MÜSLÜMANCA YAŞAMAK İÇİN
Müslümanca yaşamanın nasıl bir şey olduğundan ziyade Müslümanca bir hayat yaşayabilmek için hangi yolun izlenmesi, nelerin yapılması ve hangi adımların atılması gerektiği üzerinde durulması daha doğru bir tercih olacaktır. Çünkü insanı istediği hedefe, yolun isabetliliği ve doğruluğu ulaştırır. Yol doğru belirlenirse ulaşılacak menzil de hedeflenen menzil olacaktır. Ulaşılacak menzil ne kadar iyi tanımlanırsa tanımlansın eğer girilen yol ters istikametteyse hedeflenen menzile ulaşılması mümkün olmayacaktır. Bu gerekçeyle bu yazımızda biz, “Müslümanca Yaşama”nın tanımı ve unsurlarını değil, o yaşam tarzına bizleri ulaştıracak adımları, ilke ve unsurları gözden geçireceğiz.
Müslümanca bir yaşam için yapılması gereken ilk ve en önemli iş, Hz. Peygamber (s.a.s)’in sünnet-i seniyyesine göre hayatını düzenleyen bir mürşid bulmak ve ona teslim olmaktır. İslam, satırlardan değil sadırlardan öğrenilir. Esasında sadece İslam değil her şey sadırlardan öğrenilir. Tıp fakültesi öğrencileri, ilk sınıflarından itibaren tıp fakültesi hastanelerinde, usta tabiblerin yanında, usta çırak ilişkisi ile yetiştirilmektedir. Hastanesi olmayan ve altı yıllık eğitim hayatı boyunca hasta yüzü görmeyen bir tıp mezununa, doktor diyerek hasta teslim edilebilir mi? Veya mesela güreş sporu ile ilgili her türlü bilgiyi çok iyi bilen ama hayatı boyunca antrenör nezaretinde çalışmamış bir insan, güreşçi diye mindere çıkarılabilir mi? Satırlar sadece akademik bilgi kaynaklarıdır. Bilgilerin zihnen öğrenilmesi, onların yaşanmasının garantisi asla olamaz. Biz bu gün İslam’ı bilme değil, İslam’ı yaşama problemi içinde kıvranıp durmaktayız.
Yazılı belgeler ve bilgiler, bir yaşam tarzı inşa etmek için yeterli olsaydı peygamberlere gerek kalmazdı. Çok iyi bildiğimiz gibi Allah (c.c) tarafından insanlığa dört kitap indirilmiştir.[1] Bunlara karşılık 124.000 veya 224.000 peygamber geldiğine dair rivayetler vardır. Dört kitaba karşılık oldukça fazla miktarda peygamberin gelmesi, yaşam tarzının oluşturulmasında yazılı kitapların değil yaşayan örneklerin etkili olduğunun açık delillidir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in zamanına kadar nebîler, ondan sonra ise Benî İsrail nebîlerinin yerini tutacak Rabbânî âlimler insanları irşad edecektir.
Söylediklerimizi ispatlamamız günümüzde artık çok kolaydır. Şu an elimizin altında bulunan elektronik bilgi işlem ve iletişim teknolojisi sayesinde bilgiye ulaşma ve öğrenme son derece kolaydır. Her türlü bilgiye istenildiği an ulaşılabilmekte, tırnak kadar bir cihaza binlerce kitap yüklenebilmekte ve her türlü bilgi her türlü ortamda kolayca tartışılabilmektedir. İslam bütün boyutlarıyla bilindiği ve tartışıldığı halde hakkıyla yaşanmamaktadır. Dolayısıyla bugün yaşam tarzımızın önündeki engel bilgi eksikliği değildir. Televizyonlarda ve internet ortamında yapılan İslâmî içerikli tartışmalardan sadece birini izlediğimizde, yaşadığımız en büyük problemin, bilgilenme olmadığını rahatlıkla görürüz.
Herkesin her şeyi bildiği veya istediği bilgiye istediği an ulaşabileceği bir ortamda tek eksik, İslam’ı bütün boyutlarıyla yaşayan rol modellerin azlığıdır. Bunun için atılması gereken ilk adım, görerek öğrenme zinciri olan sahih silsilesi vasıtasıyla Peygamber Efendimizin yaşam tarzını (sünnetini) bizzat yaşayarak günümüze taşıyan bir mürşide ulaşmaktır.
Sahih silsile, İslam’ı mürşidinden görerek öğrenen ve bu yolla Hz. Peygamberden görerek öğrenmiş sahabeye ulaşan mürşidlerden müteşekkildir. İnsanı Peygamber Efendimizin yaşam tarzına, bu şekilde görerek öğrenenler zinciri ile ulaşan mürşidler ulaştırırlar. Bunların dışındakiler ise etrafındakileri Hz. Peygamberin (s.a.v) yaşam tarzına değil, kendilerinin oluşturdukları ve “Gerçek İslam” diye isimlendirdikleri başka bir şeye taşırlar.
“Mürşid”i eleştiren radikal tavırlı insanların hayatında “mürşid” olarak isimlendirilmeyen; ama mürşid gibi fonksiyon icrâ eden önderlerin bulunması onların yaşadığı en büyük çelişkidir. Çünkü herkesin mürşidi vardır. Doğruya ulaşmak için gerekli olan ise doğru mürşiddir. Çünkü doğru mürşidi olmayanın mürşidi şeytan yani saptırıcı mürşiddir.
