Düşünüyor muyum yoksa kendimi mi kandırıyorum?
Düşünmek insan için hiç şüphesiz kaçınılmazdır. İnsan dış ortamdan aldığı bilgiler ve beş duyu organı sayesinde elde ettiği bilgiler neticesinde beyninden bazı düşüncelerin akmasına mani olamaz. Dolayısı ile düşünmeyen insan düşünülemez. Biz burada düşünceden bahsederken, rastlantısal olarak insanın zihninden geçen düşüncelerden değil; insanın iyiyi, doğruyu bulmak adına gerçekleştirmiş olduğu zihinsel faaliyetten, düşünme sonucu ulaşılan, düşünmenin ürünü olandan bahsedeceğiz.
İnsan düşünerek sorgulayarak bilgiler arasında bağlantılar kurarak, sezinleyerek doğrulara ulaşmaya çalışır. Yapacağı fiillere ortaya koyacağı amellere karar verir iken önce bunu kendi düşünce âleminde sorgular ve akabinde ne yapacağına karar verir.
Bilgileri bu düşünce âleminde sorgulama ve bir karara varma işi çoğu zaman zor, meşakkatli ve de sonuçlarına katlanılması gereken bir süreçtir. İnsanların çoğu çeşitli nedenlerle bahsettiğimiz anlamdaki düşünmekten uzak dururlar. Bunun birçok nedeni vardır.
İnsanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlar insanı düşünmekten, gerçekleri görmekten alıkoyar. Bu yüzden, her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması şarttır. Aksi takdirde, dünya hayatının gerçek yüzünü göremez. Bu ise ahirette ona çok büyük bir kayıp getirir.
İnsanları en çok yanıltan konulardan biri "çoğunluğun" yaptıklarının doğru olduğuna inanmalarıdır. Bir insan doğruları düşünerek bulmak yerine hep çevresindeki insanların öğrettiklerini kabullenmeye tercih eder. Bu çocukluk döneminden itibaren insanın öğrenme metotlarından birisidir.
Çocuklar çok iyi taklit edicilerdir. Bu dönemde çocuklar iyi ve kötüyü doğru ve yanlışı ya da bir olayın arka tarafındaki gerçeği tespit etme yetisinde değillerdir henüz. Akıl baliğ olduktan sonra insan artık düşünmeye sorgulamaya, tercihler yapmaya başlar.
Yetişkinlerde hayatlarının geri kalan döneminde bu metodu devam ettirmektedirler. Çoğu zaman kendisine ilk başta garip gelen şeyleri diğer insanların doğal karşıladıklarını görürler ve bir süre sonra kendileri de bunları benimsemeye başlarlar. “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (6.En'am/116)
İnsanların büyük çoğunluğunun düşünmesini engelleyen bir nedende tembelliktir. Yeni bir yol ya da yeni bir yöntem bulmaya çalışmak yerine kendisine öğretilmiş olan ya da daha öncesinde görmüş olduğu bir yolu yöntemi denemek kişiye daha tercih edilesi gelmektedir. Kişi düşünerek sorgulayarak daha pratik, daha doğru olanı bulma çabasını göstermemektedir. Bunun en bariz örneği biz atalarımızdan böyle gördük sen bizim atalarımızın dinine karşımı çıkıyorsun savıdır. “Çirkin(kötü, hayasız) bir iş işledikleri vakit, 'Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti' derler. De ki: 'Şüphesiz, Allah çirkin(kötü) işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?'” (7.Araf/28). Kuran, birçok ayette1 eski insanlara doğru apaçık gösterildiği halde bunun üzerine düşünmek yerine tembelliği, inkârı, çirkin olanı tercih ettiğini haber vermektedir. Bu insanlar yaptıkları kötü işe bir mazeret olarak aslında kolay olanı tercih etmişler daha önceden gördükleri şekilde amel etmeyi yeğlemişlerdir. Düşünsenize kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, çeşitli ahlaksızlıkların normal görüldüğü birçok dönem geçirmiştir insanlık tarihi.
Toplumda derin düşünmenin ya da çok düşünmenin pek makbul olmadığı öğretisi ile büyüdük bizler. Hatta insanlardan bazıları "fazla düşünme delirirsin" diyerek uyardılar bizleri. Düşünmemek, sorgulamamak bir kültür haline geldi. Kuranda birçok ayette2 “Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz”, “Hala öğüt alıp düşünmeyecek misiniz” demesine rağmen Rabbimizin.
İnsanların düşünmekten kaçınmalarındaki en büyük etmenlerden biri de öğrendiği bilgiler içerisinden değerlendirmeler yaparak doğruya ulaşma aşaması ve bu doğruların gerektirdiği eylemleri ortaya koyarak bunun sonuçlarına katlanmak zorunda olması.
Bu bedel ödeme, sonuçlarına katlanma işi çoğu kişiye zor geldiğinden kişiler başkalarına tâbi olarak bu sorumluluktan kaçmaya çalışırlar. Ya da işin sonunda bedel ödemeyi gerektirmeyecek bir limanı tercih ederler. Bu bedel kimi zaman kınanma, toplumdan tecrit olabildiği gibi kimi zamanda işkence, hapis ve hatta ölüm olabilmektedir. Tarih boyunca birçok peygamber, sahabi, birçok âlim bu türden bedeller ödemek zorunda kalmıştır. “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (2.Bakara/214) Bu yüzden genel olarak insanlar hâkim olan otorite ne ise ona tabi olurlar ve yapılan yanlışları ya görmezden gelirler ya da onu bir şekilde tevil ederler. Yapılanın bir haksızlık olduğunu kalpleri onlara söylese de zihinleri bu yapılanın makul olduğunu dair gerekçeler arar.
