* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Dünya hayatı Bir İmtihandır  (Okunma sayısı 272 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Dünya hayatı Bir İmtihandır
« : Temmuz 21, 2020, 08:16:03 ÖÖ »
Dünya hayatı Bir İmtihandır

Sadece Allah'a kulluk yapmak için yaratılan insan, bu kulluğu yerine getirip getirmediğini tespit için imtihana tâbi tutulmuştur. Dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu, dünyayı ve insanları yoktan var eden Yüce Rabbimiz şöyle ifade etmektedir:

“O (Allah) hanginizin amel (iş) bakımından daha güzel olduğu hususunda sizi imtihan etmek için Arş’ı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde yaratandır.” [1]

“O hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” [2]

“Biz insanların hangisinin daha güzel amel işleyeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi, dünyanın kendisine mahsus bir ziynet, süs yaptık.” [3]

Âyetlerden de açıkça görüldüğü gibi, dünya hayatı insanlar için bir imtihandan ibarettir. İnsanlar bu geçici dünyada sadece ve sadece imtihan için var olduğunu anlamalıdır.

Her insan imtihanla dolu bir ömür geçirdiğini, mutluluğun, huzurun, dünya ve âhiret saâdetinin, tâbi tutulduğu bu imtihanları başarmaya bağlı olduğunu iyi bir şekilde anlamalıdır. Rabbimiz insanlara verdiği her şeyden hesaba çekeceğini bildirmektedir.

“Nihâyet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden hesaba çekileceksiniz.” [4] Rabbimiz Allah verdiği nimetlerden dolayı âhirette sorguya çekeceğini açıkça beyan etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

 “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz:

Ömrünü nerede, ne şekilde harcadığından,

İlminden, onunla amel edip etmediğinden,

Malını nerede kazandığından,

Malını nereye harcadığından,

Vücudunu, sıhhatini nerede ve ne sûrette yıprattığından.” [5]

a) Ömrünü nerede, ne şekilde tükettiğinden sorulacak: Ölene kadar nasıl yaşamış, Allah ve Resûlü’nün gösterdiği yoldan giderek mi, İslâm’ın emir ve yasaklarına, tâlimatlarına uyarak mı, yoksa şeytanın, şeytan dostlarının ve hevâ ve hevesinin, arzularının istediği gibi bir hayat mı yaşamış?

İslâmî yaşam biçimine karşı çıkanları dost mu edinmiş, zevke, keyfe, gayr-i meşrû olan işlere götüren dünya ve âhiret saâdetine mâni olan İslâm dışı anlayışların, yaşayışların savunucusu mu olmuştur? İnsanlara dünya ve âhirette fayda sağlayacak İslâm’a uygun bir yol mu takip etmiş, yoksa insanlara dünya ve âhirette zarar verecek olan bâtıl bir yol mu takip etmiş; bunlardan âhirette sorulacaktır.

“Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse (gösterdiği yoldan giderse) Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa onu acı bir azaba uğratır.” [6] buyrulmaktadır.

b) İlminden sorulacak: “İlim öğrenmek her müslümana farzdır.” [7] 

İmam Burhanettin Ez-Zernuci bu hususta şunları belirtir:

“Bil ki, her ilmi elde etmek her müslüman üzerine farz değildir. Her müslüman üzerine ilmihal bilgisini elde etmek farzdır. Hangi durumda olursa olsun, bulunduğu halde meydana gelen işlerle ilgili bilgileri edinmek her müslümana farzdır.”[8]               

Hanefî fukahâsına göre farz-ı ayın ilimler, genel olarak şu beş sınıfta toplanmıştır:

1- İtikada ait bilgiler: İnanılması zaruri olan hususlar, kelime-i şehadetin şümulü, insanı küfre düşüren sözler (elfaz-ı küfür) ve itikadlar; Bid’at ve hurâfeler.

2- İbadete ait hükümler: Her müslümanın namaz ve oruçla ilgili bilgileri öğrenmesi farz-ı ayndır. Zengin olanlar için zekât ve hac ile ilgili bilgiler ve diğer malî ibadetler farz-ı ayndır, fakirler için değildir.

3- Ahlâkî bilgiler: Dünya hayatının mâhiyeti ve müslümanların mesuliyetleri, haset, kibir, tevâzu, riyâ, ucub, helâl ve haram hudutları, ihlâsla ilgili bilgiler.

Müslümanların birbiri ile münasebetlerinde muhtaç oldukları bilgiler.

İnsanın rızkını temin hususunda seçtiği meslekle ilgili bilgileri öğrenmek. [9] Ve Müslüman, öğrendiği İslâm’ın da gereğini uygulamalı, yapmalı ve öğrendiğini öğretmeli, insanlara tebliğ etmelidir.

c) Malını nereden kazandığı sorulacak: Bu malı, mülkü nasıl elde ettin, bu paraları helâl yoldan mı kazandın, yoksa haram olan işler yaparak mı? Meselâ, dükkânında içki ve müstehcen gazete, dergi satarak mı, kahvede kumar oynatarak veya oynayarak mı, veya şans oyunlarından loto, toto, piyango ve at yarışlarından mı? Kısaca kazanılan para helâl yoldan mı, haram yoldan mı kazanıldığı sorulacaktır. Eğer helâl yoldan kazandıysa ne mutlu ona! Eğer haram yoldan kazandıysa tâbiî ki bunun  da hesabı sorulacaktır.

d) Malını nereye harcadığından sorulacak: Kazanılacak paranın önce helâl olması gerekiyor ve helâl parayı da helâl olan, meşrû işlerde kullanmalıdır. Aksi halde kazanılan para haram olan işlerde kullanılırsa, meselâ içki, kumar, zina, faiz, israf vs. bu şekilde câiz olmayan işlere de kullanılırsa tâbiî ki, hesabı sorulacaktır ve bunlar cezayı gerektiren işlerdir.

e) Vücudundan sorulacak: “Sıhhatini nerede, nasıl yıprattın, ölene kadar ne işler yaparak zamanını geçirdin? İyi işler, doğru işler yaprak mı veyahut zamanını, sıhhatini kahvelerde, birahenelerde, gazinoda, pavyonda, plajlarda, zinahanelerde, televizyon karşısında günah olan müstehcen filmler, programlar ve boş, haram olan işler yaparak mı? Zamanını, sıhhatini bu yollarda mı tükettin?” diye hesabı sorulacak. Kısaca izah etmek gerekirse, dünyada yaptığımız bütün her şeyin hesabı sorulacak. Rabbimiz Allah bu gerçeği bizlere apaçık bir şekilde Kur'an-ı Kerim’de bildiriyor:

“Ve siz, mutlaka (dünyada) yaptığınız şeylerden sorumlu tutulacaksınız” [10] buyuruyor.

Buna göre; yapacağımız işler iyi, doğru, câiz ise yapmalı, eğer yanlış, haram, doğru olmayan işler ise kesinlikle yanaşmamalı, uzak durmalıyız. Eğer kendimizi düşünüyorsak, bunlardan dolayı âhiret hayatında ceza görüp zor duruma düşmek istemiyorsak yapacağımız işlere dikkat etmeliyiz, imtihanda olduğumuzu unutmamalıyız.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlar (yalnız) inandık, iman ettik demeleriyle bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?” [11]

 “İman ettik, inandk, biz de müslümanız, kalbim temiz!” demekle iş bitmediğini Rabbimiz bildiriyor. İmanın, inanmanın gereği ne ise yapılmalıdır. Aksi halde “inandık” demekle kurtulmak mümkün olmadığını anlamalıyız.

