Tevbe Bir Yenilenmedir
"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü inananlar ve Allah'ı çokça zikredenler için, Allah'ın Rasûlü'nde güzel bir örnek vardır" [1] diye buyurur yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ....
Yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) biricik kâmil ve her yönüyle örnek kul... O (s.a.s.), Allah'ın diğer kulları için seçtiği numune kul... Allah'a gerçekten ve gerçek bir kul olmak isteyenlerin, kendisine tâbi olup O'nun gibi inanarak davranacakları kul...
Rabbimiz Allah (azze ve celle), O'ndan bahsederken "Kul" diye bahseder:
"Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir" [2]
Rasûlullah (s.a.s.), kendinden bahsederken, "bir kul" olduğunu beyân ediyordu...
Atâ b. Rebâh (rh.a.) şöyle diyor:
Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına bir zat girdi. (Bu sırada) Rasûlullah bir yastığa yaslanmış oturuyordu. Önünde de içinde ekmek bulunan bir tabak vardı. Ekmeği tabaktan alıp yere koydu. Ve yastıktan beri çekilerek:
"Ben, sadece her kul gibi yiyip içen bir kulum" buyurdu. [3]
İbn Ömer (r.a.)'dan Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Ben, kral peygamber olmakla, kul peygamber olmak arasında serbest bırakıldım. Kul peygamber olmayı tercih ettim." [4]
Bütün kullara, her yönüyle örnek olan bir kul: Rasûlullah (s.a.s)...
Diğer kullar, ancak O'na tâbi olunca, O'na itaat edince ve O'nun gibi iman edip, O'nun gibi amel etmeye çalışınca, Allah'a gerçekten kul olmuş ve Allah'ın sevdiği, razı olduğu bir dereceye çıkmış olurlar...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana uyun: Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." [5]
Allah'ın kullarını sevmesinin ve günahlarını affetmesinin şartı:
Rasûlullah (s.a.s.)'e tâbi olup itaat etmektir. Îşte bu en mükemmel kul ve kulluğun kendisinden öğrenildiği kul, tevbe konusunda şunları beyân eder:
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s):
"Vallahi, ben Allah'ı yetmiş defadan fazla muhakkak istiğfar ve tevbe ederim." [6]
İbn Ömer (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Ey insanlar, Allah'a tevbe edin! Çünkü ben O'na günde yüz defa tevbe ederim." [7]
Bu hadislerin şerhinde muhterem İslam alimleri şunları beyân ederler:
Sindî:
“Bana öyle geliyor ki, O, Allah Teâlâ'nın:
"Ve O'na istiğfar et. Şüphesiz O, tevbeleri çokça kabul edendir” [8] ayetinin gereğini yaptı ve yüce Rabbimizin: "Şüphesiz Allah, daima tevbe edenleri sever" [9] ayetinin hükmüne sarılarak, isticar ve tevbeyi tekrarladı. Diğer taraftan, istiğfar ve tevbe bir ibadettir. O, bu ibadeti ifa etmekten geri kalmak istememiş, demiştir. Sindî, daha sonra Suyutî'nin "Zeynu'l-Arap"da şu nakilde bulunduğunu söyler:
Peygamber (s.a.s.)'nin istiğfar ve tevbe duasını defalarca okuması, bir günah işlemesinden dolayı değildir. Çünkü O, bütün günahlardan masumdur. Peygamber (s.a.s.), Yüce Allah'ın şanına layık-ı veçhiyle kulluk edemediği kanaatinde olduğu için istiğfar ve tevbe duasını sık sık tekrarlardı.
Camiu's-sagir şerhinde beyân edildiğine göre el-Münavi:
“Bazı hadislerde Rasûl-ü Ekrem (s.a.s)'in günde yüz defa, diğer bazı rivayetlerde yetmiş defa istiğfar ettiği bildirilmektedir. Bu rivayetlerden maksat, O'nun çokça istiğfar ve tevbe duasını okumasıdır; maksat rivayetlerde anılan sayı ile tahdid değildir. Bu itibarla rivayetler arasında ihtilaf söz konusu değildir, demiştir.
