* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Dünyanın yaşanan üç günü  (Okunma sayısı 882 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Dünyanın yaşanan üç günü
« : Ocak 24, 2015, 09:38:09 ÖÖ »
Dünyanın yaşanan üç günü

Üç günlük dünya deriz…

Dün, bugün ve yarından oluşan üç gün…

Yarına girince yarını bugün yapıp, iyisiyle-kötüsüyle bu­günü yaşayıp, düne gönderiyoruz.

Kaybettiklerimizle, kazan­dıklarımızla, payımıza düşenlerle bir günü daha uğurluyoruz.

Ama, eğer daha çok kazanmak istiyorsak, kaybettiklerimizin ar­dından fazla ah edip, üzülmemeli, yeni kazançlar için harekete geçmeliyiz.

 

Şöyle bir söz vardır. “Güneşi göremedim diye üzülürsen, yıl­dızları da göremezsin.”

Geçmişimizde önümüze pekçok fır­satlar çıktı, bir çoğunu değerlendirmesini bilemedik. Başarısız olduğumuz, yokuşlarda kaldığımız, kapıların yüzümüze ka­pandığı zamanlarımız oldu. Yani, güneşi göremediğimiz za­manlarımız oldu. Ama şu an elimizde, ortamımızda yıldızları­mız var.

Geçmişimizde kaybettiklerimize üzüleceğimiz yerde elimizdekileri, bugünümüzü değerlendirmeliyiz. Aksi takdirde yıldızları da göremeyiz. Dünlerin acılarını hatırlamak ya da ge­lecek yarınlara ümitsiz ve kuşkulu bakmak yerine, içinde bu­lunduğumuz bugünü en verimli hale getirip düne göndermeyi başarmalıyız.

Dün geçti, yarın da henüz gelmedi. O halde barizim uzun öm­rümüz, içinde bulunduğumuz şu saatlerimizdir. .

Elimizde yal­nızca içinde bulunduğumuz şu bir günümüz vardır. Güneşin doğmasıyla başladı. Her doğan yeni günde temiz ve yeni bir sayfa açıldı önümüze. Güzel hasletlerle, hayırlı işlerle yazılmayı bekleyen yeni bir yaprak… Ve gün batımında o yaprak, iyisivle kötüsüyle yazdığımız o yaprak, âhirette bize gösterilmek ve he­saba çekilmek üzere kaldırıldı. Ertesi gün yeni bir sayfa ve yeni işler başlayacaktır. Kimbilir vakitlerimizi nelerle,  kimlerle geçir­dik şimdiye kadar ve temiz yaprakları kimbilir nelerle dol­durduk.

“Geçmişin acıları” dedik. Bizleri en çok üzen, bize en çok acı veren ve bugünümüze yiyip kendimizi yıprattı ğımız olaylar, genelde geçmişte yaptığımız yanlışlar, kırdığımız gönüller ve işlediğimiz günahlar oluyor.

Aklımıza getirip getirip adeta ken­dimizi yiyoruz. “Geçer sene niçin şu günahı işledim. Geçen gün niçin onun gönlünü kırdım, falana niçin böyle söyledim” diye yakınıyoruz.

Vicdan azaplarımız vurgulamalarımızla kendimizi yıpratı­yoruz. İşlediğimiz hatalardan dolayı, ya da bize karşı hatalı davranan dostlarımızın kışlarından, bizi kırmalarından dolayı günümüzü boşa geçiriyoruz. İzzet-i nefsimize indirilen küçük darbeler, saygısızlıklar, şahsiyetimizin incitilmesinden doğan acılar aslında kederlerimizin büyük bir çoğunluğunu teşkil ediyor. Bizler de alıngan insanlar topluluğu olup çıkıyoruz.

