ÖMÜR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR
Senenin başında, kocaman bir takoz halinde evi-mizin duvarına astığımız takvimden her gün bir yaprak koparıyoruz. Birer birer kopuyor takvimin yaprakları. Bir de bakıyoruz ki, o kocaman takoz eriyip tükenmiş, senenin sonu gelmiş. Biten takvimin yerine bir yenisini asıyoruz. Bu olay bizi düşüncelere sevk ediyor. Kopan her takvim yaprağıyla birlikte, ömrümüzden bir gün geri gelmemek üzere gidiyor. Belki duvardaki takvimin tükenişinden haberimiz oluyor ama, ya ömrümüzün hızla azalmasından, gün be gün sona doğru yaklaş-masından haberimiz var mı? Biten takvimi yenilediği-miz gibi ömrümüzü de yenileyebilme, uzatabilme im-kânımız olacak mı?
İsterseniz bir de şu manzaraya bakalım: Nehir ke-narında yaşlı bir adam dalgın dalgın hızla akan suya bakıyordu. Genç adam yaklaşıp: “Amca, çok dalmış-sın, neye bakıyorsun öyle?” diye sorunca ihtiyar adam içini çekerek: “Akan ömrüme evladım, akan ömrüme bakıyorum.” der.
Diğer yanda bir dede ile torununun konuşmalarına kulak veriyoruz: Torun, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla soruyor: “Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?” Dede tatlı bir gülücükle: “Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum.” deyince to-run: “Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?” der. Dede: “Evet yavrum. Ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır.” diye cevap verir. Torun yeniden sorar: “Namazsız ezan ve ezansız namaz sözlerinden ne kas-tettiğini anlamadım dedeciğim. Bu ne demek açıklar mısın?” Dede şefkatle ellerinden tuttuğu torununa: “Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğ-du. O çocuğun kulağına ezan okundu değil mi? İşte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan “Namaz-sız ezan”dı. İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze nama-zının da ezanı yoktur. O da “Ezansız namaz”dır. Aslın-da o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu kulağı-na. “Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür ça-buk biter, hayatını iyi değerlendir. Boşa vakit harca-ma!” ikazını yapıyordu o ezan. İşte yavrum ÖMÜR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR. Sakın bo-şa geçirme. Ömrünü dolu dolu yaşa, bir nefes bile boş-luk bırakma!” derken gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Sahi, insanın ömrü ne kadar? Bir nehir kadar hızlı mı akar? Ezanla namaz arası kadar kısa mı olur? Tak-vim yapraklarının birer birer koparak tükendiği gibi, in-san ömrü de gün be gün sona doğru gider mi?
Evet, her insanın bir ömrü vardır. Dünyadaki yaşa-yacağı günleri, alıp - vereceği nefesleri sayılıdır. İnsanın ana rahminden dünyaya gelişiyle beraber, onun dün-yadaki yaşamına, hayatına son verecek olan, görün-meyen ve tik - takları da duyulmayan bir saatli bomba kurulur, çalıştırılır ve geriye doğru saymaya başlar. Do-ğumla beraber ölüme götüren yolculuk başlamıştır. Kurulan bombanın durması ya da durdurulması müm-kün değildir. Yüce yaratıcının belirlediği an gelince bomba patlar ve o insanın ölümüne sebep olur. O kim-senin küçük kıyameti kopmuş olur.
Hâl böyle olunca insanın, aklını kullanarak nice ör-neklerini gördüğü bu olayı bizzat yaşamadan önce, ha-yatına, yaşantısına bir çeki düzen vermesi gerekir. Öyle ya, ömür kısa ve varış da Allah'a olduğuna göre, akıllı bir kimse nefsin bitip tükenmek bilmeyen istek ve ar-zularını tatmin edeceğim diye sayılı nefeslerini, ömür günlerini nasıl boşa geçirebilir?
Dünya denilen geçici hayat, bir serap gibidir; parıl-dar, kandırır, kaybolur gider. Bir bulut gibi kayıp gider. Allahü Teâlâ: “... Bu dünya hayatı aldatıcı bir me-tâ'dır.” (1) ayetiyle dünyayı, müşteriyi aldatmak için süslenip - püslenen, allanıp - pullanan, çekici bir şekil-de sunulan, alındıktan sonra da hiçbir değeri olmadığı görülen bir mala benzetiyor. Madem ki dünya böylesi-ne değersizdir, madem ki ölüm de kendisinden kaçıla-mayan bir gerçektir; öyleyse akıllı insan hayatını iyi de-ğerlendirmelidir. İnsanın hayatı kendisine Allah'ın ver-diği bir emanettir. Bu emanete hıyanet etmemelidir. Emanete hıyanet etmemiş olması için de, o kimsenin hayatını Allah'ın emirleri ve yasakları doğrultusunda yaşaması gerekir.
