* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Dinimizin Bizden İstediği Hayat  (Okunma sayısı 3748 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
Dinimizin Bizden İstediği Hayat
« : Nisan 25, 2024, 09:02:39 ÖÖ »


Dinimizin Bizden İstediği Hayat

Yeryüzünde Müslümanın imanına uygun olan hayatına “İslâmî Hayat” denilir. İslâmî hayat herkesin kendi düşünce ve kanaatine, ‘bence’lerine ve ‘zannımca’larına göre şekillenen soyut, anlaşılması ve uygulanması uzmanlık isteyen karışık ve karmakarışık bir hayat tarzı değildir. Aksine son derece net, açık ve kolayıdır. Çünkü İslâm, din-i mübindir. Yani apaçık, gizlisi saklısı olmayan, herkesin kolayca yaşayabileceği bir hayattır. Dini hayat, hayatı da din kılma mesuliyetimiz vardır. İslâm, dinlerin en iyisi değil, kendisinden başka iyi, kendisinden başka hak din olmayandır. Nasıl ki ‘cahiliye’ dediğimiz şeyin tarihte bir dönem yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak diye anlaşılması yanlış ise, aynı şekilde ‘Asr-ı Saadet’in de tarihin bir döneminde yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak/yaşanamayacak bir durum olarak görülmesi yanlıştır. O asrın saadetine maya olan unsur, bu asrın ve inşâallah bundan sonraki asırların da saadetine pekâlâ maya olabilir. Bu incelik doğru yakalanır ve ihya edilebilirse, her asrın yeni saadetlere gebe olduğu teslim edilecektir. 
 
HAYATIN ihyası, dinin ihyası ile kaimdir. Allah’ın diniyle ihya olmayanlar, Allah’tan başka Rabler için yaşayanlardır. Dinimizin bizden istediği hayatın evveli de ahiri de Allah için kılınmış olan hayattır.

“Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman; ‘muhakkak ki biz Allah içiniz ve muhakkak ki yine O’na döneceğiz.”(1)

Hayatı Allah için kılmak, dinimizin bizden istediği hayata kavuşmaktır. Din hayattır, hayatta dindir. Hayatı dinin dışında görmek ve düşünmek, din düşmanlarının safına ve sınıfına geçmektir.

Yeryüzünde Müslümanın imanına uygun olan hayatına “İslâmî Hayat” denilir. İslâmî hayat herkesin kendi düşünce ve kanaatine, ‘bence’lerine ve ‘zannımca’larına göre şekillenen soyut, anlaşılması ve uygulanması uzmanlık isteyen karışık ve karmakarışık bir hayat tarzı değildir. Aksine son derece net, açık ve kolayıdır. Çünkü İslâm, din-i mübindir. Yani apaçık, gizlisi saklısı olmayan, herkesin kolayca yaşayabileceği bir hayattır. Dini hayat, hayatı da din kılma mesuliyetimiz vardır.

İslâm, dinlerin en iyisi değil, kendisinden başka iyi, kendisinden başka hak din olmayandır. Nasıl ki ‘cahiliye’ dediğimiz şeyin tarihte bir dönem yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak diye anlaşılması yanlış ise, aynı şekilde ‘Asr-ı Saadet’in de tarihin bir döneminde yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak/yaşanamayacak bir durum olarak görülmesi yanlıştır. O asrın saadetine maya olan unsur, bu asrın ve inşâallah bundan sonraki asırların da saadetine pekâlâ maya olabilir. Bu incelik doğru yakalanır ve ihya edilebilirse, her asrın yeni saadetlere gebe olduğu teslim edilecektir. 

İslâmî hayat; vahiy ile ihya olunma hareketi ve bereketidir. Vahiysiz kalmış veya bıraktırılmış hayatların hareket ve bereketi olmaz. Günler bizim günlerimiz, ömür bizim ömrümüz ve ihya edilecek olan da bizim hayatımız. . .

“Hayat” aslında “dirilik” demek. Ama biz “ihya” edilecek bir hayattan söz ediyoruz. Eğer Necip Fazıl’ın “Hayat mayat diyorlar - Benim gözüm mayatta- Hayatın eksiği var - Hayat eksik hayatta” dediği gibi bir durum söz konusu ise, hayatı ihya etmek gerekiyor. Ya da durum,  Yine Necip Fazıl’ın kırbaç şaklamasını andıran “Ey hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?” mısraındaki gibi ise, cesedleri ihya edecek bir tılsıma ihtiyaç var. Rabbimiz uyarıyor:

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat edin; işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin. İşitmediği halde ‘işittik’ diyenler gibi de olmayın. Çünkü yaratıkların Allah katında en kötüsü, akıl edemeyen o sağır ve dilsizlerdir.”(2)