Geçmişimiz çok hatalı, günahlarla dolu geçti. .Ama hataları­mızı tevbeyle ter temiz hale getirebiliriz. Tevbe, insan psikoloji­sini, vicdan azabı çeken insanın manevî halini ne güzel düzel­tip, rahatlatıyor. Bizi kıranları, bize karşı hatalı davrananları da affederiz, biraz anlayışlı hoşgörülü, geniş yürelkli şahsiyetler oluruz, olur biter. O halde, nedir geçmişimizden günümüze taşı­dığımız acılar,  mutsuzluklar?

Geçip giden dünlerdeki  kötü olayları habire düşünüp kendimizi üzmeye, günümüzü mah­vetmeye ne lüzum var?

 

Geçen dünleri düşünerek, bugünü kay­betmeye değer mi?

Andre Moris şöyle diyor: “Hayat çok kısa olduğu için değeri büyüktür.

Bu sözlerin birçok acı tecrübelerde bana yardımı ol­muştur. Önem vermeyip, unutmamız gereken küçük şeylerin, bizi alt üst etmesine çok kere izin vermekteyiz. İşte bu dünya üzerindeyiz. Birkaç günlük ömrümüz kaldı. Bir daha yerine gelmeyecek birçok saatleri ziyan etmekteyiz. Bir sene sonra bi­zim ve herkesin unutacağı dertleri düşünüp duruyoruz.

Hayır.

Hayatımızı değerli işlere ve teşebbüslere, büyük fikirlere, hakiki sevgilere adayalım!..

Gerçekten de hayatımız kısa olduğu için değeri büyük. Alt­mış yaşına kadar sağ kalabilenler varsa onlar bile kısalığından şikâyet ederler. Aslında faydalanmak için uzun bir süredir, ama dünyaya dalanlar için gayet kısadır.

Üstelik bir milyar senelik ömrümüz bile olsa, sonsuzluğun yanında hiçbir sayının kıymeti kalmıyor ve yine de bir milyar sene bile kısa kalıyor bu durum­da. Kısa bir ömrün sonsuzluğu kazanmaya vesile olacağını bi­len insanlar, hayırların peşinden koşuyorlar.

Özellikle biz inananlar, bu kısacık ömrümüzde yaptıkları­mızla sonsuz cenneti satın alma mücadelesi veriyoruz.

Bunu gerçekten istiyorsak yılları değil de, günlerin ve saatlerimizin, hattâ saniyelerimizin hesabını iyi tutmamız gerekiyor. Ömür sermayemizle âhiretlik alış verişler yaptığımıza göre, sonsuz cennete aday olmak anlamında şu an burada yaptıklarımızın neler olduğunu iyi gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunun için de geçmişe fazla takılı kalmayıp, yarını da fazla düşünmeyip, bugünü güzel eylemenin yollarını aramalıyız. Unutmayalım ki geçmişimizden faydalanmanın tek yolu, geçmişteki hatalarımızı dürüstçe belirlemek, ibret almak ve unutmaktır.

Dale Carnagie şöyle diyor: “Geçmişi dışarıda bırakın. Aptallara ölüm toprağının yolunu gösteren dünleri dışarıda bırakın. Yarının yükü dünküne ilave edilerek bugüne taşınırsa, en kuvvetli insanlar bile sendeler. Geleceğin, istikbalin kapılarını da sım sı­kı kapayarak dışarda bırakın. İstikbâl bugündür. Yarın yoktur. İnsanın kurtuluş günü şimdidir. Kuvvetin israfı, ruhi yeis, asabî üzüntüler, geleceğini merak eden insanların ayaklarına dola­şır.”

 

Elbetteki yarınlarımız hakkında belli plânlarımız, programla­rımız olacaktır. Bir idealimiz, belirlediğimiz bir hedef ve o he­defe ulaşmaya çalışma mücadelemiz olacaktır. Bu anlamda ya­rını düşüneceğiz. Plân yapacağız, hazırlanacağız, ama merak et­meyeceğiz. Bizlere gerisini merak etme yetkisi verilmiyor. Çün­kü, biz elimizden geleni yaptıktan sonra, tüm imkânlarımızı se­ferber ettikten sonra tevekkül devreye girmeli. Gerisini Allah’a havale edip, yükümüzü sırtımızdan indirmeliyiz.

