Sosyal Ahlak
Sosyal adaleti "fırsat ve imkân eşitliği" diye tarif etmiştik. Bu tarif üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor, çünkü yanlış ve zararlı anlamalara sık sık rastlıyoruz. Cemiyet, insanları sosyal bakımdan eşit kılmaz, onlara "eşit fırsat" vermeye çalışır. Bütün insanların eşit olduğu bir cemiyet ne kurulabilir, ne de kurulması arzu edilir. Bir cemiyetteki mevkiler "liyakat" esasına göre dağıtılır, yani en kabiliyetli ve ehliyetli insanlar en yüksek makamlara geçerler. Cemiyetin sosyal adalet adına yaptığı veya yapması gereken şey, insanlara kabiliyetlerini geliştirmek üzere imkân tanımaktır. Bir çocuk yoksul olduğu için okuma imkânı bulamayabilir.
Biz ona cemiyet olarak bu fırsatı verirsek, ondan sonra ne yapacağı artık kendi kabiliyetine ve isteğine bağlıdır. Bu çocuk yüksek bir başarı göstererek önemli bir yere gelebileceği gibi, tamamen başarısız da kalabilir. Yine aynı şekilde, üst tabakadan bir ailenin çocuğu yoksul çocukla aynı okulda aynı şartlar altında okuyarak kendini göstermeye çalışacaktır. Sosyal adaletten anlaşılan eşitlik budur, yoksa zeki ile aptalı, kabiliyetli ile beceriksizi eşit tutmak değil.
Bütün cemiyet çapında yaygın ve tesirli bir sosyal adalet sistemi kurmak son derece güçtür. Bu güçlüğün büyük bir kısmı cemiyetlerin geçmişinden gelmekle beraber, tamamen yeni bir cemiyet kurmuş olsak bile, bir müddet sonra kaçınılamayacak eşitsizliklerin doğduğunu görebiliriz. Bir misal verecek olursak, her cemiyette ister istemez bir iş bölümü olacak, bunun sonucunda da bir sosyal tabakalaşma meydana gelecektir. Başka bir ifade ile sosyal tabakalaşma cemiyette vazgeçilmez bir fonksiyon farklılaşmasının mahsulüdür. Böylece insanların ve onların çocuklarının bilgi, görgü ve maddi imkânları arasında ister istemez farklar bulunacaktır. Eşitlik ve sosyal adalet adına bu farkları görmezlikten gelmek, hakikatte korkunç bir adaletsizliğe yol açmak demektir.
Eşitlik, insanları yüksek bir yere ulaştırmak üzere aynı başlangıç noktasından koşturmak demektir, yani ideal olan şey, onları yukarılarda birbirine yaklaştırmaktır. Bu yaygın yükselişi sağlayamadığımız zaman insanları aşağı seviyede, yani sefalet ve cehalette eşit tutmakla hiçbir şey kazanamayız. İyi yetişmiş, başarılı insanlar bizim için kıskançlık ve nefret yerine bir gıpta örneği olmalı, cemiyette her çocuğu o şekilde yetiştirebilmenin yollarını aramalıyız. Şurasını hatırdan çıkarmayalım ki, aynı başlangıç noktasından yarışa girenlerin bir kısmı çok gerilerde, bir kısmı ortalarda, bir kısmı da en önde yarışı bitirecektir.
Ahlak terbiyesinin sosyal adaletle ilgili kısmında bu noktaları önemle belirtmeli ve çocuğun zihnine yerleştirmeliyiz. İnsanları prensip olarak eşit saymak ve onlara aynı fırsat ve imkânları tanımak hepimizin vazifesidir. Ancak farklı kabiliyette olan ve farklı ölçüde çalışanlara eşit muamele yapmakla hem onlara, hem cemiyete kötülük yapmış oluruz. Adaletin yanlış kullanılması, onun hiç olmayışından daha az kötü bir durum değildir. Hukuk sistemi, sosyal adalet prensibini kanun ve nizamlar hâlinde tespit ederken bu titizliği göstermek zorundadır.