“Andolsun, biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette doğru olanları bilir, elbette yalancı olanları da bilir.” [12]

Rabbimiz Allah’ın doğru işler yapanlarla yapmayanları, kendisine kulluk görevlerini yapmaya çalışanlarla çalışmayanları imtihana tâbi tutarak ortaya çıkacağını anlamalıdır. Kendisinin imtihana tâbi olduğunu anlaması gerektiği gibi, başkalarına da bu gerçekleri duyurarak o kişilerin de Allah'a iyi bir kulluk yapması için gereken ilgi, alâka ve yardımı yapmalıdır. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“İyilik etmek, fenalıktan (kötülükten) sakınmak husunuda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın, Allaht’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası çok çetin olandır.” [13]

İyi, doğru, faydalı işlerde ve Allah'a iyi kulluk yapılması için birbirimize yardımcı olmalı, kötü, yanlış. Bâtıl olan işlerde yardımcı olmaması, katkıda bulunulmaması gerektiğini Rabbimiz bildirmektedir. Şeytanın dostları  kendileri Allah'a kullugğu terk ettiklerinden, kendi hevâ ve heveslerine bâtıl arzularına kulluk yaptıkları için yaptığı işler de  hakk’a değil, bâtıla dayanmaktadır. 

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Kötü işler yapanlar bizden kaçabileceklinin (kurtulabileceklerini) mi sandılar? Ne kadar kötü (ve yanlış) hüküm veriyorlar (düşünüyorlar)?!” [14]

“Küfre sapıp da (insanları) Allah yolundan (Allah'a kulluktan) alıkoyanlara, Biz işledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azap üstüne azap ilâve ettik” [15] buyrulmaktadır.

“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber) Sabırlı davrananları müjdele.” [16] Burada sayılan imtihan konuları hayatın gerçeklerirdir. Bu anlamda bu sınavlar insanlığın kaderidir. Fakat bunlara dûçar olmak, toplumsal, siyasal, ekonomik ve bu birtakım insanî nedenlere dayanır. Âyetin ortaya koyduğu gerçek, bu sınavın, karşılaşılan bütün bu durumlarda doğruyu ve ahlâkî olanı seçerek kazanılacağıdır. [17]

“İşte o sabredenler, kendilerine musibet (üzücü olay) geldiği zaman; ‘biz Allah için varız ve biz sonunda O’na döneceğiz’ derler.” [18]

Müslim’in Sahihinde Ümmü Seleme’den rivâyet edilir ki, o şöyle demiş: Ben Resulullan (s.a.s.)’in şöyle dediğini duydum:

“Hangi kula bir musibet isabet eder ve o, ‘innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn; [19]

Allah’ım, bu musibetimden dolayı beni mükâfatlandır, bana ondan daha iyi bir sonuç çıkar’ derse, muhakkak bu musibetinden dolayı onu mükâfatlandıır ve ondan daha hayırlı bir sonuç bahşeder.”

Ümmü Seleme dedi ki: Ebu Seleme vefat edince, ben Resulullah (s.a.s.)’in bana buyurduğu gibi söyledim. Bunun üzerine Allah bana Ebu Seleme’den daha hayırlı birisini, Allah’ın Resulunu verdi.” [20] 

İmam Ahmed İbn Hanbel der ki:

“Bize Yezid; Hüseyin İbn Ali’den nakletti ki:

“Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuş: 

“Müslüman bir erkek veya müslüman bir kadın bir musibete dûçar olur da onu hatırlarsa -aradan ne kadar süre geçmiş olursa olsun- der ki geçmişte de olsa bunun için yeniden ‘innâ lillâh ve innâ ileyihi râciûn’ derse, Allah Teâlâ onun mükâfatını yeniler ve tıpkı o musibete dûçar olduğu günkü kadar ecir ve mükâfat verir.” İmam Ahmed b. Hanbel der ki; bana Yahya İbn İshak; Ebu Sinan’dan nakletti ki, o şöyle demiş; “Ben çocuklarımdan birini defnetmiştim. Kabirde iken elimi Ebû Talha tuttu ve beni mezarlıktan dışarı götürerek dedi ki;

“Sana bir müjde vereyim mi?” ben “evet” dedim, Ebû Talha dedi ki;

“Ebû Musa’dan nakletti ki, o Resulullah (s.a.s.)’in şöyle dediğini söylemiş;

“Allah Teâlâ buyuruyor ki; ‘Ey ölüm meleği, sen kulumun çocuğunun ruhunu aldın mı? Gözünün bebeğini, kalbinin meyvesini kopardın mı?’ Ölüm meleği  (Azrâil) ‘evet’ deyince, Allah Teâlâ; ‘kulum ne dedi?’ buyurur. Melek, ‘Sana hamd etti ve tekrar sana döneceğini, innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn diyerek bildirdi.’ Allah Teâlâ; ‘Öyleyse onun için Cennette bir köşk yap ve o köşke beytül hamd (hamd evi) adını ver!’ buyurmuştur.” [21]

Müslüman, sâlih, İslâm’a tâbi olmuş şahsiyetlerin yapacakları işler İslâmî ölçülere göredir. Dolayısıyla sevindirici veya üzücü bir olay karşısında nasıl ve ne şekilde davranacağını bilirler ve ona uygun hareket etmeye özen gösterirler.

Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde şöyle bildirmiştir:

“Mü’minin hali hayrete değer doğrusu, zira her bir iş onun için hayırlıdır. Bu meziyet sadece mü’mine hastır. Çünkü o nimete kavuşsa şükreder, bu ise onun için hayırlıdır. Musibete uğrasa sabreder, bu da onun için hayırlıdır.” [22] Mü’min bu şekilde davranmaya çalışmalıdır. İnsanlar dünya hayatına imtihan edilmek, Allah’a kulluk yapmak üzere gönderilmiş olduğundan, imtihan gereği başına birtakım üzücü olaylar gelebilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi “Biraz korku, açlık, mallardan canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber) Sen sabırlı davrananları müjdele!” Rabbimiz sınavı böyle bildirmektedir. Bu gibi haller mü’minlerin başına gelebilir.

Dünya hayatını imtihan yeri değil de, zevkli, keyifli ve eğlenceli ve sıkıntılardan uzak bir yer olarak görenler,  sıkıntılarla karşılaştıklarında çok şaşırırlar, bunalıma girerler. Başlarına gelen üzücü olayların tesadüf eseri olduğunu zannederek aşırı bir şekilde, çok üzülürler.

Mü’minler için, varlık, yokluk, zenginlik, fakirlik, sıhhatlilik, sıhhatsizlik, hastalık, sakatlık, yakınlarının ölmesi gibi haller tesadüf eseri değil, imtihan gereğidir. Bunu böyle bilmek gerekir.

Mü’min kişilere düşen, iyi hallerinden dolayı şükürde bulunmak; üzücü olayler karşısında sabırlı olmak, her iki halin imtihan gereği olduğunu hatırlamaktır.

 Tâbiî ki, müslüman kişi, maddî ve mânevî durumunun iyi olması için gayret etmeli ve çok duâda bulunmalıdır. Rabbimiz Allah şöyle dua etmemizi buyuruyor:

Namaz kıldığımızda selâm vermeden önce okuduğumuz dualarda;

“Rabbenâ atinâ fid- dünya haseneten ve fil âhireti haseneh ve kina azabe’n nâr” diyoruz.

Anlamı:”Ey Rabbimiz bize dünyada da  âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru” [23] ve devamında şu duayı okuruz. “Rabbenağfirlî velivâlideyye velilmü’minîne yevme yekûmu’l-hisâb.”

Anlamı: “Rabbimiz hesabın görüleceği gün” (âhirette) beni, anamı babamı ve mü’minleri bağışla.” [24]

Hem dünyada iyilikler, iyi işler, kendimize ve mü’min kardeşlerimize faydalı olacak olan imkânlar, hem de Allah’a büyük imtihanı kazanmak için iyi kulluk yapmayı ve âhirette cenneti kazanıp cehennemden korunmamız için gereken gayreti gösterip Allah’a çok çok dua etmemiz gerekmektedir.

Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’den Resulullah (s.a.s) in çok okuduğu dua şu dediği rivâyet olunmuştur:

(Yukarıda belirttiğimiz) Rabbena âtina ile başlayan (Bakara sûresinin 201) âyetinde geçen dua. Bu duanın Buhârî’deki izah bölümünde şöyle açıklanmıştır: Duadaki “haseneten” lafzı güzellik mânâsında olup insanın üzerinde tecelli eden nimet demektir. Âlimler âhiret güzelliğini cennetle tefsir etmekle beraber, dünya güzelliğini ilim, ibadet, sıhhat, mal, evlât, sâliha hanım vs. diye tefsir etmişlerdir. Bunların hepsi birer hasene, birer güzelliktir. Bu itibarla bu dua her zaman yapılmalıdır, okunması da kolaydır. [25]

Bir başka hadiste şöyle buyruluyor:

Ebû Hureyre (r.a.)’den nakledildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Tahammül edilmeyecek belâdan, insanı ölüme kadar sürükleyecek müşkilâta uğramaktan, (mala, cana, aileye taalluk eden) kazadan ve düşmanları sevindirecek bir kedere (zorluğa) düşmekten Allah Teâlâ’ya sığınırız.”  [26]

Bir başka hadiste de; Enes (r.a)’den rivâyete göre, Resulüllah  (s.a.s.) (ümmetine örnek için) şöyle dua ederdi: “Allah’ım! âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, bunaklık derecesinde ihtiyarlıktan, cimrilikten (bütün olumsuzluklardan), kabir azabından Sana sığınırım.” [27] Hadislerden de görüldüğü gibi her türlü kötülüklerden, görünür görünmez kazalardan belâlardan korunmak için Yüce Rabbimiz’e sığınmalıyız. Çok dua etmeliyiz.

“Ya Rabbi, bizim için ne hayırlı ise onu nasip et. Bizim için ne hayırsızsa ondan bizleri uzak et” diye çok çok dua etmeliyiz.

Resulullah(s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Dua ibadettir.” Sonra şu âyeti okumuştur: “Rabbimiz, Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim. Bana ibadet etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir” .[28] 

“Dua mü’minin silâhı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.” [29] 

“Dua, gelmiş olan musibet için de, henüz gelmemiş olan musibet için de faydalıdır. Dua belâyı def eder.” [30]

Hadis-i şeriflerde görüldüğü gibi ‘dua’ maddî ve mânevî huzur ve mutluluğa ulaşmaya ve maddî-mânevî olumsuzluklardan korunmaya sebep olmaktadır. Dolayısıyla iyi ve güzel şeylere sahip olmak ve kazalardan belâlardan, üzücü olaylardan korunmak için çok çok dua etmeliyiz. [31]

Dünya Hayatının Gerçeği
 
Dünya hayatı bütün insanların bildiği gibi geçici bir hayattır. Geçici olduğunu zaman zaman herkes dile getirmektedir. Meselâ, “üç günlük dünya, ölümlü dünya, fâni dünya, gelip geçici dünya” diyerek dünya hayatının geçiciliğini dile getirmiş oluyorlar.

 Fakat bu gerçeği yanlış yorumlayan insanların sayısı çok olmakla birlikte, hatta bazıları alaylı bir şekilde dile getirmekteler. “Hayat kısa, dünyaya bir kere geldik, yaşamaya bak, ye iç, gül, oyna, hayatını yaşa, hayatın tadını çıkar, zevkini, keyfini düşün, gerisine boş ver, dünyaya bir daha mı geleceğiz? Kafana göre, zevkine göre yaşarsan o kârdır”diyorlar. Tabiî ki, zevklerine, keyiflerine ulaşmak için yapılan yanlışlıklar, haksızlıklar, hırsızlıklar ve ahlâksızlıklar onlar için kâr mıdır, zarar mıdır? Elbette bu yaptıkları yanlışlıkların, günahların, haramların karşılığını göreceklerdir.

“Onlar dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Âhiretten ise, onlar tamamen gâfildir (habersizdir).” [32]

Dünya hayatının gerçeğini kavramadıklarından ötürü âhiret hayatını düşünmez olmuşlar.

“Şu insanlar, çabucak geçen dünyayı seviyorlar da, önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” [33]

Dünya hayatının imtihan yeri olduğunu, bu dünyada yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi, iyi şeyler, doğru işler yapıldığında mükâfat; yanlış, kötü, doğru olmayan işler yapıldığında âhirette cezasını göreceğini düşünmeyen ve düşüncesini dünya yaşamına sevk eden kişilere Rabbimizin beyanı şöyle:

“Sizler dünya hayatını (yaşamını) tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret (hayatı) daha iyi ve daha kalıcıdır devamlıdır).” [34]

Dünya hayatı kalıcı, devamlı olmadığına göre, bu câhilce, sorumsuzca yaşam niye? Kalıcı olan, devamlı olan âhiret hayatına hazırlanmayı, ona göre hareket etmeyi bırakıp, geçici olan bu dünyanın zevkine, keyfine kendini kaptıran kişilere acımamak elde değil.

Günümüzde zevkine, keyfine göre yaşayanlar, yazın tatil yapmak için gittikleri, tatil beldelerinde, plajlarda, erkek-kadın karışık, üstsüz, açık, saçık hepsi bir arada, hayatımızı yaşıyoruz diyerek, gündüz denizde, geceleri diskotek, bar, pavyon vs. yerlerde eğlenerek vakit geçirmektedirler. Tatil süreleri bitene kadar bu şekilde devam ederler. Evlerine dönünce tanıdıkları “bu tatil neredeydiniz?” diye sorduklarında, onlar da gururlanarak “Bodrum’da, Marmaris’te vs. yerlerde” diyerek sanki çok iyi, faydalı bir şey yapmışlar gibi “bir dahaki tatilimizde şuraya, buraya gideceğiz” gibi sözler ederler. Kışın ayrı eğlence, yazın ayrı, gece ayrı, gündüz ayrı, helâli, haramı düşünmeden, zevklerine, keyiflerine göre yaşayarak, bunu en güzel yaşam biçimi sanarak, hayatlarını böyle devam ettirmektedirler. Rabbimiz Allah şöyle beyan etmektedir:

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. (Asıl hayat, dünya hayatı değil) âhiret hayatı; işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi!” [35] Asıl hayat dünya hayatı olsaydı, insanlar dünyaya imtihan için değil, zevk, sefa sürmek için gelseydi,  dünyada yaptıklarından dolayı âhirette sorgu-sual olmasaydı, yapılan kötü işler yapanların yanına kâr kalsaydı, dünya hayatından başka âhiret hayatı, cennet-cehennem olmamış olsa idi, sorumsuzca, bâtıl bir hayat yaşamış olması yadırganmazdı. Fakat böyle olmadığına göre, dünyaya Allah’a kulluk için Allah’n emrettiğini yapıp yasak ettiklerinden sakınmamız gerektiğine göre,  “(asıl hayat dünya hayatı değil) âhiret hayatı” olduğuna göre, dünya yaşamına kapılıp Allah’a kulluğu bırakmak akıl kârı değil, “keşke bilselerdi”  buyuruyor Rabbimiz.

Bu gerçekleri iyi bilmeli, iyi anlamalı ve iyi bir şekilde gereğini yapıp Allah’a iyi bir kul olma gayreti gösterilmelidir. Bundan başka çıkar yol yoktur. “De ki: Doğru yol, Allah’ın yoludur.” [36] Allah Teâlâ’nın emrettiği, Kur’an ve sünnetin gösterdiği doğru yol bırakılıp, şeytanî yollara gidilirse o yol insanları doğru yoldan çıkarır. Bâtıl, doğru olmayan yollara götürür. O yol da, insanları cehenneme götürür.

“Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir sürü gibidir. Öyle ki yer güzelliğini takınıp, süslendiği ve ahalisi de gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken, (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi onu kökünden biçilip, atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz âyetleri böyle birer birer açıklarız.” [37]

Bu misal, bu dünyadaki görünürde başarılarına bakıp âhiretlerini bütünüyle unutanlara bir uyarı anlamı taşır. Bu tipler ekinlerinin olgun ve bereketli olduğunu, onu biçebileceklerini ve hasat sonu mutlu olacaklarını zanneden toprak sahiplerine benzetilmiştir. Bu toprak sahipleri olgun ürünlerinin, yakında tadına bakabileceklerinden emin biçimde Allah’ın ürünlerini ve büyük umutlarını tahrip edici emrinin farkında değildirler. Tıpkı bunun gibi âhiret hayatı için hazırlık yapmayanlar bu dünya lezzetleri uğruna irtikâp ettiklerinin karşılığını öte dünyada bir felaket olarak bulacaklardır. Tıpkı hasadından emin olunan olgun ürünün, âniden bir felâkete dûçar oluvermesi gibi. [38]

Dünyada işleri iyi giden, parası, malı, mülkü olan kişi bunun devam edeceğini sanır. Mutlu bir yaşamı, âni bir şekilde işlerinin bozulup iflâs etmesi ile elindeki imkânlarının birden gitmesi o kişiyi ne kadar çok üzeceği mâlum ise, işte âni bir şekilde her an dünyadaki malı, mülkü, parası, arsası, kasası, işi, gücü, arabası, yatı, katı, villası artık neyi varsa onlardan her an ölümle ayrılması söz konusu olduğuna göre, bunlara çok önem verip  kazanırken veya malını daha fazla arttırmak için gayr-i meşrû  işler yaparak ‘çoğalsın da nasıl çoğalırsa çoğalsın’ anlayışı ve paraları yerken helâl-haram düşünmeden içki, kumar, zinâ, gazino, pavyon vs. yerlerde ve haksızlık, ahlâksızlık, zulüm yaparak zevkli keyifli yaşamı devam edeceğini sanır.

Bir ölümle sona erecek bu yaşantı âhirette başına belâ olacağını görecek, fakat iş işten geçmiş olacak ve âhirette yaptığı kötü işlerin cezasını çekecek.

“ O kötülükleri (günahları) işleyenler, ancak yaptıklarının cezasını görürler” [39] buyrulmaktadır.

 Dolayısıyla gerek fakir, gerek zengin, dünya zevkleri için Allah’a kulluğu bırakıp, mala, mülke, zevke, keyfe dalıp, bunlar bitmeyecekmiş sanıp nefsine, şeytana ve şeytanın yolundan gidenlere aldanıp kendine yazık etmeye değer mi? Öyle ise insan aklını kullanmalı, kendisine zarar verecek, cehenneme götürecek işler değil, kendisine fayda sağlayacak ve cennete götürecek işler yapmalıdır. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. (Allah’ın azâbından) korkup sakınanlar için, âhiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdiremeyecek misiniz?” [40]

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı!” [41]

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve  evlât çoğaltma(dır ve bunlar için) yarıştır. Tıpkı bir yağmura benzer ki, bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. (Mü’minler içinse) Allah’tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” [42] 

Yüce Rabbimiz dünya hayatının durumunu ve değersizliğini belirterek, dünya yaşamına aldanıp kendimizi kaptırarak, âhiret hayatı için hazırlanmayı ihmal etmememiz için bizleri uyarmaktadır. Allah’a kulluk yapmayı terk edip emrettiklerini yerine getirmeyenler, yasak ettiği şeylerden sakınmayan, hevâ ve hevesinin ve gayr-i meşrû isteklerinin peşine gidenler, bu dünya hayatını imtihan yeri olarak değil; zevk, keyif için, arzu ettikleri gibi yaşama yeri olarak görürler. Dünya yaşamını bu şekilde görenler, veya kendini dünyaya bu şekilde kaptıranlar, makam ve mevkileriyle, mallarıyla, mülkleriyle,  servetleriyle övünürler. Şu kadar malım, mülküm var, servetim var, son model  arabam var, lüks dairem var, şuyum var, buyum var diye bunlarla övünürler. Ve zaten övünmek için bu imkânlara sahip olmaya çalışırlar. Desinler ki:

“Şu kişiye bak, şuyu var, buyu var, bravo, akıllı adam, lüks rahat bir hayat yaşıyor!” O da bu sözlerden övünür, gururlanır. Mal ve mülk için daha çok uğraşır.

Başka ne için? Dünyadaki imkânlardan yararlanıp zevkli, keyifli yaşamak için de mala mülke sahip olmaya çalışırlar. Ve elinde ne imkân varsa bu tip insanlar onunla övünürler. Önce kendisi ile övünür “ben şunu yaptım bunu yaptım, şunu aldım, ucuz aldım, şunu sattım iyi yaptım; ben akıllıyım, beni kimse kandıramaz” vs. Kendisi ile övünür,  gururlanır. Sonra çocuğu ile övünür “benim çocuğum okuyor, teşekkür, takdir alıyor, çok akıllı, Lisede veya Üniversitede okuyor. Avukat, savcı, vali olacak.” Neticede övünmekte, gururlanmaktadırlar. Övünmek için bir şey bulurlar; kendisiyle, anası babası ile akrabası ile vs. övünerek gururlanarak yaşamlarını sürdürürler ve bu çok yanlıştır. Mü’min kişiler bu tür şeylerden (gururdan, kibirden) kaçınmalıdır.

Allah’a kulluk yapmayanlar başka şeylere kulluk yaparlar. Mala, mülke, şana şöhrete, kadına ve hevâ ve hevesle zevk içinde yaşamak için paraya kul köle olurlar.

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Resul-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Altına, gümüşe (paraya), elbiseye (mala mülke) kul olanlar helâk oldu; eğer bunlara mal verilirse hoşlanır, verilmezse hoşlanmaz.” [43] çünkü mal, mülk, zevk, keyif için yaşayanlar malı, parası oldumu çok sevinir, bunlar olmazsa çok üzülür, bunu elde etmek için elinden geleni yapar; helâli haramı düşünüp önemsemez, önemsediği tek şey paradır. “Para gelsin de nasıl gelirse gelsin” der. “Bunlara kul olanlar helâk oldu” buyuruyor peygamberimiz (s.a.s.). İnsanı helâka, perişanlığa götüren şeylerden sakınmalıyız. Mala, mülke, servete, nefse değil; Allah’a kul olmalı ve gereği ne ise yapmalıyız. Dünya ve âhirette huzur ve mutluluk ancak Allah’a iyi kul olmaya çalışmakla mümkündür. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Yeryüzünde  vuku  bulan  ve  sizin  başınıza gelen herhangi  bir musibet yoktur ki, Biz onu  yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Böylece elinizden çıkana (aşırı) üzülmeyiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle (imkânlarla) şımarmayiniz. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” [44]

Görüldüğü gibi Allah’n verdiği imkânlardan dolayı gururlanılmaması gerektiğini, elimizden çıkan imkânlardan dolayı da aşırı bir şekilde üzülmemek gerektiğini âyetten anlıyoruz. İnsanların dünya hayatı imtihandan ibarettir, mü’minler bunun bilincinde olmalıdır. Allah, mü’min kişilere nimetler, imkânlar verdiği zaman, ondan dolayı da çok şükretmeli, o imkânları en iyi şekilde değerlendirmelidir.

“ Onlar ki, mallarnı gece gündüz, gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”  [45]

 Mü’minler, Allah’n kendisine verdiği nimeti fakirlerle paylaşarak onları sevindirir, Allah yolunda harcar. İmkânlarından dolayı şımarmaz, kimseye hava atmaz, gururlanmaz, malıyla övünmez. “ benim şuyum var, buyum var” diye kimseye reklâm yapmaz. Hatta fakirlerin yanında “şunu aldım, bunu aldım, şunu alacağım” diye asla konuşmaz. Fakirlerin yanında alacaklarını, aldıklarını söyleyip onları imrendirecek, üzecek bir tavır sergilemez. Onlara nasıl hava atayım diye değil, nasıl yardım yapayım diye düşünür. Mü’minin tavrı budur ve böyle olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: Rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine (daha iyisini) verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” [46]

“Doğrusu mallarınız (elinizde olan tüm imkânlar) ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.

