Ev İçi Mahremiyetimiz
Peygamberimiz s.a.v.’in insanlığa getirmiş olduğu medeniyetin esasında mahremiyet anlayışı vardır. İnsanın kendisinden başlayan ve halka halka genişleyen bir mahremiyet anlayışı… İnsanın giyimine, odasına, evine, sokağına, mimarisine, şehrine ve ülkesine varıncaya kadar her yere ölçü veren bir anlayış…
Aynı çatı altında, aynı evde yaşayan insanlar, birbirlerinin odasına girerken izin istemeli mi? Çocuklar, anne-babalarının odasına girerken, anne-babalar çocuklarının odalarına girerken, kardeşler birbirlerinin odalarına girerken kapıyı çalmalı mı ya da sesli olarak müsaade almalı mıdırlar?
En yakınlara bile saygı ve özen
Sorunun cevabını Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’den öğrenebiliriz.
İşte O’nun huzurundayız… Mümin kalplerin huzur bulduğu, her sözün, her davranışın edeple yoğrulduğu nurlu meclisteyiz… Bir adam, Efendimiz s.a.v.’e yöneliyor ve bir konuda ölçüyü, edebi öğrenmek istiyor ve soruyor:
- Annemin yanına girerken izin isteyeyim mi?
Efendimiz s.a.v. “Evet!” diye cevap veriyor. Adam diyor ki:
- Ama ben evde onunla beraber kalıyorum.
Efendimiz s.a.v.:
- Onun yanına girerken izin iste, buyuruyor.
Bu sefer adam şöyle söylüyor:
- Ama ben onun hizmetini de görüyorum.
Efendimiz şöyle buyuruyor:
- Annenden izin iste. Onu açık görmeye razı olur musun?
Adam “Hayır.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. tekrar:
- Öyleyse ondan izin iste, buyuruyor. (Muvatta, İsti’zân, 1)
Anne, insanın en yakınlarından biri. Nebevî terbiye, bu yakınlığın bile belli ölçüleri, sınırları korumayı gerektiğini öğretiyor.
Anne-evlat arasında bile bu ölçüler varken, bir evin kapısına gittiğimizde içeriye girmek için izin isteme mecburiyeti, aynı evi paylaştığımız insanlara karşı da dikkat etmemiz gerektiği kolayca anlaşılır. Bu konuların dayanağı dinimizdeki mahremiyet anlayışıdır.
Şeytanın ilk hilesi
Mahremiyet insanın yaradılışına dayanır. İnsanlığın babası Hz. Âdem ile anası Hz. Havva’nın avret yerleri cennet elbiseleriyle örtülmüştü. Yasak ağaçtan yediklerinde avret yerleri açılmış ve bundan utanç duymuşlardı. Yüce Mevlâ, onları ve onların soyundan gelenleri uyarmıştı. Şeytanın ilk hilesi olan insanın avret yerlerini soyup açığa çıkarma arzusunun hiç sona ermeyeceğini, buna karşı çok dikkatli olmamız gerektiğini tekrar tekrar ifade buyurmuştu. (Araf, 20–27)
Avret yeri vücudumuzun açılması haram olan ve örtülmesi farz olan kısımlarıdır. Buralara avret yerleri dendiği gibi “mahrem yerler” de denir. Mahrem yerlerimizi, oralara bakması ve dokunması haram olan kişilere karşı örtülü tutmak zorundayız. Çünkü bizim açmamız haram, onların da bakması ve dokunması haramdır.
İnsanı yaratan Yüce Mevlâ, her varlığın asıl sahibinin kendisi olduğunu ve insanın kendi vücudunun ve ruhunun bile kendisine emanet olarak verildiğini bildirmiştir. “Bedenim bana aittir, dilediğimi yaparım!” gibi ben-merkezci bakış açısının aksine, “Beden bile emanettir, Yaradan ne buyuruyorsa onu yapabilirim.” anlayışı esastır. Bu anlayışın cinsel dokunulmazlıkla ilgili olan yönü, mahremiyet anlayışımızı oluşturur.
Yüce Mevlâ, insana kendi vücudundan başlayan ve kademe kademe genişleyen mahremiyetle ilgili bir takım hükümler koymuştur. Bundan dolayı insan kendi vücudunun mahremiyetine riayet etmek zorunda olduğu gibi, başkalarının vücudunun mahremiyetine de riayet etmek zorundadır. İçinde insan yaşadığı için evlerin de mahremiyeti vardır. Bir önceki sayımızda bu konu üzerinde durmuştuk.
