* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kalbin En İnce Telinden Merhamet  (Okunma sayısı 201 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
Kalbin En İnce Telinden Merhamet
« : Mart 29, 2020, 09:18:23 ÖÖ »
Kalbin En İnce Telinden Merhamet

“Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı herhalde ziyana uğrayanlardan olurdunuz.” (Bakara, 64)

Affet… Verdiklerinin asıl sahibi olduğunu… Kul olduğumuzu unuttuk. Birbirimizin ayıbını araştırmak, kendimizi şehri tepeden seyredenlerden saymakla meşguldük. Uyuduk… Affet. Suçluyduk; çünkü unuttuk. Yardım seslerini, el uzatmayı, sevdiklerimizden vermeyi, kendimiz için istediklerimizi başkası için de istemeyi… Ve şimdi, boşa harcadıklarımızı ve kâle almadığımız vicdanımızı yüklenip geldik karşına. Yetinmeyi ve yardım etmeyi bilen kutlu insanların parlak yürekleri hatırına, pişmanlığımıza şahit olarak,

Affet…

Affet…

Affet…

Ziyan ettik. Zamanı… Hayatı… Sahiplendiğimiz dünyayı… Biz de ziyan olduk ve parçalandık. Kendi çevirdiğimiz çarkın dişlileri arasında sıkışıp kaldık. Belki de dünyanın başka yerlerinde, çığlıklarının kulağımızı çınlatması gerekirken; sesi çok uzağımızdan bir fısıltıyla geçen ve bizim merhametsizliğimiz yüzünden felâketin içinde kıvranan çocuklar vardı. Hıçkırıklarını hiç duymadık. Ama sana yine de hep yalvardık. Unutmadık dua etmeyi. Açlıktan ölenler için olmasa da, kendimiz için, hep daha iyiyi istemeyi… Hep daha fazlası için… Farkında değildik ama bu dünyaya bizi bağlayan her duayla, senden daha uzağa düştük. Bağışla bizi…

Hayata düşkünlüğümüz nispetince hırpalandık. Sırf düzlüklere tek başımıza erişelim diye, kötülüklerden geri durmadık. Yaraladık, yaralandık. Rahman’ın kulları olmamıza rağmen, fıtratımızdaki merhametin üzerine beyaz örtüler serdik. Toplayıp kaldırdık bir kenara. Zaman, acımasızdı. En iyi duygularımız sandık lekeleriyle sarardı.

Merhametimiz, yılları beklemekten paslandı. Biz, yalnız kaldık. Savrularak dönen arz üzerinde hayatta kalmanın tek yolu, kendimiz için yaşamaktı. Öyle sandık ve yanıldık. Bizimle birlikte, eşitlikler üzerine yaratılmış insanların varlığından habersiz, sağlam bir dala tutunmanın ümidiyle kanat çırptık. Hâlbuki yıkılmayan çınarlar vardı; el ele vermiş insanların sarıldığı… Biz yalnızlığı seçtik.

İçecek bir damla suya muhtaç, tenekeden evlerin içinde ağlayan veya bir evi bile olmayan, savaşlarda mermi seslerinden kulakları delinmiş çocukların, onların üzüntüleriyle kahrolan annelerin ve giden babaların yerine koyamadık kendimizi. Yaşadıkları ayrılıkları, acıları ve üzüntüleri paylaşamadık. Kalbimize değmedi sesleri.

Duamızdaki cümlelerin öznesi hep birinci tekil şahıstı. “Biz” olamadık. Oysa aç değilsek eğer, sevdiklerimiz yanımızdaysa, güven içinde uyuyabiliyorsak geceleri, korkusuzca yürüyebiliyorsak sokaklarda ve her öğün yemeğin kokusu geliyorsa burnumuza, bize verilenlerin kıymetini bilerek, derin bir tevazu ile bunları yaşayamayanların var olduğunu hatırlamamız gerekirdi. Biz onlardan üstün müydük? Ya da ayrıcalıklı? Onların yerinde olabilme ihtimalimizi görmezden gelerek, denkliğimizi unuttuk. Ve nimetleri hak olarak görmeye başladığımızda, şükür kelimeleri çıkmaz oldu dilimizden. Yardım etmedik, şükretmedik. Ama O’nun merhametine nail olmayı diledik… Kendimiz merhamet etmeden…

Zerre kadar bile olsa, hiçbir iyiliğin ya da kötülüğün karşılıksız kalmayacağını öğrenmiştik. Adaletin hak olduğunu… Şimdi, hoşgörüsüzlüğümüz karşımızda. Aynalar hesap soruyor bize. “Neredeydin?” diyor; “onlar bu haldeyken sen neredeydin?”

