Hayatımıza Bir Bakış
Dünya hayatına bakışımız, bizim âhirete bakışımızı da belirlemektedir. Dünya hayatı kalbimizde ne kadar yer alıyorsa diğer kalan kısmınıda da ahiret hayatı yer almaktadır. İslami kimlik sahibi olmanın özelliği fikirlerinin kaynağının İslam olma-sıdır. Kimliğimizin başına getireceğimiz niteleme, fikirlerimizin kaynağını da belirtmektedir. Dünyevi fikirler üzerine oturan kimlikler o kişinin dünyaya bakışını ve ahirete bakışını da belirlemektedir.
Dünyaya bakışımızı belirleyen fikirler bizim kimliğimizi de belirlemektedir. İslami kimlik sahibi olan herkesin dünyaya bakı-şı, Allahu tealanın Kur’anı keriminde belirttiği şekilde olmalıdır. Çünkü İslami kimlik sahibi olanların fikirlerinin kaynağı is¬lamdır. Eğer başka kaynaklardan besleniyorsak, kaynağın kimliğine sahip oluruz.
"Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi ara¬nızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu) tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekicilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı ise, sadece aldatıcı bir geçinmedir" (el-Hadîd, 57/20)
"Onlara dünya hayatının tıpkı Şöyle olduğunu anlat: (Dünya hayatı) gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda bitkiler) rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. (İşte hayat böyle bir mevsim kadar kısadır. Hayatı yeşerten, kurutan, tekrar yeşertecek olan hep Allah'tır) Allah her şeye kadirdir. " (el-Kehf, 18/45)
"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer inanır, (günahlardan) korunursanız (Allah) size mükâfatlarınızı verir ve sizden (bütün) mallarınızı istemez (sadece zekât ve sadaka gibi cüz-i bir miktar talep eder) " (Muhammed, 47/36)
"Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, (otlağa) salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (cazip) gösterildi. Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır." (Âli İmran, 3/14)
"Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan güzel işler ise Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır" (el-Kehf, 18/46)
Hâdis-i Şeriflerde de dünya hayatına bakışımızın nasıl olması belirtilmiştir;
"Haberdar olun! Dünya mel'undur. Dünyada olan (mal, mülk) de mel'un! Ancak Allah'ın zikri ve ona yaklaştıran şeylerle bilen ve öğreten (kimse) müstesna!"
"Siz akar edinip de dünyaya rağbet etmeyiniz. "
"Şayet dünya, Allah katında sivrisineğin kanadına denk ol¬saydı, O (Allah) hiçbir kâfire ondan bir yudum su bile içirmezdi."
"Âdemoğlu, malım malım diyor. Ey Âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin yahut tasadduk edip (sevabını) defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var!"
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) demiştir ki: Resûlullah (s.a.s.) bir hasır üzerinde uyumuştu. Yan tarafında iz bırakmış olduğu halde kalktı. Biz: "Ey Allah'ın Resulü, sizin için bir döşek edinsek..." dedik. Resul-i Ekrem (s.a.s.): "Benim dünyaya ülfetim yoktur (ki yatağa rağbet edeyim). Bu dünyada ancak ağaç altında gölgelenen, sonra ayrılıp terk eden binekli (yolcu) gibiyim" buyurdular. (Riyazü's-Sâlihîn, s. 354–356)
"Dünya tatlı ve hoş manzaralıdır. Allah sizi orada başkasının yerine geçirecek de nasıl iş göreceğinize bakacaktır. Bu sebeple dünyadan sakınınız, kadınlardan sakınınız. İsrail oğullarının (uğ-radıkları) fitnenin ilki kadınlar arasında (vâki) olmuştur." (Riyazü's-Sâlihîn, I, 84)
Evet, gerçekten dünya hayatına bakışımız nasıl? Dünya hayatının bizim önceliklerimiz arasındaki yeri neresi? Bu ve buna benzer sorulara verilecek cevap hayatımıza hâkim olan kanunlarla bağlantılıdır. Hayatımızdaki emir ve yasakları belirle-yen kaynak, dünyaya bakışımızı da belirlemektedir. Allah’u Teala bu bakışımızı Tevbe /24 deki sıraladığı dünyevi sevgilerle belirtmiştir. Eğer bu bakışımız başka kaynaklardan besleniyorsa dünyevi sevgilerin kalbimizdeki yeri, Allah’a olan sevgimizin önünde olduğu kesindir.