“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeye çağırdığı zaman Allah’a da Rasulüne de icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbinin arasına girer ve siz O’nun huzurunda toplanacaksınız.”(3)

Bu âyetlerden de biz, insanın bazan Allah ve Rasulü’nden gelen bir çağrıyı “işittiği” halde “yüz çevirdiği”ni, bazan gerçek anlamda işitmediği - kulak vermediği halde “işitmiş gibi” davrandığını, oysa bu tarz davranışların gerçekte insanı “akıl erdiremeyen sağır ve dilsizler” hâline getireceğini anlıyoruz. Ve daha önemlisi, ilerde huzurunda toplanacağımız, kalplerimizin en derinlerine hükmeden bir Kudret bulunduğunu...

Bu Kudret’in ve O’nun elçisinin çağrısının - davetinin “insanı ihya edecek, diriltecek” bir davet olduğunu ve gerçek anlamda diri olabilmek için o çağrıya cevap vermenin, uymanın gerekliliğini anlıyoruz. İnsan seçecek demek ki: Bir yanda tüm uzuvların misyon kaybına uğrayıp, insanın insanlık alanından çıktığı bir durum. . . ”Allah elçisi” tarafından getirilen ilahi mesajın “karşılık bulamadığı”, “cevapsız, belki boşlukta kaldığı”, yerleşecek bir kalp bulamadığı, kalblerin “gaflet deryasında yüzdüğü”, kulakların ilahi çağrıya tıkalı olduğu, akılların temel bakış çerçevesini kaybettiği bir durum... Öte yanda tüm uzuvları diri kılacak bir Rabbani çağrıya cevap vermek. . . Şimdi ellerimize bakalım: Diri mi?

Gözlerimiz diri mi?

Kulaklarımız diri mi?

Dimağlarımız diri mi?

Kalblerimiz diri mi?

Kelamullah’ın zikrettiği “Sağırlar, dilsizler, körler, akıl etmezler, fıkh etmezler, hissetmezler” kategorileri içinde biz var mıyız, yok muyuz?

Yani, Allah Rasulünün “bizi diriltecek” çağrısı ile buluşmuş muyuz, buluşmamış mıyız?

Bu çağrı ile buluşup Allah’a ve Rasulüne “Lebbeyk, Huzurundayım Rabbim, buyruğuna amadeyim” diyebilmiş miyiz, diyememiş miyiz?

Dinimiz vahiy ile dirilmiş diri gözler, diri kulaklar, diri dimağlar, diri kalpler istiyor. Dinimizin bizden istediği diri bir hayattır. Dirilişini direnişine sermaye yapmış bir hayattır. Vahiy ile dirilmeyenler, Firavunlar karşısında direnemezler.

Şüphesiz Peygamber (sav) onları ancak hayat bahşedecek şeye çağırmaktadır. Her şekliyle ve tüm anlamlarıyla bir hayat çağrısıdır bu. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları kalplere ve akıllara can veren, onları cehalet ve hurafenin kementinden, asılsız kuruntu ve efsanelerin baskısından, görünen sebeplere ve karşı konulmaz dogmalara boyun eğmenin aşağılayıcılığından, Allah’tan başkasına kul olmaktan, kulların ya da ihtirasların esiri olmaktan kurtaran bir inanç sistemine çağırmaktadır. Onları Allah tarafından gönderilmiş şeriata çağırmaktadır. Bu şeriat sadece Allah tarafından konulmuş olmasından ötürü “insanın” hürriyetini ve saygınlığını ilan etmektedir. Şeriat karşısında tüm insanlık eşit bir şekilde tek bir saf oluşturmaktadır. Bu şeriatın egemen olduğu yerde bir fert halka hükmedemez, ümmet içinde bir sınıfın egemenliği söz konusu değildir. Bir ırkın başka bir ırka, bir ulusun başka bir ulusa hükmetmesi mümkün değildir. Bütün insanlar, kulların Rabbi olan yüce Allah tarafından belirlenmiş şeriatın gölgesinde hür ve eşit bir şekilde hayatlarını sürdürürler. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları bir hayat sistemine, bir tasavvur minhacına çağırmaktadır. Bu sistem, insanların yaratıcısı, yarattıklarını en ince ayrıntısına kadar bilen yüce Allah’ın koyduğu bağlarda somutlaşan fıtri bağların dışında, her türlü kayıttan kurtarır insanları. Bu bağlar, bünyesel enerjiyi dağılıp gitmekten korur. Bu enerjiyi baskı altına almazlar, işlevsiz hale getirmezler, yok etmezler, yapıcı ve aktif gelişmesine engel olmazlar. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları inançları ve hayat sistemleri sayesinde güç kazanmaya, onurlu ve üstün bir hayat sürdürmeye çağırmaktadır. Dinlerine ve Rabblerine güvenmeye, tüm `yeryüzünde’ bütün `insanları’ kurtarmaya, insanlığı kullara kul olmaktan kurtarıp, tek başına Allah’a kul yapmaya ve Allah’ın bahşettiği ancak, tağutların ayaklar altına aldığı üstün insanlığı yaşatmaya çağırmaktadır.

