürme ve ibadetleri terk etme gibi her türlü günah, kötülük ve zulüm olan söz, fiil ve davranışları terk ederek korunmak, Allah’ın rızası, sevgi ve merhametini kaybetmemek ve O’nun azabından sakınmak için tedbir almak anlamlarındadır.
“Kûnû ma’as-sadıkîn” emriyle yüce Allah, söz eylem ve davranışlarda doğru olmamızı, dürüst ve iyi insanlarla birlikte olmamızı, iyilerle doğrularla oturup kalkmamızı, onlarla hemhal olmamızı, yalandan, sahtekarlıktan uzak durmamızı, kötü ve yalancı insanlarla birlikte olmamamızı istemektedir.
Nitekim Ahzab suresinin 70 ve 71. ayetlerinde :
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا
يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resülüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” buyurulmaktadır.
Bu ayet-i kerime açık bir şekilde müslümanın doğru sözlü ve dürüst, özü ile sözünün aynı olmasını emretmektedir.
İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah (Ziya Paşa
Doğruluk, insanın inanç, söz ve davranışlarındaki samimiyetin en bariz bir göstergesi ve ölçüsüdür.
ـ وَعَنْ سُفيَان بن عبداللّه الثقَفِى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قَالَ ]قُلْتُ: يَا رسُولَ اللّهِ قُلْ لِى في اﻹﺴْﻼمِ قَوًْﻻﻻ أسألُ عنهُ أحداً بعدَكَ. قَالَ قلْ: آمَنتُ بِاللّهِ تَعَالى ثم استقِمْ.
Ashâb-ı kirâmdan Süfyân ibni Abdullah es-Sekafî birgün Peygamberimize gelerek:
- Yâ Resûlallah! Bana müslümanlığı öyle tarif et ki, onu artık bir başkasına sorma ihtiyacını duymayayım, dedi. Peygamberimiz, ona:
-Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol, buyurdu.
(Müslim, Îman, 62; Müsned, III, 413; 385.)
Demek ki müslüman dürüst olmalıdır. Sözünde, özünde, işinde, gidişinde, davranışında, tutumunda, kısacası hem Allah ile olan sözleşmesinde yani iman ve ibadetinde hem de Allah’ın kullarıyla yaptığı antlaşmasında yani alım satım gibi konularda dosdoğru olmalıdır.
Dosdoğru olmak elbette kolay değildir. Bize düşen elden geldiğince doğru olmaya çalışmaktır. Kıldığımız namazların her rekâtında Mevlâmıza
اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيم َ"
“Bizi dosdoğru yola ilet!” diye yalvarmamızın sebebi, doğru yoldan ayrılmayı hiç istemediğimizi, hep doğru yolda yürümeyi arzu ettiğimizi O’na göstermek ve bu konuda O’nun yardımını niyâz etmektir.
Doğruluk ve dürüstlük insan olmanın gereğidir. İnsanca yaşamanın zorunluluğudur. Doğru ve dürüst olmayan insan önce kendisini, sonra muhatabını aldatır.
Allah-u Tealâ şöyle buyurur:
وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُواْ عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ
وَإِذَا كَالُوهُمْ أَو وَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ
“ Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.” (Mutaffifin,83/1-3.)
Allahımız doğru ölçüp tartmayı tavsiye ederken, maaalesef günümüzde doğruluk ve dürüstlükten ayrılarak müşteriyi aldatan, sağlam ve kullanışlı olmayan bir malı ona satanlara rastlamak mümkündür.
Bir gün çarşıda dolaşırken bir yiyecek yığınının önünde duran Peygamberimiz, elini yiyecek maddesinin içine daldırır. Parmağına bir ıslaklık değer. “Nedir bu?” diye satıcıya sorar. Mal sahibi: Ya Rasulallah! Yağmur yağmıştı, ondan ıslanmış olacak, deyince, Peygamberimiz, Neden o ıslak tarafı herkesin görebileceği şekilde üste koymadın? diye azarladıktan sonra:
مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا “ Bizi aldatan bizden değildir.” buyurur (Müslim, İman,45; Ebû Dâvûd, Büyu,50; Tirmizî, Büyû, 72.) ve kusurlu bir malı,ayıbını
söylemeden satmanın bir müslümana helâl olmayacağını kesin bir dille belirtir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
اضمنوا لي ستّاً من أنفسكم أضمن لكم
الجنة: اصدُقُوا إذا حدَّثتم، وأوفوا إذا وعدتم، وأدوا إذا ائتُمِنْتُم، واحفظوا فروجكم، وغضُّوا أبصاركم، وكفوا أيديكم"
“Bana altı konuda söz veriniz,ben de size cenneti kefil olayım:
1. Konuştuğunuzda doğru söyleyiniz.
2. Söz verdiğinizde yerine getiriniz.
3. Size emanet olunduğunda, muhafaza ediniz, (güven duyulduğunda güvene lâyık olunuz.)
4. İffetli ve namuslu olunuz, zina etmeyiniz.
