Gerçek Ve Sanal Dünya Arasında
Dünya hızla değişiyor. Dedelerimizin yaşadığı dünya ve bizim yaşadığımız dünya arasında uçurumlar var. Eskinin siyah-beyaz fotoğraflarına bakarken, bizim yüksek çözünürlüklü kameralarımızdan çektiğimiz fotoğrafların verdiği hazdan çok daha büyük bir haz alıyoruz. O siyah-beyaz fotoğraflar bizim dünyamızdan çok daha canlı, cıvıl cıvıl ve rengârenk geliyor gözümüze.
Dedem çocukluğunu anlatırken Erzurum’un dağlarında yetişen rengârenk çiçeklerden, çeşit çeşit bitkilerden bahsederdi. 13 yaşında İstanbul’a göç ettiğinde şehir henüz betonlaşmamış, İstanbul Boğazı da daha katledilmemiştir. Babamın çocukluğundaki İstanbul da yemyeşildir. O zamanlar bizim araçla gitmeye üşendiğimiz mesafeleri yürüyerek giderlermiş. Onlardan dinlediğim dünya çok daha yeşil, çok daha mavi ve çok daha ulaşımı kolay. İnsani ilişkiler had safhada.
Her kuşağın diğerine “ah bizim çocukluğumuz da böyle miydi ...” dediğini göz önünde bulundurursak işin vahameti daha anlaşılır oluyor. Z kuşağı olarak isimlendirdiğimiz 2000 sonrası doğanlara göre ise bizim kuşak görece daha nasipli. İstanbul’un daha yeşil olduğu, çocukların kısmen de olsa sokakta oyunlar oynayabildiği, parklara gittiği, komşuluğun olduğu, akraba ilişkilerinin daha sağlam olduğu bir dünya görebildik. Ama her şeye rağmen dedelerimizin doğduğu dünyaya büyük bir özlem duyuyoruz.
Şimdi ise dünya her geçen gün betonlaşırken, insani ilişkilerimiz de mekanikleşiyor. Gelişen teknoloji, sosyal medya denilen mecraların artması elbette bu değişimde büyük pay sahibi. 2020 ve 2021 verilerini karşılaştırdığımızda korona sonrası sosyal medya kullanımının daha çok arttığını görüyoruz. Sosyal hayatın kısıtlılığı, dünyadan haber almak, kendini ifade edebilmek, sosyalleşebilme ihtiyaçları elbette bu artışın en büyük etmenleri. İş ve eğitim alanındaki zorunlu teknolojik dönüşüm de unutulmamalı tabi...
Z kuşağı teknoloji çağında doğduğu için sosyal medya ve gerçek hayat ayrımında bize göre daha çok zorlansa da korona ile evlere kapanmamızla beraber bu ayrımı çoğumuz yapamıyor hale geldik maalesef. Hem de bir yıl kadar kısa bir zamanda. Artık sosyal medya hayatımızın bir gerçeği bunu kabul ediyoruz. Sorun ise kafamızda iki ayrı dünya ile yaşamaya başlamamız.
Sosyal medya denilen platformlarda yaşanılanlar sanki gerçek değilmiş gibi bir algıya sahibiz. Gerçek hayatta yapmadığımız, yapamadığımız, ayıp saydığımız, günah olduğunu bildiğimiz şeyleri sosyal medyada rahatlıkla yapılabiliyoruz maalesef. Kafamızda iki ayrı dünya var ve iki ayrı dünyada yaşıyoruz. Bu iki hayatımız arasında uçurumlar var. Sosyal medyada herkes mutlu, herkesin hayatı dört dörtlük. Sokaklar ise solgun benizli, asık suratlı insanlarla dolu.
Sosyal medya ile beraber en çokta mahremiyet algımız bozuldu. Eskiden hava kararmaya başlayınca evin kalın perdeleri çekilir, özel bir yemek yapılıyorsa kokmasın diye önlem alınır yine de kokması ihtimaline karşı komşuluk hakkı denilerek komşuya bir tabak yemek götürülür, ne yaşanırsa yaşansın iyisiyle kötüsüyle yaşananlar aile içinde kalırdı. İnsanlar tıkış tıkış binalarda yaşamadıkları halde bunlara dikkat ederlerdi. Bahçe nizamlı evlerin günümüz yerleşim şartlarına göre görece birbirine uzak olmalarına rağmen birbirlerinden haberdar, insani ilişkileri had safhada idi.
Günümüzde ise yan yana, üst üste istiflenmiş binalarda yaşamamıza rağmen birbirinden uzak, yalnız hayatlar yaşıyoruz. Komşuluğun, akrabalığın gittikçe azaldığı dünyamızda yaşadığımız yalnızlığı sosyal medyadaki kalabalıklarla gidermeye çalışıyoruz. Evlerimize misafir davet etmez, misafirlerden rahatsız olurken evimizin her köşesini hatta dolaplarımızın içini bile tanımadığımız insanların beğenisine sunuyoruz.
Dünya değişiyor. Birileri dünyanın daha iyi bir yer olduğunu iddia ediyor. Ama çoğumuz göremediği halde dünyanın eski halini özlüyor. Değişimin her zaman iyi olduğu fikrini kafamıza kim soktu bilmiyorum ama kimse bu değişimden mutlu değil bundan eminim… Bildiğim bir şey varsa içinde yaşadığımız dünyayı daha iyi bir yer yapabilmek için çalışabileceğimiz.