İnsanlar, kıyamet gününde, bu dünyada yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerdir. “Hiçbir kul, kıya-met gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nere-de harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından so-rulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (2)
Hadis-i şerifte sayılan beş şey, kıyamet günü soru-lacak olanların en önemlileridir. Yoksa insan kendisine verilen her nimetten sorguya çekilecektir. Yüce Rabbi-miz bu durumu şöyle beyan eder: “Sonra, o gün, size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz.” (3) Ömür, sağlık, afiyet, içilen bir yudum tatlı ve soğuk su, mal, evlat, makam, vs. hep sorulacak olan nimetlerdir.
Akıllı bir insanın nimetlere nankörlük etmesi değil, şükretmesi gerekir. Ömür nimetine şükretmek ancak yaşadığı zamanı değerlendirmekle mümkün olur. Ha-yatını dolu dolu yaşamakla olur. Her gün insana yeni bir yirmi dört saat emanet olarak verilmektedir. Verilen yeni gün insanı ikaz etmektedir: “Ey insan! Ben sana verilen yeni bir günüm, benim kıymetimi bil ve çok iyi değerlendir, zira kıyamete kadar bir daha geri gelme-yeceğim ve artık asla eline geçmeyeceğim!”
Zaman, hayattır. Geçen zamanın yerine yenisini koymak, telafi etmek mümkün değildir. Öyleyse zama-nını boşa geçiren kimse, hayatını boşa geçirmiştir. Müslümanın ise boşa geçirilecek zamanı yoktur. Çün-kü o bilir ki; sorumluluk zamanla eş anlamlı, eş değer-lidir. Bilir ki, zamanı kontrol edememek, hayatı kontrol edememektir. Hayatını kontrol edemeyenler de hep pişman olmuş, nedamet duymuşlardır: Onun için Rab-bimiz şöyle uyarır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır. Her-hangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! Ne olur, ölü-mümü biraz geciktirsen de, sadaka verip iyilik eden-lerden olsam!” demeden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli gelen bir kimseyi geri bırakmaz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (4)
Şeyh Muhammed Parisa Hazretleri şöyle der: “Ga-fil halk tembelliğinden bir laf eder: “Yarın olsa da bir iş işlesem.” Bilmez ki, bugün, dünkü günün yarınıdır. Bu-gün ne işlemiştir ki, yarın ne işleye?”
Boşu boşuna harcanan bir ömürden sonra insanın duyacağı, fakat bir faydasını görmeyeceği pişmanlığı, bir diğer âyette şöyle anlatılır: “Nihayet o müşriklerden birine ölüm gelip çatınca: “Rabbim” der. “Ne olur beni dünyaya geri gönder. Ömrümü boşa geçirdiğim dün-yada iyi işler yapayım.” Hayır hayır. Onun bu söyle-dikleri boş laftır…” (5)
Görüldüğü gibi, çeşitli zaafiyetleri sebebiyle görev ve sorumluluklarını ihmal eden, zamanını çar - çur eden insanoğlunun, ölüm gelip çatınca aklı başına ge-lir. Yapamadığı kulluğunu, görevlerini, heba ettiği, bo-şa geçirdiği vakitlerini hatırlar. İhmali yüzünden kaybe-deceği sonsuz bir hayatı ve ardı arkası kesilmeyecek, hesapsız nimetleri düşünerek pişman olur. Yeniden ha-yata dönmeyi, yeniden yaşamayı, yapamadığı ibadet-leri yapmayı, değerlendiremediği, boşa geçirdiği vakit-leri dolu dolu yaşamayı, açıklarını kapamayı ister. Fa-kat ilâhî kanun gereği böyle bir şans kimseye verilmez. Geçen ömrün telafisi mümkün olmaz.
Kaçınılmaz gerçek bu olduğuna göre, hiçbir zevk ve menfaat insana Allah'ı ve O'nun rızasını kazandıra-cak olan görev ve sorumluluklarını unutturmamalıdır. Nefsine esir olmamalı, istek ve arzularını frenlemeye çalışmalıdır. Ebedî olan ahiret hayatını kazanabilmek için, kısa ve geçici olan dünya hayatını ve ömrünü ser-maye olarak kullanmalıdır. Sermaye tükenmeden ahi-ret âlemi için yapacağı yatırımları yapmalıdır. Bugü-nün işini yarına bırakmamalı, hele hele hiç boşa vakit harcayıp, vaktin katili olmamalıdır.
Aldığı - verdiği her nefesin hesabını vereceğinin bi-linciyle, plânlı - programlı; sonuçta pişman olmayaca-ğı bir hayatı yaşayanlardan olabilmek dileğiyle…
Yasir Ünlü