İslam’da Söz ve Davranış Estetiği
Yüce Allah güzellik duygusunu, insanla birlikte bütün bir varlığın özüne yerleştirmiştir. (Secde, 32/7.) Bakmasını bilenler varlıkta bu güzelliğin tezahürlerini müşahede edebilirler. (krş. Mülk, 67/3-5; Tin, 95/4.) İslam geleneğinde estetiğin ne anlama geldiğini en güzel şekilde Hz. Peygamber tanımlamıştır. Küçük yaşta vefat eden oğlu İbrahim’i defnettikten sonra çevresinde bulunan sahabilere toprağın düzeltilmesi konusunda tavsiyelerde bulunur. Bunun üzerine sahabilerden birisi: “Ey Allah’ın Elçisi! Bu bir vahiy midir?” diye sorar. O da, “Hayır, göze hoş gelsin.” buyururlar. (İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, 1967, 1, 147.) İşte İslam düşünce tarihinde bu “göze hoş gelsin” ifadesi, Müslümanların hayatında sözden davranışa, musikiden mimariye, şiirden hitabete hatta gündelik hayatta kullanılan eşyalara varıncaya kadar her şeyde güzelliği aramada bir ilke olmuştur.
İslam bireysel ve toplumsal hayatın her alanında estetik inceliğe önem verir. Velev ki bu, bir söz bile olsa. Söz söyleme, konuşma, bu konuşmayı açıklama ve düşünce üretme faaliyeti, insana mahsus bir özelliktir. Sözü ve insanda söz söyleme yeteneğini yaratan ise, Allah’tır. (Rahman, 55/4.) Söz iyiye de kötüye de alet edilebilir. Bu sebeple müminden istenen, bu sözü sadece edebî anlamda güzel söylemek değil, neticesi maruf olan iyilik ve sevap kazandıracak şekilde söylemektir. Çünkü söz bir emanettir. Bu konuda temel ilkemiz: “Ya hayır söylemek ya da susmak olmalıdır.” (Buhari, Edeb, 31, 85; “Rikâk” 23; Müslim, İman, 74; Lukata, 14.) Her şeyin bir estetiği olduğu gibi sözün de bir estetiği vardır. Bir ayette bu estetik inceliğe şöyle işaret edilir: “Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar.” (Zümer, 39/18.)
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, sözün gücüne dikkatlerimizi çekmiş ve davet çalışmalarında söz estetiğine büyük önem vermemizi istemiştir. Bu söz, yerine göre konuşma, yerine göre şiir, yerine göre hitabet ve yerine göre edebî kalıba dökülmüş bir roman ya da öykü olabilir. Söz estetiğine örneklerden birisinde Yüce Allah, Hz. Musa ve Hz. Harun peygamberlere: “Firavun’a gidin. Çünkü o, azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” (Taha, 20/43-44.) buyurmuştur. Bu ayette geçen “kavl-i leyyin”, yumuşak ve tatlı söz söyleme manalarına gelir. Hz. Peygamber (a.s.) de: “Sözde sihir vardır.” (Buhari, Tıb, 51.) buyururken bu inceliğe dikkatlerimizi çekmişlerdir. Bizim kültürümüzde ‘Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır.’ atasözü, kavl-i leyyin tabirini en güzel bir şekilde anlatır. İşte kavl-i leyyin, tam bir söz estetiğidir.
Diğer yandan Hz. Peygamber’e hitaben bir ayette: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmran, 3/159.) buyrulmuştur. Biz Hz. Peygamber’in hayatında “yumuşak söz”ün çok defalar gönülleri fethettiğini görüyoruz. Bu konuda onun hayatından kavl-i leyyinle ilgili birçok örnek vermek mümkündür. Sahabeden Hz. Enes anlatıyor: “Bir defasında Rasulüllah’la birlikte yürüyorduk. Üzerinde kenarı sert Necran kumaşından dikilmiş bir elbise vardı. Ona bir bedevi arkadan yetişerek, hırkasından tutup şiddetle çekti. Boynuna baktığımda, hırkanın boynunu zedeleyip iz bıraktığını gördüm. Bir taraftan da bedevi: “Ey Muhammed! Yanındaki Allah’ın malından bana da verilmesini emret” diyordu. Peygamber Efendimiz bu adamın kabalığına rağmen ona baktı ve güldü. Sonra da yumuşak bir sözle ona ihsanda bulunulmasını emretti.” (Buhari, Edeb, 92.) Hz. Peygamberin kendisine kabalık yapan bu adama gülmesi, güzel bir ifade ile ona ikram edilmesini emretmesi, söz estetiğinin insan kazanmadaki gücüne örnektir. Kaldı ki, yine bir başka ayette Yüce Allah, Hz. Peygambere öğüt verirken, etkili ve güzel konuşma tavsiyesinde bulunmuştur. (Nisa, 4/63.) Mademki en güzel söz Yüce Allah’a ve O’nun dinine çağrı ise, bu çağrıyı en güzel bir şekilde yerine getirmek gerekir. Bu güzel çağrı kadar, Kur’an’ın beyanına göre bu güzel çağrıyı yapan kimseden de daha güzel kimse yoktur. (Fussılet, 41/33-36.) Bu sebeple, bir Müslüman’ın kullandığı din dili, çatışmacı değil, birleştirici olmalıdır. Unutmayalım ki, insanların gönlüne giden yol, güzel sözden geçmektedir. Söz estetiği bir merdiven basamağı gibidir. Eğer gönüller güzel sözle fethedilirse, bedenlerin fethi daha da kolaylaşacaktır.