5. Bakmaya, görmeye hakkınız olmayan şeylere gözlerinizi kapatınız.
6. Elinizi (haramdan uzak) tutunuz, (haram yemeyiniz, yedirtmeyiniz,
kimseye zarar vermeyiniz.) (Müsned, V, 323;250 Hadis, s. 39)
Doğruluk, kendine, en yakınlarına ve üzerinde hakkı olanlara rağmen doğruyu söyleyebilmektir.
Hacı Bektaşi Veli: “Doğruluk dost kapısıdır. Doğruluk yüz aklığıdır.” demiştir.
Ziya Paşa:
“İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah,
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah.” demiştir.
Doğruluk, Allah ve peygamberlerin sıfatlarındandır. Şu ayet bu gerçeği ifade etmektedir:
" ... قُلْ صَدَقَ اللّهُ ..."
”De ki: Allah doğru söylemiştir…” (Al-i İmran,3/95)
اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا
“Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Andolsun sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisa: 4/87)
Doğrulukta Peygamberler bize örnektirler. Nitekim Yüce Allah:
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا
“Kitapta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.” (Meryem,19/41) buyurmuştur.
Peygamberimiz, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S), peygamber olmadan önce de özü ve sözü doğru bir insandı. Mekke’de en güvenilir şahsiyet olması sebebiyle ona Muhammedü’l-emîn derlerdi. Kendisine güvenilir, itimat edilir anlamında “emîn” vasfını vermişlerdi.[2]
İslâm’ın ilk günlerinde Peygamberimiz, Mekkelileri Kubeys Tepesi’ne çağırdığında: “Şâyet ben sizlere şu tepenin ardında, şehri istila etmek isteyen bir düşman ordusu gelip karargâh kurmuş desem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Onlar: “Sen asla yalan söylemezsin. Senin söyleyeceğin her şeye inanırız.” dediler. Bunu söyleyenler arasında Ebu Leheb ve Ebu Cehil bile vardı.[3]
Bizans imparatoru Herakliyus ile Ebû Süfyân arasında geçen konuşmayı hatırlayalım. Hani Herakliyus Kudüs’te bulunduğu günlerde Peygamber Efendimiz’den bir mektup almıştı. Resûlullah bu mektupta onu İslâm’a davet ediyordu. Herakliyus Peygamber olduğunu söyleyen bu zât hakkında bilgi toplamak istedi. Adamlarına, “Onu tanıyanlardan kimi bulursanız getirin” diye emretti. İşte o günlerde Mekke’nin tanınmış tâcirlerinden Ebû Süfyân bir ticaret kafilesiyle Suriye’ye gitmekteydi. İmparatorun adamları onu ve yanınki tüccarları alıp Bizans kıralının huzuruna çıkardılar. Kral,
فَقَالَ هِرَقْلُ: هَلْ هُنَا أحَدٌ مِنْ قَوْمِ هذَا الرَّجُلِ الّذِى يَزْعُمُ أنَّهُ نَبِيُّ؟
“Kendini peygamber zanneden bu zâta soyca en yakın olan hanginizdir?” diye sordu. Ona Ebû Süfyan’ı gösterdiler. Kral onunla konuşmaya başladı. O günlerde Ebû Süfyân daha müslüman olmamıştı. Herakliyus’un Hz. Peygamber hakkında kendisine sorduğu sorulara istemeye istemeye doğru cevap vermek zorunda kaldı. Resûl-i Ekrem’in sözünden asla dönmediğini, kimseye haksızlık etmediğini belirtti. Müslümanlara doğruluğu tavsiye ettiğini, iffetli yaşamayı, verilen sözün mutlaka yerine getirmeyi, emanete riâyet etmeyi emrettiğini söyledi .
Ve işte mektubun tesirinden sonra, henüz müslümanların en amansız düşmanı olan Ebu Süfyan’dan aldığı bu cevaplarla çarpılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi:
َ فَعَرَفْتُ أنَّهُ لَمْ يَكُنْ لِيَدَعَ الْكَذِبَ على النَّاسِ وَيَكْذِبَ عَلى اللّهِ تعالى،
“Böylece anladım ki o, ne insanlara ne de Allah'a yalan söyleyecek biri değildir. “
-Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah’a karşı yalan söylemesi düşünülemez. (Buharî, Bed'ü'l-Vahy 1, İman 37, Şehadat 28, Cihad 11, 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsir Al-i İmran 4, Edeb 8, İsti'zan 24, Ahkam 40; Müslim, Cihad 73, (1773); Tirmizî, İsti'zan 24, (2718).]
Evet, Resûlullah’ın hayatı baştan sona doğruluk ve güven örnekleriyle doludur.