Hayatımızı hangi kanunlara göre yaşıyoruz. Seyyid Kutub’un belirttiği din bir yaşam biçimidir sözü ne kadar doğru değil mi? İnandığımız din bizim yaşamamızda ne kadar etkili ise kimliğimizde bir o kadar sağlamdır. Hayatımızı yönlendiren emir ve yasaklar İslam ise sorun yok ama başka düşünce, ideoloji veya sevgiler ise o zaman durumumuz hiç iç açıcı değildir.
Rabbimin Tevbe 24 de belirttiği dünyevi sevgiler baba, oğul, eş, aşiret, mal, ticaret ve meskenler gerçekten özellikle zikredilmişlerdir. Dünyaya bakışları yanlış kaynaktan olanlar zaten baştan kaybetmişlerdir. Ayeti kerimeye asıl muhatap, İslam'a teslim olanlardır. Müslümanların gözünde bir leş olması gereken dünya ve onun geçici sevgilerinin baktığımızda Allah ve resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli olduğunu görmekteyiz. Bu sevgileri bize ihsan edenin, sevgiler sıralamasında geriye atılmasını nasıl izah edilebiliriz? İslami kimlik sahibi olduğunu söyleyen herkesin sıralamasında ilk sıraya Allah ve resulünün sevgisi alır ve almalıdır.
HAYATIMIZDAKİ BAĞLAR
Hayatımızdaki gelişmelerin seyri, bizim nasıl bir yolda gittiğimizi göstermektedir. Bu hayatta birçok engeller ve bağlar vardır. İslami kimlik sahibi bunlarla karşılaşır ve bunlar İslami kimliğinin durumuna büyük ölçüde etki eder. Gençlik ateşi içerisinde, bekâr olduğumuz zamanlardaki duyguların evlendikten sonra değiştiğine şahit oluruz. Bu gelişmelerin sebebi nedir? Asıl değişen biz miyiz yoksa hayat mı?
Burada yatan asıl neden bizim hayatla olan bağlarımızdır. Bekâr bir insanı hayata bağlayan faktörlerle, evli bir insanı hayata bağlayan faktörler aynı olmamaktadır. Bekârken cihada her gün gidebilecekken evlendikten sonra bu konuda bu kadar cesur olamamaktayız. Diyeceksiniz ki ne alakası var? Benim bur da asıl değinmek istediğim nokta dünyevi bağlarımız, yoksa başka bir örnekte verebilirdim fakat bekâr ile evli insan bence çok iyi bir örnek. Bu soruyu kendimize sorarsak daha iyi anlarız.
İş, güç, ödemeler, çekler, yazlık için para biriktir, tatil için para biriktir, çocukların eğitimi için para biriktir, hanımı memnun etmek için hediyeler almak, desinler diye borç batağına girerek ev ve araba almak v.s. ne kadar çok bağımız varmış hayatla say say bitmez.
Bu bağları büyük ölçüde artıran, yaşadığımız cahiliyye toplumudur. Bu toplumda Allah’ın emirleri unutulmuş, helal ve haramları bir kenara atılmış ve insanlar kendi helal ve haramlarını belirlemiştir. Cahiliyye toplumu bu bağlardan kopup İslami bağlara bağlanılmaması için elindeki tüm güçleri kullanmaktadır. Medya ile siyaset ile ekonomi ile hayâsızlık ile v.s tüm güçleri ile. İslami kimlik sahipleri sağlam bir akideye, güçlü bir imana ve ahlaka sahip olmadıkça, kendilerini hesaba çekmedikçe ve Allah ve resulü ona her şeyden daha sevimli olmadıkça ca¬hi¬liyyenin bağlarından kurtulamaz.
