* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Toplumsal Ahlâk  (Okunma sayısı 529 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Toplumsal Ahlâk
« : Aralık 31, 2019, 07:32:00 ÖÖ »
Toplumsal Ahlâk

Yakup Kadri Karaosmanoğlu işgal yıllarında İstanbul’da ortaya çıkan ahlâkî çöküntüyü anlattığı “Sodom ve Gomore” adlı romanının iç kapağına şöyle bir not koymuştur:

“Sodom ve Gomore, Tevrat’tan aldığımız bilgiye göre Lût ve İbrahim devrinde, Filistin diyarının türlü ahlâk bozukluklarıyla Tanrı’nın gazabına uğramış iki büyük şehirdir ve “Tekvin”in on sekizinci bölümünde onların bahsi şöyle geçer: ‘Ve Rab, Sodom ve Gomore’nin feryadı çoğalıp onların günahı çok büyük olduğu için şimdi yere inip bana gelen feryada göre hareket edip etmediklerini göreyim, etmediler ise bileyim, dedi. O zaman İbrahim yaklaşıp iyileri kötülerle beraber helak edecek misin? Belki şehir içinde elli altmış iyi kimse bulunur. İmdi elli altmış iyi için o mahalli affetmeyip de helak eder misin? Hâşâ ki sen iyi ile kötüyü bir arada öldüresin.’

(Kur’an, burada atıf yapılan sosyal ahlâk çürümesini Neml Sûresi 39-45; A’râf, 72-86 ve Hûd Sûresi 77-88. ayetlerde dile getirir.)

Yakup Kadri’nin notu şöyle bitiyor:

“İşte, İstanbul düşman işgali altında iken romanın yazarına böyle görünmüştü.”

Bir İslâm coğrafyası olan İstanbul’u yazarın gözünde, ahlâksızlıkları ile tarihe mal olmuş Sodom ve Gomore şehirleriyle aynı düzleme getiren sebep nedir?

Sorunun cevabı, daha romanın şeklî kurgusunda kendini göstermektedir: Yazar romandaki her bölümün başına Kitab-ı Mukaddes’ten seçilmiş ve tarihî süreç içinde yaşanmış toplumsal ahlâksızlıkları ve çöküşleri dile getiren metinler koymuştur. Romancı bu yöntem ile okumak üzere eseri açan okuyucuya şu mesajı veriyor: İstanbul bu işgali yaşamış ve millet olarak darbe üstüne darbe yemiş isek bu, toplum olarak Sodom ve Gomore’de yaşanan büyük ahlâkî çürümenin bizde de yaşanması sebebi iledir.

Romanın sözlü anlatımında da aynı mesaj pratik örnekler üzerinden veriliyor: İşgal dönemi İstanbul’unun yaşadığı süreç, milletinden, toplumundan, toprağından kopmuş bir kesimin, her türlü insanî ve ahlâkî değeri darmadağın ettiği bir süreçtir ve yaşadığımız felaket bu yüzdendir. Bir bakış açısı olarak buraya aldığımız düşünce ve yorumlardan (katılınır veya katılınmaz) maksadımız; toplumu ayakta tutan temel yapının ahlâk olduğu gerçeği üzerinde düşündürmektir.

Ahlâk, felsefe ve düşünce dünyasının en eski konularından biri olmuştur. Aristo’nun, oğlu Nikomakos’a atfen yazdığı “Ethica Nicomachea” (Nicomachos Ahlâkı) adlı eserinde, ahlâk- politika (sosyal hayat) ilişkisi, fazilet, adalet ve dostluk konularını ele almış olması konunun toplum hayatı ve düzeni açısından önemini ortaya koyması bakımından önemlidir.

Ahlâk deyince akla ilk gelen şey onun din ile olan bağlantısıdır. Ancak din olgusuna dünyalarında yer vermeyenler bile bir şekilde ahlâk kavramını devrede tutmaktadırlar. (Yerli bir örnek olmak üzere Baha Tevfik’in “Yeni Ahlâk” adlı kitabına bakılabilir.)

İslâm’ı tek kelime ile tanımlamak gerekirse bunun için “Ahlâk” kelimesi yeterli olacaktır. Zira Kur’an’ın iki dünya mutluluğu için sunduğu yapı son noktada bir “ahlâkî davranışlar” bütünüdür. Bu bakımdan, imana ve onun hayata yansıması olan “amel”e de, hedefleri itibariyle, ahlâkî nitelik hâkimdir.