Bazı ilim adamları da:
“Peygamber (s.a.s.)'in istiğfarları, ümmetinin günahlarının bağışlanması içindir, demişlerdir.
el-Hafız da:
“O'nun istiğfar ve tevbe etmesi, yemek, içmek, uyumak, istirahat etmek, eşleriyle meşgul olmak, halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, düşmanlarla savaşmak gibi işlerle geçirdiği zamanlar için olabilir. Çünkü bu meselelerle meşgul olduğu zaman, zikir, niyaz ve murakabe gibi özel ibadetlerden bir parça ve kısmen ayrılması, O'nun yüce makamı bakımından ve O'nun bakış açısından istiğfar etmesine vesile olurdu. Aslında yukarıda anılan işler de bir ibadettir. Peygamber (s.a.s)'in istiğfar etmesi, ümmetine istiğfar yolunu göstermesi ve bir ibadet nevini tesis etmesi için olabilir, demiştir" [10]
Gelmiş geçmiş ve gelecek bütün günahları Allah tarafından affolunmuş, Peygamberlerin sonuncusu Masum Rasûl (s.a.s.), böyle olduğu halde günde yetmiş veya yüz defa tevbe ediyordu...
Rabbimiz Allah O'nun için şöyle buyuruyordu:
"Şüphesiz, biz, sana apaçık bir fetih verdik. Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin" [11]
Rasûlullah (s.a.s.), iki ayağı şişinceye yahut kabarıncaya kadar gece namazı kılıyordu. Kendisine:
“Allah, senin gelmiş geçmiş ve gelecek bütün günahlarını mağfiret ettiği halde bu yorucu ibadetin sebebi nedir? denildiğinde:
"Ben, çok şükredici bir kul olmayayım mı?" diye cevap verirdi.[12]
Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.s.), sahabîlerine emrettiği zaman, daima takat getirecekleri işleri emrederdi. (O zaman) Sahabîler:
“Ya Rasûlullah, biz senin gibi değiliz. Allah senin, olmuş olacak günahlarını mağfiret etmiştir, derlerdi de öfke alameti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da:
"En ziyade takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şüphesiz ki benim" [13] buyururdu.
Enes b. Malik (r.a.)'dan:
Üç kişi, Rasûlullah (s.a.s.)'in kadınlarının evlerine geldi de Rasûlullah'ın ibadetini sordular. Bunlara Rasûlullah'ın ibadeti haber verilince kendi ibadetlerini azımsadılar ve:
“Biz nerede Rasûlullah nerede? Muhakkak Allah, Nebisi'nin geçmişte olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir, dediler. [14]
Böyle masum bir Nebi ve ismet sahibi bir Rasûl (s.a.s.), her gün yetmiş veya yüz defa tevbe istiğfar yaparken, ümmetinden olan, ayrıca masum da olmayan mü'min müslümanlar ne yapmalıdırlar?... Zalim tağutlar tarafından işgal edilmiş ve yağmalanmış İslam topraklarında, şeytanî düzenlerin egemenliklerinde esaret hayatı yaşayan mustazaf muvahhid mü'minler nasıl davranmalıdırlar?...
Allah'ın hükümleriyle hükmedilen ve her türlü haram şeyin tamamen yasaklandığı, azami derecede bu yasağa uyulduğu, aralarında Rasûlullah (s.a.s.)'in bulunduğu, yeryüzünün en hayırlı asrının, en hayırlı neslinin yaşadığı "Medine İslam Devleti"nde beyân ediliyordu bu sözler:
"Ey insanlar, Allah'a tevbe edin! Çünkü ben, O'na günde yüz defa tevbe ederim.
Vallahi, ben, Allah'a günde yetmiş defadan fazla muhakkak istiğfar ve tevbe ederim."
İşgal ettikleri İslam topraklarında, Allah'ın yeryüzündeki egemenlik hakkını gasp etmiş müstekbir tağutların egemen oldukları bölgelerde, her türlü haramın serbestleştirilip yasallaştırıldığı bir zamanda muvahhid mü'minlerin tavrı ne olmalıdır?... Nereye dönse haram, nereye baksa haram!... Bunca haramlar, egemen tağutlar tarafından mü'min müslümanlara dayatılmış ve zorla yaptırılan bir zaman ve bir mekan da nasıl davranılmalıdır?...