Peki, bu bağlar acaba bizi bir örümcek ağı gibi sardı mı? Yoksa ipin ucu biz de mi? Bu bağlar bizi Allah ve Resulünün yolundan uzaklaştırıyor mu? Yoksa hiçbir engel teşkil etmiyor mu?
Basit bir örnekle cevabı kendimizde bulabiliriz. Normal bir sohbet programımız olsun, haftada bir gün, ayda dört gün, yılda kırk sekiz gün yapılacak olan bir sohbet programı.(ders programı da diyebiliriz) Bir yıl içerisinde kaç kez bu sohbeti aksattık, ayda bir gitsek otuz altı kez, on beş günde bir gitsek yirmi dört kez aksatmış oluruz. Acaba Allah rızası için gittiğimiz bu sohbet programından bizi uzaklaştıran faktörler nelerdir diye sorduğumuzda verilecek cevaplar sırasıyla “işim vardı, özel sorunlarım vardı, evde işler vardı, falan filan. Örnek çok basit gözükse bile bu sohbet programı aslında çok önemli bir nok-tadır. En basit olanı yapamayan daha zor olanı hiç yapamaz. Allah yolunda cihada hiç gelemez.
Unutmayalım ki; merdivenleri çıkmak için birinci basama¬ğa basmak lazım. İlk adım sağlam atılmazsa merdivenlerden düşmek kolay olur.
Evet, bizlerin önündeki en büyük tehlike, rabbimizin bize ihsan eylediği güzellikleri O’nun önüne geçirmemizdir.
Haydi Müslümanlar gelin cihad hepimize farz, kalkın ayağa denildiği zaman kaçta kaçımız ayağa kalkabileceğiz. Yoksa rabbimin ayetin de belirttiklerini mi sıralayacağız mazeret olarak. Babam, eşim, evim, ticaretim, malım, çocuklarım v.s. bunları bize ihsan edeni unuttuk mu yoksa bunlara yoksa biz kendi kendimizemi sahip olduk?
Rabbimizin bize bu işte bize katkısı olmadı mı? Ne mutlu o insanlara ki, Allah ve resulünün emri geldiğinde hiç tereddüt etmeden O’na koşarlar.
Ailem ne olacak?
Annem, babam, abim, kız kardeşim?
Kan bağım var onlarla!
Onların bir parçasıyım ben!
Onlar da benim parçalarım!
Onları çok seviyorum, canlarım onlar benim!
Ama kalbimin asıl sahibi onlar olmamalı!
Ne Allah’ın cenneti ayaklarının altına serdiği anam,
Ne de gerek benim ve gerekse ailesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan babam...
Para kazanmak, nüfuz elde etmek, takdir edilmek, makam-mevki sahibi olmak, rahat bir hayat yaşamak...
Bunları kim istemez ki?
Ama ne kadar sevmeliyim bunları?
Tevbe/24 buna cevap veriyor.
قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
(Resulüm! Bu müminlere) de ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz ve sair akrabalarınız, kazandığınız mallarınız, kesata uğramasından korktuğunuz alış-verişleriniz ve hoşlandığınız evler/villalar size Allah ve onun Peygamberi ve onun yolunda cihat etmekten daha sevimli ise o takdirde Allah’ın emri/azabı gelinceye kadar bekleyin görürsünüz, (Allah’ın emrini yerine getirmekle, bu sevimli gördüğünüz şeylerin arasındaki farkı anlarsınız.) Allah, fasıkları doğru yola hidayet etmez.
HAYATIMIZDAKİ EGEMEN ÖLÇÜ
İslami kimlik sahibi olmak çok önemlidir. Bu kimliğe her¬kes sahip olamaz. Bu kimliğe sahip olmanın ilk şartı, fikirleriyle, davranışları bir olmalıdır. Bu kimlik tercihlerimizde ölçüdür. Helal ve haramlarımızı belirleyen ölçü budur. Bu ölçüye en iyi sahip olan tabiî ki o örnek nesildir. İlk neslin kimliği Kur’an’ın yaşayan haliydi. Onlar İslami kimliklerinin oluşumunda yalnız islamı ölçü aldılar. Hayatlarındaki egemen güç Allah olmuştur.