Birey-toplum ilişkisi ne ise bireysel ahlâk-toplumsal ahlâk ilişkisi de odur. Yani birey olmadan toplum olamayacağı gibi, bireysel ahlâk olmadan da toplumsal ahlâktan söz edilemez. Aslında böyle bir ayırıma gidilmiş olması birtakım pratik gerekçelere dayanır. Her şeyden önce konuyu sistematik olarak ele alabilme endişesi böyle bir ayırımı gerekli kılar. Ayrıca burada ahlâkın toplumsal alanda etkin kılınmasının önemini vurgulama gibi bir amaç söz konusu gibidir. Şöyle ki: Söz gelimi, ahlâkî/gayri ahlâkî tutum ve davranışlar -bir şekilde- kendi içinde, kişisel plânda -yahut belli kişilerle sınırlı- kalırsa toplum yapısı bundan ciddi anlamda olumlu ya da olumsuz şekilde etkilenmeyecektir. Yani “gidişat”ı kötü olan toplum iyi yönde, gidişatı iyi olan toplum da kötü yönde ciddi biçimde etkilenmeyecektir. (İslâm’da kötülüklerin aleni hale getirilmesi yasağı hatırlanmalıdır.) Hâlbuki her ahlâk konusu olan davranışın toplumsal nitelik kazanması halinde ise bütün sosyal yapı duruma göre olumlu ya da olumsuz şekilde etkilenecektir. Bu açıdan bakınca ahlâkın sosyalleşmesinin, diğer bir anlatımla sosyal ahlâkın önemi kendini göstermektedir. Tek başına yaşadığı var sayılan bir insanın ahlâkî ya da gayr-i ahlâkî davranma şansı/ihtimali nedir? Bireysel ahlâk en dar anlamda manevi/Allah karşısındaki sorumluluk için söz konusu olur. Bu da son noktada iman alanından öteye geçemez. Diğer insanlarla olan ilişkilerde gözetilmesi gereken ahlâkî davranışlar kavram dışında kalır.

Toplumsal ahlâk kavramı ise bireysel ahlâkı da içerdiğinden daha kapsamlıdır. Kısaca ahlâkın ana hedefi toplumsaldır. Bu bakımdan Kur’an’ın getirdiği bütün ahlâk kuralları son tahlilde toplum hayatı ve sürekliliği açısından zaruri olmaktadır.

“Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler. Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim ayetlerimi anlatan peygamberler gelir de her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve halini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.” (A’râf, 34-35) ayetleri milletlerin hayat süreleri ile ahlâkî davranışları arasında bir bağ kurmaktadır. 34. ayet sosyolojik bir kuralı dile getiriyor: Bir toplumu ayakta tutan unsurlar etkinliğini yitirirse o toplum tarih sahnesinden silinir. 35. ayete göre ise toplumu ayakta tutan unsurlar ilahi mesajın gösterdiği şekilde oluşturulur ve sürdürülür. Şu halde uzun ömürlü ve mutlu olmak isteyen toplumlar Allah’ın, peygamberler aracılığı ile gönderdiği düzene uygun davranmalı (geniş anlamı ile ahlâkî davranmalı) ve yanlış tutumda olanlar hallerini düzeltmelidir.

Toplumların tarihten tevarüs ettikleri bu ahlâkî çürüme çok daha büyük boyutlarla günümüz toplumları için de söz konusudur. Tehlike küresel olmakla beraber, önce en yakınımıza, kendi toplumumuza bakmak durumundayız. Ne yazık ki bizi karşılayacak manzara hiç de iç açıcı değildir. Sosyal hayatımızın her alanında görülen ahlâkî olumsuzluklar mutlaka dikkate alınması gereken birer yangın alarmı durumundadır. Çürümüşlük alanlarını toplumun belli bir kesimi ile sınırlandırmak da söz konusu değildir. Her alanda az-çok etkisini göstermektedir. Bireysel ve toplumsal güzellikler paylaştıkca, olumsuzlukların ise görmezlikten gelindikçe arttığı bir gerçektir. Bu bakımdan İslâm’ın dinî bir yükümlülük haline getirdiği oto-kontrol sistemi (iyiliği emir ve tavsiye etmek, kötülükten alıkoymak görevi) her durumda usûl ve üslûbunca yerine getirilmelidir.

Bir kitapçıya, tezgâhtan aldığım ve üzerinde oldukça düşük bir fiyat yazılı kitabı gösterip,

-Bu “korsan” mı? diye sorunca; gayet pişkince,

-Evet, diye cevap verdi. Elimdeki kitabı tezgâha bıraktım. Şaşırmıştı.

-Korsan diye mi almıyorsunuz? dedi.

-Evet, dedim. Aldığım cevap şu:

-Demek ki paranız çok.