Tarih boyunca halkın çoğu hâkim otoritenin desteklediği görüş ve düşüncelere göre şekillendirmiştir zihinlerini.
Düşünmeyen, sorgulamayan, yanlışları gördüğü halde düzeltmeye çalışmayan insanlar kendi zihinlerinde bunu bir şekilde “ama” cümleleri ile açıklayarak kendilerini rahatlatmaktadırlar. Düşünmeyen, sorgulamayan insan, etrafında güvendiği itimat ettiği hocalara, abilere, ablalara, şeyhlere tabi olarak onların dedikleri, tavsiye ettikleri şekilde bir amel/eylem tercihinde bulunmaktadırlar. Buradaki ince çizgiyi doğru kavrayabilmek işin en önemli kısmı.
Yoksa sözlerimizden hocalara, abilere, ablalara, şeyhlere itibar edilmemesi gibi bir sonuç çıkarılabilir.
Bilakis bilen birine sormak birilerine güvenmek, birilerine itibar etmek tabi ki kaçınılmaz. Buradaki en temel bakış açısı Tevbe Suresi 31. ayette anlatılan mutlak itaat içesinde olmamaktır. Ne diyordu Rabbimiz ayeti kerimede hatırlayalım. “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.
Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”(9.Tevbe/31) Peygamber Efendimiz(sav) bu ayeti okuduğunda orada olan ve henüz Hristiyan olan Adiy bin Hatem “Onlar, hahamlarına rahiplerine tapmıyorlar kulluk etmiyorlar” dediğinde Peygamber Efendimiz(sav) “Allah'ın helal kıldığına haram, haram kıldığına helal derler ve sizde bunu bu şekilde kabul etmez miydiniz.” dediğinde Adiy bin Hatem “evet” diyerek karşılık vermiştir. Peygamber Efendimiz(sav) işte bu onlara ibadettir demiştir. Bu durum İsrailoğullarında nasıldır diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz(sav) “Genellikle Allah'ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı." demiştir. Burada düşünmemenin ya da düşünme ve sonuçlarına katlanma işinde kişi bir başkasına ne kadar güvense bile Allah'ın emir ve yasaklarını uygulama konusunda kişi mutlak olarak itimat ettiği hocalara, abilere, ablalara, şeyhlere tabi olamaz. Kendisi bunun doğru olup olmadığını bizzat sorgulamalı araştırmalı ve tercihini daha sonra yapmalıdır.
Günümüzde haram olduğu çok açık olduğu halde insanların hocalarının kendi zihninde belirlemiş olduğu hedeflere ulaşmak adına bazı haramların işlenebileceğini söylediğini ve bununda karşılık bulduğuna şahit olmaktayız. Buradaki en temel çizgi olan helaller ve haramlar konusunda sadece Allah Teâlâ’ya itaat etme konusu dahi göz ardı edilebilmiştir. Şüphesiz ki burada şeytan bu insanları “ama İslami bir düzen kurmak için bu fedakârlıklar kaçınılmaz” ya da “ama biz iktidar olursak ancak müslümanlar hatta dünyadaki tüm insanlar adalete kavuşacak, rahat edecek” minvalinde vesveseler ile kandırmıştır.
Düşünceyi ifsad eden bir başka şey ise vesvesedir. Vesvese sözlükte; fısıltı, gizli ses demektir. Gönülden geçen, sürekli tekrar eden sestir.
Genel olarak vesvese, şeytanın ve şeytanın yolunda olanların kalplere attığı huzursuzluk verici düşünceler, kuşkular, faydasız ve hayırsız hayaller, kuruntu veren seslerdir. Aslında amele dönüşmediği sürece vesvesede bir sıkıntı yoktur. Kişi bu tür durumlarda Allah Teâlâ’nın rızasının neyde olduğunu düşünüp buna göre amel ettiğinde, görevini yapmış olacak ve o anki imtihanı kazanmış olacaktır. Zaten Allah Teâlâ’nın bizden istemiş olduğu da bu değil midir? Kişi bu vesveselerin peşine düştüğü anda Allah’ın yardımı kesilecek ve devamında daha büyük günahlar daha büyük yanlışlar peşinden gelecektir. Şeytan bu işi sabırla büyük bir ustalıkla yapmakta ve bizleri tuzağına düşürebilmektedir. Bu vesveselerden ve şeytanın hilelerinden kurtulmanın yolu zikirdir, Kurandır. İnsan Kurandan uzak kaldıkça şeytanın hilelerini görememekte ve daha fazla hataya düşmektedir. “Şüphesiz, müttakî olanlara şeytandan bir vesvese geldiğinde, (Allah’ı hatırlayıp, geleni) iyice düşünürler ve onun (Rahmânî mi, şeytânî mi olduğunu) hemen anlayıverirler.” (A’râf, 201)
Bu nedenle her insan düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah'ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmeli, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarmalıdır.,
-------------------------------------------------------------
1 - Bakara 170, Maide 104, Araf 70, Yunus 78, Enbiya 53, Muminun 68, Lokman 21.
2 - Yunus 3, Hud 24, Hud 30, Muminun 85, Secde 4, Kamer 17.