Ağır demir kapılar çarpıyor yüzümüze. Rüzgârı, gözlerimizi yakıyor. Telefonlar bir bir kapanıyor. Kelimeler dilimizde düğüm… Unuttuğumuz incelikleri, sararmış resimlerin arasından çekip çıkarmakta zorlanıyoruz. Albümlerden mutlu pozlar silinmiş… Aynada beliren suretimiz öfkeyle sesleniyor bize. Konuşmadan… Çatılmış kaşlarımızın çizgilerinde, yapılan kötülükleri hatırlıyoruz. Yine de bize yapılan her yanlışı yazıyoruz bir tarafa. Odanın duvarına, kitapların ortalarına, avcumuzun içine ve kalbimize… Tahammül etmek, sabretmek geçmiyor hiçbir hikâyede. Affetmek, uzay boşluğunda kayıp… Hep karşılık vermeyi öğrenmişiz. Annelerimizden değil; yanlış yönlendirilmiş hayat tecrübelerimizle.

Yolda sert adımlarla kaldırım taşlarını ezerken, kulaklıklardan akan ses, unutmaya yüz tuttuğumuz yanlışları tekrarlıyor. İnsafa gelmiyor yüreğimiz. Yastığımızın altındaki mendilin arasına iliştirdiğimiz merhamet, kapımızı çalmıyor. En çok ihtiyaç duyduğumuz… Dipten gelen bir ses… Kalbin en ince telinden… İçimizi titreten ve dünyayı yaşanır hale getiren… Bizi gülümseten ve sevindiren… Anlamaya muhtacız. Yapılan kötülükler yerine, güzellikleri hafızamıza kazımaya… Ve bazen, hiçbir dikene takılmadan sırf O’nun rızasını kazanmak için önü aydınlık iyiliklerin peşi sıra yürümeye… Merhamet olunmak için, merhamet etmeye… Vermeye… Sevmeye… Hoş görmeye…

Bir gece sessizliğine ihtiyacımız var. Dolunayın gümüşe dönük ışıltısına… Güneşin enginliğine… Denizin ferahlığına… Ruhumuz yıkanmalı nehirler boyu. Sesleri duymalıyız etraftan gelen. Kalbimiz açmalı pencerelerini. Nefes almalı ruhumuz. Gözlerimizin içinden kirler akmalı. Sesimiz, bir kıtayı aşacak kadar yüksek çıkmalı. Ama kırmamalı filizleri. Ağacın dallarını eğmemeli. Kapılarımızı çalıp kaçan ve varlığından utananların izini bulmalı sezgilerimiz. Muhtaçların yolunu görmeli. Yerini bilmeli. Ve onların ürkek adımlarla bize geldiği gibi, bir sabah, daha gün doğmadan içi dolu sepetlerle çalmalı kapılarını. Elimizdekileri bırakıp çekilmeli. Hiç kimse görmese de, O’nun gördüğü bilinmeli.

Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır). (Yasin, 58)

Bir dilim ekmektir merhamet. Bayat ya da dumanı üzerinde; fark etmez. Niyetiyle değeri bilinen… Bağıra çağıra acımak değildir asla. Sessizce vermektir onun yerine. Ağlayarak elinden tutmak… Sızısını dindirmek için koşmak… Merhamet, tutanın elini yakmaz; karşılıktan medet umulur diye… Ya da ezmez insanı; feri kaçmış gözleri yere indirmez. Acımanın büyüttüğü benlik, merhamette körleşir. Denktir insanlar… Yaratılışları gibi… Rahman’ın selam’ını almak ne güzel… En merhametlinin merhametine ulaşmak… Huzura ve kurtuluşa ermek… Barışa ve selâmete… Tek başımıza değil, insanlıkla birlikte mutlu olmak… Ve bunun için anlamak; bilmek; duymak… Sesi çıkmayanların, uzakta olanların, bizi görmeyenlerin yolunu sürmek; onların ihtiyaçlarına koşmak… Bir dilim merhamet ihtiyacımız olan. İlahi merhamete mazhar olmak için… Kendimizi ve başkalarını kurtarmak… Bir dua merhamet… O’nun “selâm”ına nail olmak için…

Merve Çetinel


Hayatı Anlamlı Kılan Güç - Rahmet

Gerçekten yaşadığımız hayat ve üzerinde bulunduğumuz dünya, ibret alınacak dersler ve hikmetlerle doludur. Bu nedenle, olup biten olaylar arasındaki bağlantılar ve özellikler oldukça düşündürücüdür. Bir bakıma bunların muhakemesi, değerlendirilmesi yapıldıkça insanın gönlü, ruhu, ufku açılmakta ve derin bir haz duymaktadır. Ayrıca konuların ve örneklerin, içinde yaşadığımız tabiat olaylarından seçilmiş olması ilgimizi daha da arttırmaktadır.