-Şükür, param çok deyip ayrıldım. Mesajımın yerini bulduğuna inandığım için,

-Param az olsaydı hırsızlık mı yapmalıydım?” demedim. Deseydim alacağım cevap ne olurdu dersiniz?
Başka bir olay:

Kendi aralarında ayaküstü sohbet eden üç dört kişiden iri kıyım olanı;

- Artık çalışmayacağım, dedi. Müdahale etmek durumunda kaldım:

- Niçin öyle düşünüyorsunuz? Bu yanlış. Daha genç ve güçlüsünüz. Asıl şimdiden sonra çalışmanız gerekiyor.
Kendine has ağızla cevap verdi:

- Yalan söylüyoruz.

- Ne gibi yani, dedim. Yanındaki cevap vermesine fırsat bırakmadan,

- Tamircidir, hacdan yeni geldi, diye araya girdi.

Beriki devam etti:

- Mesela, tamirhaneye bir mercedes gelir. Daha uzaktan görür görmez, ‘keklik geldi’ diye seviniriz. Arabaya bakarız.

Söz gelimi basit bir şeyi var. “Bey efendi aracınızın şu arızası var. Bir hafta sonra alabilirsiniz.” diye önemli bir arızanın olduğunu söyleriz. On milyonluk iş mi aslında, biz yüz milyon alırız.”

Belli ki, hacca “günahlarını affettirmeğe” gitmiş.

Bu insanımız, kul hakkının ne demek olduğunu; bir değil, yüz kere de hacca gitse helalleşmedikçe bu haktan kurtulmanın mümkün olmadığını bilmiyordu.

Toplumsal ahlâkın üst düzeye çekilip sürdürülmesinde eğitimin rolü inkâr edilemez. Aile, okul ve çevre bu eğitimi gerçekleştirecek “birleşik okul”dur. Burada uygulanacak öğretim sadece örnek göstermeye değil, aynı zamanda örnek olmaya dayanmalıdır. Topluma “ahlâklı” olmayı öğretme/öğütleme konumunda olanların örnek olma konusunda yaşadıkları zaaflar, örnek gösterme işleminden beklenen olumlu sonuçları olumsuzlaştırmaktadır. Burada Kur‘an’ın uyarı yüklü şu sorusunu hatırlamak gerekiyor: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff, 2)

“Toplum ahlâkı” tamlaması bize hem dinî-teorik bir hedefi, hem de fiilî-toplumsal bir durumu ifade ediyor. Dinin nihai hedefi bu iki olguyu çakıştırmak, dini-teorik söylemi fiili-toplumsal hale getirmektir. Bu konuda yaşanacak zaaflar, “ahlâk”ın kişiselleşmesi, yozlaşması ve yapıcı etkisini yitirmesi ile sonuçlanacaktır.

Ülkemizde nüfusun tamamına yakını müslümandır. Bu durum normal şartlarda toplumsal ahlâkın üst düzeyde olmasını gerektiriyor. Ne yazık ki durum böyle değildir. Demek ki toplumumuzda ahlâk konusunda olması gerekenle fiilen var olan örtüşmemektedir. Ahlâkın İslâm’ı bütünü ile hayata yansıtma (çabası) olduğundan hareketle, dinî kurallara aykırı her davranışın ahlâk dışı olduğunu söylemek gerekir. Toplumda ahlâksızlığın yaygın olduğuna hükmedebilmenin tek şartı hırsızlık, zina, karaborsa… gibi adî suçların baskın olması değildir. Bunlar ahlâkî çürümenin sonuçları ve görünen kısmıdır. Görünmeyen, görül(e)meyen asıl sebep dinî bilincin zayıflamasıdır. “Namaz insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar” (Ankebut, 45) ayeti dinî bilinç ile sosyal ahlâk arasındaki güçlü ilişkiyi ortaya koyuyor.

Ahlâkın sadece vicdanlara havale edilmesi bu konuda “bana göre ciliği hâkim kılar ve kişi sayısınca ahlâk anlayışının ortaya çıkması ile sonuçlanır. Böyle bir sonuç ahlâkın “hikmet-i vücudu” ile bağdaşmaz.