Kendi acziyetimizle ağır yükleri yüklenmeye tahammül ede­meyiz. Bir gemide gittiğinizi düşünün. Sırtınızda da valiziniz, kocaman çantanız var. Gemi de giderken o çantayı sırtımızda taşımak, boşuna yorulmak ne abes ve düşüncesizliktir. Görmü­yor musunuz? Bohçacı kadınlar bile gemide, otobüste giderken bohçalarını yere bırakıyorlar. Bu dünya da bir gemiden ya da bir otobüsten farksız değil. Sonsuz kudrete yükümüzü havale edelim, Ona bırakalım. Sonucu da ne olursa olsun gönül rahat­lığıyla, “hayırlısı” deyip kabul ederiz. Yani, tevekkülü hiçbir zaman hayatımızın anlarından uzak tutmayalım.

Dale Carnagie’nin bir de şu söylediklerine hak vermemek mümkün değil: “İnsan fıtratı hakkında bildiğim en acıklı şey­lerden biri, her birimizin yaşamaktan uzaklaşmaya pek istekli olduğumuzdur. Pencerelerimizin karşısında bugün açan güller­den zevk alacağımız yerde, hepimiz ufkun ötesinde, tılsımlı bir gül bahçesi hayal etmekteyiz. Niçin böyle acınacak kadar şahsi­yetsiz oluyoruz?”

Aslında bu yazar, aza kanaat etmekten bahsediyor bilmeden. Elimizdekilerin kıymetini bilip şükretmek yerine, olmayanları düşünüp üzülmeyi tercih ediyoruz. O halde tevekkülle birlikte kanaat etmek, elimizdekilerle yetinmek de bizler için çok önem­lidir. Olmayanları düşünmek, elimizdekileri azımsamaya, kü­çük görmeye ve elimizde olmayanlara Özlem duyup günümüzü mahvetmeye yol açıyor. Ayrıca, kavuştuğumuz en küçük bir nimete bile şükretmekten uzak olmamalıyız.

Çünkü o kavuştuğumuz şeyler bize göre küçük olabilir, aslın­da büyük olan nimet olmasaydı daha kötü olacaktı.

Bir nefes al­mak bizce çok basit ve gayet sıradan bir hal almışken, onun ol­mayışını düşünürsek bunu daha iyi anlarız. Sevinecek çok şeyi­miz var, ama farkında olmadığımız için üzülüyor, hep kaybetti­ğimizi, hiçbir şeyimizin olmadığını düşünüyoruz. Bugün, yal­nızca bugün bize verilen nimetleri düşünürsek mutlu olmamak mümkün değil. Üstelik bugünün de verilmiş olması, hâlâ yaşı­yor olmamız ve önümüzde hâla bir fırsatın olması ne büyük bir nimet. O halde bugünü de kaçırmadan yakalamalı ve değerlen­dirmenin çaresine bakmalıyız.

Bir de niçin fırsatları habire kaçırdığımızı düşünelim?

Başta, verilen bugünün farkında olmuyoruz. Sıradan, herhangi bir gün olarak düşünüp, yaşıyoruz. Ama vakti yakalayamayışımızın bir nedeni de ertelemelerimizdir. Şimdi yapmak yerine, son­raya gönderiyoruz. Biraz sonra, en iyisi yarın, yok en iyisi önümüzdeki günlerde deyiveriyoruz. Kısacası sonraki günlerin gelip geçişini oturup seyretmenin yolarını arıyor ve pekçok ba­haneler ve kandırmacalar ileri sürerek yapacağımız güzel bir şeyi yapmıyoruz. Tembellik de böylece özel hobimiz ve başlıca görevimiz halini alıyor.

