BU KAPIDAN EĞRİ GİREMEZ
İstikamet, doğruluk anlamına gelir Kur’an-ı Kerim’de mevcud, “festakım kema ümirte” Âyet-i Kerimesi ile en geniş kavramını bulur.
Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz ’e “Emnolunduğun gibi doğru ol” hitabında bulunmuştur. Şüphesiz ki bu hi- tab yalnız Peygamber Efendimizi değil, bütün inananları şümulüne alır.
Allah’ın emrettiği şekilde dosdoğru olabilmek elbetteki kolay değildir. Çünkü evvel eminde Kur’an-ı Kerim’de mevcud diğer bütün emirler ve nehiyler göz önünde tutularak, dosdoğru olmanın, en isabetli istikametini bulmak gerekir.
Bu araştırma da yetmez, Fatiha sûresinde açıklandığı gibi, bu beşerî çabalara ilaveten, Allah’a sığınmak, Allah’ın hidayetini dilemek gerekir.
“İhdinassıratel müstakim” dua ve niyazımızın kabul edilmesi ile beşer planında doğru yolu bulmuş oluruz.
Beşer planında diyorum, zira bütün çabalarımıza rağmen şüphesiz ki, Allah’ın adaleti ile kulların adaleti arasında bir fark olacaktır.
Bu sebepten, ulemamız tarafından “el istikameti hayrün min elfi kerame” sözü söylenmiştir. Yani Allah’ın emrettiği gibi istikamet üzere olmak, bin kerametten daha hayırlıdır deniliyor.
Tasavvuf ehli, bu sebepten “Her an, dışı halk ile, içi hak ile olabilmek hem çok zordur hem de mertebelerin en üstün olanıdır” buyurmuşlardır.
Doğru olabilmek Hak âşıklarını o derece etkisi altına almıştır ki, Yunus Emre, mürşidi Taptuk Emre’nin tekkesine, dağdan keserek getirdiği odunların bile dosdoğru olmasına dikkat etmiştir. “Bu kapıdan asla eğri giremez.” Demiştir.
Hak yol hangisidir Batıl hangisidir? Bunu ayırd etmek aslında bütün insanların meselesidir. Bunun ayırd edilemeyişi yüzündendir ki, kişiler başka başka yollara, başka başka istikametlere, çeşitli iptilâlara kapılmışlar zamanları ve ömürlerini heder etmişlerdir.
Hazreti Mevlânâ, Mesnevi’sinde bu ihtilâfa işaret ederek, “Ona kâh şarap, kâh kadeh dedik, kâh halis altın, kâh av, kâh dâne, kâh tuzak dedik. Bütün bunlara sebep ne? Niçin ismini söylemiyoruz? diye soruyor. İstikamet üzre olmak, istikametini bulmak elbetteki büyük bir nimettir. Fatiha-i Şerifte belirtildiği gibi istikametini bulamayanlar Allah’ın gadabına uğrayanlar ve dalalete düşenlerdir.
Gerçek istikametini bulmak için ise önce iman ışığına sahip olmak gerekir. Allah’ın bizleri, her an gördüğünün bilinci içinde olmak ise bizi Hakk’ı batılı tefrik etme şuuruna erdirir hataya düşmemizi önler iman sahibi olan insan istikametini her an kontrol eden ve sıratı müstakimden asla sapmayan insandır. Kendini kontrol şuuruna eren kimse ise hakimi, savcısı, zabıtası kendi içinde olan insandır Bir kelime ile insan-ı kâmildir.
İnsanlık şeref, haysiyet ve şuuruna sahip olmak insanları ve toplumları yüceltir. Bu şuurdan uzaklaşanlar hayvanlık çizgisine düşer hatta ondan da daha aşağılara iner. Belhüm adal hitabına layık olur. Hazreti Mevlânâ, “Bizler öylesine yücelebiliriz ki, melekler bizim nüfuz ve sür’atimizi kıskanmaya başlarlar ama yolumuzu sapıtırsak öylesine aşağılara yuvarlanırız ki, şeytanlar bile bizim şerrimizden kaçarlar” diyor.
Gerçek mânâda medenî olmanın, fazilet yolunda ilerlemenin yolu, iman ve istikametten geçer. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz:
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuşlardır Yani bir saadet asrına erişmek istiyorsak, Peygamber Efendimizin yolunda, istikametinde olmalıyız. Onun ve sahabesinin ahlâkıyla ahlâklanmalıyız. Gerçek kurtuluş bundadır.