Merhum Nurettin Topçu’nun dediği gibi “iktisat endişesinin, ahlâk davasını bazen unuttururcasına gölgelediği bedbaht bir devirdeyiz. Bu halin sebebi sadece hayatın mücadele sahnesinde makinenin hâkim duruma gelmiş ya da ferdin küçülmüş olması değil, aynı zamanda ferdî istek ve iştihaların da pek ziyade artmış bulunmasıdır. Asrımızın insanı kendi iştihalarının yorgunudur. İnsanlık öyle bir istikbalin kucağına doğru ilerliyor ki, tatminlerine gönül kaptırdığı iştihalar, şimdiden onu kahredici bir kuvvet kazanmaktadır.” (Topçu, Ahlâk Nizamı [Hareket Yayınları, İkinci baskı, İstanbul, 1972] s. 71)

İnsanın tüketim aracı haline gelmesi, tüketimle özdeşleşmesi ciddi anlamda ahlâkî yıpranmaları gündeme getirmektedir. Elindeki ile yetinmeme, daha fazla harcamaya “şartlandırılmış” birey, varlıklılarla aynı hayat standardını yakalamak için meşru olmayan yollara başvurabilmektedir. “Bu tehlikenin karşısında yapılacak iş, bir taraftan ferdî ihtirasların sonsuzluğunu köstekleyici, onları frenleyerek ferdî ruhları bunalımdan koruyucu, diğer taraftan cemiyet içinde fertlere haklarını verici, insan eliyle insanın istismarını önleyici bir cemiyet nizamının kurulmasıdır.” (Topçu, s.72) Bu nizamın en son evrensel güvencesi Kur’an’dır, İslâm’dır, İslâm ahlâkıdır.

İslâm, hukuki yaptırımlara başvurmadan önce kişilerin kalplerine ahlâk tohumlarını ekerek, yasaların çiğnenmesine engel olur. Hem yasaların, hem de hukuk kurallarının devrede olabileceği durumlarda önce ahlâk kurallarına başvurur. Dış kontrol ve takip yerine otokontrol mekanizmasını öne çeker. Bu önemli kuralın göz ardı edilmesi, kontrol kameralarının devreye sokulması ile sonuçlandı. Sonuç: Kameraların içine baka baka kuyumcu soygunu yapan, adam öldüren insanlar.

Kamera teknolojinin ürünüdür. Sayısız yararlı iş görür. Ama dinin, ahlâkın ve vicdanın işini ona gördüremezsiniz. Çünkü bu alanlar kaynağını maddeden değil, madde ötesinden alır.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Ynt: Ahlâk Temelinde Kolektif Sorumluluk
« Yanıtla #1 : Aralık 31, 2019, 07:36:48 ÖÖ »
Ahlâk Temelinde Kolektif Sorumluluk

Emr bi’l-ma’rûf ve Nehy ani’l-münker’i Toplum Ahlâkı Bağlamlı Okumak

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 104)

İslâm düşüncesinin önemli kavramlarından olan, fert ve toplum hayatı açısından gözardı edilmesi mümkün olmayan bir düstûr olan “Emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker” günümüz diliyle, “iyiliği emredip kötülükten sakındırmak” şeklinde ifâde edilebilir.

İslâm inancına göre bir şeyin ma’rûf veya münker sıfatıyla bir kategori içerisinde değerlendirilmesinde başlıca belirleyici unsurlar Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünneti yani, bu husustaki sözleri, davranışları ve uygulamalarıdır. Burada özellikle bu husustaki belirleyici unsurların dinî, ahlâkî ve ictimâî olduğunu söylemek durumundayız. Temel dinî kaynaklarda iyi ve doğru kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek kelimeyle işâret edildiğinde en çok “ma’rûf” kavramı, yanlış, İslâm inancına yabancı, Müslüman toplum tarafından yadırganan inanç, düşünce ve davranışlar için ise, daha çok “münker” kavramı kullanılmaktadır.

Dinî kaynaklar ve literatürde emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker’e oldukça geniş bir şekilde yer verilmesi ve bu anlayışın mâhiyet ve uygulanması konusunda enine boyuna oldukça geniş tartışmalarda bulunulması, emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker’in fert ve toplum olarak Müslümanların hayatındaki önemini göstermektedir. Ancak bu kavram inanç sahiplerine farklı boyutlarda sorumluluklar da yüklemektedir. Yukarıdaki âyet-i kerimede de ifâde edildiği üzere, bu anlayışın hayata geçirilmesinde herkes farklı boyutlarda sorumluluk ve görev sahibidir. Yine diğer dinî atıflara bakıldığında emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker, fert ve toplum hayatına din, akıl, toplum ve kamuoyu tarafından kabul gören inançların, değer ve yaşantının yaygınlaştırılması, dinin, aklın ve toplumsal sağduyunun kabul etmediği her türlü kötülüğe engel olunması için kişisel ve toplu çaba ve gayretleri ifâde etmektedir. Bu çaba ve gayretin sâhiplerinden Kur’ân-ı Kerim’de övgü ile bahsedilmektedir:

“Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Âl-i İmrân, 114)

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110)