Stepnen Likok der ki: “Bizim hayat düzenimiz ne gariptir.” Küçük çocuk, “büyük çocuk olduğum zaman”der. Büyük ço­cuk,   “büyüdüğüm   zaman” der.   Büyüyünce “evlendiğim   zaman” der. Evlenince ne olacak? Şu yolda düşünecek, “işten çe­kildiğim zaman, emekli olduğum zaman“işten çekildiği emekli olduğu zaman gelince döner, geçtiği yola bakar, güya o yolun üzerinde soğuk bir rüzgâr esiyor gibi­dir. Hiçbir şeyden istifade edememiş, hepsi geçmiştir.

Hayat yaşadığımız andadır. Her günün, bünyesindedir. Fakat bunu çok geç öğreniyoruz.

 

Yazıda geçen ertelemeler, hep bir ilerisine işi havale etmeler, bize Peygamberimizin (a.s.m.) bir hadisini hatırlatıyor: “Yarın yaparım, yarın yaparım diyen, helak oldu.”

 

O halde helak olmamak için, “bugün yaparım, şimdi yapıyo­rum” deyip, yapmamız gerekiyor. Madem ki geçen günü durduramıyoruz, bari geçip giderken bizden çok şeyler alıp gitme­sine izin vermeyelim. Asıl biz ondan alabileceğimiz kadarını alalım da zarardan kurtulalım. Yarın için hazırlanmanın en iyi yolu bütün şevkimizi, verimimizi bugünün işini en güzel şekil­de yapmak için kullanmak gerekiyor. Gelecek için başka türlü hazırlanma yolumuz yoktur. Yarın yaparım, dedikçe, bitmeyen yarınlarda buluyoruz kendimizi ve hiç sonu gelmeyen yarınları yaşarken de, hiçbir şey yapamadığımızı ve gerçekleştiremediği­mizi görüyoruz. Bir de bakıyoruz yarınlar bitivermiş, son nefe­simizi dünyaya gönderip, âhiret yoluna revân olmuşuz.

Her yarını bugün yapıyor, düne atıyoruz. Bunun için bugü­nümüze verilen yarınları en verimli halde yaşayıp, düne verim­li yaşanmış yarınlar göndermek zorundayız. Üstelik düne gön­derdiklerimize göre değer kazanacağız.

“Ancak o insan mesuttur ki, bugüne sahip olur. içi rahat ola­rak diyebilir ki: Yarın ne olursa olsun, bugünü yaşadım.”

Verimli bir hayat elde etmek, bugünü verimli bir şekilde ya­şamaktan geçiyor. Bizim görevimiz, yapmamız gereken en doğ­ru davranışımız, yarınların tasalarını düşünmek değil, uzaktaki belirsiz şeyleri görmek değil, elimizdeki belli olanı yapmaktır. Yani, dikeni battığı yerden çıkarmalı, düştüğümüz yerden kalkmalı ve zarardan dönüp kârlara koşmalıyız. Çünkü, biz koşma­sak bile, zaman bizi de sürükleyip, koşup gidiyor. Her günü, her ânı verimli hale getirebilsek, ve o anları yakalayabilsek bir sorunumuz kalmazdı. Her anda herşey değiştiğine göre, her bir sanivede, yaşlılığa ve ölüme bir adım daha yaklaştığımıza göre, gelen günü yakalamaya mecburuz.

Heraclitus talebelerine şöyle dermiş: “Herşey değişir, yalnız, değişme kanunu değişmez. Ve, aynı nehre iki defa giremezsi­niz.”

