* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Mü’minlerin Nefislerini Kontrol Etme Sorumluluğu  (Okunma sayısı 241 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Mü’minlerin Nefislerini Kontrol Etme Sorumluluğu
« : Temmuz 26, 2023, 10:47:59 ÖÖ »


Mü’minlerin Nefislerini Kontrol Etme Sorumluluğu

“Ey iman edenler! Siz kendi nefsinize bakınız. Şayet hidayet üzere iseniz, sapan kimseler size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O size yaptıklarınızı haber verecektir.”(1)

 Hidayet üzere olmak, sapıklıktan kurtulmaktır. Mü’min insan, Allahû Teâla karşısında istiğna duygusundan kurtulan insandır. Her yerde ve her zaman kendilerini Allah’a muhtaç hissetmeyenler, istiğna duygusuna kapılmaktan kurtulamazlar. İstiğna duygusundan kurtulup kulun kendisini her yerde ve zaman Allah’a muhtaç görmesi, nefsin tezkiyesi anlamına da gelir. Nefsi tezkiye etmek yani temizlemek, arıtmak, Allah’a teslim etmek mü’minlerin üzerine borçtur. Hidayette iseniz dalâlettekiler size bir zarar veremezler. Nefsinin sorumluluğu üzerine olan bir insanın yapması lâzımgelen şey nefs tezkiyesi ve tasfiyesidir. Nefsi yarı yarıya temizlemek, afetlerinden yarı yarıya kurtarmak “nefs tezkiyesi” adını alır. Tamamlamak ve nefsini Allah’a teslim etmek ise nefs tasfiyesidir. Sorumluluğun giderilmesi nefsin Allah’a teslimi ile yani nefsi hidayete erdirmekle mümkündür. Nefsin hidayette olmaya başladığı nokta tevhide tâbî olunan noktadır. Çünkü bu noktadan itibaren nefs tezkiyesine başlanır. Nefsi tezkiye edebilmek ancak bu noktadan sonra mümkün olur. İmanı olmayanların nefis tezkiyeleri de olmaz.

Müminler, kendilerine has; dini, yolu, hukuku ve Allah’tan başka hiçbir kimseye dayanmayan yasa kaynağı bulunan tek bir ümmettir. Bu ümmet kendisine has programı ile ortaya çıktıktan ve buna bağlı olarak insanlara karşı konumunu belirledikten sonra, insanların sapıklığa düşüşünden ve cahiliye hayatlarını sürdürmelerinden dolayı bu ümmete bir zarar gelmez. Bu Âyet-i Kerime tek başına, İslâm ümmetinin karakterini ve diğer insan toplulukları ile ilişkilerindeki ana ilkeleri belirlemektedir.

İslâm ümmeti, Allah’ın taraftarı olan bir topluluktur. Onun dışındaki her zümre ise şeytanın taraftarlarıdır. Bu nedenle İslâm ümmeti ile diğer zümreler/uluslar arasında herhangi bir dostluk ve dayanışma söz konusu olamaz. Zira akidelerinde bir beraberlik yoktur. Dolayısıyla herhangi bir hedef ve yöntem, ceza ve sorumlulukta bir beraberlik söz konusu değildir.

İslâm ümmetinin kendi arasında bir dayanışma içerisine girmesi, birbirine tavsiye ve öğütlerle destek olması gerekir. Allah’ın gösterdiği doğru yolu izleyerek diğer uluslardan bağımsız ve ayrı ümmet olması lazımdır. Bundan sonra kendisi doğru yolu izlediği müddetçe çevresindeki insanların sapıklığa düşmesi ona asla bir zarar vermez. Yalnız bu demek değildir ki, İslâm ümmeti tüm insanları doğru yola davet yükümlülüğünü ihmal etsin. Çünkü doğru yol onun dinidir, yasası ve sosyal düzenidir. İslâm ümmeti, yeryüzünde kendi düzenini kurduktan sonra, tüm insanları bu sisteme davet etmek ve onları doğru yola erdirmek için çalışmak zorundadır. Tüm insanlar üzerinde İslâm’ın hakimiyetini gerçekleştirip onların arasında adaleti gerçekleştirmelidir. İnsanları içinden çekip çıkardığı cahiliye ve sapıklık bataklığından uzaklaştırmalıdır.

