Şükür
Yeryüzündeki herkes ve her şey şükrü ima eder.
Çünkü sebep-sonuç zinciri içinde her sonuç sebebine bağlıdır ve sonuç ortaya çıktığı anda sebebine yönelik olarak bir çıktı daha oluşur. Bu, şükürdür. Her sonuç şükrü zorunlu olarak ortaya çıkarır ancak şükür ya görülür ya da görülmez. Görülmesi, iyi sonuç elde eden birinin bu sonucu elde ederken kendisine yardımcı olanlara teşekkür etmesidir. Bu görme, iyi sonucun itibarını artırarak katlanılan külfeti en aza indirir hatta bazen görünmez kılar. Böylelikle şükür, varlığı kendi akışında tutarken elde edilen iyi sonuca herkesi de dâhil ederek birlikte gelişmeye katkı sağlar.
Görülmemesi ise elde edilen iyi ve güzel sonucu kişinin kendinden bilme eğilimidir. Bu görmeme, elde edilen iyi sonucun itibarını düşürerek kıymetsizleştirir. Kişinin kendisi için çok kıymetli olan sonuç, bir değer olarak paylaşılmadığı için kişiyi o sonuca hapsederek kısırlaştırır ve yalnızlaştırır.
Nedensellik bağının en önemli çıktılarından biri olan şükür, hiçbir şey ima etmez ve her aşamada ima edilir. Çünkü her sonuç kısa süre içinde sebebe dönüşecek ve yeni sonuçlar doğuracaktır. Ramazan davulcusunun sahura uyandırması gibi şükür de bir durumdan bir başka duruma uyandırır kişiyi. Kişi, elde ettiklerinin hakkını vermiş, açılıp genişlemiş ve sonraki durum için hazır hâle gelmiştir. Artık şükreden olarak bilinç kazanmıştır. Bu hâl, şükredilenin ilgisini cezbeder ve ona onun istediğini verir. Ebeveynlerin çocuklarının gelişimini takip etmesi ve gelişimine göre ona istediklerini vermesi gibidir bu. Çocuğun anne baba karşısındaki konumu, kulun Allah karşısındaki konumu gibidir. Çocuk, anne babasının kendisinden istediklerini hakkıyla yerine getirdiğinde, anne baba çocuğu ödüllendirir ve ona (kendisine uygun olarak) istediği şeyleri verir. Böylelikle çocuk kendi gelişimini sağlarken hayata da hazır hâle gelir. Çocuk, kendisinden istenilenleri yerine getirmekle varlık nedeni olan ebeveynlerine teşekkür etmiştir. Çünkü onların denetiminde, korumasında, hazırlamasında, sevgi ve şefkatinde yaşamaktadır. Bunların karşılığı olarak kendisinden istenilenleri yerine getirmesi çocuğun şükrüdür. Bunun karşılığında çocuğun istediklerini anne babanın çocuğa vermesi de anne babanın teşekkürüdür. Çocuk gelişerek ilerlerken anne baba da çocuğu teşvik eder ve çocuğu yeni hâle hazırlar.
Şükür, hiçbir yoruma ve izaha ihtiyaç duymayacak kadar kendisidir ve sebep sonuç zincirinde ortaya çıktığı andan itibaren kaynağından uzaklaşır. Suyun kaynağından çıkarak akmaya başlaması gibi. Akış, suyu kaynağından uzaklaştırır çünkü su, eğimi takip ederek denize ulaşmak ister. Üstelik su, kaynağından çıktığında olgunlaşmıştır yani tertemizdir, içilmeye hazırdır. Şükür de böyledir. Nedensellik zincirinde ortaya çıktığı anda olgundur, onu görüp hakkını verene doğru yönelir, teşekkür edeni sahiplenir, onu anında yüceltir. Şükredilene, verdiklerinin karşılığı olarak büyüklüğünü teslim eder. Bu yüzden şükreden ile şükredilen arasındaki ilişki daima çift yönlü bir ilişkidir ve her zaman şükreden lehine işler; şükreden şükrünü artırdıkça şükredilen verdiklerini artırır. Şükredilen de şükredenin şükretme biçimini şekillendirmesi/çeşitlendirmesi için ilham ve imkân yaratır.
Şükrün ne olduğu şükredenin kim olduğuyla doğrudan alakalıdır çünkü şükür, biçimsel olarak varlık kazanır. Herkesin teşekkür etme şekli farklı olabilir. Lafzen teşekkür edilebileceği gibi fiilen de teşekkür edilebilir. Mesela siz sıkıntınızı gideren birine, onun sıkıntısını gidererek cevap verebilirsiniz. Şu hâlde sıkıntının büyüklüğü teşekkürün şeklini de etkiler. Şükür, ima edilen olduğu için her halükârda “verilen karşılık” olarak varlık bulur. Şükrün “varlığı” şükredene eklenerek onu geliştirir ve genişletir. Aşağıda olanın (ihtiyaç sahibi, yardıma ihtiyacı olan), yukarıda olana (ihtiyacı giderecek olan) yönelmesi, yukarıda olanın da bu yönelmeye “karşılık” olarak ona dönmesidir. Böylelikle şükür, bir hat üzerinde gidip gelen aracıya dönüşür. Çünkü kul, istemekle muhtaç olduğunu, Allah (c.c.) da vermekle şanının yüceliğini gösterir. Hakikat ehline göre şükür, nimeti verene teslim olmak ve ona ait olan nimeti itiraf etmektir. Bu anlamda Allah Teâlâ’ya “şekûr” denilir, yani şükreden kuluna karşılığını veren demektir. Hakikat ehli olanlar Allah Teâlâ’nın da şükrü olduğunu, az ameli olan kuluna çok sevap vermesinin bu minvalde değerlendirileceğini söylemişler, şükrün hakikatinin iyilik sahibini iyiliği ile övmek olduğunu dile getirmişlerdir.