O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkup emirlerine uygun yaşayın (emir ve yasaklarını) dinleyin, itaat edin ve kendinize bir hayır olarak harcayın. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluşa ve saâdete erenlerin ta kendileridir.” [47]     

Mü’min kişinin ölçüsü bellidir; Kuran ve sünnettir ve o, bunlara göre hareket eder. Çünkü imtihanı kazanmaya çalışmaktadır. Ölçüsü Kur’an ve sünnet olmayan kişilerin ölçüsü hevâ ve hevestir. Ayrıca hevâ ve hevesleri peşinde gidenleri, bâtıl yolda olanları ölçü alır, örnek alır. “Onlar şöyle yaptı, ben de  yapayım” diyerek şeytanın  ve  dostlarının  yolundan gider. Tâbiî ki,  bu bâtıl yol onu cehenneme  götürür.

Bir hadiste Müstevrid b. Şeddad  (r.a.)’dan rivâyete göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Âhirete nazaran dünyanın değeri, ancak sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden aldığı suyu göz önüne getirsin.” [48]

Bu hadisten de anlaşıldığı gibi Peygamberimiz dünya hayatının âhiret hayatı yanında ne kadar az, ne kadar değersiz olduğunu vurguluyor.

Bazıları için sanki dünya hayatından başka yaşam yokmuş gibi, dünya yaşamına kendisini kaptırarak zevkler, keyifler içinde yaşamına devam eder. Geçici, fâni dünyanın câzibesine aldanıp Allah’a kulluğu terkederler. Bunun dünya ve âhiretteki zararını âyet ve hadisler bildirmektedir. Yine bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Bir şeye olan aşırı sevgin seni kör ve sağır yapar.”  [49]

İnsan bir şeye karşı aşırı sevgi duyarsa ondaki aşırı sevgi o şeydeki kusuru görmez, kendi yanlışlıklarını söyleyenleri de işitmez olur. Dünya sevgisi aşırı oldumu, o zaman hadiste belirtildiği gibi, bir şeye olan aşırı sevgi, tutku insanı sanki kör, sağır yapar. Buradaki kastedilen şu; “bir şeyi aşırı çok sevdimi, o şeyi, iyi mi, kötü mü, faydalı mı, zararlı mı olduğunu düşünemez.  Ona söylediğiz vakit:

“Bu yaptığın, gittiğin yol yanlış, vazgeç!” desen, sanki duymuyormuş gibi hiç aldırış etmez. Nasihat dinlemez.

Dünya yaşamını aşırı bir şekilde sevmek ve dünyaya bağlanmak da böyledir. Malı, mülkü, serveti, zevkli, keyifli yaşamı çok severse, helâlı, haramı, sevabı, günahı, câiz mi, değil mi düşünmez. Ona hatırlatıldığı zaman; “bu yaptıklarının yanlış, haram, vazgeç!” desen söylediklerini duymuyormuş gibi önemsemez. Çünkü dünya yaşamının câzibesine kendini kaptırmıştır. Ne yanlışı görür, ne doğruyu duyar. Kafasına göre hareket ederek yaşar. Sonu da hüsrandır. Yine bir hadiste Sehl b. Sa’d  (r.a). Anlatıyor: Rasûlullah  (s.a.s) şöyle buyurmuş: “Eğer dünya, Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar değer taşısaydı tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” [50]

 Dünya hayatının Allah katındaki değeri sivrisinek kanadı kadar değeri olmadığı hadisten anlaşılmaktadır. Eğer dünya çok değerli olsaydı kâfir olanlar dünya yaşamından istifade edemezdi, bir yudum su içemezdi, yaşamı biterdi. Günümüzde müşriklerin, kâfirlerin refah içinde, zevk, keyf içinde yaşamaları dünyanın gelip geçici olduğundan dünya hayatı cennet hayatına nazaran zerre kadar değeri olmadığından ötürüdür. Dünya hayatı imtihan icabı, herkes dünya hayatından, imkânlarından yararlanır. Âhirette ise, cennet nimetlerinden, imkânlarından sadece Allah’a iyi kulluk yapan mü’minler, imtihanı kazananlar istifade edecektir.

“Kim Allah’a ve peygamberine itaat ederse Allah onu zemininde ırmaklar akan cennetlere koyacaktır.  Orada devamlı kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur. Kim Allah’a ve peygamberine isyan eder ve (koyduğu) sınırları aşarsa Allah onu  devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun  için  alçaltıcı  bir  azap  vardır.” [51]

Bir hadiste Ebû Said el-Hudri,  Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etti:

“Dünya hayatı çekicidir. Şüphesiz Allah size dünyalık, yani servet ve mevki (imkân) verecek, nasıl amel edeceğinize de (hayra mı şerre mi sarfedeceğinize) bakacak, dünyaya aldanıp âhireti unutmaktan ve kadınlara uyup yolunuzu şaşırmaktan dikkatle sakının.” Nesâî’nin rivâyetinde şu ziyade vardır:

“Benden sonra erkekleri en çok şaşırtan, yoldan çıkarıp felâketlere sürükleyecek şey kadınlar olacaktır.” [52] Hadiste de görüldüğü gibi “dünya yaşamı tatlı ve çekicidir.” Bir de İslâmî prensipleri önemsemeyen kişilerin; yaşantıyı haktan ayrılarak, bâtıl olan işler yaparak daha fazla çekici, câzip hale getirerek şeytan bu şekilde insanları daha rahat aldatma imkânı buluyor.  Kim sayesinde? Şeytanın dostları sayesinde. Yukarıdaki hadiste “erkekleri en çok şaşırtan, yoldan çıkarıp, felâketlere sürükleyen şey kadınlar olacaktır” buyruluyor.

 Günümüzde İslâm’a aykırı uygulamalar, kadını o kadar câzip kılıp erkekleri baştan çıkaracak hale getirdi ki, bunun için her çeşit plan ve program yapmaktadırlar. Batılılaşma, özgürlük, kadın hakları diyerek kadını açıkça açtılar! Moda diye kadını çok câzip hale getirdiler. Bunun için sektörler oluştu. Bu işten para kazanıyorlar. Servetlerine servet katıyorlar, kadınları sömürüyorlar.

Giyim sektörü; kadınlar için câzip mini etekler, dekolte bluzler, transparan (vücudu gösteren) giysiler, daracık kot veya kumaş pantolonlar, deniz kıyafeti olarak da bikini, mayo ve ayrıca dantelli ve çok açık iç çamaşırları üretiyorlar; moda diye satışa sürüyorlar.

Mankenlik sektörü de, bu giysilerin kadınların ne kadar câzip hale getirdiklerini göstermek için özel kadın manken yetiştirerek podyumlarda bu giysileri sergiletiyorlar. Basında, tv’de yeni moda giysiler diye bütün insanlara gösteriyorlar, kadınları teşvik ediyorlar. ‘Siz de bunlardan giyin, çekici hale gelin’ demekteler. Devamlı bu giysilerden para kazanmak için modacılar yeni, değişik, farklı modeller, renkler ve desenler üretiyorlar. Satanlar moda diye satıyor, alanlar da moda diye alıyorlar. O açık giysileri giyip sokaklarda, gittikleri yarlerde kendi çekiciliklerini gösteriyorlar. Bir de kadın kuaför sektörü de devamlı saç modeli değiştiriyor. Daha güzel görünmek için kadınlar saç şekillerini devamlı değiştiriyorlar. Televizyonlarda da bunları gösteriyorlar. Güzellik salonları da sektör olarak çalışmakta. Kadınlara estetik ameliyatlar, silikonlar vs. yaparak daha güzel olunması için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Kozmetik sektörü de çeşitli parfümler üreterek kadınları çekici hale getiriyor. Basın sektörü de bazı gazete ve dergilerde müstehcen kadın resimleri sunarak trajını arttırmakta ve para kazanmakta. Sinema sektörü de müstehcen filmler oynatmakta ve tv. kanallarında bu müstehcenlik yayınlanmakta. Gazino, pavyon ve fuhuş sektörü de mâlum. Bu gibi kötü işler, ahlâkı tahrip eden  unsurlar devam ettikçe bu toplumda ahlâk gittikçe bozulur, insanlar bu gayr-i ahlâkî şeylere alışır, kendini dünya sevdâsına kaptırır, bu câzibe karşısında kendini koruması güç olur. İnsanlar bu şekilde ahlâk dışı işlere bulaşırsa, kendini korumak için gayret etmezse tabiî ki, yaptıklarının âhirette cezasını görürler. Bu saydıklarımız ahlâk tahribatının ne boyutlarda olduğunu göstermektedir. Mü’minler olarak bu gidişattan rahatsız olmalıyız. Mü’minlerin yapacağı şey insanları hakka, doğruya, iyiye çağırmak; bâtıldan, kötü, yanlış, doğru olmayan şeylerden sakındırmaktır. [53]