İslâm ümmetinin Allah’ın huzurunda yalnız kendisinden sorumlu olması, doğru yolu izledikten sonra sapıklığa düşenlerin ona zarar vermemesi, öncelikle kendi aralarında, sonra yeryüzünün tamamında iyiliği yaygınlaştırmak, kötülüğü ortadan kaldırmak konusundaki görevinde, kusur yaptığında hesaba çekilmeyeceği anlamına gelmez. En başta gelen özelliği Allah’a teslim olmak ve O’nun yasasını yürürlüğe koymaktır. Kötülüklerin başı ise cahiliyettir. Allah’ın hakimiyeti ve yasasına karşı haddini aşmaktır.

Cahiliyenin idaresi tağutun idaresidir. Tağut ise, Allah’ın hakimiyetinden ve otoritesinden başka, tüm egemenliklerin ortak adıdır. İslâm ümmeti, önce kendisine sonra da tüm insanlığa önder olmak zorundadır. Ayet-i Kerime’deki sorumluluğun sınırları, eskiden bazı kimselerin anladığı ve şimdi de bazı kimselerin anlayabileceği gibi, müminlerin birer fert olarak iyiliği yaymak, kötülüğü engellemek göreviyle mükellef olmadığı anlamına gelmez. İslâm ümmetinin bizzat kendisi doğru yolda olduktan sonra, etrafındaki insanların sapıklığa düşmesi ona zarar vermez. O, yeryüzünde Allah’ın yasasını hakim kılmak zorunda değildir, denemez.

Bu ayet-i kerime ne ferdin ne de ümmetin kötülüğe karşı koyması, sapıklığa karşı direnmesi ve azgınlarla savaşması konusundaki sorumluluğunu kaldırmamaktadır. Bütün zulümlerin en büyüğü hiç kuşkusuz Allah’ın ilahlığına karşı haddini aşmak, hakimiyetini gasp etmek ve insanları Allah’ın yasaları dışında başka yasalara boyun eğdirmektir. Bu öyle bir kötülüktür ki, bu kötülük ayakta durduğu müddetçe ne ferdin doğru yolda oluşu ne de ümmetin doğru yolda oluşu bir fayda verir. Ashabu’s Sünen’in rivayetine göre, Hz. Ebu Bekir bir ara ayağa kalkmış, Allah’a hamd ve övgüsünü dile getirdikten sonra şöyle demişti: “

Ey insanlar siz `Ey müminler, siz kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yolda olursanız sapıklar size zarar veremez’ ayetini okuyorsunuz. Ve onu yanlış şekilde yorumluyorsunuz. Halbuki, ben peygamberin şöyle dediğini işitmiştim; “Muhakkak ki insanlar zalimi gördükleri takdirde, eğer ellerini yakalamaz ve zulümden çekmez iseler, aradan fazla bir zaman geçmeksizin Allah kendi nezdinden onların hepsini kuşatacak bir azap gönderir.”(2)

Böylece birinci halife (Allah ondan razı olsun) kendi zamanında bazı insanların bu ayetle ilgili yanlış anlayışlarını düzeltmiştir. Bugün biz de böyle bir düzeltmeye daha da muhtacız. Zira kötülükleri engellemeye yönelik yükümlülükleri yerine getirmek o kadar zorlaşmıştır ki, zayıf iradeli insanlar bu ayeti kendilerini cihadın zorluklarından ve yorgunluklarından kurtaracak, cihadın katılığından ve belasından sıyrılmak için, rahat bir yaşama imkan verecek yorumlara rahatlıkla kaymaktadırlar!