Kadın olsun, erkek olsun mü'min müslümanlara haramları işletecek ve günaha sokup Allah'a isyan ettirecek bir ortam hazırlanmıştır egemen tağutlar tarafından... Faizinden zinasına, hırsızlığından gasbına, içkisinden kumarına, terbiyesizliğinden şahsiyetsizliğine kadar, bütün şeytanî düşünce ve hareketler serbest bırakılmış ve egemen tağutî güçler tarafından teşvik edilmiştir... Kişiyi, Rabbi Allah'a karşı âsi eden ve cehenneme uzanan bütün yollar yasallaştırılmıştır... Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in gayr-i meşru kıldığı her ne var ise, sanki meşru imiş gibi algılanmış ve bu günahları işleyenler çağdaş, ileri, aydın fikirli kişiler olarak görülmeye, kültürlü insan olarak takdir edilmeye başlanmıştır... Gerek akidevî, gerekse fikrî planda İslam'ın hayat anlayışı geri plana itilmiş, üstü örtülmüş ve şeytanî propagandalar ile gündem dışı bırakılmıştır!... Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in helal kıldıklarını mahkum edip hücrelere tıkayan egemen müstekbir tağutlar, haramları kahraman ilan edip ödüllendirerek, takdirle alkışlıyorlar... Her türlü zina, içki, kumar, faiz, hırsızlık, rüşvet, suçsuz yere insan öldürme, ırza geçme, intihar etme, gasp yoluyla soygunculuk ve Allah'tan başka şeylere tapınmanın her türlüsü serbest bırakılan tağuti düzenlerde muvahhid mü'minler kendilerini nasıl koruyacaklar?!...
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Âdemoğluna zinadan nasibi yazılmıştır. Buna mutlaka erişecektir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası da yürümektir. Kalp ise heves eder, diler. Fere bunu, ya tasdik eder, ya da tekzip." [15]
Çok çirkin ve adî bir hayasızlık olan zinaya yaklaşmamayı [16] emreden Allah Teâlâ, fuhşun açığma da, gizlisine de yaklaşmayı yasaklamıştır... [17] Ayrıca ona giden bütün yolları tıkamış, gerek kadın, gerekse erkek bütün mü'min müslümanlara gözlerini haramdan sakınmalarını emretmiştir...[18]
İslam'ın hakikati bu iken ve emrettiği insan fıtratının gereği bu iken, gözlerin, kulakların dilin, elin ve ayakların zinaya teşvik edildiği, hatta yapanların ve yaptıranların tebrik edildiği, zina gibi her türlü haramın egemen tağutların güvencesi altında yapıldığı işgal edilmiş İslâm topraklarının herhangi bir beldesinde yaşayan mustazaf mü'min müslümanların hali nasıl olacak?!...
Bütün bu sorulara yegâne Önderimiz ve örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.) cevap vermiştir: "Ey insanlar, tevbe edin!"
Şirkten, küfürden, bid'at ve hurafeden tevbe edin ey insanlar! Tevbenin dört şartına dikkat ederek, istiğfar eder ve bu kararınızda direnebilirseniz, sahih tevbeyi gerçekleştirmiş olursunuz...
Ey insanlar, sizleri Rabbiniz Allah'tan, O'nun rızasından ve sevgisinden uzaklaştırıp, şeytan ve şeytanîler ile dost eden fikirlerden, ideolojilerden ve tağutî düzenlerden tevbe edin!... Onlara yardımcı olmaktan ve destek vermekten tevbe edin!... Sizleri her türlü haramı işlemeye mecbur eden ve Allah'a isyan etmeyi dayatan bütün tağutî rejimlerden tevbe edin!... Şirkten tevbe edip tevhidde karar küm, küfürden tevbe edip imana sarılın, fısk ve fücurdan tevbe ederek, salih amel işleyin ey insanlar!...
Ey insanlar!
Dinleyin ve itaat edin ki, yegâne Rabbimiz ve ilahımız Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır.
"Oysa sen, içlerinde bulunduğun sürece Allah, onları azaplandıracak değildir Ve onlar bağışlanma dilmelerinden de Allah onları azarlandıracak değildir" [19]
Bu ayet-i kerime, müşriklerin şu itiraz ve isyanlarından sonra nazil olmuştur:
"Bir de: "Ey Allahımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak senin katından ise, gökyüzünden üstümüze taş yağdır veya acı bir azap getir (bakalım)" demişlerdi." [20]
Olayı, imam Buhârî (rh.a.) ve îmam Müslim (rh.a.) muttefekun aleyh olarak rivayet ederler...
Enes b. Malik (r.a.)'dan:
Ebû Cehil:
“Ya Allah, eğer bu Kur'ân, senin katından (gelme) hakkın kendisi ise, durma bizim üstümüze gökten taş yağdır yahut bize acıtıcı bir azap getir, dedi.