Ölçüler, sınırlar
Yüce Rabbimiz, aynı ev içinde yaşayan insanların, birbirlerinin mahremiyetine saygılı davranmalarının gerekliliği üzerinde durmuş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin (sıcak memleketlerde öğlen uykusu için) soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah, (her şeyi) bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Çocuklar ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah alîmdir, hakîmdir.” (Nur, 58, 59)
Bu ayetlerde Yüce Mevlâ evde yaşayan dört gurup insandan bahsediyor. Birincisi anne-babalar veya ailede bulunan evli büyükler. İkincisi günümüzde bulunmayan fakat eski dönemlerde ev hizmetlerini gören köle ve cariyeler. Üçüncüsü ergenlik çağına ulaşmamış çocuklar. Dördüncü gurup da ergenlik çağına girmiş olan çocuklardır. Köle ve cariyeler günümüzde bulunmadığı için onların hukukuna girmeyip, diğer üç guruba kısaca değinelim:
• Ergenlik çağından itibaren, evde bulunan her ferdin diğerlerinin odalarına ve bu arada ana-babanın odasına girerken her zaman izin istemesi gerektiğinde görüş birliği vardır. Yukarıdaki hadis de bunu açıkça göstermektedir.
• Ergenlik çağına ulaşmamış olan küçüklere gelince: Önce ana-babalara ve ailedeki büyüklere, bu küçüklerin eğitimi ile ilgili bir görev verilmektedir: Çocuklara, üç vakitte yani sabah namazından önce, öğleyin soyunulduğu vakit ve yatsı namazından sonra ana-babanın ve büyüklerin odalarına girmemeleri gerektiği öğretilmelidir. Bu vakitlerde onların odalarına girmeleri ihtiyaç olursa, hemen kapıyı zorlayıp girmelerinin yanlış olduğu, en fazla üç kere izin istemelerinin ve kapıyı çalmalarının önemli olduğu güzelce anlatılmalıdır. Üçüncü defadan sonra da izin alınamadığı takdirde içeriye girmenin kesinlikle doğru olmayacağı iyici belletilmelidir.
Ayette geçen üç vakit, “insanın görülmesinden ar duyduğu, utandığı” üç vakit olarak tanıtılmıştır. Yüce Mevlâ bu ifade ile insanın eşiyle istirahata çekildiği vakitlerde üzerinin açılabileceğine ve küçük çocuklarının bile bu halde büyüklerini görmelerinin doğru olmadığına dikkat çekmektedir. Buradan şu sonuca rahatlıkla ulaşılabilir: Ana-babalar ve diğer büyükler, ev içerisinde bahsi geçen üç vaktin dışında derli toplu giyinmelidirler. Giydikleri ev içi kıyafetlerinin en azından mahremler arası örtünmeye uygun olması gerekir. Yani erkekler için göbekle diz kapağı arasının ve kadınlar için de göğüs ile diz kapağı arasının asgari olarak örtülü olması lazımdır.
Büyüklerin çocuklara, mahremiyet anlayışını erken yaşlardan itibaren kazandırmalarının farz olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır. Alimlerimiz, çocukların mahrem yerlerinin örtülmesi ve anne-babalar da dahil olmak üzere bu mahremiyete özen gösterilmesi gerektiği üzerinde titizlikle durmuşlardır.
• Bebekler için avretin söz konusu olmadığı genel olarak kabul edilir. Hanefî müçtehitlerinden bir kısmı bunu dört yaşı ile sınırlandırmıştır. Onlara göre dört yaşından on yaşına kadar çocukların mahrem yerleri “birincil avret” dediğimiz insanın ön ve arkasıdır. On yaşından sonra da artık büyüklerin mahremiyet ölçülerinin onlara da uygulanması gerektiğini beyan ederler. (İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/407, 408)
Diğer alimlerimizin görüşleri de bu içtihada yakındır. Bazıları yedi yaşını esas almış, bazıları da cinsel olarak haz duyulabilecek bir vücut yapısına ulaşılmış olmasına önem vermiştir.