Şükür, kişiye “kendilik” bilinci verdiği gibi teşekkür edilene de “kendilik” bilinci verir. Nimeti vereni bilmek nimete aracılık edeni bilmekle olur. Bir işveren, mutemedine “Bu ay işçilere çift maaş öde.” derse çift maaş alan işçiler bunu mutemetten değil işverenden geldiğin bilirler ve kendilerine ödeme yapan mutemede teşekkür ederler. Hiçbiri şöyle söylemez: Ey mutemet sen de kim oluyorsun, bu ödemeyi yapan işverendir biz sana değil ona teşekkür ediyoruz. İşverene teşekkür etmenin yolu mutemede teşekkür etmektir. Çünkü mutemet bu teşekkürü işverene iletecek olandır. İşveren de durup dururken çift maaş vermez. Muhtemelen işçilerin yoğun çalışmaları karşılığında böyle bir karar vermiştir. Yani her iki taraf da (ve mutemet de) sürecin (yoğun çalışma) doğurduğu beklentiyi bilmektedir. İşçiler de işveren de kendilerinden bekleneni yapmış olmakla işin sonucu olan şükrü eda etmiş olurlar. Dolayısıyla şükür onlara kendi olma bilincini vermiştir.
Nedensellik zincirini hem var eden hem de algılayan olarak duyular, şükrü kesintisiz biçimde açığa çıkarırlar. Fakat duyuların sağlıklı işleyişi, kişinin açığa çıkan şükrü fark etmesini, görmesini engeller. Duyulardan birinin geçici olarak işlevini yerine getirememesi, onun kıymetini anlamak için yeterlidir. Göz, görme işlevini bir an kaybetse kişi hapsolduğu karanlığın içinde görme nimetinin kıymetini anlar. İyileşir iyileşmez gözüne daha iyi muamele eder ve onu korur fakat gözün şükrünü nasıl eda edecektir? Mutasavvıflar duyuların şükrü için şöyle söylemişlerdir: Gözlerin şükrü, arkadaşında gördüğün kusuru örtmen, kulakların şükrü ise işittiğin kusuru gizlemendir. Bu etkileyici ve yönlendirici bir şükür yorumudur. Çünkü gözü ahlak üzere tutmakla onu korumak hedeflenmiştir. Bu ilkeye riayet eden için birden fazla etki meydana gelir. “Görülmeyen kusur” arkadaşın şükrünü celbedici bir etkiye sebep olur. Kişi o kusuru görmemekle kendine yönelik ahlaki bir tutumu icra etmiştir ama arkadaşının şükrünü de kendine çekmiştir.
Şükür, nedenselliğin (sebep-sonuç zinciri) anlaşılmasını sağlayarak kişiyi nesneleşmekten korur, rüzgârın önündeki yaprak gibi savrulmasına müsaade etmez. Kendi yatağını var eden bir nehir gibidir şükür, yatağının dışına taşmaz fakat bahçesini sulamak isteyenler ondan bir kanal açarak istifade edebilirler. Hatta çevredekiler kirlerini, paslarını ona dökerler de o akmakla kirleri, pasları arındırır. Nehir, yatağı nedeniyle nehirdir aksi takdirde saçılır, dağılır ve bütünlüğünü yitirir. Gücü, bir bütün olarak kendi yatağında akmasıdır ve hedefi denize ulaşmaktır. Deniz, nehrin nedenselliği aşması anlamına gelir. Şükür de kişinin kendi yatağında akmasına, yolunu kaybetmemesine ve nihai olarak nedenselliği aşmasına vesiledir. Deniz, nehrin metafiziğidir. Nehrin hakikati, hafızasındaki o uçsuz bucaksız büyüklüktür. Şükür de kişiyi nedensellik zincirinden kurtararak görünenlerin arkasındaki görünmeyene ulaştırır.
Şükredenle şükredilen arasındaki ilişkinin belki de en etkileyici biçimi, dünya oyununun barış içinde oynanmasına imkân vermesidir. Şükredilenin, şükredeni selamet içinde tutacağını, şükredenin de şükredilene şükrünü eksik etmeyeceği gibi diğerlerine de selamını eksik etmeyeceğini beyan etmesiyle kurulan oyundur bu. Selam üzere olmak kendi akışına rıza göstermeyi, rıza sebebiyle de ortaya çıkan tüm imkânları hakkıyla kullanmayı ihsas eder. Bu da diğerlerinin ondan emin olması demektir. Şükreden emin olunandır ve şükredilen de emin olanı kollar, önünü açar, akışını kesintiye uğratmaz. Oyun, toplum içinde zevkle oynanan ve barışı sürekli kılan olarak yeniden ve yeniden şükre vesile olur. Tıpkı kendini sürekli tekrar eden fraktal bir şekil gibi hem kendini çoğaltır hem de toplumu.