Dünya Hayatının Aldatması           
 
İman sahibi, sâlih amel işleyen ve akıllı olan mü’min müslümanlar, bu fâni mekânı, ebedi hayatı kazanmak için bir araç kılmalıdırlar. Rabbimiz bu fâniliği şöyle beyan buyurur:

“Onlara dünya hayatının örneğini ver: Gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzündeki bitkiler birbirine  karıştı, böylece rüzgârların savurduğu çalı-çırpı oluverdi, Allah, her şeyin üzerinde güç yetirendir.” [54]

Dünyanın yaratılış ve süslü kılınması, daha sonra tekrar harap olması. İlkbahar, tâbiatın canlanması, dirilmesi, sanki insanın çocukluk ve gençlik devresi gibidir. Yazın gelişi, ağaçların ve diğer bitkilerin yapraklanıp çiçeklendikten sonra meyve verişi, sanki insanın olgunluk devresidir. Sonbaharın gelişi, ağaçların yapraklarının solup düşmesi, bitkilerin sararması ve esen rüzgârların onların her birini bir tarafa savurması, sanki insanların gözü görmez, eli tutmaz, ayağı yürümez devri olan ihtiyarlık çağıdır. Hastalıklar, rahatsızlıklar o doktordan bu doktora, o hastaneden bu hastaneye, o diyardan bu diyara gidip gelir. Kışın gelmesi, yağmurlar, fırtınalar, boralar, kar ve tipi. Ağaçlar tamamen yapraklarını dökmüş, çıplak kalmış sanki kurumuşlar.

 Diğer bitkiler çürümüş, kökleri yer altına çekilmiş, yeni bir ilkbaharı, yeniden dirilme zamanını beklemek üzere saklanmışlar. Bu durum sanki insanın ölüm hali ve sonrası olan kabir hayatını andırır. Yeniden bir başka âlemde dirilmek için toprak altına çekilmek ve beklemek. [55]

Rabbimiz Allah bu hakikati şöyle beyan buyurur:

“Bilin ki gerçekten Allah ölümden sonra yeryüzüne hayat vermektedir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size âyetleri açıkladık.”  [56]

Rabbimiz Allah dünya hayatının insanları aldatmaması, şeytanın insanları kandırmaması için bizleri birçok âyette buyarmaktadır:

“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.”  [57]

Dünya hayatının câzibeli görülen yaşantısının bizleri aldatmaması, câiz olmayan, helâl olmayan şeylerden sakınmamız, uzak durmamız, tenezzül etmememiz gerektiğini anlamalıyız. Nasıl olsa işlediğimiz günahları Allah affeder düşüncesiyle, günah olan, haram olan işlere tevessül etmemeliyiz. “O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun. (emirlerini) dinleyin, itaat edin.” [58]

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına  (âhiret için) ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” [59] buyrulmaktadır.

Demek ki, nasıl olsa Allah af eder diyerek günah işlemenin ibadetleri terk etmenin ne kadar yanlış bir değerlendirme, düşünce olduğunu bilmeliyiz. Tabiî ki, bir mü’min olarak günah olan bir iş yapıldığı zaman yapılacak şey, ondan dolayı hemen tevbe etmek gerekir.

“Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar hâriç, zira Ben onları bağışlarım.” [60]

“Allah’tan bağışlanma dile. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”  [61]

 Burada anlamamız gereken şey, elimizden geldiği kadar günah olan hususlardan uzak durmalıyız. Buna rağmen günah işlendiğinde hemen tevbe ederek, neye tevbe ettiysek bir daha onu yapmamaya çalışmalıyız. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Hayır, siz çarçabuk geçmekte olan (dünyayı)   seviyorsunuz ve âhireti terk edip bırakıyorsunuz.” [62]

  Dünya hayatı çarçabuk geçiyor; günler, aylar, seneler geçerek insanın dünyada kalma süresi gittikçe azalıyor. Hz. Ali’nin  (r.a.) buyurduğu gibi “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise (bize) yönelip gelmektedir.” [63] Her an dünyadan ayrılmamız, terk etmemiz mümkün. Çünkü ölümün ne zaman, nerede geleceğini bilmiyoruz; her an ölüm gelebilir. Öldüğümüzde âhiret hayatı başlamış olacak, âhiret hayatı bize çok uzak değil; aksine çok yakın, her an gidebiliriz. Fakat bazı insanlara âhiret hayatı çok uzakmış gibi geliyor. Dünya hayatına bu kadar çok bağlanmanın sadece mutlu olunacak yegâne yer dünyaymış, bize huzur, saâdet, mutluluk verecek başka bir hayat yokmuş gibi. Bütün düşüncesini ve gayretini dünya zevklerine ayırmanın yanlışlığını Rabbimiz bildirmektedir:

“Ama siz şu dünya hayatını tercih ediyorsunuz; oysa âhiret daha iyi ve daha kalıcıdır (devamlıdır)” [64]

“Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne (malına, mülküne, servetine) gözlerini dikme (imrenme).Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.” [65]   

“İnkâr edenlerin (refah içerisinde) diyar diyar gezip dolaşması sakın seni aldatmasın.”  [66]

 Bu âyet-i kerime, Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, ticaret yapıp para kazandıkları için  bolluk  ve refah içinde  yaşıyorlardı. Müşriklerin bu durumunu gören bazı mü’minler: 

“Allah’ın düşmanları böyle bolluk ve refah içinde yaşarlarken biz ise (fakirlik) sıkıntı içerisinde zorluk çekiyoruz.” dediler. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ yukarıdaki âyeti kerimeyi inzal buyurdu. [67]

Tabiî ki, bu ve benzeri âyetlerdeki ikazlarla Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsında bütün mü’minlere seslenilmektedir. Âyetin devamı da şöyle:

“ Bu az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehennemdir, ne kötü bir yerdir orası! Fakat Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için Allah tarafından bir ikram olarak zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.”  [68] 

Mü’min kişinin zenginlik, fakirlik olayına bakış açısı âyet-i kerimede geçtiği gibi olmalıdır. Zengin, varlıklı insanların refah içinde yaşamalarının mü’min kişileri aldatmaması gerekir. Çünkü dünya yaşamı geçici bir imtihan yerinden ibarettir. Tabiî ki, mü’minler meşrû ve helâl yoldan imkânlarını arttırabilirler, zengin olabilirler; fakat gayr-i İslâmî yaşantısı olanlarınki gibi  ‘mal, mülk, servet, para gelsin de nereden gelirse gelsin, helâl, haram fark etmez’ diyenler gibi değil. Mü’minlerin ölçüsü İslâm’dır. Bir şey câiz ise yapmalı, değilse terk etmelidir.  “Allah  dilediğine rızkı genişletir, yayar ve (dilediğine) daraltır da. Onlar ise dünya hayatı ile sevinip yetindiler. Halbuki dünya hayatı âhiret hayatının yanında basit, geçici bir faydalanmadan başka değildir.”  [69]

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız (elinizdeki imkânlar) birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfat Allah’ın  katındadır.” [70] 

Allah’ın nasip ettiği mallar, imkânlar imtihan gereğidir. Önemli olan bu imtihanı iyi anlamak ve kazanmak için elinden geleni yapmaktır. Rabbimiz Allah Kur’ân-ı Kerimde Musa (a.s.) zamanında yaşamış azgın bir zengin olan Karun’u örnek vermektedir. Sözde Hz. Musa’ya iman etmişti. Fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltendi. Firavunun görevlisi olarak bulundu, Hz. Musa’ya karşı zâlimlik ve taşkınlık etti. Bir taraftan serveti ile, bir taraftan da ilmiyle övünüyor, şımarıyordu. Ne var ki sonunda ne ilmi, ne serveti ona yar olmuş, azgınlığı yüzünden helâk olup gitmiştir.[71]

“Karun Musa’nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü- kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: ‘Şımarma! Bil ki Allah şımaranları (gururlananları) sevmez. Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma, Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde  bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez..’

