ONUN GÜZEL AHLAKI
Dünya hayatına imtihan için gönderildik. Bu imtihandan yüz akı ile çıkmanın ilk şartı da Cenab-ı Mevlâ’yı tanımak, O’nun sıfatlarını bilmek, emirlerini yerine getirmek ve yasakladıklarından uzak durmaktır. Cenab-ı Mevlâ’nın rızasına uygun bir hayat ise, peygamberlere iman ve itaat etmekle, Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in yolunda muhabbetle yürümekle mümkündür.
İlk müslümanlar bütün varlığını Allah yoluna adamış, bu yolda yurdunu, malını, evini, canını ve evladını feda etmiştir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in mübarek ağızlarından dökülen her sözü, O’ndan sâdır olan her hal ve hareketi ezberlemişler, tatbik etmişler, nesilden nesile aktarmışlardır. Sonraki asırlarda hadis-i şerifler ile birlikte Sünnet-i Seniyye çocuklara ezberletilmiş, daha küçük yaşlardan itibaren Rasul-i Ekrem Efendimiz s.a.v.’in sevgisi gönüllere aşılanmıştır.
Efendimiz s.a.v.’in hayatı hiçbir kimseye nasip olmayacak bir şekilde, adeta an be an tespit edilmiştir. Nasıl oturup kalktığı, nasıl yiyip içtiği, ibadet ve taatini nasıl yerine getirdiği en ufak teferruatına kadar kaydedilmiş ve insanlığa sunulmuştur. O’nun suret, cemal ve endamını, mübarek azâlarındaki uygunluğu, suretindeki güzelliği, kılık kıyafetini, güzel işlerini, hayırlı amellerini, herkese karşı hoş muamelesini, tavrını ve tarzını, ağırbaşlılığını ve güzel tedbirlerini tafsilatlı bir şekilde anlatmışlardır. Böylece Cenab-ı Mevlâ’mızın, “Rasulüm de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân, 31) emrini ifa eylemişlerdir.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in mübarek torunu Hz. Hasan r.a. anlatıyor:
Dayım Hâle oğlu Hind’den dedemin hilyesini (görünüş ve ahlâkını) sordum. O çok güzel anlatırdı. Onun bana anlattıklarını ezberlemeyi çok isterdim. Hind r.a. şöyle dedi:
“Rasulullah s.a.v.’in kadir ve kıymeti büyüktür. Görenlerin gözünde ve gönlünde de büyüktür. Yüzü dolunay gibi parlardı. O yaratılmışların en güzeli, varlığın en lâtifi idi. O’na benzer bir varlık hiçbir zaman olmamıştır.
Orta boyludan uzunca, çok uzun boyludan kısaydı. Başı makul şekilde büyük, saç ve sakalları kıvırcıkla düz arasındaydı. Saçlarını ikiye ayırsa, o hal üzere bıraksa başının iki tarafına salınırdı. İki bölük olmasa, saçlarını uzatınca kulağının yumuşağını geçmezdi. Rengi pembe, alnı geniş, alnının iki yanı açıktı. Kaşı yay gibi göz uçlarına uzardı. Kaşları birbirine yakın, fakat çatık kaşlı değildi. İki kaşı arasında bir damar vardı. Ancak sinirlendiğinde o damar ortaya çıkardı. Peygamberimiz s.a.v.’in mübarek burnunun üst, yani kaşlara yakın tarafı biraz yüksekçe ve üstü inceydi. Burnu üzerinde bir nur vardı ki, ilk gören burun direğinin ortası yüksek ve üst tarafı düz, uç tarafı alçak sanırdı. Fakat burnunun kaş tarafı biraz yüksek, üst tarafı inceydi. Sakalı büyük, yanakları yumru değil, düzdü. Ağzı geniş, ön dişleri inci gibi tane tane seyrekçe, göğsünden göbeğine kadar ince bir hat gibi kıllar vardı. Boynu mutedil, son derece güzel, gümüş gibi berrak ve saftı.
Bütün azâsı birbirine uyumlu idi. Vücudu ne şişman ne arık, kuvvetli ve sıkı etli idi. Mübarek karnı göğsü ile dümdüz olup dışarı çıkmış değil, göğsü etli idi. İki omzunun arası geniş, kemiklerinin birleştiği yer büyük, elbisesiz görünürse teni nurlu, kılları ince uzun, göğüslerinde ve karnında kıl yoktu. Kollarında, omuz başlarında fazlaca kıl vardı. Bileğindeki yumru kemikler uzunca, avuçları geniş ve cömertliğe alametti.