Yeryüzüne ve insanlığın hayatına yüce Allah’ın hükmünü ve hâkimiyetini egemen kılmak, kulların sahte ilahlığını yerlebir etmek, bu sahte ilahları Allah’ın egemenliğini tanıyana kadar kovalamak için Allah yolunda cihad etmeye çağırmaktadır. Çünkü ancak bu durumda din bütünüyle Allah’a has kılınmış olur. Öyle ki, bu cihad esnasında ölecek olurlarsa, bu şehitlikte de onlar için hayat vardır. İşte Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- onları çağırdığı inanç sistemi ve hayat biçimi özet olarak bundan ibarettir.

Bu ise, her anlamda hayat çağrısıdır. Bu din, eksiksiz bir hayat sistemidir, sırf vicdanlarda tutulan bir inanç sistemi değildir. Pratik bir hayat sistemidir. Onun gölgesinde hayat gelişir ve ilerler. Bu yüzden her şekliyle ve her çeşidiyle bir hayat çağrısıdır bu: Tüm kapsamları ve anlamlarıyla hayata çağrıdır.(4)

Dinimiz hayatımızdır. Çünkü dinimiz her yerde ve her zaman bizi hayata çağırır. Dinimizin bizden istediği hayat, imanımıza uygunluk arz eden tutarlı bir hayattır. Dinimiz bizden bütüncül bir hayat istiyor.

Dinimizin bizden istediği hayat ile bizim yaşadığımız hayat birbiriyle çelişiyor ve çatışıyorsa, bizim kıyametimiz kopmuş demektir.

İslâm bir bütündür; her yerde ve zamanda bütünlük ister. İman ile hayatın çelişmesini ve çatışmasını İslâm asla kabul etmez. Allahû Teâla, âlemi bir bütünlük içerisinde yaratmıştır. Âlemdeki her bir unsur diğerine bağlıdır. İyi veya kötü haliyle diğerini etkiler.

İnsan da Müslüman olarak yaratılarak ilâhi düzendeki yerini almıştır. Yaratılışından uzaklaşması, içinde bulunduğu âleme yabancılaşması demektir. Bu hal zarar görmesine yol açar. Çevresine de zarar vermeye başlar. İslâm bu yabancılaşmanın, hakikatten uzaklaşmanın önüne geçmek için kurallar koyar. Yapılacakları ve yapılmayacakları belirler. Böylece hayat için güvenli bir alan oluşturur. Bu nedenle dünyanın müslümanın varlığına ihtiyacı vardır. Müslüman, İslâm’ın emrettiği gibi yaşayarak bütün mahlukatın haklarını gözetir. Onların yok olmasını, bozulmasını engeller. Müslüman, eğer “Allah ve Rasûlü’nün çağrısı” nın “ihya edici” mahiyetinin farkına varır, onunla kendi bünyesinde bir ihya süresi başlatabilirse, buradan yola çıkıp, evin, sokağını, yurdunu ve dünyayı ihya gibi bir misyonu da başlatabilir.

Dinimizin bizden istediği hayat, bir hayat-ı tayyibe’dır. Hayat-ı Tayyibe; şirke, zülme, haramlara ve günahlara bulaşmamış tertemiz hayattır. Rabbimiz buyuruyor:

 “Erkek veya kadından her kim iman etmiş olarak salih amel işlerse, onu dünyada tertemiz bir hayatla yaşatırız ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız.”(5)

Dikkat edilirse, hayat-ı tayyibe Allahû Teâla tarafından sahih iman ve salih amel sahiplerine hibe edilmektedir. İmanları, itikadları sahih olmayanlar, hayat-ı tayyibe sahibi olamazlar. Bundan ötürüdür ki, İmam- Rabbanî (rh. a. ) şöyle diyor: “İnsanın öncelikle itikadını düzeltmesi gerekir. Bu düzeltme de, fırka-ı naciye olan Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in görüşlerine uygun olarak yapılmalıdır. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat inancına muhalif olan kötü itikad, öldürücü zehir durumundadır.”(6)

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat itikadı üzere olmayanlar, kendi hayatlarını ve başkalarının hayatlarını zehirlemekten asla geri durmazlar. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat itikadını hor ve hakir görüp reddedenler, zehirli yılanlardan daha tehlikelidirler.