Karun ise: ‘o (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi’ demiştir. Bilmiyor muydu ki Allah  kendisinden önceki nesillerden ondan daha  güçlü, ondan daha çok taraftarları olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz. (Allah onların hepsini bilir).   

Derken, Karun ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; gerçekten o büyük bir pay sahibidir’ dediler.

Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’n sevabı iman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulamaz’ dediler.

Sonunda onu da, sarayını da, yerin dibine geçirdik, böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden değildi.

Dün onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında ‘vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip yaymakta ve kısıp daraltmaktadır. Eğer Allah bize lütufta bulunmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten küfre sapanlar felâh bulmaz’ demeye başladılar.

İşte âhiret yurdu, biz onu yeryüzünde büyüklenmeye ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç da takvâ sahiplerinindir.

Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı vardır; kim de bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yapmakta olduklarıyla karşılık görürler.”  [72]

Görüldüğü gibi Karun mal ve mülkün kendisine Allah tarafından bir imtihan olarak verildiğini düşünmek ve kabul etmek istemiyordu. Sahip olduğu bu büyük servete, zenginliğe tamamen kendi ilmi ve yeteneği ile sahip olduğu inancındaydı.. Bu şekilde başkalarına karşı övünmesi ve “bu benim malım, ben kazandım, bu servet bana  ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi. Başkasının ne hakkı var ki, onlara yardımcı olayım” düşüncesiyle insanlara karşı malıyla övünüp gururlanıyordu. Ta ki, servetiyle beraber yerin dibine girene kadar.

Karun azgınlık, şımarıklık yaparak, dünya yaşamına, zevkine aldanarak, Allah’ın varlığını inkâr etmesi değil; kendisini Allah’tan bağımsız ayrı bir güç gibi sanması, kendisinde olan güç ve imkânın, kendisinde olan bir üstünlükten kaynaklandığını, Allah’ın imtihan gereği olarak verdiği imkânları imtihan icabı değil, kendi gücünün bir eseri olarak görmesidir. “Sonunda Biz onu da sarayını da (kendisinin gücünden bildiği bütün her şeyini) yerin dibine geçirdik.” buyrulmaktadır. İşte bu Karun olayı, bütün insanlara örnek bir olaydır.

Mala, servete, zevke, dünya câzibesine aldanmayıp Allah’a iman ederek, emrettiği şeyleri yapanları cennetle mükâfatlandıracağını Rabbimiz beyan ediyor.

“İman edip sâlih amel işleyenler (iyi işler yapanlar), Rabb’lerinin izni ile (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere konulacaktır. Orada ebedî olarak kalacaklarıdır.” [73]

“İman edip sâlih amel işleyenler zerre kadar zulme uğramayacaklardır, cennete gireceklerdir.”  [74] 

“İşte size vaat edilen bu cennet, ki o Allah’a yönelen, emirlerine riâyet eden (kimseler) içindir.” [75]

Allah’a kulluk yapmayanlar, O’nun emir ve yasaklarına uymayan, İslâm’ın hükümlerine karşı çıkanlara Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“İşte bu size vaad edilen cehennemdir. Küfür ve inkârınız sebebiyle, yaptığınız kötülüklere karşılık bu gün girin ateşe (cehenneme)” [76]  denilecektir.

“Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz.” [77] 

Bu gerçekleri Rabbimiz bizlere bildirmektedir. Bize düşen bu fâni dünyanın geçici malına, mülküne, zevkine  aldanmayıp Allah’a iyi  kul olmaya çalışmaktır.

Dinî ve aşkın âlemden uzaklaşma, kutsal olan ile bağını koparma ve yeryüzüne kapanma anlamında dünyevîleşme, modern batı kültürünün en karakteristik özelliklerindendir. Önceleri Rönesans ve Reform, daha sonra aydınlanma filozoflarının gayretiyle oluşturulan hümânist-laik Batı kültür ve medeniyetinin insan anlayışı veya dünya görüşünün özü olan ‘dünyevilik’ ile Kur’an’n sık sık dikkat çektiği ve insanı uyarmaya çalıştığı bir tehlike olan dünyaya aşırı düşkünlük arasında sıkı bir bağ vardır. İbrahimî dinlerin insanı kendisine karşı korumaya, uyanık tutmaya çalıştıkları bu en büyük günah, bütün felâketlerin ve ahlâksızlıkların kaynağı olan bu en temel sapma, modern dünyada önce Batıda ortaya çıkmış, daha sonra da bütün dünyaya yayılmıştır. Hz. Musa’nın savaştığı Karun ve Firavun’un [78]

Dünya görüşü olan bu anlayış, o gün nasıl acılara sebebiyet verdiyse bu gün de çevre kirliliği, silâhlanma, ırkçılık, tüketim çılgınlığı, açlık, savaş ve gelir dağılımında adaletsizlik gibi bir yığın felâkete sebep olmaktadır. Kur’an, insanın haddi aşması ve azması ile dünya hayatını tercih etmesi arasında yakın bir bağ kurar. [79]

 “Artık kim azarsa ve dünya hayatını tercih ederse, (onun) gideceği yer cehennemdir.” [80] buyrulmaktadır.  Dünyevîleşme,  dünyaya aşırı düşkünlük, Kabil’in Habil’i öldürmesi onun bu kötü cinâyeti işlemesine sebep olmuştur.

“Nihâyet nefsi (Kabil’in dünyaya aşırı düşkünlüğü) onu kardeşini  (Habil’i) öldürmeye itti de onu öldürdü, bu yüzden de kaybedenlerden oldu.” [81]

Dünya zevkine, keyfine düşkün olmanın, dünya ve âhiretteki zararı çok büyüktür. Tarih boyu, dünyaperestlikleri yüzünden nice kişiler, kavimler helâk olmuştur. Kur’an-ı Kerim ibret olması için insanların dünya yaşamına, zevkine, câzibesine aldanmanın dünya ve âhiretteki zararlarını belirtmektedir.

“Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının (Şuayb peygamberin kavmi) ve ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık mûcizeler getirmişti. (İnanmadıkları ve peygamberlerinin gösterdikleri yoldan gitmedikleri için helâk oldular.) Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” [82] 

Âyette geçen kavimlere peygamberler mûcizelerle geldiler, fakat bu kavimler gelen peygamberleri yalanladılar, yolundan gitmediler. Allah Teâlâ da her birini bir felâketle helâk etti. Nuh peygamber kendi kavmine gönderildi. Kavmi onu inkâr edince meşhur tufanında boğulup helâk oldular. Ad kavmine Hud peygamber gönderildi, onlar şiddetli rüzgâr ile helâk oldu. Semud kavmine Sâlih peygamber gönderildi. Onlar da depremle helâk oldular. Hz. İbrahim’in kavmi ise sinekle helâk oldu; Medyen halkına Şuayb peygamber gönderildi. Onlar ateşle helâk oldular; şehirleri alt-üst olarak helâk olan kavim ise Lut peygamberin kavmidir.[83] Bu kavim, homoseksüellik yüzünden belâsını bulmuş, helâk olmuştur. Bu helâk olan kavimlerin ortak özellikleri, dünyaperest olmaları, hevâ ve heveslerine göre yaşamak istemelerinden dolayıdır. Daha dünyada iken cezalarını buldular, âhiretteki cezaları ise daha büyük olan cehennemdir. Dünya câzibesine kapılarak Hak’tan ayrılmaları, bâtıl işler yapmaları sebebiyle gidecekleri yer cehennemdir.