Efendimiz’in Hira’da Cebrâil aleyhisselâm ile ilk karşılaştığı ve “Oku!” diye başlayan ilk vahyi aldığı gündü. O gün olup bitenler, ilk defa gördüğü, korkup endişelendiği, derin heyecan duyduğu olaylar onu çok yormuş, pek üzmüştü. Dağdan ayrılıp evine döndü, yatağına uzandı, Hz. Hatice’ye üstünü iyice örtmesini söyledi. Tirtir titriyordu. Heyecanı hafifleyince sevgili hayat arkadaşına duyduğu endişeleri anlattı:
وقَالَ: لَقَدْ خَشِيْتُ عَلى نَفْسِي. قَالَتْ لَهُ خَدِيجَةُ: ×ý فَوَاللّهِ مَا يُخْزِيكَ اللّهُ أبَداً، إنَّكَ لَتَصِلُ الرَّحِمَ، وَتَصْدُقُ الْحَدِيثَ، وَتَحْمِلُ الْكَلَّ، وَتُكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَتَقْرِي الضَّيْفَ، وَتُعِي عَلى نَوَائِبِ الْحَقِّ،
- Kendimden korktum. Bana neler oluyor, Hatice? diye sordu. Mü’minlerin annesi, zulüm çağında nerdeyse insanların büsbütün unuttuğu şu üstün vasıflarını hatırlatarak onu teselli etti:
- Allah’a yemin ederim ki, O seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabanı koruyup gözetirsin. Konuştuğun zaman dosdoğru konuşursun. İşini görmekten âciz olanlara yardım edersin. Fakirlerin elinden tutarsın. Misafiri ağırlarsın. Haksızlığa uğrayan kimselere arka çıkarsın. “ [Buharî, Bed'ü'l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alak Tabir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizî, Menakıb 13, (3636).]
Işte sevgili Peygamberimiz, Hz. Ali’nin de dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine de en vefalısı idi.[4]
O hep doğru olarak yaşadığı gibi ümmetine de dâima doğruluğu tavsiye etmiş,
قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَصْدُقُ، وَيَتَحَرَّى الصِّدْقَ حَتَّى يِكْتَبَ عِنْدَ اللّهِ صِدِّيقَا، وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورِ يَهْدِي إِلَى النَّارِ، وَإِنَّ الرَّجُلُ لَيَكْذِبَ وَيَتَحَرَّى الْكَذِبَ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللّهِ كَذَّابَا.
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sıdk (doğruluk) insanı birr'e (Allah'ı razı, edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddîk (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir." [Buharî, Edeb 69; Müslim, Birr 102, 103, (2606, 2607); Muvatta, Kelam 16, (2, 989); Ebu Dâvud, Edeb 88, (4989); Tirmizî, Birr 46, (1972).] buyurmuştur.
Diyarbekirli Said Paşa sesleniyor:
“ Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni,
Hilekarlık eyleme, kimse dolandırmaz seni.
Korkma kafirden ateş olsa yandırmaz seni,
Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz seni.”
Yalanın,hilenin sahtekarlığın, aldatmanın her türlüsüne ve en ufağına göz yummadan çevremizde ve şahsımızda doğruluk ve dürüstlüğü hakim kılmaya çalışalım.
Mevlâm bizi doğruluktan, doğru yolda olmaktan ayırmasın!...
Hikaye:
DOĞRU YOLDAN AYRILMAMAK
Aylaklıktan, başıboşluktan usanan, bunun çıkar yol olmadığını anlayıp doğru yola gelmeye karar veren mirasyedi bir adam, ülkesinin kralına çıkıp, doğruluktan ayrılmadan, dürüstçe yaşamak için kendisine bir yol göstermesini istedi Kral adama ağzına kadar dolu bir fıçı zeytinyağı verdi Bunu tek bir damla bile dökmeden şehrin bir ucundan öbür ucuna götürmesini, bir damla dahi döktüğü takdirde hemen orada boynunun vurulacağını söyledi Yanına da kontrol için yalın kılıç iki gözcü verdi Adam fıçıyı kralın buyruğuna uygun şekilde, bütün gücünü, dikkat ve zekasını kullanarak bir damla bile dökmeden şehrin bir başından öbürüne götürdü Sonra geri dönüp kralın huzuruna yeniden çıktı Verilen görevi eksiksiz yerine getirdiğini söyledi Kral adama sordu:
- Şehirde ne gördün, neye şahit oldun?
O gün şehirde pazar kurulduğu, her yanın iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olduğu bir gündü Buna rağmen adam şu cevabı verdi
- Efendimiz, ucunda can kaygısı da bulunduğundan fıçıdaki yağı dökmemek için öylesine bir dikkat içindeydim ki, bir an bile gözümü fıçıdan ayırıp çevreye bakamadım Bu nedenle ne kimseyi gördüm, ne de bir olaya şahit oldum
Kral bu dersten sonra gönül rahatlığı ile tavsiyesini yaptı:
- işte, yaptığın her işte, sana verilen her vazifede böyle dikkatli olur, kendini işine verirsen, Allah'ın her an seni kontrol ettiğini de aklından çıkarmazsan, hiç bir zaman doğru yoldan ayrılmazsın.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15; Tirmizî, Tefsîr 57.
[2] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Kahire 1955, I,209; Müsned,III,425.
[3] Buhârî, Tefsir, 26/2;; Müslim, Îman, 355.
[4] İbni Hişam,age., II, 43.