Kur’ân-ı Kerim, öldürücü zehir hükmündeki kötü itikadlardan bizi alıkoyan bir kitaptır.

Kur’ân, temiz hayatın kitabıdır. Kirlenmiş ve kirletilmiş bir hayat yaşayanlar, Kur’ân’ın dışına çıkanlardır. Kur’an’ın bir çok hedefi vardır ve bunlardan birisi de fert ve toplumu ıslah etmektir. Kur’an’da pek çok kavramın yanında doğrudan fert ve toplumun düzeltilmesini ifade eden “salah” kelimesi de geçmektedir. Ayetlerde geçen “salah” kelimesi beş hususu vurgulamaktadır:

1. Salih amel,

2. Salih ve muslih insan,

3. Başkalarının arasını bulup barıştırmak (sulh),

4. Ferdin hem kendini ve hem de başkasını düzeltmesi ve böylece toplumda faydalı insan olması,

5. Yeryüzünün ıslah edilmesi.

Kur’an-i Kerim’de amel kelimesi denince aklımıza insanların yaptıkları bilinçli davranışlar, aksiyonlar gelmelidir. Zira amel kelimesi fiil kelimesinden daha özel bir anlam taşımaktadır. Fiil denince, bilinçli ve bilinçsiz hareket ve davranış kastedilmektedir. Hatta canlı cansız tüm varlıkların hareketlerine fiil denir, ama, amel sadece insanların bilinçli davranışlarını içerir. (7)

Dolayısıyla Kur’an açısından meseleye bakacak olursak, mü’min ve kâfir tiplerin bütün davranışları amel kelimesi ile vurgulanmaktadır. Elbette burada davranışlar iyi, güzel, yararlı ve kötü, çirkin diye kısımlara ayrılmaktadır. Mü’minin davranışları Kur’an açısından salih amel diye ifade edilirken, kâfirin davranışları da kötü amel diye nitelenmektedir.

 Hiç kuşkusuz, doğru dinin sonucu, Allahû Teâla’nın hikmetine göre dinden ve muhatap ümmetten muradı olacak biçimde, kendisine muhatap olan kavmi ıslah etmek ve ister seçkin, ister sıradan olsun bu insanları düşüklüğün bataklarından yüceliğin doruklarına çıkarmaktır.(8)

Dinimizin bizden istediği hayat, Rasûlüllah (sav)’in örnek ve önderliğinde Allah’ın âyetleriyle tezkiye edilmiş bir hayattır. Bu hayat; iman merkezli olup ‘Emr-i Bi’l Ma’ruf ve Nehyi Ani’l Münker” ile devam eden bir hayattır. Hidâyete tabi olan, iyilikleri emreden ve kötülüklerden de alıkoymaya çalışanların hayatı, dinimizin istediği hayattır.

Dinimiz bizden sadece ibadet istemiyor. Dinimiz ibadet ile birlikte bizden hayatımızı da, ölümümüzü de istiyor. “De ki:  Benim Namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm  yalnız alemlerin Rabbi Allah içindir.” (9)

Hayatlarından velev ki miskali zerre kadar olsun bilerek ve inanarak Firavunlara, Tağutlara, Karunlara, Azmanlara pay ayıranlar, Allah ile birlikte başka Rabler edinenlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’in bu âyetine göre hayat; namazı, ibadeti, hayatı ve ölümü Allah için kılmaktır. Yani dinimizin bizden istediği hayat; Müslüman’ca yaşamak ve Müslüman’ca ölmektir.

----------------------------------------------------------------------------

(1)   Bakara Sûresi/ 156

(2)   Enfal Sûresi/ 20 - 22

(3)   Enfal Sûresi/ 24

(4)   Fizilal’il Kur’ân (Seyyid Kutub) C:3, Sh: 1494-1495, Beyrut/ 1982

(5)   Nahl Sûresi/ 97

(6)   Mektubat-ı Rabbanî (İmam-ı Rabbanî/Ter: Abdülkadir Akçiçek) C: 2, Sh: 1159, İst/ 1978

(7)   Ragip el-İsfehani, el-Müfredat, s. 519; İbn Manzur, Lisanu’1-Arap, XI, 475

8   Usûlu’n- Nizami’l İçtimai Fi’l İslâm ( Muhammed Tahir İbn-i Âşûr) Sh: 24, Ürdün/2001

(9)   En’am Sûresi/ 162

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]