Gözlerimizi açıp çevremize baktığımızda; göklerin ve yerin yaratılışı, gece ve gündüzün değişmesi, gemilerin denizde seyretmesi, yağmurun yağması, ölü hâlindeki toprağın yeşermesi, yeryüzünde her çeşit canlının gelişip yayılması, rüzgârların değişik yönlere doğru hareket etmesi ve bulutların yer değiştirmesi gibi olaylar arasındaki düzen ve ahenk bizi âdeta büyülemektedir. (Bakara, 164) Buna göre kişi; farkında olsun veya olmasın bir bakıma Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretinin yüceliğini yansıtan delillerle birlikte yaşamaktadır. Çünkü tabiatın kendisi başlı başına bir mucizedir. İnsan bunlarla iç içe yaşadığı için bazen söz konusu inceliklerin farkında olmayabilir. Fakat unutmayalım ki kâinata ve üzerindeki canlılara hayat veren ve bunu anlamlı kılan güç, şüphesiz ki “Allah’ın rahmeti”dir. Zira O’nun rahmeti, ezelî ve ebedîdir. İyi, kötü, inanan ve inanmayan herkesi kapsamaktadır. Diğer bir ifadeyle canlı ve cansız varlıkların tamamı bu rahmetin tecellisiyle ortaya çıkmıştır. Böylece Kur’an bizi; bilgi, bilim ve rahmet ikliminde iman ve hidayet nimetine ulaştırmıştır.

Rahmet; kalpteki acıma duygusudur. Bu duygu sahibini, acınan objeye karşı lütuf ve iyilik yapmaya sevk eder. Aynı kavramı, Yüce Allah’ın bir ismi olarak ele aldığımızda O’nun kullarına acıması, onları esirgemesi ve iyilik etmesi anlamına gelmektedir. Allah insanlara; rahmetinin gereği olarak dünyada yapmış oldukları iyilik veya kötülüklerin karşılığını mutlaka verecektir. Hemen hatırlatalım ki, bu ve öteki âlemde sahip olacağımız her şey Allah’ın rahmetinin eseridir. Çünkü O’nun rahmeti daima gazabını geçmiştir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bu durumu bir hadislerinde şöyle açıklamışlardır: “Allah, evrenin yaratma işini tamamlayınca ilk olarak, “Rahmetim gazabımı geçti” diye yazdırmıştır.” (Müslim, Tevbe, 14-16) Evet, müjde dolu bu ifadeden de anlaşıldığı gibi Allah’ın rahmeti gazabından fazladır. Dolayısıyla bizim O’nun rahmetine mazhar olanların sayısını belirlememiz veya onları sınırlandırmamız doğru değildir. Hal böyle olunca bazı insanların Allah’ın rahmetine tekelci bir anlayışla yaklaşarak Kur’an prensiplerine aykırı davranması kabul edilemez. Ne yazık ki İslâm âleminde bazı kişi, grup ve ekoller, katı ve aşırı düşüncelerinin etkisiyle, Allah’ın rahmetine ve bağışlamasına kendi yorumlarını ve cimriliklerini de katarak kişisel fırsat alanı açmaya çalışmaktadırlar. Böylece kendi düşünce ve görüşlerini paylaşmayanlara; Allah’ın nimet, bereket, rahmet ve cennetini reva görmeme gibi egoist bir anlayış sergilemektedirler.

Oysa ki Yüce Allah bu anlayış içinde olanları ikaz etmiş ve şöyle buyurmuşlardır: “Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.” (Nisa, 53) Görüldüğü gibi; hükümranlık, rahmet ve affetme yetkisi sadece Allah’a mahsustur. Dolayısıyla hiç kimse O’nun gücüne ve kudretine müdahale edemez. Böylece O’nun sonsuz ve sınırsız rahmeti; hava, yağmur ve güneş örneğinde olduğu gibi hiçbir ayırım yapılmaksızın bütün varlıklara yansımaktadır. Zira yağmur yağınca toprak ve onun içinde olan her şey bu rutubetten istifade etmektedir. Güneş de aynı şekilde etrafını ısıtıp aydınlatmaktadır. Bir anlamda her ikisinin de ortak paydası, konumuzu teşkil eden Allah’ın rahmetidir. Unutmayalım ki rahmet olmayınca hayatta umut, sevgi, hoşgörü, huzur ve güven de olmaz.

