MUS'AB İBNİ UMEYR OLMAK İSTİYORUM
" Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tutunursanız kurtuluşa erersiniz..." (Hadis-i Şerif)
Ey Efendimin iltifatına mazhar olmuş kutlu dua..!
Yıldızını görür gözlerim...
Asırlar sonrası gönlümdesin..!
Bizarım dünyanın yalancı alkışlarından...
Hicranı aşan tek duygu, aşkla sinemdesin...
Asırlar öncesiydi...
Mekke'nin cehaletle kirlenmiş, sıcak ve kavurucu havasında, sokaklarda güzel kokular estiren, zarif bir genç yürüyordu. Saçları omuzlarına kadar dökülmüş, dişleri inci gibi parlayan, en iyi kumaşlardan giysiler, uzak diyarlardan gelmiş ayakkabılar giyinen şık, ihtişamlı ve bakımlı... On yedi – on sekizinde Kureyş'in göz bebeği, herkesin hayranlıkla baktığı, varlıklı fakat mütevazi ve ölçülü bir genç...
O, fasih ve beliğ bir dille nazikçe konuşur, kimseyi incitmez, çok tefekkür ederdi. Soyluydu. Putlara tapmak ona manasız geldiğinden hiçbir zaman putlara tapmamıştı. Cehaletin had safhada olduğu bir çağda onun kalbi huzursuz ve boştu. Derin bir bekleyişin içerisindeydi. Beklediği bütün bu sahip olduklarında olmayan bir şeydi.
Bir mana...
Bir sır...
Bir aşk..!
Bir sıyrılış ve yepyeni bir hayatta yeniden varoluş... İşte O, ruhunu dinleyip aradığının peşine düşmüştü... O, imanın verdikçe çoğaltan, kendinden vazgeçtikçe büyüten, insanı ölümsüz kılıp, sonsuzların seyyahı eyleyen, aşk iksirinden içmişti. O aramakla bulunmayan ama hep arayanların bulduğu saadet kapısından geçip kendisini –MUS'AB İBNİ UMEYR'i- kaybederek sonsuzu, aslolanı bulmuştu. O, artık gönül gözü ile görüp, ruhu ile sevdiği Güneşinin nurunu yayan ölümsüz bir yıldız olmuştu. Hem öyle ki muazzam şuası bunca zaman sonrasında bile karanlıklarda yolunu kaybedenlere bir fener, bir rehber olmuştu.
Mus'ab ibni Umeyr (r.a.) Kainatın nurunu, ruhunda, bir gecenin aydınlığı beklemesi gibi beklemişti. Erkam'ın evinden yayılan manevi buğuya kendini kaptırmış, nurlu bir anda ruhu yokluğa ererken Nadide Gülü'nü görüp can evinden, özünden vurulmuştu. Rasül'ün inci gibi dişleri...
Ayın ondördünden parlak yüzü...
Duruşu...
Tebessümü...
Sözleri...
Kanaati, sabrı ve şimdiye dek kimsede rastlamadığı ahlak güzelliği. Rabbine bağlılığı onu öyle sarhoş etmişti ki, başka sözler, başka yüzler, mevkiler, mal-mülk... Ondan ve O'nun nurundan başka her şey ama her şey gözünde adeta gölgeleşmişti. Artık Mus'ab ondan bir lahza ayrı kalmanın korkusuyla gözlerinden inci gibi yaşlar döküyordu, gönlü eriyor, eziliyor, inliyordu aşktan...
Sevdalanmıştı Mus'ab… Aşkı tadmıştı. Hem de en yakıcısını, en leziz, en doyulmazını... O'nu aramış, O'nu bulmuş, O'nu anmış, elinden tutmuş, O'na yanmış, O'nda yanmıştı... Göklerin de fevkindeydi artık! Mekke'nin zeki, yakışıklı delikanlısının, Mus'ab'ın gözlerine Muhammedül Emin'in ( s.a.v.) gözleri değmiş, gözlerindeki ışık ona geçmişti.
Bir nazar! Ve sonrası... Ve yanış, kavruluş... Kendinden hiçbir şey kalmayıncaya dek yanış ve bir mercek gibi O'nun nurunu yansıtış…... O bir yıldızdı artık. İslam'ın ilk Kur'an muallimi olma şerefine ermiş kutlu bir yolcu... Medineye ilk hicret eden muhacir... Yolunda tüm dünya ve içindekileri tereddüt dahi etmeden elinin tersiyle iten, Resulullah ( s.a.v.)'in kendisinin yamalı elbiseler içindeki haline bakıp, mübarek gözleri dolarak; "bir zamanlar Mekke'de anne ve babasının yanında ondan daha rahatı yokken şimdi şu Mus'ab'ı görüyorum... Ama o hepsini ve Rasul sevgisinden dolayı terk etti..." buyurduğu nefis mücadelesini alnının akıyla kazanmış bir mücahid...
Mus'ab ibni Umeyr (r.a.) Medine'de kapı kapı, bahçe bahçe dolaşıp insanlara nazikçe İslam'ı anlatmıştı. Öyle ki onu öldürmeye gelenler onda dirilerek yeni ve asude bir hayatın içine dalı veriyorlardı. Usseyid bin Hudayr'lar, Sad ibni Muaz'lar... O Medine'yi Rasulullah'a hazirlıyordu. Büyük kabileler onun vesilesiyle İslam'la şerefleniyordu.
Çalışmak, çalışmak, çalışmak... için, Resul için, yorulmak durmak nedir bilmeden mütemadiyen çalışmak... Zaten o hiç dinlenmek istememişti ki!... Vuslat anına kadar dünya günlerini doldurmaktı gayesi. Ta ki o güne kadar... Bu O'nun ilk duruşu, gerçek anlamda ilk nefes alışı olmuştu...