Hayatımızdaki egemen ölçü, inanç, ahlak, kanun koyucu tek kaynak nedir sorusunu karşımıza getirir. İslami kimlik sahipleri için bu kaynak Kur’an’dır. Hayatlarındaki bütün olayları islamın ön gördüğü şekilde açıklar, tahlil eder ve hakkında bir karara varır. Duygularını ve yönelişlerini islama göre düzenleyen kişinin hayatındaki egemen ölçü Kur’an’dır.
Gerçekten hayatımızda helal ve haramları belirleyen kim? Biz mi, birilerimi, metalar mı, beşeri ideolojiler mi, yoksa ilahımız olan Allah’u Teala mı? Herkesin direk vereceği cevap tabi ki ilahımız olan Allah’u Teala’dır. Peki, bunu bir örnekle test edelim.
Aranızdan herhangi biri çok para verip, değerli bir arazi almış ama inşaat yaptırmıyorlar. O da araya birkaç kişi sokmuş ve adı bağış olan rüşvetle işini halletmiş. Verdiği cevap da ne yapalım düzen böyle. Ama Allah’u Teala rüşveti haram kılmış ve mübah olmasını sağlayacak hiçbir özel durum belirtmemiştir. Bakın biz bir anda düzen böyle(menfaatlerim demiyor)diyerek onu mübah yaptık.
Bir başka örnek verelim. Müslüman kimliğine sahip herkes doğal olarak faize karşıdır. Faiz veren, alan tüm kişi ve ku-rumlara sevgi beslemez. Çünkü onlar toplumun kanını emen yarasalardır. Ama kendisi de güzel bir işletme açmış, satışlara başlamış ama giren çıkan kredi kartı kabul ediyor musunuz diyor. Eee ne yapsın bizim Müslüman, ticari gelirimin artması için almış bir post makinesi, banka şubesi gibi çalışmaya başlamış. Ona alışverişe gelen insanların bankalar tarafından soyulması(kat kat faiz),kendisinin bankayı güçlendirmesi, kapitalizme karşı olup onun direği olan kredi sistemini işletmesine sokması onun için artık pek önem arz etmiyor. Çünkü şahsiyeti zedelenmeye başlamıştır. Fikirleri ve davranışları çatışmaya başlamıştır. Allah ve resulüne olan sevgisinin önüne, ticari kazanç sevdası geçmiştir.
Demek ki, hayatımızda helal ve haramları belirleme nok-tasında ne yazık ki, ilk sıraları nefsimiz ve aklımız almaktadır. Menfaatlerimize uygunsa helal, sorun değil helal diyen bir hocada bulurlar.
İslami kimlik sahibi olanlar böbürlenerek şöyle söylerler: Bir zamanların komünisti şimdi kapitalist olmuş ama görmek istemez ne kadar çok kapitalist Müslüman var. Müslüman kelimesinin önüne kapitalist kavramını koymam sizi şaşırtmasın çünkü onlar Müslüman’ız diyorlar.
HAYATIMIZDA HANGİSİ DAHA ÖNEMLİ?
Hayatımızda çok önemli veya güzel zamanlar vardır. Bun-ları yaşarken takındığımız tavır ve davranışlarımızı incelersek çok önemli noktalar saptayabiliriz. Onları yaşarken hissettiğimiz duygu ve düşüncelerimizin neler olduğu gerçekten çok önemlidir. Öyle anlar vardır ki anlatmaya kelimelerin bile kifayetsiz kalacağı anlar. İşte o anlara değişik bir açıdan değinmek istiyorum. İnsanoğluna verilen sevgiler karşısında hissettikleri bizim konumuz olacak ve bunları bazı örneklerle izah edeceğim. İnşallah.