Ağaç yaşken eğilir
Sonuç olarak, kız çocuğu olsun erkek çocuğu olsun, bahsi geçen yaşlardan itibaren avret mahallerini örtmek zorundadırlar. Ana-babalar bu mahremiyet anlayışını, başka bir ifade ile utanma duygusunu, örtünme gereğini küçük yaşlardan itibaren çocuklarına kazandırmakla yükümlüdürler.
Alimlerimizin bir kısmına göre yedi yaşından, bir kısmına göre on yaşından itibaren ana-babalar dahil olmak üzere diğer büyükler çocukların mahrem yerlerine bakamazlar. Onlara banyo yaptırırken bile peştamal sarındırmak suretiyle yardımcı olmaları gerekir.
Çocuklara mahremiyet duygusunu kazandırması açısından büyüklerin bir konuya daha özen göstermeleri çok faydalı olacaktır. Çocuğa ayrılmış olan odaya büyükler girerken kapıyı çalarak izin istemeleri çok yerinde bir davranıştır. Böylece çocuk, hem kendisine değer verildiğinin farkına varacak, hem de özel odalara girerken izin istenmesi gerektiğini büyüklerinden görerek öğrenmiş olacaktır.
Aile içinde mahremiyetle ilgili hükümlere özen göstermek Yüce Mevlâ’ya imanın bir gereğidir. Ayet-i kerimelerde odalara hangi saatlerde nasıl girileceği ile ilgili hükümlerin ayrıntılı olarak ifade buyurulması, mahremiyet anlayışının bir müslüman için ne kadar önemli olduğunu zaten ortaya koymaktadır.
İslâm’ın gerekli gördüğü mahremiyet anlayışını ihmal etmenin sebep olduğu buhranlar, günümüzde herkes tarafından müşahede edilmektedir.
Mahremiyet Nedir?
Mahremiyet, Arapça “haram” kelimesinden gelir ve “haram olma hali” demektir.
Herhangi bir şey yasaklanmışsa onu yapmak haramdır. Bu haram olan şey için “mahrem” veya “muharrem” kelimesi de kullanılır. Yasaklılık haline ise “mahremiyet” denir. Bir anlamda dokunulmazlık da diyebiliriz.
Bir örnek üzerinden anlatmak gerekirse, şarap içmek haramdır. Şarabın kendisi ise haram kılınmış madde anlamında mahrem veya muharremdir. Şarap ile insan arasındaki haramlık halinden söz edilecek olursa mahremiyet kelimesi kullanılır.
Haram, mahrem ve mahremiyet kelimeleri, dinî hükümlerle ilgili olarak yasak olan her şey için kullanılmıştır. Fakat mahrem ve mahremiyet kelimeleri, özellikle Aile Hukuku sahasında daha özel bir kullanım kazanmışlardır. Mahrem kelimesi, neredeyse sadece evlenmeleri ebediyen haram olan yakın akrabalar için kullanılır olmuştur. Bu yakın akrabalar arasındaki ebedi evlilik yasağına da “mahremiyet” ismi verilmiştir. “Nâmahrem” ise ebedi evlilik yasağı bulunmayan kadınlar ve erkekler için kullanılmıştır.
Mahremiyet kelimesi insan vücudu için, özellikle cinsel arzulara konu olması açısından kullanıldığında, cinsel dokunulmazlık anlamına gelir. Bu durumda mahremiyet, insan vücudundan bakılması, dokunulması ve hakkında konuşulması haram olan bölgeleriyle ilgili dokunulmazlık halidir.
Türkçemizde mahremiyet kelimesi bu anlamda kullanılmakla birlikte, bu anlamdan hareketle kişinin özel alanı, gizlilik gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.
Allah Neden Haram Kılar?
Dinimizde yasaklanmış olan her fiil için haram kelimesi kullanılır. Bu yasaklama bazen yasaklanan şeyin çok değerli ve saygın oluşundan, yani dokunulmazlığından kaynaklanır, bazen de yasaklanan şeyin değersizliğinden ve zararlı oluşundan kaynaklanır.
Kâbe’yi yıkmanın, insan öldürmenin haram oluşu, çok değerli ve hürmete layık olmaları dolayısıyladır.
Leşin, dışkının, börtü böceğin ve benzeri şeylerin gıda olarak alınmasının haram oluşu ise onların değersiz, pis ve zararlı oluşlarındandır.
Mehmet Işık