AHD VE AHDİN GEREĞİ
İçinde yaşadığımız alemde İnsanoğlu müstesnâ, bütün varlıklar, ister istemez Allah’a (cc) teslim olmuşlardır. İnsana irade verilmiş ve kendi tercihiyle teslim olması murad edilmiştir. Allah, kullarına önder, örnek olsunlar diye peygamberler göndermiştir. Peygamberlerden de ayrıca risaleti tebliğ etmeleri hususunda misak almıştır. “Hani Allah, peygamberlerden ‘Bakınız, size kitap ve hikmet verdim, ileride yanınızdaki kitabı onaylayan bir peygamber gelince ona kesinlikle inanacak, kendisini destekleyeceksiniz’ diye söz aldı; ‘Bu direktifimi kabul ettiniz, omuzlarınıza yüklediğim bu görevi üstlendiniz mi?’ dedi. ‘Kabul ettik’ dediler. Allah da ‘Birbirinize şahid olunuz, ben de sizinle birlikte şahidlerdenim’ dedi.” (Al-i İmran, 81) Sözün özü, insan, Allah’a verilen ahdde şöyle demiş oluyor: “Sen’den başka Rab tutmayacak, sahte ilahları reddedecek ve hayatı yaşarken sadece Sen’in emrine göre ve Sen’in için yaşacağım.”
HİÇ şüphesiz, her şeyin yaratıcısı olan Allah’tır. “Yeryüzündeki bütün şeyleri sizin yararınıza yaratan, sonra gökyüzüne iradesiyle, saltanatıyla yönelip onları yedi gök hâlinde sağlam bir (sistem ve) düzene koyan O’dur. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 29) Elbette yarattığı hiçbir şeyi iş olsun diye, boşuna yaratmamıştır. Yarattıklarının görevlerini kendilerine vahyetmiştir. Kusursuz işleyen evren, sadece kendisine verilen görevi ifa etmektedir. Bulutlar, gökyüzü, okyanuslar, denizler, ağaçlar, hayvanlar âlemi ve tüm yaratıklar, her biri kendisine tevdi edilen görevi eksiksiz yerine getirmektedir. Tüm bunları boşuna yaratmadığını, her birinin belirli gâye ve hikmete matûf olduğunu beyan etmiş, şöyle buyurmuştur:
“Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyun ve eğlence olsun diye boş ve anlamsız yaratmadık. Biz, ikisini de ancak hak ile yarattık; ne var ki onların çoğu bilmezler.” (Duhan, 38-39) Boşuna değildir. Kâinatta ne varsa hepsi hak üzerine, yani sağlam temeller üzerine kurulmuş ve belli bir hikmetle yaratılmıştır. Yaratılan her şey üzerinde belli bir kanun işlemektedir. Her biri kendi yörüngesinde, yaradılış gayeleri doğrultusunda tam bir teslimiyetle görevlerini ifa etmektedirler: “Bilakis, göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmiştir.” (Bakara, 116) Görevleri kulluktur. Evren, insanın yeryüzünde hayatının idamesi için yüklendikleri sorumlulukları ifa etmektedir. Kâinatta olanlar boşuna yaratılmadığı gibi insan da boşuna yaratılmamıştır.: “Sizi, boş yere yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun, 115)
Yaratan, sadece O’dur (cc) ve tüm yarattıklarından teslimiyet istemektedir. Allah’ın emirlerine itiraz etmeden teslim olmak, yalnızca O’nun sözüne itaat etmek, Kur’an’ın kulluk diye tarif ettiği şeydir.
İnsanın yaratılış gayesi kulluktur. Hayatta kulluk manasına gelen ne varsa, hepsinin yalnızca Allah’a sunulması, kulluğun ifası, olmazsa olmaz şartlardandır.
“De ki: Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi bana emrediyorsunuz ey cahiller? Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: And olsun eğer ortak koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun.” (Zümer, 64-65)
Kur’an kavramına göre ibâdetin genel anlamı şudur: Yapılması sevap olan, Allah’ın emirlerinin yalnızca O’nun rızasının elde edilmesi için yapıldığı her türlü iş, amel, harekettir. Ruhen ve bedenen Allah’ın emirlerine, O’nun rızasını amaçlayarak teslim olmaktır. Yaptığı tüm işleri Allah’ın emirlerine göre yapmaktır. Hayatın rengini sadece İslâm ile boyamaktır. Yalnızca Allah’a kulluk demek, kayıtsız ve şartsız Allah’ın emirlerine teslim olmaktır. Teslimiyet, imanın gereğidir ve sevginin tezahürüdür.
İnsan hariç tüm yaratılanlar, ister istemez teslim olmuşlardır. İnsana irade verilmiş ve kendi tercihiyle teslim olması murad edilmiştir. İşte bu nedenledir ki ruhlar yaratıldığında, insandan ahd ve misak alınmıştır. Ve sonra bu ahdin sınanması için yeryüzüne gönderilmiştir. Yeryüzü, insan için döşenmiş, kulluk ederken ihtiyacı olacak her şey yeryüzüne yerleştirilmiştir. Önce kendisi kendisine şahit tutuldu ve ahd alındı “kalû belâ” da.
Fıtrat, Her Türlü Özür ve İtirazı Reddeder
Her doğan çocuk, fıtrat; yani Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini ve O’na teslimiyeti yansıtan bir cevher ile doğar. Akıl, zekâ, yetenek, aile, çevre ve okul, bu cevheri kabuğundan çıkarıp daha iyi geliştirmeye yarayan birtakım araçlardır.