Allah’a yemin olsun ki hayır! Bu din ancak gayret ve cihad ile ayakta durabilir. Ancak çalışma ve mücadele ile düzelebilir. Bu dinin, insanları tekrar ona döndürerek, insanları kulların kulluğundan yalnız Allah’ın kulluğuna ulaştıracak çalışkan fedailere ihtiyacı vardır.

Allah’ın ilahlığını yeryüzünde egemen kılacak, Allah’ın yasasını insanların hayatında yürürlüğe koyacak ve insanları buna göre yönlendirecek, çalışmalara kendini adayıp var gücüyle çalışan müslümanlara ihtiyaç vardır. İnsanların teker teker sapıklığa yuvarlandığı, yol gösterilmeye ve aydınlatılmaya muhtaç olduğu durumlarda, güzellikle onlara ulaşabilecek çalışmalara ihtiyaç vardır. İnsanları Allah’ın yolundan alıkoyan, Allah’ın dinini yok etmek isteyen ve Allah’ın yasasının yürürlüğe girmesine karşı koyan zalim kuvvetlerin ortalıkta cirit attığı durumlarda ise, Allah’ın dininden yana olacak güce ihtiyaç vardır. İşte ancak bundan sonra müminlerin görevi bitmiş olur. Bundan önce değil. Doğru yolda olanların da sapıkların da Allah’ın huzurunda bir araya geldiği sırada, sapıklar Allah’ın cezasına müstehak olurlar.(3)

Müfessirin ulemadan İmam Kurtubî (rh.a.) der ki: “Allahû Teâla’nın “Siz kendi nefsinize bakınız” buyruğu, kendinizi ma’siyetlerden/Allah’a ve Rasûlüne isyan anlamına gelen sözlerden ve davranışlardan koruyan, demektir.”(4)

Bunun da yolu, iyilikleri emredip kötülüklerin yayılmasını önlemektir. Allame Kadı Beyzavî (rh.a.) der ki: “ Mü’min olarak gücü nisbetinde münkeri ortadan kaldırmaya çalışmak da, hidayet üzere olmanın âlametlerindendir.”(5)

Kötülüklere, kötülere ve kötülerin eliyle kurulmuş kötülük düzenlerine karşı terk-i mücadele edenler, hidayet üzere kalma hakkını kaybedenlerdir. Onlar bu aşamadan sonra dalâlet üzeredirler.

Kötülüklerin düzeninde İslâm’ı yaşamak, “elde ateşten koru taşımak gibidir.” Şayet elimiz yanıyor diye atıversek, maazallah münkir ve müşriklerden bir farkımız kalmaz. Müfessirin ulemadan Zemahşerî (rh.a.) der ki: “Bu âyet-i kerime’den murad, emr-i bil ma’ruf ve nehyi anil münker’i terk etmek değildir. Aksine kudreti olduğu halde emr-i bil ma’ruf ve nehyi anil münker’i terk eden bir kimse hidayet üzere değildir.”(6)

Emr-i bil ma’ruf ihmal olunacak mesâilden değildir. Çünkü emr-i bil ma’ruf ve nehyi anil münker’in vücubu kitp ve sünnetle sabittir. Allahû Teâla bu âyette herkes kendi amelinden mesul olup başkalarının masiyetinden zarara uğramayacağını ve âsînin isyanından ve kâfirin küfründen zarar ancak kendine ait olacağını beyan buyurmuş ve mü’minlerin ancak kendi nefislerini ıslaha çalışması ve âsîlerin ahvaline ehemmiyet vermemesi lazım olduğunu tavsiye etmiştir.(7)

Allame Kadî Beyzavî (rh.a.) bu âyetin emr-i bil ma’ruf ve nehyi anil münkere şamil olduğunu beyan etmiştir.(8)

Müslüman olarak İslâm’ı yaşarken tıpkı Hz. İbrahim (as) gibi çağın Nemrudları tarafından ateşe altısak dahi hidayetten/İslâm’dan, Kur’ân’dan, şeriattan, Hz. Muhammed (sav)’in örnek ve önderliğini esas almaktan vazgeçmeyeceğiz.

