Eleştiri AhlakI
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Hamd Allah(CC)’a, salat ve selam Rasulullah Hz. Muhammed Mustafa’ya olsun.
Bu yazımızda eleştiri ahlakı üzerinde duracağız inşallah. “Eleştirmek” ile İslam ne kadar yan yana gelir bunu tartışmadan ilerlemek istiyorum. Yazının sonunda buna hep birlikte karar vermiş olacağımızı düşünüyorum.
Bir gün çok kıymetli bir siyer hocamızın yapmış olduğu panel konuşmasında şöyle dediğini işittim (ismini ondan izin alamadığım için zikretmiyorum); “Uhud savaşında okçular tepesinde olup ta Rasulullah (sav)’ın açık emrine rağmen orayı terk edenlerin isimlerinin kayıtlarda olup olmadığını araştırdım. Fakat hiçbir kayda rastlamadım…” Aslında tek başına bu ifade eleştiri ahlakı için yeterli olabilirdi... Uhud savaşı az çok siyer ile ilgili bilgi sahibi olan herkesçe malumdur. Savaşın başında Peygamber Efendimiz (sav) İslam ordusunu Uhud dağını arkaya alacak şekilde yerleştirmişti. İslam ordusunun arkasına sızmalar olmasın diye dağın arkasından dolanan dar geçidi görecek hâkim bir tepeye okçular yerleştirir ve onlara Kendisinden (sav) emir almadıkça bu tepeyi terk etmemelerini kesin bir dille emreder. Savaşın ilerleyen bölümlerinde Müslümanlar üstünlük sağlarlar ve bozulan düşmanı kovalamaya ve ganimet toplamaya başlarlar. Bunu gören okçular bir sebeple kendilerini komutanları uyardığı halde tepeyi terk edip mücahitlere katılır.
İşte tam bu anda savaşın seyri değişir, fırsat kollayan müşrik ordusuna ait bir süvari birliği, dağın arkasını dolanıp İslam ordusuna arkadan saldırır. Rasulullah (sav) efendimiz yaralanır çok sayıda şehit ve gazi verilir… Böylesine önemli bir konuda böylesine açık bir hata olduğu halde hiçbirinin ismi kayıtlarda yok. Bu çok dikkat çekici bir örnek diye düşünüyorum.
Eleştirmek; “Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi”[1] olarak tanımlanıyor sözlükte.
Fakat Kuran ve Peygamber (sav) Efendimizin sünnetinde bu konular hakkında ne deniyor. Gelin şuradan başlayalım, İsra Suresi 36. Ayette Allah (CC) “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur[2] buyurmaktadır.
Sanırım işin besmelesi bu olmalı, hakkında kesin ve kuşatıcı bilgi sahibi olmadığımız konular hakkında “ahkâm kesmemeliyiz”. Fakat böyle yapmıyoruz, bilir bilmez her konuda konuşuyoruz. Her eleştiri konusu işe bu şekilde bakmalı ve hakkında kesin bilgi sahibi olunmayan konularda konuşmamalıyız. Zira söylediğimiz her şeyin hesabını vereceğiz. Bilmediğimiz konuda “ben bilmem” diyebilmek ne kadar zor bir ödev ve ne kadar yüksek bir erdem değil mi?
İkincisi Hucrat Suresi 12. Ayette “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.)” buyurulmaktadır. Bu ayette bahsi geçen başlıkları tek tek ele alalım; zan, gerçek bilgi ve kanıta değil, tahmine dayalı hüküm, sakındırılmış. Evet bazı konularda insanlar olayları analiz ederek neyin nasıl olduğu sonuca varabilirler fakat bazen de aynı sonucu veren iki senaryodan bir diğeri gerçekleşmiş olabilir. Bir binadan yukarı çıkan ile aşağı inen iki kişinin aynı katta karşılaşmış olmaları onların aynı şeyi yaptıkları anlamına gelmez. Sizin de başınızdan geçen bazı olaylar olmuş olabilir, dışardan bakıldığında çok farklı görünen fakat aslının çok başka olduğu. İzah edemezsiniz kimseye hatta izaha kalkışmazsınız dahi bazen, çünkü izah edeyim derken daha da müşkül duruma düşersiniz. Öyleyse ilk başlığın vurguladığı konu geliyor yine önümüze, hakkında kesin bilgi sahibi değilsek yorum yapmayacağız. İkinci konu “birbirinizin kusurlarını araştırmayın”, bu husus net bir şekilde yasaklanmış. Öyleyse bir konu hakkında eleştiri yapmak için gizli konuları araştırmayacağız. Son başlık ise dedikodu, bu konu çok açık, doğru olduğu halde insanların gıyabında onların hoşuna gitmeyecek sözleri söylemeyeceğiz. İftira ve yalan konusu hatırlatmaya dahi gerek olmayan konular diye düşünüyorum.