Bir mürşid bulduktan sonra yapılması gereken ilk iş, hayatımızın merkezine ölümü yerleştirmektir. İnsanı insanlıktan uzaklaştıran en büyük yanılgı ölümün uzak olduğu algısıdır. Maalesef modern şehirler bu yanılgıyı derinleştirmekte, ölüm algısını yaşamımızdan iyice uzaklaştırmaktadır.
Eskiden insanlar ölüm döşeğine evlerinde düşerler, evde ölürler, evin avlusunda gasledilir ve kefenlenirler, mahallenin camiinde namazı kılınır ve mahalle mezarlığına defnedilirdi. Bütün bu olaylar evin en gencinden en yaşlısına kadar bütün fertlerinin gözleri önünde cereyân ederdi. Bu durum ölümü onların yaşamının bir parçası haline getirirdi. Şimdi ise insanlar hastalandığında hastaneye kaldırılıyor, hastanede ölüyor, morga konuluyor, belediye imâmı tarafından morgun özel bölümünde gasil ve kefenlenme işlemleri yapılıyor, cenaze namazı kılındıktan sonra şehrin çok dışında oluşturulmuş mezarlıklara defnediliyor. Ev halkından hiçbir kimse en yakınlarının ölüm anını ve o esnada yaşadıklarını göremiyor. Ölen kişi evden canlı olarak çıktığı için ölmüş değil de uzak bir yere gitmiş gibi algılanıyor. Bir müddet sonra da onun yokluğuna alışılıyor ve artık o kişi, ev halkının gündeminin dışına çıkıyor. Eski camilerin etrafında bulunan ve şimdi yaşayan insanlar için hiçbir güncelliği bulunmayan çok eski mezarlar dışında yeni şehirlerde yaşayan hiçbir insana ölümü hatırlatacak hiçbir unsur bulunmuyor.
Ölüm algısını bizden uzaklaştıran bir başka önemli unsur da günlük yaşamımızda eğlencelerin ve televizyonun bulunmasıdır. Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın zikrine ve ahiret hayatını konu edinen İslamî sohbetlere uzaklığımız ölüm gerçeğini algılamamıza engel oluyor. İslamî bilgiler içinden ilgilendiğimiz konular bile ölüm ve ötesi ile ilgili konulardan ziyade İslam siyaseti ve İslam iktisadı gibi dünya hayatı ile ilgili bilgilerdir. En koyu şeriatçılık söylemlerimizde ve tartışmalarımızda dahi ölümü pek anmayız. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi siyaset ve iktisat alanlarında fırtınalar estiririz. Yani ilgilendiğimiz İslamî konular bile bizleri ölüm algısından uzaklara düşürmektedir. İslamî içerikli toplantılarımızda bile bizi dünyaya daha çok bağlayan konuları konuşuruz. Halbuki özlemini çektiğimizi iddia ettiğimiz toplum yapısına bizi ulaştıracak olan temel algı ölüm bilinci ve buna bağlı olarak gelişecek olan takvâdır.
Ömrümüzün ne kadarını yaşayıp bitirdiğimizi hiç hatırlamak istemeyiz. Elli yaşına gelmiş olanlarımız hayatının elli senesini harcamış bitirmiştir. Geriye, kala kala en fazla on beş-yirmi sene kalmıştır. Ama hesap yapmadığımız için yetmiş-seksen sene daha yaşayacağımızı vehmederiz. İleriki zamanlarda gerçekleşecek bazı işlerimiz için günlerin hızla geçmesini isteriz ve o günleri sabırsızlıkla bekleriz. Gerçekleştiğinde mutlu olacağımızı vehmettiren o işler aslında ölüme hızla yaklaştığımızı algılamamıza engel olmaktadır. Hızla geçmesini istediğimiz o günler, haftalar ve aylar aslında ölüm ile aramızdaki mesafelerdir. Onların kalkması gerçekte ölümle aramızdaki mesafelerin kalkması ve ölüme yürümemiz anlamına gelmektedir. Bunun hesabını yapmadığımız için isteklerimizin bizi ölüme taşıdığını algılayamayız. Dualarımızın içinde zımnen ölümü istemekte olduğumuzu idrak edemeyiz. Bu acı gerçeği algılamamız ve yaşamımızı ona göre düzenlememiz için bizleri çok seven ve çok düşünen Efendimiz (s.a.s) ölümü çokça hatırlamamızı, ölüm esnasında ve hemen akabinde yaşayacaklarımızı zihnimizde canlandırmamızı bizleri sarsarak istemektedir. Çünkü Müslümanca bir yaşam, ölüm gerçeğine göre düzenlenmiş ve organize edilmiş bir yaşamdır. Bu akşam öldüğümüzde hesap vermeye hazır olmamız gerektiği bilinci ile oluşturulacak bir yaşamdır.
Müslümanca bir hayatın anahtarı mürşid, kapısı da ölüm algısıdır. Bu iki unsur olmaksızın kurulacak yaşamların hiçbiri, adı ne olursa olsun, hangi tumturaklı ve yaldızlı sloganlarla bezeli olursa olsun asla Müslümanca bir yaşam olamaz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Ayrıca Necm Sûresi’nin 36-37. ayetleri ile A’lâ Süresi’nin 14-19. ayetlerinde Mûsâ ve İbrâhîm (a.s)’a indirildiğinden bahsedilen “Suhuf”lar vardır.