Müslüman insanı İslâm’ı yaşamaktan alıkoyma hususunda Müslümanın nefsi İslâm düşmanlarından önce gelir. Bunun için âyet-i kerime özellikle nefse dikkat çekmiştir. “Siz kendi nefsinize bakınız” emrinin manası, nefsinizi ıslah ediniz, demektir.(9)

Nefsini ıslah eden, düşmanını mağlup edecek silaha kavuşmuş demektir.

Âyet-i kerime, “Ey İman edenler!” diye başlıyor. İman, nefsi hidayetle/vahiyle terbiye etmeyi zorunlu kılar. Mü’minlerin kendilerini ıslah etmeleri; inanç, amel, ahlak, söz, fiil ve davranışlarını İslâm’a uygun hale getirmeleridir. Islah-ı nefs, her Müslüman’ın imandan sonra birinci sorumluluğudur. Nefsi Allah’ın razı olacağı hudutlar içinde tutarak taşkınlıktan, fasit (bozuk, kötü) heveslerden alıkoymak lazımdır. Bu da nefsi imanın hükmü ve idaresi altına almakla olur.

Başkasını ıslah etmeden önce kendimizi ıslah etmekle mükellefiz. Nefsin kusurlarından biri de halkın ayıplarıyla uğraşıp kendi eksiklerini görmezden gelmesidir. Bunun sebebi, nefsin kendini beğenmesidir. İnsan, gözü dışarı dönük olduğu için daima karşısındakini görür. Nefsin bu hastalığından kurtulmak için ona kusur ve hatalarını göstermek gerekir.

Kusurlarını gören nefs, başkalarının kusurlarını araştırmaya mecâl bulamaz. Dolayısıyla, “nefsin ıslahı, nefse karşı çıkmak ve onun önünü kesmektir.”(10)

Nefsin arzu ve istekleriyle mücadele etmek hayata anlam kazandırmaktadır. Allah’ın kitabı insana bu mücadeleyi nasıl yapacağını, ne kadar başarılı olabileceği hakkında yol göstermektedir. İman, ibâdet, itaat, dua, Allah yolunda çalışma-çabalama ile tezkiye edilmesi, temizlenmesi, korunması gerekir. Kur’ân-ı Kerim’in bu ayetinden anladığımız kadarıyla Kur’ân-ı Kerim, nefsin ıslahı konusunda her Müslüman’ı mücahid kabul eder. Nefis, insan tabiatının bir parçasıdır. Onu yok etmeye çalışmak insan fıtratına aykırıdır. İslâm, nefsi terbiye etmeyi, tezkiye etmeyi gaye edinir. Müslümanlara nefislerini terbiye etmelerini tavsiye eder. İbadetler bu terbiye sürecinin bir parçasıdır. Nefse karşı yapılan mücadele bir cihattır. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Mücahid, Allah’a itaat yolunda nefsiyle mücadele eden; muhacir ise hata ve günahları terk eden kimsedir.”(11)

Hıristiyan keşişlerin düştüğü yanlış işte bu noktadadır. Çünkü nefis, insandan ayrı, ondan bağımsız bir şey değildir. Onlar nefsi yok etmeye, ezmeye çalışmışlar ve sonuçta bu mücadeleden mağlup ayrılmışlardır. Kendi ürettikleri ruhbanlığı yine kendileri çiğnemek zorunda kalmışlardır. Çünkü onlar insan fıtratına aykırı iş yapmışlardır. İnsan fıtratına en uygun din olan İslâm; nefsi ezmeyi, onu yok etmeyi değil, terbiye etmeyi ve kontrol altına almayı hedefler. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (sav) “nefsimizin de bizim üzerimizde hakkı olduğunu” belirtir.(12)