Bir kez daha hatırlatalım ki, Allah’ın rahmeti sonsuz ve sınırsızdır. Bu, nitelik olarak herhangi bir sayı ve ölçüyle ifade edilemez. Bütün varlıkların hayır ve mutluluğu O’nun sayesinde sağlanmaktadır. Canlı ve cansız her şey O’na muhtaçtır. Bu bağlamda Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah’ın rahmetinin derinliğini ve zenginliğini vurgulamak için onu şöyle bir örnekle anlatmaya çalışmıştır: “Allah rahmetini, yüz parça olarak yarattı. Bunun doksan dokuz parçasını yanında tuttu. Yeryüzüne sadece bir parçasını indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün yaratılmış varlıklar birbirlerine acımaktadırlar. Bir at bile, süt emen yavrusuna engel olmamak için ayağını o rahmet sayesinde kaldırıp indirmektedir.” (Buhari, Edeb, 19) Gerçekten bu hadisin meali; rahmetin kuşatıcılığı hakkında bize çok yönlü bir mesaj vermektedir. Öyle ki; bu manevî hazinenin sadece bir parçası dünyaya verilmiş olmasına rağmen iyilik ve hayır adına olan her şey onun eseridir. Üstelik itaat ve isyana bakılmaksızın hedef kitledeki bütün varlıklar bu hazinenin nimetlerinden yararlanmaktadır. Geriye kalan bu rahmet hazinesinin doksan dokuz parçası ise; yine Allah’ın tasarrufunda olup kıyamet gününde mümin kullarına lütuf, iyilik ve mükâfat olarak verilecektir.

Şimdi dünyaya tahsis edilen bir rahmet parçasının etki alanını biraz daha açmamız gerekirse; buna insanların erkekli dişili eşler halinde yaratılmasını ve onların birbirleriyle huzur bulmasını sağlayan sevgi bağlılığını örnek gösterebiliriz.

Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 21) Evet eşler, çocuklar, akrabalar, dostlar ve diğer bütün canlılara karşı duyulan ilgi, sevgi ve şefkatin kaynağı, elbette bu rahmetin tecellisine dayanmaktadır. Böylece bu güç; bütün organizmalara bir canlılık, dinamizm ve duyarlılık sağlamaktadır. Hal böyle olunca, canlıların hepsi O’na boyun eğmekte ve itaat etmektedir.

Hz. Ömer (r.a.)’in nakline göre; bir savaş sonrasında Hz. Muhammed (s.a.s.)’in huzuruna bir grup esir getirilmişti.

Daha önce çocuğunu kaybeden bir anne, onu görür umuduyla telâş içinde bakıp duruyordu. Birden çocuğuyla karşılaşınca hemen onu bir heyecanla kucağına aldı. Büyük bir hasret ve şefkatle bağrına bastı ve okşayıp koklamaya başladı. Şefkat ve merhamet dolu tabloyu gören Hz. Peygamber (s.a.s.) bize şöyle dedi: “Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağını umar mısınız? Biz de; hayır, gücü yettiği müddetçe ona sahip çıkar ve hiçbir tehlikeye atmaz dedik.

Bunun üzerine Allah’ın sevgili elçisi yüreğimize su serpen şu cevabı verdi: “İşte Yüce Allah kullarına; bu kadının çocuğuna karşı duyduğu şefkat ve acımasından daha merhametlidir.” (Buharî, Edeb, 18) Görüldüğü gibi sevgi, saygı, şefkat ve acımanın kaynağı rahmettir. Dünya ve içindekiler ancak onun sayesinde görevini yerine getirmektedir.

Şüphesiz ki Yüce Allah’ın kullarına en büyük iyiliklerinden biri de onları dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmak için peygamber göndermiş olmasıdır. Şayet peygamber gelmemiş olsaydı, insanların kendiliğinden iyiliği, kötülüğü, doğruyu ve yanlışı bilmeleri mümkün olmazdı. Nitekim ehl-i sünnet mensupları da peygamberliği; Allah’ın kullarına bir lütuf ve rahmeti olarak değerlendirmişlerdir. Çünkü insanlık, ancak peygamberlik kurumu sayesinde ilâhî marifetle tanışmış ve olgunlaşmıştır. Onun yaratılış kabiliyetlerindeki ölçüye uygun, ideal bir ahlâkla süslenmiş ve donanmıştır.