El ve ayak parmakları büyükçe idi. Yürürken ayaklarının altı yerden yüksekçe idi. Ayağını sağlam ve pek basardı. Ayağının üstü düz olup, üzerinde kir, yarık, yırtık yoktu. Ayağının üstüne su dökülse hemen akardı. Ayak etleri hafif, yürürken adımları uzun, sağa sola meyletmez, yalnız öne biraz eğilir, vakar, sükûnet ve tevazu üzere çabukça, uzun adımlarla yüksekten inermiş gibi yürürdü.
Bir şeye göz ucuyla bakmayıp bütün vücuduyla yönelir, boş yere sağa sola bakmaz, önüne, gökten ziyade yere bakardı. Bakışının çoğu tefekkür idi. Cenab-ı Mevlâ’dan daima hayâ ederdi. Mübah şeylere göz ucuyla bakardı. Ashabıyla giderken onları korumak, himaye etmek, zayıf ve fakirlerine yardım etmek için ardınca yürür ve; ‘Benim arkamı meleklere bırakın’ derdi. Karşılaştığı kimselere ilk önce alçak gönüllülükle selam verirdi. Selamı almak farz olduğundan karşısındakinin çok sevaba girmesini isterdi.” (Tirmizî, Şemail, 5)
Sa’d b. Hişam r.a. anlatıyor:
“Bir gün müminlerin annesi Hz. Âişe’nin yanına gittim ve;
– Bana Rasulullah’ın ahlâkını anlatır mısın, dedim. Hz. Âişe r.anha,
– Sen Kur’an okumuyor musun, diye sordu.
– Elbette okuyorum, dedim. Hz. Âişe r.anha,
İşte O’nun ahlâkı Kur’an ahlâkıydı, diye cevap verdi.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/91,163)
Ebu Abdullah el-Cedelî r.a. anlatıyor:
“Hz. Âişe’den Rasulullah s.a.v.’in ahlâkının nasıl olduğunu sordum. Bana şöyle dedi:
Rasulullah s.a.v. kaba saba biri değildi. Çarşı ve pazarda sesini yükseltmez, insanlarla münakaşa etmez, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Aksine affeder ve müsamahalı davranırdı.” (Buhârî, Edeb, 27; Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 69)
Hârise b. Zeyd r.a. anlatıyor:
“Bir gün beş on kişiden oluşan bir cemaat babam Zeyd b. Sabit’in ziyaretine geldiler. Babama;
– Bize Rasulullah’ın güzel ahlâkından bahset, dediler. Babam şöyle anlattı:
Ben O’nun yakın dostu ve komşusuydum. Kendisine vahiy geldiği zaman birini göndererek beni çağırtırdı. Ben de yanına giderek gelen vahiyleri yazardım. Biz O’nun huzurunda dünyevî şeyleri konuştuğumuzda O da bizimle birlikte konuşurdu. Aynı şekilde ahiretle ilgili meseleler konuştuğumuzda O da ahiretten bahsederdi. Yine O’nun yanında yemeklerden bahsettiğimizde O da bize katılırdı. İşte size anlattıklarım O’nun ahlâkının bir kısmıdır.” (Ebu Nuaymn, Delâilü’n-Nübüvve, s. 57, Tirmizî, Şemâil, s. 25)
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in hizmetkârı Enes b. Malik r.a. da şöyle anlatıyor:
“Rasulullah s.a.v. insanların en lütufkâr olanıydı. Birisi kendisine bir soru sorsa onu can kulağıyla dinler, soru soran kişi ayrılmadıkça yahut yüzünü çevirmedikçe ondan yüzünü çevirmezdi.” (Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, s. 57)
Yine Enes b. Malik r.a. anlatıyor:
“Rasulullah s.a.v., biriyle musafaha ettiğinde veya biri musafaha etmek üzere elini O’na uzattığında, o kişi elini çekmedikçe Rasulullah s.a.v. de elini çekmezdi. O’nun önünde oturan birine karşı ayaklarını uzatarak oturduğu görülmemiştir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme ve’r-Rekâik, 46; ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6/39)
İmam Gazâlî rh.a., Efendimiz s.a.v.’in sadece ibadet ve taatta değil, her haliyle takip edilmesinin şart olduğunu, böylece tam mutabaatın yerine getirilebileceğini söylemiştir. Oturup kalkmasıyla, yiyip içmesiyle, giyinmesiyle, hatta tırnağını nasıl kestiyse O’na tabi olunmalıdır, demiştir.
Ahir zamanın zulmetinden bizleri kurtaracak olan, Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’e mutabaat etmek ve O’nun yolundan yürüyenlerle birlikte olmaktır. Cenab-ı Mevlâ bizleri O’nun yolundan ve O’nu sevenlerin yolundan ayırmasın.