ŞEHADET! Ve ötelere gidiş... Aşkla, hizmetle yaşanan bir ömür başka türlü nasıl en güzel şekilde sona erebilirdi ki? Hayatı gibi ölümü de direniş ve mücadele... Sancağı düşürmemek için mücadele, ahde vefa için... Ve 'ın yardımı... Bir melek!...
Resulü (s.a.v.)'in "Tekaddem Ya Mus'ab!" diye seslenip de kendisine baktığında O'nun Mus'ab olmadığını anladığı melek! Mus'ab'ın kılığında sancağı taşıyan melek...
Mus'ab İbni Umeyr, müminlerin zorlu sınavı Uhud'da yirmi bir kılıç darbesiyle yaralanmış, daha fazla dayanamayan vücudu yere düşerken, ruhu aralanan perdelerden sonsuzlara baka baka aradığı huzura kavuşmuştu. Mus'ab İbni Umeyr (r.a.)... Allah (cc.) ondan razı olsun, ne güzel şey başarmıştı. Biraz zorluk, biraz açlık, fakirlik, çile ve dünya nimetleri onu imanından vazgeçirememişti. Bir zamanlar dünya namına her şeye sahipken kendisine bir kefen bile bulunamamıştı. Elbisesiyle başını örtseler ayakları, ayaklarını örtseler başı açık kalıyordu. Rasulü ( s.a.v.), "başını örtüp ayaklarını yapraklarla kapamalarını" buyurdular. Mus'ab'ın şanlı bedenine, Alemlerin Varlık Sebebi'nin mübarek gözlerinden inci gibi yaşlar dökülüyordu. Rasulullah (sav.)ağlamıştı... Sahabe ağlamıştı ama Mus'ab tebessüm halindeydi. O artık beklediği vuslatı yaşıyordu.
Rabbine kavuşuyordu. O bir yıldızdı. Ölümünde bile parlıyordu. Seyyidül Kevneyn, Varlık Nuru Musab'ın bedeninin başında durup da "Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah (cc.)'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler" (Ahzab, 23) ayetini okuyup, onu şuheda-i kiramlıkla methederken, Uhud şahid oluyordu... Bu sözler Rabbine götüremeyeceği hiçbir şeyi zaten dünyada da yanına almayan Mus'ab'ın, tam da istediği gibi bir kefen olmuştu. İşte Mus'ab İbni Umeyr ( r.a.) böylece tarihe geçmiş, yıldızlaşmıştı...
Şimdi, insanların köleleştirildiği, çocukların yeniden fakat başka yollarla katledildiği, yetimlerin hıçkıra hıçkıra ağladığı bu çağda, duruşuyla avaz avaz imanı haykıran, sesini kulaklara değil gönüllere duyuran, kalblere dokunan bir Mus'ab İbni Umeyr olmak..!
Metropollerde, binalar, taşlar, gölgeler arasında yeniden nefes almak, onun arayışını taşımak!
Koskoca bir enkazın dumanından yaşaran fakat yaş dökemeyen gözlere...
Aşkı hiç tanımayan sinelere...
Aşksız sözlere...
Serabları aşk sanıp onu arama derdi bile olmayan bakışlara...
Kainatın şahid olduğu çağ yangınını yok sayan insanlara inat, ruhumuza Mus'ab'ın yanışını, aşkını, gayretini, direnişini kuşanıp onun devasını yüklenmek! Hindistan'da, Japonya'da, Fransa'da, İngiltere'de... Dünyanın dört bir yanında gayeden, manadan, muhabbetten yoksun insanların gönüllerine gönülden Kur'an sedası duyurabilmek... Afganistan, Filistin, Irak'taki ağlayan yetimin yaralarını sarabilmek... Ufka bakabilmek, kaybolan kervanın izlerinden yolu bulabilmek...
Semaya el açmak... Hicranların bitmediği, mazlumların esen rüzgarda bile kokusunu duyduğu Rasul'e vuslatı beklediği, bu asırda "imanın asaletinin" "dünyanın sefaletine" açtığı savaşta bize, yeniden gerçek varoluşu öğreten Mus'ab'ın safında en önde dimdik bulunmak...
ALLAH için ağlamak...
ALLAH için öfkelenmek...
ALLAH için tebessüm etmek...
ALLAH için öğretmek...
ALLAH için yaşamak...
ALLAH için ölmek...
Bu dünya sahnesinden ayrılırken kefeni bile kendimize fazlalık görerek yaşamak ve ruhumuz aslına dönerken pişman olmamak... Her şeyi ama her şeyi ve Rasulü için terk etmek! Kirlenmiş ve kana bulanmış değerlerin içinde her gün bu çağa ait olmama hissini defalarca yaşamak yerine, Mus'ab İbni Umeyr gibi zincirlerimizden kurtulup, fazlalıklarımızı atarak özgürce işe koyulmak… Yepyeni bir çağ açmak..!
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir.",
"Mümin kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş olamaz." buyuran bir Rasulün Kur'an muallimi olarak ondört asır sonrası, dünya Medine'sinde ev ev, kapı kapı dolaşarak, İslam'ı anlatan…
Sokakta, işte, okulda içinde arayış varken bunun peşine düşmeye, aramaya, bulmaya bile acizlenen genci canlandıran... İradesiyle kapıları açan, dostluğuyla yüzleri güldürüp gönülleri ısıtan, ışığıyla gönüllere renk veren... Güllerin Efendisine karanlık Yesribler değil, bir kere daha Nur Medineler hazırlayan, yeni, yepyeni, bu çağda bile pırıl pırıl kalabilen bir Mus'ab İbni Umeyr olmak istiyorum..!