İlâhî Huzurda Bulunma Şuuru 1
Din ilâhî ilkeler bütünüdür. Allah’a teslimiyet ve itaati merkeze alan dinimiz; insan, eşya, tabiat ve kâinatla ilişkilerimizi mükemmel seviyede tanzim ederek dünya ve ukba dengesinin en yüce şeklini bizlere göstermiştir. İlâhî murakabe, yaşadığımız dünyayı ve mutlak hakikat ahireti anlamlandırma, kendimizi ve dış dünyayı anlama noktasında en büyük imkândır. Bu şuur ile yaşanan hayatın ve yapılan ibadetlerin ise en somut neticesi her yönüyle güzel ahlak ve ihsan bilinciyle yaşamaktır. Bu açıdan ihsan, öncelikle kişinin “Rab” makamına başka hiçbir şeyi layık görmemesiyle birey ile Yaratıcı arasındaki derin saygı, bağlılık ve itaate dayanan ilişkiyi ifade etmektedir.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.” (Haşr Sûresi/ 18-19)
Hayatı beşikten mezara kadar düzenleyen, hayatın hiçbir kademe ve karesinde asla boşluk bırakmayan itikadi ve ameli bir hayat nizamı olan din bir retorikten çok bir yaşama ve yaşatma aşkıdır. Din bir heyecandır, coşkudur; uyanıkken rüya görmek ve bu rüya ile dünyayı inşa ve ihya etme cehdidir. Onun bize ihtiyacı yoktur, bizim ona ihtiyacımız vardır. Cesaretimiz ve heyecanımız dinimizdendir.
Allah’tan gelmiş olan Hüda hayata amir ve hâkim olmayınca, kendi zan ve kuruntularını din sananlar, bu yalan ve sanal dinlerinin kavgasına soyunuyorlar. “Bana göre” diye başlayan, boş konuşmalarla Allah’ın dinini kesip biçmeye çalışıyorlar. Hak din bütün açıklığıyla ortada dururken beşer sayısı kadar farklı telakki, dini her gün yeniden tarif ediyor, güya yeniden keşfediyor. Bu çürümeyi en iyi anlatan ifade herhalde: “Hevâsını ilah edineni görmedin mi” (Furkan Sûresi/ 43) âyetidir.
Hevâ, nefsî arzu ve heveslerin ötesinde indî mülahaza ve zanları da içeren mühim bir Kur’ân kavramıdır. Rasûlullah (sav)’e dair:
“O hevâsından konuşmaz, O’nun konuşması ancak vahiydir” (Necm Sûresi/ 3-4) buyruğu, hevâyı vahyin tam karşısına koyar. Yine Rasûlullah Efendimiz birçok ayette başkalarının hevâsına uymaması konusunda uyarılır, çünkü O’na gelen Kur’ân hakkın ve ilmin kendisidir. Kur’ân dışındakiler kuruntu ve zandan ibarettir, kuruntu ve zanlarla amel etmek ise kendi görüşünü ilah edinmeye götürecek bir sapmadır. Kendi arzuları yerine, her hâlükârda ilâhî irâdeye râm olmak, ilâhî huzurda olmaktır.
Dünya bir imtihanlar salonudur. Allahû Teâla’nın huzurunda bulunduğumuzu, her hal ve hareketimizin, içimizin dışımızın Allah’a malum bulunduğunu bir an bile hatırdan çıkarmamamız gerekir. Allah’ın bizim ile olmadığı hiçbir anımız yoktur.
“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadid Sûresi/ 4)
Allah bizimle beraber de biz Allah ile beraber miyiz? Bütün mesele bu... “Benim yemem, içmem, oturmam, kalkmam; hayattaki tüm reflekslerim, taleplerim, tutumlarım, davranışlarım, düşüncelerim, bakışlarım Allah’ın bilgisi dâhilinde, isteği dâhilinde gerçekleşir. İlahi tasarrufa ben tabiiyim. Bu anlamda bağımsız değilim, bu anlamda hür değilim. Her şey ilahi teklifin denetimi altındadır, ilahi teklif ile tahkik edilmiş bir kulum ben. Benden velev ki miskal-i zerre kadar da olsa hayır olarak da, şer olarak da sadır olan her ne varsa Allah ondan haberdardır ve beden onun hesabını soracaktır” demiyorsanız, henüz ilâhî huzurda olduğunuzun şuurunda değilsiniz demektir.
İlâhî huzurda bulunma şuuru, Allah’ın hesabını bütün hesapların fevkinde tutma şuurudur.
Seriu’l-Hisab/Hesabı pek çabuk gören Allah’ın hesabını hesaba katmıyorsanız, sizin bütün hesaplarınız altüst olmaya mahkûmdur. İmtihanlar dünyasında kişinin daima Rabbinin her halini bildiğini bilmesi; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığı kazanmaktır.
Çünkü Rabbimiz; “Allah her şeyi gözetmektedir” buyurmuştur. (el-Ahzâb Sûresi/33) Dünyada hiçbir şey Allah’ın gözetimi dışında değildir. Kalpleri, vicdanları, irade ve idrakleri ayağa kaldıran, İlâhî huzurda bulunma şuurudur. Müslümanlar bu şuuru kaybettikleri günden bu yana; atalet, rehavet, gaflet, kasvet, zillet ve esaret girdabında sinen ve silikleşen insanlara dönüştüler. Allah yolunda kaim ve daim olmak, Allah’a karşı esas duruşunu bozamadan, takvayı bırakıp şekvaya kaçmadan İslâmi hizmetlerde yer almak, İlâhi huzurda bulunma şuurundandır.