* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Geldi Geçti Ömrüm Benim  (Okunma sayısı 152 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Geldi Geçti Ömrüm Benim
« : Aralık 11, 2023, 07:41:34 ÖÖ »


Geldi Geçti Ömrüm  Benim

“Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi”
Yunus Emre

Zaman, genç yaşlı ayırt etmez. Onun, genişleyen ve daralan, kimi zaman sakin kimi zaman hırçın bir hüviyette akıp giden değişken bir yapısı vardır. Bizim ne kadar ağırbaşlı ve sakin yaşadığımızdan bağımsız olarak geçip gider. Her şey bir anda olur, bir anda değişir, koca bir ömür göz açıp kapayıncaya kadar tükenir. Zaman insanı kuşatan yapısıyla an gelir âdemoğlunun imtihanı olur. “Sizi güçsüz yaratan, güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, kuvvetli hâlinizden sonra da güçsüz hâle getiren ve yaşlandıran Allah’tır. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.” (Rûm, 30/54) ayet-i kerimesi insan ömrünün evrelerini ve Yaradan’ın kudretini ifade eder. İlerlemeci zaman algısına parantez açarak insan ömrünün döngüsel yanına vurgu yapar. İnsanoğlu doğduğu anda bakıma muhtaçtır, hayatını idame ettirecek yetenekten yoksundur. Gençlik ve yetişkinlik dönemi uzviyetin doruk noktalarıdır. Kişi, kendinde zorluklarla baş edecek gücü bulur, cesur ve atılgandır.

Ardından ihtiyarlık çağı gelir. Zihinsel farkındalık artmıştır ancak artık beden bilince ayak uyduramamaya başlar. Koşar adım çıkılan yokuşlarda nefesler kesilir, hayat ise hâlâ yolun yokuşunu önümüze koyar. Artık beden kuvvetinden ziyade zihnî melekelere itimat etme vaktidir. Bütün bu inişler ve çıkışlar arasında zaman algımız da değişime uğrar.

Zamanın ele avuca gelmez bir yanı vardır. İnsan onu bir mevhum olarak algılar. Dikkat ve rikkatle üzerine eğilindiğinde zaman kendi hakikatini insana açar. İnsan ancak yüksek bir bilinçle nazar ettiğinde zamanı bir mefhum olarak idrak edebilir. Ona kavramsal bir çerçeve çizerek kıymet verir, kendini aşan bir anlam kazandırır. Aksi hâlde ilahi kelamda üzerine yemin edilen zaman, kolayca tükenen, salih amel ile bezenmediği takdirde kişiyi hüsrana sürükleyendir. (Asr, 103/1-3)

Değişken Zaman

İnsanın zaman karşısındaki durumu, yavru balığın debisi yüksek bir ırmak karşısındaki durumuna benzer. Akıntı, o istese de istemese de balığı sürükleyecektir. Dünler ardı ardına dizilecek, gelecek dediğimiz o uzak ülke bir anda geçmişe evrilecektir. Güzel anlar, unutulmaz hatıralar geride kalacaktır. Hayat, doğası gereği değişen, kendi değişirken de biçimlendiren bir gücü barındırır. Hiçbir şey sonsuza kadar kendi bütünlüğünü muhafaza edemez. Aşınır, değişir, dönüşür ve insan özelinde söyleyecek olursak nihayet olgunluk mevsimine erişir ve son bulur.

Yine de yaşlanmayı ve onunla birlikte gelen başta yalnızlık olmak üzere değişken duygu durumlarını kabullenmek kolay değildir. Hayat yolunda girip çıktığımız geçici yalnızlıklar insanı besleyip geliştirirken yaşlanmaya bağlı olarak ziyadeleşen yalnızlıkla baş etmesi zordur. Yaşsız Zaman kitabında, “Yaşlılıktaki yalnızlık, sadece insanın kendi kendine yaşadığı bir gerçeklik değildir.” der Marc Auge ve ekler: “Aynı zamanda çekip gidenlerin, ihanet edenlerin, hastalıkla cebelleşenlerin ya da ölen başkalarının olmasından kaynaklanır. Birçok yakın arkadaşının uzaklaştığını ya da öldüğünü görmeden çok uzun süre yaşlanamaz insan.” (Marc Auge, Yaşsız Zaman, Çev. Öncel Naldemirci, İstanbul: YKY, 2018, s. 59)