Müslümanların, gündelik hayatlarında söz estetiğine verdikleri önem kadar, davranış estetiğine de önem vermeleri gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir rivayette: “Allah’ım! Sen yaratılışımı güzel yaptın, ahlakımı da güzelleştir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 68.), buyurmak suretiyle, davranış güzelliğine dikkatlerimizi çekmiştir. İslam, insanın bütün davranışlarında güzellik arar. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber: “Bir iş yaptığında en güzel yapanı, Allah sever.” (Münavî, Feyzü’l-Kadîr, Beyrut, 1994, II, 323.), bir başka rivayette de: “Sizden birinin yaptığı işten huzur duymasından Allah hoşnut olur.” (Münavî, a.g.e., II, 324.) buyurmuşlardır. Çünkü maddi güzellik kadar, davranış güzelliği olan manevi (ahlaki) güzellik de çok önemlidir. Maddi güzellik geçici, manevi güzellikler ise, kalıcıdır.
İslam’da ibadetlerden amaç, ahlaki dönüşümü sağlayarak davranışları güzelleştirmektir. Bunun yolu ibadetlerde şekil ve mana bütünlüğünü birlikte sağlamaktan geçer. Kur’an-ı Kerim’de kurbanla ilgili bir ayette bu bütünlüğün önemine şöyle değinilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır.” (Hac, 22/37.) Ahlaki anlamda asıl güzel olan ibadetlerde ihlâs güzelliğinin bulunmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber’den gelen bir rivayette de: “Nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır.” (İbn Mace, Sıyam, 21.) buyrulmakla bu gerçeğe işaret edilmiştir. Bu sebeple ibadetlerde hasbilik göz ardı edilmemelidir. Aynı hassasiyet, zekât ve sadaka gibi yardımlaşma faaliyetlerinde de korunmalıdır. Özellikle yapılan hayır işlerinde, güzelliği giderici, gösteriş ve başa kakmak türünden olan kötü davranışlardan uzak durulmalıdır. Şu ayette açıkça bu hususlara dikkatlerimiz çekilir: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz kaya hâline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” (Bakara, 2/264.) Bu ayet ve hadislerde görüldüğü gibi, ibadetlerde de estetik bir boyut vardır. İbadetler, bizi ahlaki alanda güzellikleri doğurtucu bir etki yapmıyorsa -ki hakkıyla yerine getirilirse yapar- yapılan iş, şekilperest dindarlıktan öte geçemez. İmam-ı Gazali, “Kaliteli Müslümanlık, salt namaz ve oruçta değil, ahlaki değerlerin temsilinde ortaya çıkar.” (Gazali, İhyâ, Kahire, 1994, III, 224.) derken, bu gerçeği dile getirmek istemiştir.
Her konuda olduğu gibi davranış estetiği konusunda da bizim için en güzel rol model, Hz. Peygamberdir. Onun hayatında davranış estetiğinin ne manaya geldiğinin en güzel örneği Mekke’nin fethindeki tutumudur. Hz. Muhammed (s.a.s.), Mekke’ye kibirli seçkinlerin girdiği gibi mutantan bir şekilde değil, devesinin eğeri üzerine eğilerek mütevazı bir biçimde şefkat ve merhamet kahramanı olarak girmiştir. O, davasını ilana başladığı ilk günlerdeki mütevazı, mahviyetkâr, affedici ve merhametli davranışını zafere erişince de sürdürmüştür. Nitekim fetihten sonra, Mekkelilere sorduğu şu soru ve onların kendisine verdiği cevap, onun söz ve davranış güzelliğini yansıtır: “Ey Mekkeliler! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” Onlar da: “Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız.” demişlerdi. Bunun üzerine Efendimiz, benim hâlimle sizin hâliniz Hz. Yusuf’la kardeşlerinin hâli gibidir. Ben size, aynen Yusuf’un kardeşlerine dediği şu sözü söylüyorum: “Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” (Yusuf, 12/92.) Bu ayeti okuduktan sonra Hz. Peygamber, onlara gidiniz, sizler özgürsünüz, demiştir. (Gazali, Muhammed, Fıkhu’s-Sire, Kahire, 1965, s. 415.) Hiç kuşkusuz bu, onların gönüllerini yeniden İslam’a kazandırmaya yetmiştir. Kaldı ki insanlar, soyut söylemlerden daha çok somut örnekliklerden hoşlanırlar. Bu sebeple, ihtida olaylarının yaşanmasında örnek yaşantıların yeri tartışılamaz.
Netice olarak söylemek gerekirse, Yüce Allah, insanın sözünde ve davranışlarında güzellik ister. Yunus Emre’nin dediği gibi, söylemesini bilenler için, söylenilecek bir söz, zehirli aşı yağ ile bal eder. Onun için herhangi bir Müslüman, gerek söz ve gerekse davranış planında yaptığı her türlü eylemde ihsan ilkesine göre hareket etmelidir. Dolayısıyla, yerine göre yumuşak bir söz, yerine göre erdemli bir davranış muhatapların gönlünde İslam ışığının yanmasına vesile olabilir. Bize düşen görev, kâl (söz) ve hâl (davranış) Müslümanlığını birlikte harmanlamaktır. Gerisi, Yüce Allah’ın bileceği bir iştir.