 

Her an vücudumuzda milyonlarca hücre ölüp, yerine yenileri yaratılıyor. Her an bedenen bir değişim yaşadığımız gibi, ruh halimizde de her an değişim yaşıyoruz. Sevinç, öfke, üzüntü, merhamet gibi nefsî ya da ruhî hallere giriyoruz. Heraclitus’un sözünden sonra şöyle bir açıklaması var: “Aynı nehre iki defa giremezsiniz. Nehir her an değişir, içine giren adam da öyle. Hayat sonsuz bir değişmedir. Muhakkak olan ancak bugündür. Sonsuz değişiklik ve kararsızlık içinde perdelenmiş bir istikbâ­lin meselelerini halletmeye uğraşmakla, bugünü yaşamanın gü­zelliğini niçin bozmalı?”

Zaten sorun da bugünün güzelliğini elimizden geldiğince bozmamızdan kaynaklanıyor. Günü en güzel bir şekilde ya­şamayı bilmiyoruz, ama karamsarlıklarımızla yaşamadan boz­mayı çok iyi beceriyoruz. Geçmişe gönderdiğimiz dünler de bu­güne yaptıklarımız yüzünden hatalı ve üzücü oluyor. Bir yolda gidiyoruz. Elbetteki geri dönüp bıraktığımız izlere bakacağız.

Çünkü geriye, geçmişe bakmak, geleceğe daha iyi hazırlanmayı gerektirir. İyi mi gidiyoruz, hızlı mı gidiyoruz, ancak geride ka­lanlara bakarak anlarız. Ama karamsar olarak değil, umutla bakmalıyız. Şimdiye kadar iyi bir iz bırakamamış olmamız, Şimdiden sonra da kötü izler bırakmayı netice vermemeli. Bu­nun için geçmişten yalnızca ibret almak için bahsedelim. Yoksa dünlere benzetmek için değil…

Yapmamız gereken yığınla işlerimizi belirlemişsek, bunları önem sırasına göre dizmemiz gerekiyor. En önemlilerinde başlayalım. Birer birer ve belli bir düzen içinde yapalım. Aynen kum saatlerindeki kumların dar boğazdan birer birer  geçmeleri gibi görevlerimizi teker teker ve sırayla yerine getirip, günleri yakalamaya çalışalım.

Aynı anda iki işi birden yapmak yanlıştır. İkisi de yarım yamalak ve verimsiz olur. Yalnızca tek işi alıp bütün dikkatimiz  ve şevkimizle bitirene kadar yapalım. Başladığımız işi hiçbir zaman yarım bırakmayalım, başladığımızı bitirelim. İşlerimizi yapıp bitirdikten sonra da gerisini Allah’a havale edip, tevekkül edelim ve netice ne olursa olsun, hakkımızdaki en hayırlı netice olacağından gelene rıza gösterelim.

En önemlisi de yaptıktan sonra, neticeyi fazlaca merak etme­yelim. Nasıl mı? İşte bir amiralin şu sözlerinde göreceğiz bunu:

“En iyi erlere, en iyi teçhizatı verdim. Bana en iyi görünen ta­limatı verdim. Elimden başka şey gelmez. Bir gemi batarsa tek­rar yüzdüremem. Batacaksa tutamam. Dünkü işler için üzülmektense, yarının meseleleriyle uğraşır, vaktimi çok daha iyi kullanmış olurum.”

Demek ki plan yapıp uygulamaya geçeceğiz ama merak et­meyeceğiz. Görevimizi yapıp Allah’a tevekkül edeceğiz.

O halde bizler de gönlümüzü, duygularımızı tam teçhizat do­natıp nefsimize karşı taarruza geçelim. Dünkü verimsizlikleri­mizi, batan gemilerimizi bir kenara atalım ve bundan sonra da­ha verimli bir insan olmanın yollarını arayalım. Ve hayatımızda çok önemli olan şu üç maddeyi unutmayalım:

1.  içinde bulunduğumuz bu an

 

2.  Bu anda yaptığımız iş

 

3.  Bu anda birlikte olduğumuz kişi

Bu üç önemli maddeyi günlerimizi ve saatlerimizi, hatta anlarımızı yakalamak ve verimli kılmak için dikkate alalım.


 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]