Hz. Peygamber (s.a.s.) de, İslâm’ın genel kuralları, dünya görüşü ve değer yargılarına aykırı tutum ve davranışlara karşı fiilî tedbirler almayı, sözlü uyarı, psikolojik yaklaşım ve tepkiler şeklinde bir yaklaşımı tavsiye etmektedir:
“Sizden birisi bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle buna mânî olsun! Buna da gücü yetmezse, kalbiyle kötülüğe karşı tavır alsın ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 232)

İslâm âlimleri, bu hadis-i şerifteki hâliyle, kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin, o toplumun ilim öncüleri olan âlimlerin, kalb ile değiştirmenin ise, bunları yapacak güç ve iktidârı olmayan halkın görevi olduğunu ifâde etmektedirler. Yine kötülüklere mâni olup münkeri değiştirirken, elinde güç ve kuvvet bulunduran cahillere ve şerrinden korkulan zâlimlere karşı son derece yumuşak davranılması da ayrıca tavsiye edilmektedir. Aksi takdirde maksad hâsıl olmadığı gibi, bir çok fitnelere de kapı aralanır ve hayır murad edilen işten şer hâsıl olur. Fertlerin dinî ve ahlâkî hayatın gelişmesine, kamu düzeninin sağlanmasına katkıda bulunmayı bir Müslümanlık ve vatandaşlık borcu şeklinde telakki etmeleri, İslâm toplumunun belirgin bir vasfı olarak temâyüz etmektedir.

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71)

“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Rasûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’râf, 157)

“Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.” (Hacc, 41)

“Bunlar, tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.” (Tevbe, 112)

Başta Kur’an-ı Kerim ve hadîs-i şerifler olmak üzere temel dinî kaynakların hemen hepsinde insan hakları, dinî ve ahlâkî değerler, çevre, canlı ve cansız bütün bir tabiat, halk sağlığı, ilim ve kültür, adalet, hürriyet, toplumsal barış ve benzeri değer yargıları ve yaklaşımların hayata aksettirilmesine özel bir önem verilmiş, bu evrensel değerlere karşı her türlü yıkıcı ve zararlı faaliyetlerin etkisiz kılınması ve genelde İslâm’ın fitne ve fesad olarak kabul ettiği her türlü kötülüğün ortadan kaldırılması istenmiştir. Günümüzde bütün bu hedeflere yönelik her türlü sivil toplum kurumunun faaliyetlerini bu bağlamda bir tür emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker faaliyeti olarak görmek pekâlâ mümkündür.

Emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker konusunda doğabilecek keyfîliklere ve uygulama sıkıntılarına kapı aralamamak için özellikle ehl-i sünnetin bu husustaki önlem tarzı ve anlayışı önemlidir. Ehl-i sünnete göre, toplumda haksızlıklara, fitne ve fesada yol açılmasını önlemek için emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker uygulamalarında yaptırımlı fiilî müdâhaleler sadece resmî kurumlara âit olmalıdır. Fertlerin ve sivil toplum kurumlarının faaliyet alanını ise, eğitim, aydınlatma ve uyarı gibi faaliyetler ve iyiliğe uygun ortam oluşturmak gibi hususlarla sınırlıdır. Yine, emir bi’l ma’rûf ve nehiy ani’l-münker faaliyetinin sadece ehliyetli kimseler ve ma’rûf ve münker olduğu hususunda İslâm âlimlerince ihtilaf olmayan, tam bir mutâbakat bulunan konularda yapılması gerektiği de aslâ unutulmamalıdır. (Mustafa Çağrıcı, “Emir bi’l ma’rûf ve Nehiy ani’l-münker”, DİA, XI/138-141) Fert ve toplum hayatı için son derece önemli olan bu konuyu Lokman (a.s.)’ın oğluna tavsiyesi ve Hz. Peygamber (a.s.) efendimizin bir hadis-i şerifiyle bitirelim:

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 17)

“Her birinizin her bir eklemi için günde bir sadaka vermesi gerekir. İşte bu sebeple her tesbih bir sadaka, her hamd bir sadaka, her tehlîl (lâilâhe illallah demek) bir sadaka, her tekbir bir sadaka, iyiliği tavsiye etmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır…” (Müslim, Müsâfirîn 84, Zekât, 56; Buharî, Sulh 11, Cihâd, 72, 128; Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12, Edeb 160)

 


* BENZER KONULAR

Rahîm Ve Rahmân Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:28:55 ÖÖ]


Davranışlarımız Kaydediliyor Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:22:46 ÖÖ]


Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:18:08 ÖÖ]


Melek Girmeyen Evler Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:04:30 ÖÖ]


Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]