Bunun üzerine şu ayetler indi:
"Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece Allah, onları azarlandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de Allah, onları azarlandıracak değildir."
Onlar, Mescid-i Haram'da (insanları) alıkoyarken ve onun (gerçek ve layık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azaplandırmasın? Onun asıl koruyucuları, yalnızca korunup sakınanlar (müttakiler)dir. Ancak onların çoğu bilmezler" [21]
Ebû Musa (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah, ümmetim için bana iki emniyet indirdi: Sen, içlerinde bulunduğun sürece Allah, onları azaplandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de Allah, onları azaplandıracak değildir." Enfal: 8/33
“Ben, geçtiğim (ahirete intikal ettiğim) vakit, Kıyamete kadar onlarda istiğfarı bırakacağım." [22]
Yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), ümmet ve içinde bulunduğu toplum için bir emniyet idi... O'nun hayatta oluşu, o toplum için bir rahmet idi... O, o toplumda yaşadığı müddetçe Allah, o topluma azap etmedi... O'nun vefatı ile ikinci güvence olan tevbe ve istiğfar kaldı... Tevbe ve istiğfar da, Rasûlullah (s.a.s.)'in varlığı gibi, aralarında yaşadığı toplumda var oldukça, toplumu Allah'ın izniyle azaptan koruyacaktır... Muvahhid mü'min müslümanlar, âlemlerin Rabbi Allah ile rabıtalarını sağlamlaştırdıkça ve tevbe ile istiğfara devam edip kendilerini yeniledikçe, Allah, onlara azap etmeyeceğini beyân buyurmaktadır...
Fudale İbn Ubeyd (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ'ya istiğfarda bulundukça kul, Allah'ın azabından emindir." [23]
İbn Abbas (r.a.) şöyle söyler:
“Onların hakkında iki eman vardı:
Birisi, Hz. Peygamber (s.a.s.), diğeri de istiğfar. Hz. Peygamber (s.a.s.) gitti ve istiğfar kaldı.
Ve yine şöyle demiş İbn Abbas (r. anhuma):
“Muhakkak ki, Allah Teâlâ, bu ümmet hakkında iki eman vermiştir. Bu iki eman aralarında olduğu sürece, azap musibetlerinden kurtulmuş olurlar ve masum kalmakta devam ederler. Emanın birisini Allah Teâlâ, kendine almıştır. Diğeri ise, içimizde kalmıştır. Bu, Allah Teâlâ'nın:
"Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece Allah, onları azaplandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de Allah, onları azarlandıracak değildir" [24] ayetidir.[25]
Bu konuda, muhterem İslam âlimleri şunları söylemiştir:
Burada mağfiret dilemekten kasıt İslamdır yani "Onlar istiğfar edip dururken de" yani onlar, Allah'a teslim olup İslam'a girecek olurlarsa, "Allah, onları azarlandıracak değildir" Bu açıklamayı Mücahid ve İkrime yapmıştır.
Bir diğer açıklamaya göre, "Onlar, istiğjar edip dururken" yani onların sulblerinde Allah'tan mağfiret isteyecek kimseler varken demektir. Bu da Mücahid'den rivayet edilmiştir.
"Onlar, isticar edip dururken" buyruğunun mağfiret isteyecek olurlarsa takdirinde olduğu da söylenmiştir. Yani mağfiret isteyecek olurlarsa onlara azap edilmez. Bununla, onları mağfiret dilemeye davet etmektedir. Bu açıklamayı, Katâde ve İbn Zeyd yapmıştır.
el-Medain, kimi ilim adamlarının şöyle dediğini nakletmektedir:
Peygamber (s.a.s.) döneminde, Araplardan kendi nefsi aleyhine günahta ileri giden ve günah, işlemekten çekinmeyen birisi vardı. Peygamber (s.a.s.) vefat edince yünlü elbiseler giyindi ve işlediklerinden geri döndü. Dine bağlılığını ve ibadete yöneldiğini dışa vurmaya başladı.