Çocuklarımız bizim için en değerli varlıklardandır. Onların acı veya sıkıntı çekmesi bizim asla istemeyeceğimiz olaylardır. Onları korumak ve kollamak için elimizden gelen her türlü çabayı göstermekten kaçınmayız. Onlar için her şeyi yapabiliriz. Onlar acı çekse biz hissederiz, onlar sevinse biz de seviniriz. Bir anne baba düşünün çocuğu gece yarısı rahatsızlanmış ve uyumuyor. Her anne baba gibi onlarda uykusuz geçiriyorlar o anları. Çocuklarına olan sevgileri onları uykusuz bırakabiliyor. O güzel tatlı uykularını bölüp kalkabiliyorlar. İşte benim değineceğim olay bu sevginin tezahürüdür. Çocuklarına olan sevgileri onları sabaha kadar uykusuz bırakabiliyorken Allah’ın emri olan sabah namazına kalkmak için neden tembellik gösteriyorlar. O çocuğu onlara veren Allah’a hamd böyle mi olur. Hangisi daha önemli?
Yüzlerce insan görürüz sabahın erken saatlerinde işlerine gitmek için yola koyulmuşlardır. Daha güneş bile doğmamıştır. Bazıları o saatte gitmek zorunda olan işçiler bazıları da iş yerini erken açmak için yola çıkan işverenlerdir. Onları bu kadar erken saatte uyandıran güç nedir acaba? İşlerine olan sevgilerimi yoksa zorunlulukları mı? Hangisi olursa olsun Allah’ın emri olan sabah namazına kalkmıyorlarsa işte sorun var demektir. İşleri için yaptıkları erken uyanmayı sabah namazı için yapmıyorlar. Hangisi daha önemli?
Erkek çocuklarımızın en önemli anlarından biri de sünnet olmaktır. Her anne ve babanın gurur dolu anıdır. Neden sünnet ettiklerini sormaya gerek yok. Çünkü onlar Müslüman bir anne ve babadırlar. Sünnet törenleri için her türlü hazırlıkları itina ile yaparlar. En ince ayrıntıya kadar dikkat ederler. Acaba sünnet olan bu olaya karşı takındıkları tavrı Allah’ın farzlarına da aynı şekilde de takınıyorlar mı? Aynı özen ve itinayı farz ibadetlerde de gösterebiliyorlar mı? Allah yolunda cihad etmek için akra-balarını toplayabiliyorlar mı? Oraya merasime gelenler neden Allah’ın mescitlerine de her gün gelmiyorlar. Hangisi daha önemli?
Hayatımızdaki en önemli anlardan biri de üniversite imti-hanıdır. Yıllarca okuduktan sonra daha iyi bir meslek sahibi olmak için girdiğimiz sınav. Bu sınavdan yüzümüzün akıyla çıkmak için gece gündüz demeden çalışırız. Bir de bu sınavı kaybetme korkusu sarar benliğimizi. Biliriz ki son birkaç ay ça¬lışmakla bu işte başarı kazanılmaz. Onun için daha lisenin ba¬şında başlarız. Çalışmaya niçin? Bu sınavı kazanmak için. Peki, ahiret sınavını kazanmak için böyle çalışıyor muyuz? Gecemizi gündüzümüzü katıp Allah için mücadele ediyor muyuz? Sabaha kadar ders çalışırken sabah namazını da kılıyor muyuz acaba? Ya sınav günü sınava girmemize engel bir durum olsa hissedeceğimiz üzüntüyü Allah’ın emirlerini yerine getiremediğimizde de hissedebiliyor musunuz? Hangisi daha önemli?
Yeni bir araba veya ev almak için yılların birikimini bir araya getirmek oldukça zor ve sabır isteyen bir çabadır. Ama bunlara sahip olduğunda insanın mutluluğu gözlerinden okunur. Yeni arabası veya evine öyle güzel ilgi gösterir ki görsen imrenirsin. Aynı insan Allah için her türlü eziyet ve sıkıntıya karşı yıllarca böyle sabırlı olabilir mi? Yeni arabası ve evine gösterdiği ilgi ve sevgiyi acaba Allah’ın emirleri noktasında da aynı hassasiyeti gösterebiliyor mu? Bunları verenin daha çok sevilmesi gerek¬mez mi? Hangisi daha önemli?