İnsanı yaşlı kılan; fizyolojik açıdan yorgun düşmesi, bedensel yeterliliklerini kaybetmesi değildir sadece. Aksine yaşla birlikte biriken hatta yığılan yaşanmışlıkların insanda bıraktığı izler daha belirgindir. Zaman bu noktada değişken bir niteleyici olarak karşımıza çıkar. Kederli hatıralar tebessümle hatırlanır, mutlu anılar hüzünle yâd edilir. Trajedilerin kahkahalarla, komedilerin gözyaşlarıyla hatırlandığı günlere evrilmek için zamanın dişlerinde bir miktar öğütülmek kâfidir.

İnsanın çocukluğundan itibaren geride bıraktığı iyi kötü her yaşanmışlık, zamansal olarak ondan uzaklaştığı hâlde duygusal olarak giderek yakınlaşır. Bireyin zihin dünyasında sadece birkaç gün öncesinde yaşadıklarıyla arasına asırlar girer fakat uzak geçmişten bir anı, belki on yıllar öncesinde yaşadığı bir olay, zamanı bükerek yakınlaşır, hatıralar tazelenir. Bugüne yaklaşarak etkilerini de güçlü fakat farklı bir biçimde hissettirir. Yaşlıların gittikçe daha çok gençliklerinden ve çocukluklarından, o çağlara ait görülmemiş hesaplardan veya mutlu günlerden, emek emek ördükleri geçmiş yaşamlarından bahsetmelerinin nedeni budur. Çocuk yaşlarında hayatını şekillendiren bir keder, gençlikte büyük imtihan verdiği hazin bir olay yahut ona yaşama sevinci aşılayan, yüreğini kabartan mutlu bir anı… Ömür geçip gitti denir ama bunu bile söyleten yılgınlığın altında geçip gitmemiş şeyler, kimi hüzün dolu, kimi ise sevinçle müzeyyen kılınmış şeyler, herkesten hatta kişinin kendinden bile gizlediği bir ümit saklıdır.

Yenilmişlik Duyarlılığı

Ünlü filozof Eflatun’un dediği gibi, yaşlılık tek başına gelmez. Bu yüzden ona karşı tedbirli olmak icap eder. Her şeyden önce yaşlılık, yenilgi duygusunu beraberinde getirir. Bu duyguyu anlamaya çalışırken kime karşı bu yenilgi, diye soramayız. Çünkü yeryüzündeki en bireysel evredir yaşlılık. Sebepleri herkese göre değişen, hassas ve alıngan bir ruh hâlidir. Dolayısıyla her bir cevap, bireysel ve biriciktir. Bazen zamanın daralmasıdır bu yenilmişlik duygusunun kaynağı, bazen tamamlanmamış hikâyeler, bazen de kırılmış hayaller.

Yaşlılardan sâdır olan her davranışı, sosyolojinin meşhur kavramı “yenilmişlik duyarlılığı”yla anlamak gerekir. Bu hassasiyet, doğal süreçleri bile alınganlıkla karşılar ve kendisi için zorlu bir sınava dönüştürür. Söylenen her sözü, muhatap olduğu her bir davranışı ihtiyarlığın hassas terazisinde tartar.

Ömür hızlı geçmiştir, bütün masumiyetiyle çocukluk, bedenî ve ruhi coşkunluğuyla gençlik, duru ve sakin yapısıyla yetişkinlik geride kalmıştır. Artık, zaman dediğimiz şey, söz gelişi bir pencere kenarında veya bir cami avlusunda geçmek bilmemekte, saatler uzamakta, yapılacak işler ise azalmaktadır. Zamana karşı alınganlığın gittikçe aileye, çevreye, topluma yönelik kapalı, eleştirel bir tutumu beraberinde getirmesi muhtemeldir. Öyle ki bu tutum zaman zaman, kuşak çatışması hüviyetinde hem ikili hem de toplumsal ilişkilere yansır.