Böylece peygamberlerin rehberliğinde ve getirdikleri vahyin ışığında insanların dinî ve dünyevî davranış biçimleri belirlenmiştir. Nitekim şu ayetler de peygamberlerin insanlara; bir nimet, hikmet ve rahmet olarak gönderildiğini vurgulamaktadır: “Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Al-i İmran, 164) “…Oysa Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Bakara, 105) “ (Ey Muhammed) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)

Yüce Allah, merhamet sahibi olduğu için, insanları batıl inançlardan, hurafelerden ve kötü huylardan kurtarıp tevhit inancına ulaştırmak amacıyla peygamberler göndermiştir. Özellikle Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gönderildiği dönemde, insanlığın içine düştüğü şirk, küfür ve bunalım hatırlanırsa peygamberliğin ne büyük bir rahmet olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Öyle ki insanlar âdeta birbirinin kurdu olmuştur. Kuvvetliler zayıfları eziyordu. Kadınlar hor ve hakir görülüyordu. Doğan bebek kız çocuğu ise acınmadan canlı olarak toprağa gömülüyordu. Kimileri de elleriyle yaptıkları putlara tanrı diye tapıyordu. Kısaca insanlık gayesiz ve anlamsız bir sapıklık içinde yüzüp gidiyordu. İşte yüce Allah, insanları bu haksızlıklardan kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmak, zayıf ve kimsesizleri korumak, özellikle onların inançlarını hurafelerden arındırmak için Hz. Muhammed (s.a.s.)’i dünyayı aydınlatan bir kandil olarak göndermiştir.

Üstelik o, ümmetine çok düşkün müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe, 128) Çünkü onun getirdiği prensipler, insanların hidayetine ve mutluluğuna vesile olmuştur. Nitekim bir hadiste de, kendisine haksızlık edenlere beddua edilmesini isteyenlere şöyle cevap vermişlerdir. “Ben lânetçi olarak değil âlemlere rahmet olarak gönderildim.” (Müslim, Birr, 80)

Bize, ilâhî rahmetin gücünü hatırlatan olaylardan biri de Allah’ın kullarına cömertçe verdiği çeşitli nimetlerdir. Bu nimetler özet olarak Nahl suresinde şöyle açıklanmıştır: “Halbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah; çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nahl, 17) Aynı surenin devamında gelen 78-81’nci ayetlerinde de, Allah’ın, yaratıklarına olan nimet ve ikramları anlam olarak şöyle hatırlatılmaktadır. Zira insan anne karnından aciz ve bir şey bilmez halde iken yaratılmıştır. Daha sonra kendisine görme duyuları ve düşünme yeteneği verilmiştir. Bedensel özellikleri sayesinde havada uçabilen kuşları bu halde tutan Allah’tır. İnsanlara ev yapma, hayvan derilerinden çadırlar, yünlerinden, kıllarından, tüylerinden elbise, ev eşyası ve geçim aracı yapma imkânı vermiştir. Onları güneşten korumak için gölgeler, dağlarda barınaklar, ısıdan ve soğuktan koruyucu elbiseler, savaşta insanları koruyan zırhlar var etmiştir. Bunların hepsi Allah’ın nimetleridir. Bütün bunlara rağmen insanın, Allah’ın katında hiçbir yararı ve gücü olmayan varlıklara (putlara) tapması, elbette Allah’a karşı bir nankörlüktür. Böylece Allah Müslüman olasınız diye üzerinizde olan nimetini tamamlıyor.

Elbette günümüz insanı da; yaşadığı bunca zorluklardan sonra rahmet dolu sevgiye, şefkate ve ilgiye muhtaçtır. Bu nedenle hayatımızdaki iletişim ve gönül bağının temel ilkeleri olan hak, adalet, eşitlik, yardımlaşma, paylaşma, insan haklarına saygı ve birbirini gözetip kollama sorumluluğu ihmal edilmemelidir. Daima Allah’tan bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna iletmesini istemeliyiz. Nitekim O, bu güzel hasletlerimizi korumak için şöyle dua etmemizi hatırlatmaktadır: “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” (Al-i İmran, 8) Sevgili peygamberimiz (s.a.s.) de; bireysel ve sosyal davranışların çıkış noktası olan kalp ve gönül âleminin temiz, arı ve duru olması için şöyle dua etmiştir: “Ey kalpleri istediği gibi çeviren Allah’ım! Kalbimi dininin üzerinde sağlam tut.” (Tirmizi, Da’avat, 90)


 


* BENZER KONULAR

Rahîm Ve Rahmân Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:28:55 ÖÖ]


Davranışlarımız Kaydediliyor Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:22:46 ÖÖ]


Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:18:08 ÖÖ]


Melek Girmeyen Evler Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:04:30 ÖÖ]


Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]