Dünyaperestlik, başta Batı olmak üzere, tüm dünyaya yayılmıştır. Emperyalistler, İslâm ülkelerini işgal ederek kendi dünyaperestliklerini ihraç etmişlerdir. İslâm’a aykırı yaşam tarzını ithal eden, halkı müslüman olan ülkeler de “çağdaş yaşam, en güzel yaşam tarzı budur” demektedirler. Mü’minlere göre en iyi, en güzel yaşam biçimi İslâmî hayat biçimidir. Çünkü İslâm dünya ve âhirette huzur ve mutluluğun yolunu göstermektedir. Ancak, huzur ve mutluluk İslâm’ın hükümlerine, prensiplerine uymakla mümkündür.

“Âhirete nazaran dünyanın değeri ancak, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden aldığı suyu göz önüne getirsin.” [84]                           

“Dünya mü’minin pazarı, gece ile gündüz sermayeleri, güzel ameller ticaret malları, cennet kazançları, cehennem de zararlarıdır.” [85].                                                                         

“Dünyada hiçbir şeye minnet etme, hürriyetini ancak bu sûretle koruyabilirsin.”[86]                                                 

“Dünyaya karşı hırsın var mı? Meşakkat içindesin.” [87]

“Dünyanın güçlükleri dörttür; yalnız başına ihtiyarlık, gurbette hastalık, yokluk içinde borç, yolculukta uzun yol.” [88]

“Bu kadar adam gördüm, içlerinden hiçbiri dünyadan memnun değil. Hiç biri de dünyadan gitmek istemez.” (Namık Kemal)

“Şu yalan dünyanın sonu hiç imiş,/Akşam gelip konan sabah göç imiş.” [89]

“Allah’ı bilmeyen dünyaya sarılır, dünyayı bilmeyen hülyaya sarılır, hülyaya sarılan da hakikate darılır.”[90]

“Dünyada eken âhirette biçer.” [91]

“Dünya hayatı geçicidir, gelir geçer. Asıl âhiret hayatını düşünmek lâzım, nasıl geçer? Eğer kişi iman ve sâlih amel ile göçmüş ise, ne iyi, eğer böyle göçmemiş ise, âhiret hayatı olmaz iyi” [92]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hûd:11/7

[2] Mülk: 67/2

[3] Kehf: 18/7

[4] Tekâsür: 102/8

[5] Tirmizî, Kıyamet 1; Riyazü’s-Sâlihîn Terc.  D.İ.B. Yay., c. 1, s. 441, Hds. 410

[6] Fetih: 48/17

[7] S. İbn Mâce, Mukaddime, B. 17, Hds. 224

[8] İmam Burhaneddin Ez-Zernuci, Ta’limu’l Müteallim, s. 9; Naklen, Yusuf Kerimoğlu, Fıkhî Meseleler, c. 1, s. 231

[9] İmam Serhasi, el-Mebsut, Beyrut, c. 1, s. 2; Naklen: Yusuf Kerimoğlu, a.g.e., s. 232

[10] Nahl: 16/93

[11] Ankebût: 29/2

[12] Ankebût: 29/3

[13] Mâide: 5/2

[14] Ankebût: 29/4

[15] Nahl: 16/88

[16] Bakara: 2/155

[17] Konularına Göre Kur’an, Hazırlayanlar: Doç. Dr. Ö. Özsoy, Doç. Dr. İ. Güler, s. 96

[18] Bakara: 2/156

[19] Meâli: “Biz Allah için varız ve biz sonunda O’na döneceğiz.” (Bakara, 2/156)

[20] Müslim, Cenâiz 44; Ebû Dâvut, Cenâiz 22; Tirmizî, Deavat 88

[21] İbn kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev,. Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner, c. 3, s. 635-636; S. Tirmizî, K. Cenâiz, B. 36, Hds. 1021

[22] S. Müslim, K. Zühd, ve’r-Rekaik, B. 13, Hds. 64; S. Dârimî, K. Rikak, B. 61, Hds. 2780

[23] Bakara: 2/201

[24] İbrahim: 14/41

[25] Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, c. 12, s. 348-349

[26] Buhârî, Kader 13; Müslim, Zikir 53; Neseî, İstiâze 34

[27] Müslim, Zikir 50; Ebû Dâvud, Vitir 32; Nesaî, İstiâze 7

[28] Ebû Dâvud, Vitir 23; Tirmizî, Tefsir 3; İbn Mâce, Dua 1 Mü’min: 40/60

[29] İmam Suyuti, Camü’s-Sağîr Muhtasarı, Çev. İsmail Mutlu, c. 2, s. 400, Hds. 2192

[30] Tirmizî, Deavât 112

[31] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 98-107.

[32] Rûm: 30/7

[33] Kıyâmet: 75/20-21

[34] A’lâ: 87/16-17

[35] Ankebût: 29/64

[36] Bakara: 2/120

[37] Yunus: 10/24

[38] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, Terc. c. 2,  s.  327

[39] Kasas: 28/84

[40] En’âm:  6/32

[41] Ankebût: 29/64

[42] Hadid: 57/20

[43] Buhârî, Rikak 10, Cihad 70; İbn Mâce, Zühd 8

[44] Hadid: 57/22-23

[45] Bakara: 2/274

[46] Sebe: 34/39

[47] Teğâbün: 64/15-16

[48] Müslim, Cennet 55

[49] S. Ebû Dâvud, K. Edeb, B. 125, Hds. 5130

[50] Tirmizî, Zühd 13, (2321); İbn Mâce, Zühd 11 (4110), Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 245, Hds. 1971

[51] Nisâ: 4/13-14

[52] Müslim, Zikr 99; Tirmizî; Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19; el-Münzirî, Hadislerle İslâm -Terğib ve Terhib, Çev. A. Muhtar Büyükçınar  Vdğ., c. 6, s. 214, Hds. 18

[53] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 107-117.

[54] Kehf: 18/45

[55] Kul Sadi Yüksel, Selefin İzinde, s. 91-92

[56] Hadid: 57/17

[57] Lokman: 31/33

[58] Teğâbün: 64/16

[59] Haşr: 59/18

[60] Bakara: 2/160

[61] Nisâ: 4/106

[62] Kıyâmet: 75/20-21

[63] S.  Buhârî, K. Rikak, B. 4 (Bab başlığında)

[64] A’lâ: 87/16-17

[65] Tâhâ: 20/131

[66] Âl-i İmrân: 3/196

[67] Abdulfettah el-Kadi, Esbab-ı Nüzul, Terc. Sâlih Akdemir, s. 94

[68] Âl-i İmrân: 3/197-198

[69] Ra’d: 13/26

[70] Enfâl:  8/28.

[71]  Prof. Dr. Hayrettin Karaman,  vdğ.  Kur’ân-ı Kerim Açıklamalı  Meâli, s.  393

[72] Kasas:  28/76-84

[73] İbrahim: 14/23

[74] Meryem: 19/61

[75] Kaf: 50/32-33

[76] Yâsin: 36/63-64

[77] A’râf: 7/172

[78] Geniş bilgi için bkz. Zübeyir Yetik, Yeryüzünde Kötülük Odakları Karun, Beyan Yay., Zübeyir Yetik, Yeryüzünde Kötülük Odakları, Firavun, Beyan Yay. İst. 1985

[79] Doç. Dr. Ömer Özsay, Doç. Dr. İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an, s. 464

[80] Nâziât: 79/37-39

[81] Mâide: 5/30

[82] Tevbe: 9/70

[83] Hayreddin Karaman vdğ. Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, s. 197

[84] Hadis-i Şerif

[85] Hz. Ebu Bekir (r.a.)

[86] Hz. Ali. (r.a.)

[87] Hz. Ali (r.a.)

[88] İbn el-Mukaffa (r.a.)

[89] Pir Sultan Abdal

[90] Muzaffer Coşkun, Yıldız Cümleler, s. 107-108

[91] Atasözü. M. Hamdi Yazır

[92] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 117-126.

 


* BENZER KONULAR

Rahîm Ve Rahmân Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:28:55 ÖÖ]


Davranışlarımız Kaydediliyor Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:22:46 ÖÖ]


Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:18:08 ÖÖ]


Melek Girmeyen Evler Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:04:30 ÖÖ]


Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]