Kronolojik Zaman Algısı: Emeklilik

Yaşlılıkla ilgili tıptan psikolojiye, antropolojiden sosyolojiye pek çok disiplin araştırma yapar, yaşlılığı anlamaya dönük kuramlar geliştirir.

Şüphesiz bu yaklaşımların hemen hepsi dikkat kesildikleri alanlarda önemli bulgulara erişir ve çeşitli çözümler teklif ederler. Fakat unutulmamalıdır ki yaşlılıkla ilgili bütün araştırmalar, “kronolojik zaman” esas alınarak yapılır. İlerlemeci anlayış hâkimdir. Bu anlayışa göre bedenin belli bir zaman diliminden sonra basamakları hızla inmesi kabul edilemez; her ilerleme, daha iyi olanı peşinden getirmelidir. Dolayısıyla yaşlılığın bedensel ve zihinsel etkilerini en aza indirmek temel amaç olmalıdır. Bu anlayışta; insanın ruhsal yaşantısı karşısında ikincil öneme sahip, araçsal bir zemin olan kronoloji, değişmez bir sabite olarak belirlenir. Beden ve gençlik kutsanır. Yaşlanmayı durdurmak kabil değilse de yaşlanma etkilerini geciktirmek yegâne amaç olur. Modern dönemde yaşlılığın bilim ve teknoloji vasıtalarıyla kontrol edilmesi ve durdurulması gereken olgularmış gibi ele alınmasının arkasında da benzer tutumlar yatar. Modern dönemde “ilerleme” her şeyi kontrol altına almak gibi bir çaba içerir, hayata karşı kategorizasyon süreçleri de bu niyetle kurgulanır. (M. Foucault, Kliniğin Doğuşu, Çev. İ. Malak Uysal, Ankara: Epos, 2006, s. 294-295)

Sanayi devrimiyle birlikte insanı üretim ve tüketim kavramlarına indirgeyen anlayış, yaşlılığı kayıp zaman olarak görür. Aktif hayata katılma noktasında gençler ve yetişkinler kadar eli çabuk olmayan ihtiyar birey, üretim çemberinden çıkarak sadece tüketici kimliği kazanmıştır. Üretim merkezli yaklaşımlar kişinin hayatını iş ve emek odaklı değerlendirir ve emeklilik, bireyin hayattan elini eteğini çekmesi şeklinde yorumlanır.

İnsanlık tarihinde yer edinen “gerontokrasi”ye baktığımızda ise ihtiyar nüfus, toplumu yönlendiren, ona istikamet veren, tecrübesiyle genç kuşaklara ışık tutan bir rol üstlenmiştir. Zira üretim ve emek nesnelere indirgenemeyecek yüksek değerdedir. Bireyin tecrübelerini doğru şekilde aktarması, bildiklerini yeni nesle öğretmesi de emsalsiz bir emek örneğidir. İnsan yaşamını anlamlı kılan emektir ve ihtiyarlık çağı emeklerin nihayete erdiği değil, değişip dönüşse de etkin varlığının sürdüğü bir dönemdir.

Bir Olgunluk Mevsimi: İhtiyarlık

Geleneksel dünyada bir olgunluk mevsimi olarak telakki edilen yaşlılığın modern dönemde arızi bir evre şeklinde algılanmasının arkasında kronolojik zaman bilinci ve ilerlemeci anlayış yatar. Bu açıdan söylenebilir ki modern algının yaşlılığa karşı tutumu, Platon ve Cicero’nunkiyle benzerlik taşır. Geleneksel algı ise daha çok Seneca’nın düşünceleriyle örtüşür. Ona göre, kişi nasıl yaşaması gerektiğini bilirse hayatın her evresinden haz alabilir. Meyvelerin en lezzetli kıvamının sona doğru ortaya çıkması gibi yaşamın da en güzel zamanı sonlarında tatlanır. (Oya Esra Bektaş, “Postmodern Dünyada Yaşlı Olmak”, Yaşlı Sorunları Araştırma Dergisi, cilt 10, sayı 2, 2007, s. 13)