Cenâb-ı Hak, insan ruhuna, mayasına sadece bu cevheri yerleştirmekle kalmamış, onu ortaya çıkarıp yaratıldığı amaca yöneltilmesi için yardımcı faktörler göndermiştir. Peygamberler, semavî kitaplar ve en son olarak Hz. Muhammed (as) ve Kur’ân-ı Kerîm, kıyamete kadar yol gösterici faktörler olarak insanları irşada, ‘sırat-ı Müstekiym’i’ göstermeye devam edecek bir güç ve muhtevadadırlar. İnsanın sorumluluğu da bu çizgiden itibaren başlamakta ve âhirette hiç itiraz ve özür beyân etmesine gerek kalmayacak kadar imkânlarla donatıldığı haber verilmektedir.
O halde, ”bizim bunlardan haberimiz yoktu” dememeniz için:
“(Ey Peygamber, insanlara şu zamanı hatırlat ki) hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim,’ (demişti de) onlar: ‘Evet, (Rabbimizsin), şahit olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: Biz bundan habersizlerdik, demenizi (önlemek) içindir.” (A’raf, 172) Sizden ahd alındı.
Ya da: “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri bâtıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helâk mi edeceksiniz?” (A’raf, 173) dememeniz için. Ataları, körü körüne taklit etmenin mazur sayılamayacağının haberini veriyor.
Veya yine ileri sürülen; “Başkaları bizi aldatıp doğru yoldan uzaklaştırdılar” veya; ”Baba ve dedelerimiz daha önce Allah’a ortak, denk ve benzer koşmuşlardı veya Allah’ı doğrudan inkâr etmişlerdi. Biz de onlara uyduk. O çevrede yetiştik” gibi özür ve itirazların hiçbir mâkul anlamı yoktur. (İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri)
Misak âyetleri incelendiğinde şu hususlara dikkat çekildiği görülecektir:
a) Allah, sizden söz aldı.
Siz buna şahidsiniz. İnsanın fıtratı, aklı, tevhidi kabullenecek, idrak edecek şekilde yaratılmıştır. Allah’ın ahdini yerine getirmesinin anlamı da, bezm-i elest’te verdiği cevabın gereğini yerine getirmesidir. Bu, öyle bir soru ve cevaptır ki, insanı kendi öz benliği üzerine şahit tutmaktadır. Başkasının şahit olmasına lüzum yoktur, insanı kendine şahit tutmaktadır.
b) “Bu, kıyamet günü: ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz içindi.”
c) “Yahut: Daha önce sadece atalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı. Biz de onların ardından gelen bir kuşaktık.” Atanızı, dedenizi körü körüne taklit ederek şirk koşmamanız için herkesin sorumluluğunun kendisine ait olduğunu hatırlattı. Şirke, küfre, isyana bir mazeretiniz olmasın diye hatırlatıldı bu söz.
İnsan, bu sözü vererek bir emanet yüklenmiştir. Dünya, bu ahdin yerine getirilme yeridir. Bununla beraber bu sözü nasıl yerine getirmemiz gerektiği noktasında, peygamberler görevlendirilmiş ve bir de kitap gönderilmiştir. Her kim Allah’ın gönderdiği kitaba sımsıkı tutunursa Allah’a olan ahdini yerine getirmiş olur. Yolun ucu, Allah’ın rızasına çıksın isteniyorsa, yolun sonunda cennet olsun deniyorsa yapılması gereken şey bellidir. Buyrun birlikte okuyalım:
“İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun, sizi O’nun yolundan ayıracak yollara uymayın. Kendinizi korumanız için işte size böyle tavsiye ediyor.” (Enam, 153)
Allah ile Peygamberleri Arasında Yapılan Misak
Allah, kullarına önder, örnek olsunlar diye peygamberler göndermiştir. Peygamberlerden de ayrıca risaleti tebliğ etmeleri hususunda misak almıştır. “Hani Allah, peygamberlerden ‘Bakınız, size kitap ve hikmet verdim, ileride yanınızdaki kitabı onaylayan bir peygamber gelince ona kesinlikle inanacak, kendisini destekleyeceksiniz’ diye söz aldı; ‘Bu direktifimi kabul ettiniz, omuzlarınıza yüklediğim bu görevi üstlendiniz mi?’ dedi. ‘Kabul ettik’ dediler. Allah da ‘Birbirinize şahid olunuz, ben de sizinle birlikte şahidlerdenim’ dedi.” (Al-i İmran, 81)
Sözün özü, insan, Allah’a verilen ahdde şöyle demiş oluyor: “Sen’den başka Rab tutmayacak, sahte ilahları reddedecek ve hayatı yaşarken sadece Sen’in emrine göre ve Sen’in için yaşacağım. Rabb kavramının taşıdığı manayı kimseye yakıştırmayacak, yalnızca Sana has kılacağım. İlahın geldiği manayı yalnızca Sana has kılacağım. İbadetlerimi yalnızca Sen’in için yapacağım...”
Verilmiş bu söze rağmen insanlar, dünyada iki gurup olmuşlardır:
Verdikleri ahde Sadık kalanlar ve verdikleri ahde ihanet edenler.
Tevhid üzere kalanlar ve şirk koşanlar.
Hak yolda olanlar ve batıl yollara dalıp yollarını şaşıranlar.
Sebat edenler ve kayanlar.
Kimliklerini koruyanlar ve asimile olanlar.
Oysaki;
Ahdin gereği, Tevhid’dir.
Ahdin gereği, hayatı O’nun için yaşamaktır.
Ahdin gereği, ahlâkın Kur’an ahlâkıyla bezenmesidir.
Ahdin gereği, toplumun, dünyanın ıslahında rol almaktır.