Bilgi ve Ahlâk
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) ifadesiyle bilgi ile bilgisizliğin arasındaki derin farka dikkat çeken Yüce Kitabımız Kur’an "Bilmediğin şeyin ardına düşme; çünkü kulak göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur." (İsrâ, 36), “Şayet bilmiyorsanız ehline sorunuz” (Nahl, 43; Enbiyâ, 7) ifadeleriyle de kişilerin kesin ve sağlam bilgiye dayanarak hareket etmesini, bilmediğini öğrenmek için gereken çabayı sarfetmesini emretmekte, kişinin söz ve davranışıyla beraber içinde sakladığı kanaatinin de vehim ve zanna değil, bilgiye dayanmasını istemektedir. Kur’an’ın “işin hakikatını bildiği halde bunu gizleyen veya aksine davranan” ehl-i kitab hakkındaki ağır eleştirisi, müminlere yönelik olarak “yapmadığı veya yapmayacağı şeyleri konuşmamaları” yönündeki uyarısı, Peygamber Efendimizin faydasız bilgiden Allah’a sığınması ve diğer ayet ve hadisler dikkatlice incelendiğinde, İslam’ın sadece inanç ile davranış arasında değil, düşünce, bilgi, söz ve davranış arasında, diğer bir ifadeyle bilgi ile ahlak arasında da sıkı bir bağ kurduğu görülür.
İslam, bize bu dünyada hem varlığı ve var oluşu hikmet penceresinden gösterir, külli bilgi ve irfandan önümüzü aydınlatan bir ışık getirir, hem de bu bilgi ve irfana uygun olarak yaşamayı, yani ahlaklı olmayı öğretir. İnsan olmanın özüyle bağlantılı olan ve insanlığın derin tecrübesinden süzülüp gelen ahlaki değerlerin yaşatılması, imanın olgunlaşıp meyve vermesi ve Peygamber Efendimizin örnek ahlakının hayatımıza yansıması demektir. Bu sebeple, müslüman için ahlak sadece bilinen ve konuşulan değil, içselleştirilen ve davranışlara şekil veren bir sorumluluktur da. Esasen Yaratan ve yaratılan hakkındaki hakikat bilgisinin kaynağı olan Kur’an’ın, göklerin, yerin ve dağların kabul etmekten çekindiği, fakat insanoğlunun yüklendiği ağır bir emanet oluşu (Ahzâb, 72), bilginin aynı zamanda hayata yön vermesi gereken bir ahlaki sorumluluk olduğuna da işaret eder.
Doğruluk, dürüstlük, adalet, işleri ehline vermek, sözünde durmak, emanete riayet etmek, iyilikte yarışmak, kötülüklerden sakınmak, kimsenin canı, malı, namusu gibi temel haklarına tecavüz etmemek, fakir, düşkün, ve yetimi kollamak, hırs, hased, kin, gıybet, koğuculuk, kibir, böbürlenme gibi kişilik ve davranış bozukluklarından uzak durmak, kimsenin gizli hâlini araştırmamak, kimsenin ayıbını yüzüne vurmamak, bağışlayıcı olmak, iffet ve haya sahibi olmak, insanları eşit tutup aralarında ayırım yapmamak, cömert olmak ve nimetleri paylaşmak gibi erdemler adeta bütün insanlığın bildiği, her vesileyle konuştuğu, ötekinden beklediği ve hep özlemini duyduğu değerlerdir. Ancak, asıl sorunun bunları kendi hayatımıza yansıtmak ve kendimizi bu konuda sürekli denetlemek olduğunu çoğu kez unuturuz. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in bize hatırlattığı da işte budur.