İyi İnsan Kimseyi Rencide Etmez
İnsanlar tek başlarına değil, köy, kasaba veya şehirlerde diğer insanlarla birlikte yaşarlar. Eşi, çocukları, annesi, babası, yakınları, komşuları, iş, meslek veya yol arkadaşları ile sürekli sosyal ilişki hâlinde olurlar. Bu ilişkinin sağlıklı ve arızasız devam etmesi için birtakım kurallara uyulması ve temel haklara riayet edilmesi gerekir. Aksi takdirde ilişkiler bozulur, sıkıntı, tartışma, dargınlık hatta kin ve düşmanlık baş gösterir. Bu itibarla saygılı, huzurlu, güvenli ve barış içinde yaşayan bir toplum oluşmasını isteyen yüce Rabbimiz, müminlerin birbirleriyle alay etmemelerini, birbirlerini kötülememelerini ve kötü ad takmamalarını istemektedir:
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurât, 11)
Yüce Allah, Hucurât suresinin onuncu ayetinde müminlerin kardeş olduğunu bildirdikten sonra kardeşlerin arasının düzeltilmesini ve Allah’a karşı gelmekten sakınılmasını emretmektedir. Kardeşliği ve barışı bozacak davranışlardan sakınmak da Allah’a karşı gelmekten sakınmanın (takvanın) gereğidir. Kardeşliğin, barışın, toplumsal huzur ve güveninin devamı için yüce Allah müminlere on birinci ayette üç davranıştan sakınılmasını emir buyurmaktadır.
1. İnsanları alaya almayın
“Alaya almak”, bir insanı küçümsemek, aşağılamak, beğenmemek ve kusurlu görmekten kaynaklanır. Alaya alan insan kendisini üstün, itibarlı ve önemli, alaya aldığı kişiyi değersiz, itibarsız ve önemsiz gördüğü için bu davranışı sergiler. Bir insanın fiziksel, ekonomik ve iş durumu, inancı, davranışı, giysisi, ailesi alay konusu olabilir. Alay söz, yazı veya davranışla yapılabilir.
Kur’an’da birçok ayette peygamberlerin ve müminlerin alaya alındığı bildirilmektedir. Örnek olarak şu iki ayet mealini zikredebiliriz:
“Yazıklar olsun o kullara! Kendilerine bir peygamber gelmezdi ki, onunla alay ediyor olmasınlar.” (Yasin, 30)
“Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan müminlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Tevbe, 79)
Mekkeli müşrikler, Bilal, Habbab, Ammar, Süheyb gibi fakir ve kimsesiz Müslümanları imanları sebebiyle alaya alıyorlardı. Kur’an’ın inmeye ve müminlerin Kur’an ahlâkı ile eğitilmeye devam ettiği süreçte Müslümanlardan da insanlarla alay edenler olmuştu. Meselâ Hz. Aişe, kısa boylu oluşu nedeniyle Hz. Safiye’yi küçümsemiş; “Ey Allah’ın Elçisi! Safiye (şu kadarcık) bir kadındır” demiş ve eliyle boyunun kısalığına işaret etmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Sen (amellerini) öyle bir sözle karıştırdın ki, onunla denizin suyu karıştırılmış olsa (denizin suyu) karışırdı (şekli değişirdi)” sözleriyle karşılık vermiş ve bu davranışın yanlışlığını dile getirmişti. (Tirmizî, Kıyâme, 51) Annesini dile dolayarak bir köleyi ayıplayan sahabeden Ebû Zer’e; “Ya Ebâ Zer! Onu annesiyle mi ayıplıyorsun? Sende hâlâ cahiliyye (tavrı) var! Sen cahiliyye (düşüncesi taşıyan) bir kimsesin.” (Buharî, İman, 22) diyerek bu tavrın doğru olmadığını ifade etmişti.