Ruhbanlık da dinimizde yasaklanır. Peygamber Efendimiz (sav) “İslâm’ın ruhbanlığı cihaddır”(13) buyurur. Yani cihad, nefse ve onun istediği kötülüklere karşı mücadele etmektir. Nefis terbiyesinden geçen bir insan bencillikten, gururdan ve kibirden uzak durur. Özüyle, sözüyle bir olur. Makam, mevki, para, mal, şöhret ve itibar gibi karşılaştığı imtihanlara karşı güçlü olur. Davranışlarında hikmet ve nezaket hâkim olur. Anlık hatalar yapsa bile bunları düzeltmesini bilir. Peygamber terbiyesinden geçen iki insan arasında gerçekleşen şu olay benlik ve egoizmi tavan yapmış bizler için ibretlerle doludur:

 Bir gün Ebu Zer (r.a.), Bilal-i Habeşi (r.a.) ile tartışmıştı. Bir an öfkelenen Hz. Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye “Kara kadının oğlu!” diyerek hakaret etti. Bu sözler Hz. Bilal’in üzdü ve kalbini kırdı. Durum Hz. Peygambere haber verilince Hz. Peygamber (s.a.v.) çok kızdı ve Ebu Zer’e:

- Ey Ebu Zer! Sen Bilal’i, annesinin renginden dolayı ayıplamışsın öyle mi? Demek ki sen Müslümanlığı kabul etmene rağmen hâlâ cahilce düşünüyorsun, dedi.

Bir anlık öfke ile istemeden ağzından çıkan bu sözden dolayı Ebu Zer çok üzüldü, pişman oldu. Ağlamaya başladı ve kendini yere atarak yüzünü toprağa yapıştırdı. Ardından şöyle dedi:

- Bilal o güzel siyah ayağı ile yanağıma basıp çiğnemedikçe vallahi yüzümü yerden kaldırmayacağım.

Ardından Bilal-i Habeşi’den tekrar tekrar özür diledi. Bilal ise Ebu Zer’i tutup yerden kaldırdı.

- Bu yüz basılmaya değil, öpülmeye layıktır, diyerek onu bağrına bastı.(13)

Kendi nefislerini ıslah etmeden Allah yolunda cihada çıkanlar, ergeç kendi düşmanlarına silah olurlar. Dünya imtihanında kulların hem hayırla ve hem şer ile denendiği hatırlanırsa nefsin şerde diretmesi, hayırda üşenmesi ve gönüllü olmaması normal olandır. Ancak terbiye nefsi bunun aksine zorlamak şerden kaçınmaya, hayırda yarışmaya sevk etmesini sağlamaktır ki, bu bir terbiyeden çok cihad’dır. Cihad-ı Ekber denilen bu en büyük mücadeleyi insanın tek başına kazanması mümkün olamayacağından, nefsini temizlemesi için Rabbine dua etmesi gerekir. Çünkü nefis Allah’ın göstermediği yollara bile meyleder. Bu durumda da kul sapıklığa düşmüş olur. Tevbe kapısı her zaman açıktır.

Nefisleri ıslah etmenin yolu tevbe etmekten geçer. Nefislerine zulmedenlerin ve nefsin arzularına uyanların yapması gereken şey tevbe ve istiğfar etmektir.

Bu Âyet-i Kerime’de yeralan “Ey İman Edenler! Siz kendi nefsinize bakınız” emri, mü’minleri ilgi dağınıklığından kurtarıyor. İnsan nefsinin kutsallaştırılmasında derinden etkilendiğimiz modern hümanist felsefenin tesiri açık olmakla beraber İslâmî camia olarak süreci besleyen kendi kusur ve ihmallerimizi de konuşmalı, bunları özel bir muhasebe konusu