İnsanın yaşlılığı ancak biyolojik göstergeler tarafından algılanabilir. Duygu ve düşünceler yaşlanmaz. Örneğin Sevgili Peygamberimiz, “İnsan ihtiyarlasa bile, onun iki duygusu hep genç kalır: Dünya sevgisi ile çok yaşama arzusu.” buyurmuştur (Buhari, Rikak, 5). Evet, yaşlılık insanın ölüme en yakın yaşam evresi olsa da kişinin imtihanında herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Gençlik, yetişkinlik ve olgunluk, her biri kendine has sınavları ve ecirleri olan yaşam kesitleridir. İnsan nefes alıp verdiği müddetçe imtihanı devam eder. İmtihanı devam eden kişinin yaşamla bütün cephelerde alışverişi de doğal olarak sürecektir. Hadis-i şerifte işaret edildiği üzere, insan ne kadar yaşarsa yaşasın dünyadan murat alamaz. Bu noktada da gençle yaşlının hizalandığını, insan olmanın her şeyin ötesinde birleştiğini görürüz.

Modern dönemde yaşlılığın negatif bir değer olarak kodlanmasının toplumsal sonuçları kadar bu sonuçların yaşlılara yansıma şekilleri de önemlidir. Çekirdek ailenin çözülmesine paralel olarak gelişen bu yansımalar, yaşlılık psikolojisini zedelemekte, onu toplumsal statüsünden alaşağı etmektedir. Tarih boyunca itibarlı bir evre olagelmiş yaşlılığın yeniden eski itibarını kazanması, çevrenin davranışlarına bağlıdır. Bu noktada yakın ve uzak çevreye büyük görev düşer. Modern pedagoji, kişisel gelişime, bireyin kendisini gerçekleştirmesine ve değerli hissetmesine yönelik dikkatini maalesef onunla etkileşim içindeki yaşlılara karşı bir “değer” şuuruna dönüştürmüyor. Hâlbuki ne gençlik ne de yaşlılık insanın elinde olan bir durumdur. Herkes ömrü olduğu sürece bu evreleri, olumlu ve olumsuz yanlarıyla tadacaktır. Yaşamın ilk günden beri kendini tekrar eden kaidesi, bugünün gençlerinin yarının yaşlıları olacağını bize haykırır. Toplumun ya da bireyin yaşlılara karşı geliştirileceği hassasiyet, kendi geleceğine yönelik ahlaki bir yatırım olacaktır aynı zamanda. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de, “Herhangi bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse Cenab-ı Allah da yaşlılığında ona hizmet edecek kimseler takdir edecektir.” (Tirmizî, Birr, 75) buyurarak bu hikmetli döngüye işaret eder.

İhtiyarlık, bilgeliğin eşiğidir. Uzviyet tekâmüle yaklaşmış, ruhi dalgalanmalar durulmaya yüz tutmuş, bireyin hakikatle arasına bir perde misali giren dünyevi hırslara ket vurulmaya başlanmıştır. Bu bağlamda kişioğlu doğru bir şekilde düşünme, aklıselim ile muhakeme yapabilme kabiliyetinde üst basamaklara çıkabilmekte, toplumun diğer üyelerine yol gösterecek açılımlarda bulunabilmektedir. Dolayısıyla hakiki ilerleme, bireysel değil de toplumsal manada düşünülecek olursa bilgeliğin eşiğinde olan ihtiyar nüfusun toplumsal yapıya sunacağı katkılarla mümkün olur. Bu da ancak yaşlı bireylerin toplumla iç içe yaşamaları, onların tecrübelerinden azami ölçüde istifade edilmesiyle gerçekleşebilir.

Unutmamalıdır ki her bir insanın yaşlılık çağında kendi gençliğine söyleyeceği büyük sözler, vereceği öğütler, hayatını şekillendirmede ona mihmandarlık edeceği, yolunu aydınlatacağı noktalar vardır. Bize düşen, kendi gençliğine seslenme arzusuyla yanıp tutuşan bu insanlarla gençlerimizi buluşturmak ve hakiki bir tecrübe aktarımına vesile olarak toplumsal tekâmüle yaklaşmaktır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]