Halk arasında kullanılan bir cümleye dikkat edelim.” ek-meğim için her şeyi yaparım, ekmeğim için ölürüm.”gibi. Ekmeği için her şeyi yapabilenler acaba o nimeti ihsan eden için her şeyi yapabilirler mi? Ekmeği için ölmeyi göze alanlar acaba Allah için ölmeyi göze alabilirler mi? Hangisi daha önemli?
Hayatımızda bunlar gibi belki yüzlerce olayla karşılaşırız. Karşılaştığımız bu olaylarda hissettiklerimizi değerlendirdiği¬mizde acaba Allah’ın emirleri noktasında hangi konumda olduğunu düşünüyoruz. Evet, Allah’a ve Resulüne olan sevgimiz gerçek bir sevgi mi yoksa laftan öteye gitmeyen bir sevgi mi? İslami kimlik sahibi olanlar için hiç şüphesiz tüm sevgilerin önünde Allah ve Resulüne olan sevgi yer alır. Hayatımızda En önemli olan Allah’a kulluğumuzdur. Bunda daha önemli hiçbir şey olamaz.
Evet, işte Tevbe 24 bu sevgilerden hangisinin daha önemli ve sevgilerin sıralamaya konulduğunda ilk sırada hangi sevginin olması gerektiğini bize bildiriyor. Hangi sevgilerin Allah’a olan sevginin önüne geçebileceğini bize izah ediyor. Eğer bu sıralamayı yanlış yaparsak bizi bekleyen azabı hatırlatmaktadır.
Gerçek akıl sahipleri bilirler ki, sevilmeye en layık olan tüm bu sevilecek olan nimetleri bize ihsan eden Allah’u Tealadır. Bu sevginin en son noktası da şehit olmaktır. Onun yolunda can vermektir.
MAKAM VE MEVKİ SAHİPLERİ
Her insan belli bir yerlere gelmek veya bir unvan sahibi olmak isteyebilir. Buna da sahip olabilirler. Başbakan, başkan, vali, belediye başkanı gibi bir makam sahibi olabilirler. Ya da İş dünyasından müdür, amir, şef veya patron gibi mevkilere de sahip olabilirler. Bulundukları makam ve mevkilerdeki bu insanların Allah’la olan ilişkilerini irdelemek istiyorum. Bulundukları pozisyonlara karşı duydukları sevginin derecelerini inceleyeceğim.
Devletin herhangi bir makamında bulunan insanların en önemli özellikleri üstlerinden korkmalarıdır. Saygı göstermek farklı bunu kastetmiyorum. Üstlerine karşı duydukları korkular Artık onların hayat biçimlerine bile etki edebilmektedir. Üstleri¬nin sevdikleri artık onlar için de sevilecek şeylerdir. Üstlerinin sevmedikleri de artık onlar için de sevilmeyecek şeyler olmuştur. Onların sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemek, Allah’ın sevdikleriyle ve sevmedikleriyle çatışsa bile. Allah’ın helal ve haramlarını çiğnese bile. Onlardan korktuğumuz kadar Allah’tan korkmasak bile.
