EMANET
İnanan insan için ne kıymetli, ne eşsiz bir sözdür değil mi “Allah’a emanet ol!”
Anadolu insanı, öteden beri bu kelamı bir dua gibi hep kullanmaz mı? Eşini, çocuğunu, kardeşini, anne-babasını kısacası en sevdiği kişileri veya dost-akrabasını yolculuğa uğurlarken her zaman bunu söylemez mi? Çünkü bilir ki emanet edilecek en yüce varlık O’dur.
Günümüzde, bazıları bu lafz-ı kudsiyi -bilerek veya bilmeyerek- öyle farklı bir biçimde kullanıyorlar ki, Müslüman bir insanın yüreği sızlıyor. Bakımsız bir bina veya kurum için veya güvenliği sağlanmamış bir yer veya olay nedeniyle:
“Bak işte hiçbir tedbir almamışlar, hiç iyi bakamıyorlar, Allah’a emanet, işimiz Allah’a kaldı (haşa) başıboş bırakmışlar” şeklinde tabirler kullanıyorlar. Tabi ki “Sen tedbirini al, takdir Allah’ındır” demeliyiz. Ama Allah’a emanet sözünün bu kadar (haşa) küçümser tarzda, hatta “korunmasız” kelimesiyle neredeyse eşanlamlı kullanılması bir Müslüman olarak inanın çok zoruma gidiyor.
Kıyâme suresi 36. ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”
“Allah’a emanet ol” diyerek zaten emaneti sahibine teslim etmiş olmuyor muyuz?
Yine bir âyet-i kerimede:
“(Babaları) ‘Daha önce (Bünyamin’in) kardeşini (Yusuf’u) size emanet ettiğim gibi, şimdi onu (Bünyamin’i) emanet eder miyim? Ben onu Allah’a emanet ediyorum, Allah en iyi koruyandır, O merhametlilerin merhametlisidir’ dedi.” (Yusuf, 64)
Bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Vedalaşırken, birbirinizden ayrılırken, ‘Seni, emanetleri zayi etmeyen Allah’a emanet ediyorum’ deyin.” (İbn Mace)
Emanet konusuna başka bir açıdan bakarsak; varlığın yaratıcısı ve sahibi “O” değil mi? Küçücük bir hücreden koca kâinata kadar yaratılan her şey Yüce Yaratıcının bir emaneti değil mi? İnsan şöyle biraz tefekkür etse; vücudumuz, çevremizdeki canlı cansız her şey bize emanet olarak yaratılmamış mı? Kudreti sonsuz tarafından bize bahşedilen türlü türlü güzellikteki nimetler helalinden olmak üzere istifademize sunulmamış mı?
Muhteşem bir dizayn ile bize bahşedilmiş şu vücudumuz Rabbimizden bize emanet değil midir? Kısaca özetlersek:
1. Sinir sistemi: Duyuların alınması, algılanması ve tepki verilmesinden sorumlu sistemdir. Sinir sistemi organları;
Beyin: Vücudu kontrol eden bilinç sistemidir.
Soğanilik: Dolaşım ve solunum sistemini kontrol eder.
Omurilik: Genellikle kas, deri ve iç organlarda görevini yürütür.
2. Solunum sistemi: Kişinin yaşamı için gerekli oksijeni sağlayan sistemdir. Havadaki oksijeni alıp kanda bulunan karbonmonoksitle yer değiştirmesini sağlar. Solunum sistemi organları; ağız, burun, yutak, gırtlak, soluk borusu, akciğerler.
3. Sindirim sistemi: Organizmanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan gıdaların alınması, parçalanması, öğütülmesi, sindirilmesi ve artıkların dışarı atılması işlemlerinden sorumlu sistemdir.
Sindirim sistemi organları; ağız, diş, dil, tükürük bezleri, yutak, yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsaklar ve anüsten oluşur. Karaciğer, pankreas ve safra kesesinin sindirime yardımcı rolleri vardır.
4. Dolaşım sistemi: Kalp, kan ve damarlardan ( atar, toplar ve kılcal damarlar) oluşur. Sistemin merkezi kalptir.
Kalp: 4 odacıktan meydana gelir, üsttekiler kulakçık, alttakiler karıncıktır. Kalbin bir tarafı temiz, diğer tarafı kirli kanı barındırır.
Atardamar: Kalbin pompaladığı temiz kanı vücuda dağıtır.
Toplardamar: Kanı dokulardaki kılcal damarlardan alarak kalbe getirir. Taşıdıkları kan kirli kandır.
Kılcal Damarlar: Atardamarların en ince dallarıdır.
5. Hareket sistemi: Kemik, kas ve eklemler hareket sistemini oluşturan doku ve organlardır.
Görüldüğü gibi; Yüce Yaratıcı, insana yaşamını idame ettirebilmesi için, en ince detayına kadar düşünülmüş bir organizma emanet etmiştir. Bize düşen bu emanete sahip çıkıp, şükretmek, hamd etmek değil mi?
Ayrıca, insana daha nice nice güzellikte emanetler bahşedilmiştir. Gençlik emaneti, zaman emaneti, sağlık emaneti gibi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz aleyhissalâtü vesselâmın amcazâdesi, habru’l-ümme (ümmetin âlimi) Hz. Abdullah b. Abbas (r.a), İki Cihan güneşi Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Beş şey gelmeden evvel şu beş şeyi ganimet bilip değerlendir: İhtiyarlık gelip çatmadan evvel gençliğin, hastalıktan evvel sıhhatin, fakir düşmeden evvel varlıklı olmanın, meşguliyetten evvel boş zamanın ve ölüm gelmeden evvel hayatın kıymetini bil, bunların hakkını ver!” (Hâkim, Müstedrek)
İnsan gıybet etmeyerek, yalan söylemeyip gerektiği yerde konuşarak dil emanetini; harama bakmayıp göz emanetini korumuş oluyor. Bunun gibi diğer bütün azalarını, Yaradan’ın emirleri ve Rasûlü’nün sünnetine göre kullanırsa inşallah hem dünyasını hem de âhiretini mamur edecektir.
Bu nurlu yolda rehberimiz, vefa Sultanı, emanet hususunda da ümmetine “rehber” olmuştur. Devrinin firavunu Ebû Cehil başta olmak üzere bütün müşriklerce “Muhammedü’l-Emin” olarak taçlandırılmıştı. Hatta çok sevdiği Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret etmeden önce, müşriklerce kendisine emanet edilen malları sahiplerine teslim etmesi için Hz. Ali’ye (k.v) emir vermişti. Ne garip değil mi? O’na o kadar kötülük edip düşmanlık ediyorlar ama kıymetli mallarını emanet edecek kadar güveniyorlar.
Ey kutlu Nebi! Bu âhir zamanda sana ve senin o güzel ahlakından örneklerle hayatımızı biçimlendirmeye ne kadar muhtacız. Allah şahidim olsun:
“Seni çok seviyoruz!”
Son olarak; tekrar görüşmek istediğiniz birinin yanından ayrılırken, onu uğurlarken “hoşça kal” yerine “Allah’a emanet ol” demek daha iyidir. Hem emanet edebileceğiniz en yüce ve en güvenilir makama emanet edersiniz hem de o kişiyi görebilirsiniz. Çünkü Allah, emaneti en iyi koruyan ve gözetendir. Kim ki birinin yanından ayrılırken o kişiyi Allah’a emanet ederse onu görmeden ölmezmiş. Bu yüzden sevdiklerinizi Yüce Yaratıcıya emanet edin.