yapmalıyız. Bu bağlamda bilhassa resmî davet-irşad dil ve üslubunda görülen çözülmenin etkisi müstakıllen tartışılmalıdır. Davet faaliyetleri üzerine siyasî stratejik hesapların gölgesi düşeli beri maalesef kelamî anlamda yaşadığımız şeyin adı toprak kaymasıdır. İnsanlar dinden kopup seküler alanlara yaklaştıkça sürekli ayaklarının altına yeni yeni dinî zeminler serme gayretkeşliğine kapıldık. Günahkâr müminlere umut aşılayan nassları, olması gerektiği gibi, ümitsizliğin önüne geçmek için gündeme getirmek yerine, adı konmamış yeni “dindarlık modelleri” için referans kabul etme yanılgısına düştük. Başlarda belki nefsine yenik düşen insanları Allah’ın rahmetinden, İslâm’ın engin müsamahasından dışlamamak adına benimsenen bu dil, bütün iyi niyetlere rağmen sekülerleşen insanları dinin gölgesinde saf-duru hayat alanlarına çekmeyi başaramadı; ama sekülerist İslâm algısına meşruiyet referansları verme konusunda “cömertliğimizin” simgesi olmayı başardı. Bu izlekte müsamaha konusu kılınan birçok haram zamanla mubahlara ve yer yer “meşru haklar” a dönüştü. Ve nihayet modern din edebiyatında günahkârlığa karşı gösterilen tolerans yarı Müslüman  yarı laik-liberal kesimin diliyle “insanın günah işleme hakkı/özgürlüğü vardır” hinliğinde en hokkabaz ifadesini buldu.

Allah yolunda nefsinizi hesaba katmasınız, Salih amellerin işlenmesi hususunda kendinizi hesaptan düşürürseniz, dalâlet ehlinin dalâleti gelir sizi de teslim alır. Müslüman olarak ehl-i dalâlet karşısında kendi Müslümanlığınızdan emin olmak istiyorsanız behemehâl nefsinizi kontrol ediniz. Beden coğrafyanızın başkentine imanınızı amir kılınız. İman ettiğim Kur’ân’ın bizden istediği, vahiyle terbiye edilmiş bir nefistir. Allah yolunda olmak ve Allah yolunda kalmak için, nefsin vahiyle terbiye edilmesi şarttır.

---------------------------------------------------------------

(1)   Maide Sûresi/ 105

(2)   Sünen-i Ebu Davud, Melahim: 17; Sünen-i Tirmizi, Fiten: 8, Tefsir 5. Sure; Sünen-i İbn-i Mace, Fiten: 20, Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, C:1/2,5,7,9

(3)   Fizilali’l Kur’ân (Seyyi,d Kutub) C: 2 , Sh: 992-993, Beyrut/ 1982

(4)   El- Cami-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam Kurtubî) C: 6, Sh: 342, Beyrut/ 1965

(5)   Envâru’t-Tenzîl Ve Esrâru’t-Te’vîl (Allame Kadî Beyzavî) C:1, Sh:362, İst/ 1285

(6)   el-Keşşâf an Hakâkiki’t-Tenzîl (Zemahşerî) C:1, Sh: 685, Kahire/ 1947

(7)   Hulâsatü’l Beyan Fi Tefsiri’l Kur’ân (Mehmed Vehbi Efendi) C:4, Sh: 1341, İst/ 1960

(8)   Envâru’t-Tenzîl Ve Esrâru’t-Te’vîl (Allame Kadî Beyzavî) C:1, Sh:362, İst/ 1285

(9)   el-Keşşâf an Hakâkiki’t-Tenzîl (Zemahşerî) C:1, Sh: 686, Kahire/ 1947

(10)   Hakim et-Tirmîzî, Esraru mücahedefin-nefs, Kahire 1984 İbn Ebi’d-dünya, Muhasebetün-nefs. Beyrut 1986; Fahreddin er-Razî, en-Nefs ve’r-Ruh

(11)   Ahmed bin Hanbel, el- Müsned, 6/22

(12)   Sünen-i Ebu Davud, Salat, 317

(13)   Afif Abdülfettah Tabbara, Ruhu’d-Dini’l-İslâmi, Sh: 299


RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]