O namaza gitmek yasak gidersen işine son veririm dedi-ğinde ona itaat etmek ve Allah’ın emrini onun emrine tercih etmek. Başörtülü çalışamazsın başını aç öyle gel diyen üstlerini sadece bulundukları pozisyonları kaybetmemek için itaat etmek. Bulundukları pozisyonları kaybetmemek ve daha da yükseltmek için onların gayri İslami hayatlarına uyum sağlamak. Onlar gibi yaşamak. Allah’ın düşmanlarıyla dost olmak ve onlarla antlaşmalar imzalamak. Allah’ın haram kıldığı zina, içki, kumar ve faizi başkalarına yaranmak için helal kılmak ve bunları tabanına izah etmek içinde bel’amlar tutup fetva verdirmektir. İslam hukukunda satışı yasak olan kamunun mallarını dostlarına ve yandaşlarına peşkeş çekmek. Bulundukları makam ve mevkileri kaybetmektense ahireti kaybetmek isteyenler bilin ki izzetli ve onurlu bir hayat size ahireti kazandıracaktır. Korktuğunuz veya akıllarınızdan yaptığınız boş tevilleri bir kenara bırakıp yalnız ve yalnız Allah’a kul olun ve Ondan korkun.
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır.”(Kehf/18/107)
Bulunduğunuz makamlardan daha güzel makamlar sizi ahirette beklemektedir. Onlara meydan okusanız en kötüihtimal sizi öldürürler yani size şehitlik makamını verirler. Bu makam daha güzel değil mi? Ya da hapse atılırsanız niye? Allah için. Ne güzel bir cümle değil mi? Allah için.
İslam davasına gönül verenlerin isteyeceği en yüksek ma-kam şehitlik dururken kişiliğinize zarar verecek tavizlerle onlara itaat ediyorsunuz. İzzeti isteyeceğinize zilleti istiyorsunuz. Siz de hiç akıl yok mu? Allah için zalime başkaldıran erkekler gibi erkek olun. Rahmetli Zeynep Gazalî kadar cesur değil misiniz?
TEVHİD İNANCINDA TERCİH
İslama girmenin ilk şartı kelimeyi tevhidi dille ikrar ve kalb ile tasdiktir. Allah’tan başka ilah olmadığını ve Muhammed (s.a.v)’in Allah’ın resulü olduğunu kabul etmektir. Âdem(a.s)den itibaren başlayan mücadele Allah’tan başka ilahların reddedilmesi ve tek ilah olarak Allah’ın kabul edilmesidir.
Mekke’deki Araplar arapça olan ilah kelimesinin anlamını çok iyi bildiklerinden dolayı Resulullah(s.a.v)’ın davetine böyle sert bir tepki göstermişlerdir. Yeni dinle eski din arasında şid¬detli bir mücadele başladı. Artık Mekke'de Lâ ilâhe illallah demek büyük bir suçtu. Aileler parçalandı. Bu mücadele sadece Mekke de değil evlerde de vardı. Baba müşrik, çocuk Müslüman; koca Müslüman, eş müşrik. Ardından, evden kovulmalar, boşanmalar, evlâtlıktan reddedilmeler, hapsetmeler, baskılar, dayak, işkenceler başladı. Onlar sanmayın ki Allah’a inanmı¬yorlar. Yerin göğün rabbi kim diye onlara sorsan hepsi Allah diyeceklerdir fakat bizim diğer ilahlarımıza O’na daha çok yaklaşmak için inanıyoruz derler. Hem yerin göğün rabbi bizim ilahlarımıza karışmaz, biz atalarımızı bu yol üzere bulduk, yaşadığımız bu belde de nasıl yaşayacağımıza dair kanunları biz yaparız, dünyanın sevgilerini tatmak herkese lazım ama köleler ve fakirler hariç diye düşünen bir toplum Mekke.
Günümüz toplumlarının Mekke den bir farkı yok. Farklı olan sadece eşya da olan değişikliklerdir. İnsan aynı insan ihti-yaçları ve içgüdüleri aynı olan insan değişmediğine göre toplumlarda değişmez. Toplumları insanların fikirleri belirler. Günümüzde her yer de söylendiği ama hiçbir tepkisel etkisinin olmadığı kelime-i tevhid. Reddettikleri ilah’ın manasını bilmeyen insanlar, reddettikleri ilahların neler olduğunu bilmeyen insanlar, Muhammed(s.a.v)in getirdiği risaleti hayatlarında tatbik etmeyen insanlarla dolu bir toplum.