Tahlil ettiğimiz ayetin ilk cümlesinde geçen “kavm” kelimesi, kendilerini savunabilen erkekler cemaati demektir. Bu kelime daha sonra cemaate/topluluğu isim olmuştur. “Kavm” kelimesine kadınlar da dahil olduğu halde (benzeri için bk. Nuh, 1) konuyu önemle vurgulamak için “kadınlar da kadınlarla alay etmesin” denilmiştir.
“Kavm” ve ‘nisa’ kelimelerinin tenvinli (nekre) olarak zikredilmesi umum ifade etmesi içindir. Yani hiçbir erkek ve hiçbir kadın, kimseyi alaya almasın demektir.
Dış faktörlere bakarak küçümsenip alaya alınan insanların, alay edenlerden Allah katında daha itibarlı ve değerli olabileceği bildirilmektedir. Çünkü Allah katında asıl itibar; görünüşte, boy, pos, ırk, nesep, cinsiyet ve renkte veya varlıklı olmada değil iman, ibadet, ahlâk, takva, ihlâs ve samimî olmadadır. “Allah katında en üstün olanınız en muttakî olanınızdır” (Hucurât, 13) anlamındaki ayet ile; “Allah sizin suretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (iman veya inkâr hâlinize) ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 32) anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade eder. Dolayısıyla Kur’an ahlâkına sahip bir insan, konumu ve durumu ne olursa olsun hiçbir insanı sözleri, davranışları veya tavırları ile alaya alamaz, almamalıdır. Alırsa Allah’ın emrine karşı çıkmış, kalp kırmış, kul hakkı üstlenmiş ve büyük günah işlemiş olur. Peygamberimizin beyanı ile; “Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter.” (Müslim, Birr, 32)
2. İnsanları karalamayın
Kardeşliği, toplumun huzur ve güvenini bozan ve mutlaka sakınılması gereken ikinci davranış, insanları karalamak ve kötülemektir. Ayette bu anlam, “Kendinizi karalamayın” şeklinde ifade edilmiştir. “Kendiniz” tabiriyle bütün müminler yekvücut sayılmış, dolayısıyla bir müminin diğer bir mümini karalaması ve ayıplaması, kişinin kendini karalaması ve ayıplaması gibi kabul edilmiştir. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile “Mümin mümine karşı parçaları birbirine destek olan bir yapı gibidir.” (Tirmizî, Birr, 18) “Müslümanlar, bir tek insan gibidir.” (Müslim, Birr, 67)
Ayette geçen “lemz” kelimesi; bir insanı yüzüne karşı sözle veya el ile veya kaş ve göz işaretiyle karalamak, küçük düşürmek, şeref ve haysiyetine leke sürmek, ayıplamak ve yermek anlamına gelir. Bunlar kişinin yüzüne değil de arkasından yapılırsa buna da “hemz” denir. Hümeze suresinin birinci ayetinde her iki davranış, “İnsanları arkalarından veya yüzüne karşı diliyle veya el, kaş ve göz işaretiyle çekiştiren her kişinin vay hâline!” denilerek kınanmaktadır
İster yüzüne karşı isterse arkasından yapılsın bir müminin diğer bir mümini çekiştirmesi, rencide etmesi ve kırması Kur’an ahlâkı ile örtüşmeyen bir davranıştır.
“Lemz” kişiyi yüzüne karşı haksız yere eleştirmektir. “Münafıklardan sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse hoşnut olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse hemen kızarlar.” (Tövbe, 58) anlamındaki ayet bunun delilidir. Dolayısıyla haklı eleştiri yapmak veya hataları ve yanlışları usulü dairesinde söylemek “lemz” değil, “marufu emir ve münkeri men” görevidir. “Sizden biriniz din kardeşinin aynasıdır. Onda bir noksanlık ve kusur görürse hemen onu gidersin.” (Tirmizî, Birr, 18) anlamındaki hadis de bunu ifade eder.
İnsanın işlediği kusur ve hatalı davranışın, diğer insanlara ve topluma bir zararı söz konusu değilse bu kusurun gizlenmesi daha isabetli olur. “Kim Müslümanın bir ayıbını örterse, Allah da onun kıyamette bir ayıbını örter.” (Buharî, Mezalim, 3) anlamındaki hadis bunun delilidir. Eğer kişinin hatası başka insanlara veya topluma zarar veriyorsa bu takdirde hata ve kusurun örtbas edilmesi doğru değildir.
3. İnsanlara kötü lâkap takmayın
“Elkâb” kelimesinin tekili olan “lâkab”; övmeyi veya yermeyi ifade etmek üzere kişinin isminin dışında kullanılan bir niteliktir.
Arap toplumunda iyi veya kötü lâkap kullanması yaygındı. Meselâ Peygamberimiz güvenilir anlamın “emîn”, Hz. Ebu Bekir çok samimi, çok dürüst, sözünü işiyle doğrulayan anlamında “sıddîk”, Hz. Ömer, doğru ve yanlışı, haklıyı ve haksızı ayırt eden anlamında “fâruk” lâkabı ile şöhret bulmuştu. Ayette yasaklanan lâkap takma, kişinin bir meziyetini ifade eden bu tür iyi lâkaplar değildir.
Ayette geçen “tenâbezû” kelimesinin kökü olan “nebz” “kötü lâkap takmak” demektir. Dolayısıyla ayette yasaklanan lâkap, insanların hoşlanmadıkları, kendilerini küçük düşüren ve üzen lâkaplardır. Söz gelimi yüzlerine karşı veya arkalarından insanları kör, topal, çolak, kambur, cüce, sırık, şişko, bücür, şapşal, aptal, geri zekâlı ve benzeri kelimelerle nitelemek veya onlara fasık, münafık, dinsiz veya kâfir demek kötü lâkap takmaktır. Ayet de insanların birbirlerine kötü lâkaplar takmaları sebebiyle inmiştir. (Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’an, 49)
Sayılan lâkap ile ifade edilen nitelik o insanda varsa bu takdirde kötü lâkap takılmış, yoksa iftira edilmiş olur. Kötü lâkaplar insanları rencide eder, kırgınlık ve dargınlıklara sebep olur. Özellikle engelli insanları engelleriyle anmak meselâ kör Remzi, topal Şemsi, kel Burak, deli Arsoy ve benzeri nitelemeler son derece kötü bir davranıştır. Hiç kimse kel, kör, topal ve deli olmak istemez. Bu tür nitelemeler kişilerin onur ve haysiyetini zedeler. Dolaysıyla lâkap takan kişi, bu davranışıyla büyük günah işlemiş olur.
İnsanlara isimleriyle hitap etmek en doğru olan davranıştır. İsim, kişinin toplumda bilinmesi için kullanılan bir simgedir. Kişi ismi ile anılmasını ister ve isminin söylenmesinden hoşlanır. Ahirette de kişiler isimleriyle çağrılacaklardır. Peygamberimiz (s.a.s.); “Kıyamet gününde kendi isminiz ve babanızın ismi ile çağrılacaksınız. Bu sebeple (çocuklarınıza) güzel isim veriniz.” buyurmuş (Ebû Dâvûd, Edeb, 69), çirkin isimleri (Tirmizi, Edeb, 66) meselâ “savaş” ismini değiştirmiştir. (Malik, İsti’zan, 24)
Yüce Allah; “imandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır” cümlesi ile alaya alma, karalama ve kötü lâkap takmanın itaatsizlik olduğunu bildirerek, bu tür davranışlardan insanları sakındırmakta, iman eden bir kimsenin insanlar ile alay edemeyeceğini, insanları karalayamayacağını ve kötü lâkap takamayacağını beyan etmektedir. Eğer bir insan bu davranışları sergilerse büyük günah işlemiş olur. Bu günahına tövbe etmesi gerekir. Eğer tövbe etmezse zalim olur. “Kim tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir” cümlesi bu anlamı ifade etmektedir. İnsanlarla alay eden, insanları karalayan ve insanlara kötü lâkap takan insan hem bu insanlara hem de kendi nefsine zulmetmiş olur.
Yüce Allah; “Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram kıldım. Aranızda birbirinize zulmetmenizi de haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz.” (Müslim, Birr, 55) buyurmuştur. Bu yasağı ihlâl eden zalimleri Allah sevmez. (Al-i İmran, 57, 140; Şura, 40)
Peygamberimiz (s.a.s.), “Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde karanlıklardır.” (Müslim, Birr, 56) ve “Müslüman Müslümanın kardeşidir ve ona zulmetmez.” (Müslim, Birr, 58) buyurmuştur.
Sonuç olarak; Kur’an insan haklarına, insanların onur ve haysiyetlerinin korunmasına çok önem vermiştir. Müminleri kardeş ilân etmiş, kardeşlerin barış, huzur, güven ve karşılıklı saygı ortamı içerisinde olmalarını istemiştir. İnsanları rencide edecek, üzecek ve kıracak söz, eylem ve davranışlardan sakındırmıştır. Tahlil ettiğimiz Hucurât suresinin 11. ayetinde yüce Allah, müminlerin birbirleriyle alay etmemelerini, birbirlerini karalamamalarını ve birbirlerine kötü lâkap takmamalarını emretmekte, bu emre uymayanların itaatsizlik etmiş olacaklarını, tövbe etmezlerse zalim olacaklarını bildirmektedir.
Bir Müslümanı alaya almak, haksız yere eleştirmek, rencide etmek ve kötü lâkap takmak ahlâkî bir davranış olmadığı gibi bu tür söz ve davranışları tasvip etmek de aynı şekilde ahlâk dışı bir davranıştır.
Mümin, yanında bir başka müminin alaya alınmasına, haksız eleştirilmesine ve kötü lâkapla anılmasına fırsat vermez. “Kim onuruna zarar veren bir şeye karşı Müslüman kardeşini korursa Allah da kıyamet gününde onu cehennem ateşinden korur.” (Tirmizî, Birr, 20) anlamındaki hadis, Müslümanın mümin kardeşini eleştiri ve kötüleme karşısında savunması gerektiğini ifade etmektedir.
Kur’an ahlâkına sahip bir Müslüman kimseye, eli ve diliyle kişiliğine, onuruna, malına ve canına zarar vermez. “Müslüman o kimsedir ki, Müslümanlar onun elinden ve dilinden güvende olurlar.” (Buharî, İman, 4); “Mümin o kimsedir ki, insanlar, mallarına ve canlarına karşı ondan emin olurlar.” (Tirmizî, İman, 12) anlamındaki hadisler bu gerçeği ifade eder.
Müslümanları arlandıran, karalayan, kusurlarını arayan, söz ve davranışlarıyla üzen insanları Allah’ın tecziye edeceğini Peygamberimiz şöyle bildirmektedir: “Ey dilleriyle iman edip de iman kalplerine yerleşmeyenler! Müslümanlara eza etmeyin, onları arlandırmayın ve gizli hallerini araştırmayın. Çünkü kim bir Müslüman kardeşinin gizli bir hâlini ortaya çıkartıp deşifre ederse, Allah da onun ayıp ve kusurlarını deşifre eder. Allah kimin kusurlarını ortaya çıkartmak isterse, onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Tirmizî, Birr, 84)
İman, insanı ahlâken yükselten bir nurdur. Bu nur ne kadar zayıflarsa, ahlâkî davranışlar da o kadar zayıflar. Hucurât suresinin 11. ayetinde yasaklanan üç olumsuz davranışı sergileyenler, iman nuru ile davranışlarını aydınlatmada sıkıntı çekenlerdir. Ne mutlu nuru, ışığı, aydınlığı bol ve çok olanlara!