Eleştirmek tanımının için yer alan olumlu söylemler konusunda da dikkat edilmesi gereken hususlar var elbette. Özellikle eleştirilen kişi yönetici ise yahut kendisinden bir menfaat beklentimiz olan biri ise tarafsız olarak tüm doğruları, hoşuna gitsin gitmesin, söyleyebilmeliyiz. Bu konuda iki hadisi burada zikretmekte fayda var bence. İlki, “Ebu Ma'mer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bir adam kalktı, kumandanlardan bir kumandanı övmeğe durdu. Bunun üzerine Mikdad, adamın yüzüne toprak saçmaya başladı ve dedi ki:”Resûlüllah (sav), övücülerin yüzlerine toprak saçmamızı bize emretti””. Bu hadisede Mikdad Hazretleri (r.a.) hadisin ilk anlamına uygun olarak yöneticileri öven bir zatın yüzüne topak atmıştır. Hadis âlimleri bu hadiste geçen “toprak saçma” tanımının iki yönü olduğunu ilkinin somut anlamda toprak saçmak olduğunu fakat esasen böyle yapan birini susturmak gerektiği yönündedir. Çünkü yapılan bu şey yöneticinin gururunu okşamakta ve doğru yoldan uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Hatalarının hiçbiri söylenmeden yalnızca doğrularının söylenmesi bir müddet sonra o kişide kibrin artmasına sebep olmaktadır. Evet, bir yöneticiye doğruları söyleyebilmek o kadar da kolay değil fakat çok kıymetli bir görev. Rasulullah (sav) bir hadisinde şöyle buyurdu: ”Şehitlerin efendisi, Abdulmuttalib’in oğlu Hamza ile zalim bir hükümdara iyiliği emredip, kötülükten nehyeden ve bu sebeple öldürülen kişidir”[3].
Bu hadis bahsi geçen işin ne kadar zor ve mühim yapanın da ne kadar değerli olduğunu anlatmaya yeterli diye düşünüyorum. Âlimlerimizin bu hususta büyük bir hassasiyet gösterdikleri dönemlerde İslam toplumu barış ve huzur içinde yaşamış ve maddi manevi zenginliklerimiz dolup taşmıştır ne zaman ki Âlimlerimiz yöneticilerine doğruları söylemekten çekinir hale gelmişler yahut onlardan uzaklaşmışlar ve onları öven meddah ve dalkavuklar çoğalmış işte o günden beri İslam toplumu paramparça ve perişan yokluk ve fakru zarurete düşmüştür. Modern batının kendi icadıymış gibi sunduğu “fikir hürriyeti” aslında İslam Medeniyetinden öykünülmüş ve kendi materyalist ilkeleri ile yeniden şekillenmiş bir kavramdır aslında. Vakti ile kendilerinin “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olarak gördükleri kralları ile tebaası ile istişare eden ve âlimlerini büyük bir saygı ile dinleyip kararlarını buna göre veren Halife ve İmamlarını kıyasladıklarında bu işin ne kadar önemli olduğunu anlamış ve bunu uygulayarak medeniyet zemininde üstünlük elde etmişlerdi. Öyleyse konu kim olursa olsun (hani derler ya babanın oğlu da olsa) hakkı söylemek lazım yahut susmak (o da kalp ile buğz ederek – en azından).
Tabi ki ne söylediğin kadar nasıl söylediğin de çok önemli. Bizim Yunus demiş ya, “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz”[4].
Sözü ederken nereye gideceğini düşünmek ve ona göre söylemek gerek. Her doğru her yerde söylenmez diye bir laf var yine, ne söylersek doğruyu söyleyeceğiz ama “nerede”, “ne zaman”, “nasıl” söyleyeceğimizi de bileceğiz.
Anlatılan bir hikâye var: Vakti ile bir şehirde görev yapan adaletli bir Kadı varmış. Kadı efendinin bir gözü körmüş ve halk arasında herkes onu “Kör Kadı” olarak bilirmiş. Bir gün bir kadın gelmiş ve “Kadı efendi ben kocamdan şikâyetçiyim, Allah (CC) rızası için beni ondan boşa demiş. Kadı hiddetle “Ey Kadın derdin ne, kocan dinden mi çıktı, bir ahlaksızlık mı yaptı, büyük günahları mı var diye sormuş? Kadın demiş “Yok efendim, bunların hiçbiri yok”. “Peki derdin ne o zaman” diye sormuş kadı? Kadın ağlayarak demiş “ benim adam çok doğrucu, beni ondan kurtarın”. Tabi ki kadı bu mazereti kabul etmemiş ve kadına evine dönmesini emretmiş. Fakat kadın yalvarıp yakarmış, ne olursunuz siz de bir kere görün şu adamı demiş. Kadının yalvarmasına dayanamayan Kadı emretmiş adamı buldurup huzuruna getirtmiş. Daha kapıdan içeri girerken adam “Selamünaleyküm Kör Kadı” demiş. Kadı arif bir adammış durumu anlamış dönmüş kadına “seni anladım kadın haklısın boşadım seni” demiş.
Toparlayacak olursak, maddeler halinde söyle sıralanabilir;
1. Niyet, önce niyetimizi kontrol edeceğiz. Bir konu hakkında görüş beyan ediyorken sonucunun ne olmasını diliyoruz? Buna bakıp varsa maraz niyetimizde onu ayıklayacağız.
2. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığımız konuda konuşmayacağız. “Ben bilmem” diyebilmenin büyük bir erdem olduğunu kulağımıza küpe edeceğiz.
3. Ne söylersek söyleyelim hakkı söyleyeceğiz. Dilimizi eğip bükmekten Allah (CC)’ a sığınacağız. Zandan sakınıp iftiradan zinhar uzak duracağız.
4. Kişilerden çok konulara odaklanacağız. İlla ki biri hakkında bir görüş bildiriyorsak bunu yalnız ve yalnız sonuca faydası olan kişilerle konuştuğumuzdan emin olacağız.
5. Konunun kahramanı kim olursa olsun, iyi kötü her hakkı söyleyeceğiz.
6. En son olarak, sözü usulünce yerinde ve zamanı geldiğinde söyleyeceğiz.
----------------------------------------------------
[1] --
[2] İsra Suresi 36. Ayet (Diyanet Meali)
[3] Hâkim, Albânî Sahihu’l-Camii’s-Sağir 3675
[4] Yunus Emre