Bu tevhid inancının konumuzla ilgisine gelince insanlarımız ilahları sadece taştan yapılmış putlar olarak görürler ve kelime-i tevhidi de şöyle tercüme ederler”Allah’tan başka tapılacak yoktur”İlah kelimesinin anlamını ve rabb kelimesinin içeriğini bilmediklerinden böyle söylerler ve kendilerine sizin çok fazla ilahlarınız, rabblarınız var dense hemen kızarlar.
Günümüz toplumlarında çok sevilen sanatçılar için kulla-nılan bir cümle size örnek olsun.”gençlerin ilahı falan”,”sen bizim tanrıçamızsın”,”sana tapıyorum”gibi sözler sizce ne anlama geliyor. Biraz keskin zekâ sahipleri hemen anlamışlardır ki onların sevdikleri kişi veya kişilere olan sevgilerinin Allah’a olan sevgilerinin önüne geçtiğidir.
Sevdikleri gibi giyinirler, otururlar, yerler, konuşurlar, hareketlerini onlar gibi yaparlar. Onların hayatlarındaki helal ve haramlar neyse kendileri de öyle yaşarlar.
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, ba-ba¬larınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim on¬ları dost edinirse, iste onlar zalimlerin kendileridir.” (Tevbe/9/23)
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya haya¬tını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının fay¬dası ahiretin yanında pek azdır.” (Tevbe/9/38)
“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alı-koyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, iste onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim/14/3)
“Semûd'a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler, Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı.” (Fussilet/41/17)
Müslümanların helal ve haramlarını Allah’u Teala belirler. Sevdiğimiz dünyevi varlıkları verenin O olduğunu düşünerek sevelim onları şer’i sınırlar içerisinde. Onlara olan sevgimiz bizim hayat biçimimizi değiştiriyorsa yani Allah’a olan sevgimizin önüne geçiyorsa işte o zaman ortada büyük bir mesele var demektir.
Tercih etme meselesi karşımıza geliyor. Onları mı yoksa Allah ve Resulünü mü? Tevbe 24’de belirtilen dünyevi sevgiler bize tercih yapmamız gerektiğini belirtiyor. Ya onları daha çok seveceğiz ya da onları bize ihsan edeni.
HAYATLARINDA TERCİHTE BULUNAN BAZI SAHABELER
MUS'AB İBN UMEYR (r.a)
Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).
Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihti-şam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip Müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, Müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab Müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı.
Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı deli-kanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu, iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı.
Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tek-rar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir Müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti.
Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir za-manlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı ke¬fenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabeyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler.
HZ. SA'D B. EBİ VAKKAS (r.anh)
Sa'd'ın Müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok üzülmüş ve oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için çareler aramaya başlamıştı. Sa'd'a, eğer girdiği dinden dönmezse, ye¬meyip içmeyeceğine dair yemin etmişti. Sa'd, annesine, bunu yapmamasını, çünkü dininden dönmeyeceğini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlık ve susuzluktan bayılmıştı. Ayıldığında Sa'd ona; "Senin bin tane canın olsa ve bunları bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyeceğim" demişti. Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti (Üsdül-Gabe, aynı yer). Sa'd (r.a) annesine çok düşkündü ve ona bir zarar gelmesini asla kabul edemezdi. Ancak imanla alakalı bir konuda Rabbine isyan edip başkalarının heva ve heveslerine de tabi olamazdı. Sa'd (r.a) ve benzerlerinin karşılaşacağı bu gibi durumları çözümlemek ve iman edenleri rahatlatmak için Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi göndermişti: "Bununla beraber eğer, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşmak için seninle uğraşırlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyi davran..." (Lokman, 31 / 15).
HZ. EBÛBEKİR (r.anh)
Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek cahiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır.
Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ti-caretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir, cahiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tanınan, sevilen bir kişi idi. Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah'ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşavere ederlerdi. İkisi de cahiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.
Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı " diye lâtif bir benzetme de yapmıştır.
Mü'min Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm varlığını İslâm'a adamış, bütün hayırlı işlerde en başta gelmiştir. Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır.