Şehevânî Arzular
İrade insanının önünü kesen manialardan biri de hiç şüphesiz yeme-içme ve bedenin istekleri karşısında dize gelme gibi şehevânî arzu ve isteklerdir. Din davası Hak davasıdır ve hiçbir şeye feda edilmemelidir. Tarih boyunca bu davaya sahip çıkanlar yer yer bazı geçici zevklere takılsalar da, bütün bütün dökülmemişlerdir. İnşaallah, bugünkü altın nesil de midesinin altında kalıp ezilmeyecek ve cesedine yenik düşerek cismaniyeti karşısında iki büklüm olmayacaktır. Yine bu altın nesil, iradesiyle bakırı altın, toprağı polat haline getirecek ve en değersiz şeyleri en değerli cevherler gibi değerlendirecektir. Şimdi müsadenizle, yeniden böyle bir ufkun zirvede temsil edildiği saadet asrına dönelim:
Damad-ı Nebi, Haydar-ı Kerrar Hz. Ali (ra) halife olduğu dönemde İslam devleti, şimdiki Türkiye'nin otuz katı büyüklüğündedir. İslam orduları bir taraftan Mâverâünnehir'de, diğer yandan Çin seddine ulaşmış; beri taraftan da tâ Cebelitârık'a dayanmışlardı. Sınırları böylesine geniş ve adeta o zamanın süper devleti sayılan bu büyük gücün başında bulunan Hz. Ali (ra), kış gününde yazlık elbise giyiyor ve bunun sebebi sorulunca da: "Ben, kendi imkanlarımla ancak bu kadarını temin edebiliyorum" cevabını veriyordu. İşte içtimaî adalet; işte yüksek insan ruhu; işte toplumla bütünleşme, herkesi kendine tercih etme veya başkaları için yaşama diyeceğimiz gerçek adalet düşüncesi..! Evet böyle bir adalet, ilk defa Hz. Muhammed (sav) ve O'nun güzide ashabıyla temsil edilmişti; dilerim ikinci kez de günümüzün altın nesliyle temsil edilir. Yeniden kendine uyanan bu nesil, her ferdiyle şimdiye kadar sergilemiş oldukları ceht ve gayretlere bakacak olursak, böyle bir seviyeyi temsil ettikleri görülecektir. Ben bu konuda Rabbim'e karşı fevkalade hüsn-ü zan içindeyim. Nasıl olmayayım ki; Nebiler Serveri (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: Bir kulu seyyiatı sebebiyle derdest edip cehenneme götürürler. Bu kimse, cehenneme doğru giderken dönüp arkaya bakar. Cenab-ı Hak kulunun maksadını bildiği halde meleklere, o kulun arkasına bakmasının sebebini sordurur. Bunun üzerine o zat şöyle der: "Ya Rabbi! Ben senin hakkında başka türlü zan beslemiştim; evet ben her şeye rağmen kuluna "cennete gir" diyeceğini sanıyordum. Zira ben seni hep böyle tanıdım." Buna karşılık Cenab-ı Hak da: "Kulum beni nasıl sanıyorsa ben öyleyim" (2)
Buyurur. İşte benim zannım da bu merkezdedir. Evet küheylanlar üzerinde şahlanmış süvariler gibi, kendilerinden beklenen vazifeyi eda etmeye azmetmiş bu neslin, tenperverliğe, şan u şerefe takılıp kalmadıkları misüllü şehevani arzu ve isteklere de takılıp kalmayacakları ümidindeyim. Hz. Ömer (ra) devrinde, devamlı mescide gelip giden, ibadet ü taatında derin mi derin, başını yere koyunca güller açan ve seccadesini gözyaşlarıyla ıslatmadan mescidden ayrılmayan bir genç vardır. Bu gencin, birden bire mescitten kesildiğini farkeden Fâruk-u Âzam, gencin nerede olduğunu sorunca, onun vefat ettiğini söylerler. Evine gelip giderken bu gence nasılsa kötü duygulu bir kadın musallat olur; ona takılır ve onu ağına çekmek ister. Genç, bu fettana tam takılmak üzere iken, birden diline "Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah(c.c.)'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler." (A'raf, 7/201) ayetinin takıldığını ve bu ayeti tekrar ettiğini hisseder.. ve böyle bir ihsasın vermiş olduğu heyecan ve hacalet içinde kalbi durur ve oracığa yıkılıverir. Hz. Ömer, gencin ölüm sebebini anlayınca hemen gömüldüğü yere gider ve orada ona şöyle seslenir: "'Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.' (Rahman, 55/46) Şimdi sen istediğine girebilirsin." Hz. Ömer sözlerini bitirdikten sonra herkesin duyacağı şekilde mezardan şöyle bir ses yükselir: "Ya Emire'l-Müminîn! Allah(c.c.) bana onun iki katını verdi."
Evet bu ruh haleti, insanların kalblerine yerleştirilmedikçe sergerdanlık ve anarşinin önünün alınması ve insanların fenalıktan korunması mümkün değildir. Bu mübarek ve mübeccel nesil, -inşaallah- Allah(c.c.) Rasulü'nü ve O'nun güzide Ashabını kendisine örnek alarak, günahlara girmeden ve şehevânî arzulara takılıp kalmadan, bu kandan, irinden deryaları aşar, iman hakikatının en zirvesine ulaşarak kendinden beklenilenleri arızasız ve kusursuz yerine getirmeye muvaffak olur.
-----------------------------------------------------------------------------------------
[1] Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, 10/325
[2] Buhâri, Tevhid 35; Müslim, Zikr 1; Tirmizi, Zühd 51