Ona:
“Eğer Peygamber (s.a.s) hayatta iken sen bu şekilde yapmış olsaydın, O senin bu durumuna sevinirdi, denilince şu cevabı verdi:
“Benim iki emanım var idi. Onlardan birisi gitti, diğeri kaldı. Yüce Allah:
"Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azap verecek değildir” diye buyurmaktadır, işte bu, iki emanın biri. İkincisi ise:
"Onlar, istiğfar edip dururken de Allah, onları azaplandıracak değildir" buyruğundaki emandır.[26]
Günah işlemekle paslanan kalbi ve kirlenen beyni tevbe ve istiğfar ile yıkayıp yenilemek gerek... Tevbe; mü'min müslümanın, Allah'ın izniyle ve emrettiği şekliyle kendisini yenilemesidir... Haram işleyerek, ruhunu ve bedenini kirleten mü'min müslümanlar, tevbe ile yıkanarak temizlenir ve yenilenirler...
Rabbimiz Allah, Nuh (a.s.)'ın kısasını beyân buyururken, Nuh (a.s.)'ın şu sözlerinin birer hakikat oluşu gündeme gelmektedir:
"(Nuh;) Bundan böyle, dedim, Rabbinizden mağfiret isteyin. Çünkü gerçekten o, çok bağışlayandır. (Öyle yapın ki) üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size, mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar, bahçeler versin, ırmaklar da versin." [27]
Se'lebî'nin beyânına göre, Hasan Basrî hazretlerine birisi gelip, fakirlikten şikayet etmiş.
Hazret ona:
“Allah'a istiğfar et, diye cevap vermiş. Başka birisi de:
“Dua buyursanız da Allah bir oğul versin, diye rica etmiş. Hazret-i imam buna da:
“Allah'a istiğfar et, demiş.
Bir başkası daha gelerek kuraklıktan, bahçesinin kuruduğundan şikayet etmiş.
Buna da istiğfar tavsiyesinde bulunmuş.
Mecliste hazır bulunanlar, Hasan Basri hazretlerine:
“Ey Üstad, türlü şikayet ve başka başka dileklerde bulunanların hepsine yalnız istiğfar tavsiye buyurdunuz, demeleri üzerine Hazret-i İmam:
“Ben bunu, kafamdan söylemedim. Nuh (a.s.)'ın türlü afet ve zaruretlere müptela olan kavmine bunlardan kurtulmaları için:
"Rabbinize istiğfar ediniz" [28] dediği Kur'an'da hikaye buyurulduğundan ilham alarak, ben de bana müracaat edenlerin hepsine istiğfar etmelerini tavsiye ettim, buyurmuştur. [29]
Ümmetin kurtuluşunun iki emniyetinden biri olan, her anında ve her hâlinda Allah'a tevbe ve istiğfar etmek, mü'min müslümanları kaza, bela ve musibetlerden -Allah'ın izniyle koruyacaktır... Nuh (a.s.)'ın kavmine dolayısıyla bütün insanlara beyânı olan, samimi tevbe ve istiğfar etmek, belâları önleyen ve rahmet kapılarını açıp coşturan bir harekettir...
İslam müçtehitlerinden ve Basra Mektebi'nin kurucusu el-Hasan Basrî (rh.a.)'in Nuh (a.s.)'ın beyânından, dolayısıyla Kur'ân ayetlerinden hareketle yaptığı içtihat, bütün muvahhid mü'minlerin kendisiyle amel edeceği bir içtihattır...
Samimi ve şartlarına riâyet edilerek yapılacak bir tevbe -istiğfar, kişiyi yeni baştan yenilemekte ve Rabbi Allah ile rabıtasını çok sağlamlaştırmaktadır... Tevbe - istiğfar ile kendisini yenilemek ve Rabbinin razı olmadığı durumlardan O'nun rızasını ve sevgisini kazanacak durumlara hicret edip, menziline varınca da orada sabırla karar kılmak, dertlere deva, hastalıklara şifâdır...
Hz. Ömer (r.a.), yağmur duasına çıkmıştı. Sadece istiğfarda bulundu, başkaca bir dua yapmadı. O'na:
“Seni yağmur duasında bulunur görmüyoruz? denildiğinde:
“Ben, göğün "mecadih"i ile yağmur istedim, dedi.
“Mecadih, üç belli yıldız, demek olup bunların doğuşu nadir olur. Hz. Ömer (r.a.), istiğfarı, şaşmayan sadık doğuş zamanlarına benzetmiştir.
Bekr b, Abdullah'ın da şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“İnsanların en günahkâr olanları, en az istiğfarda bulunanlarıdır. En çok istiğfar edenleri de, en az günahkâr olanlarıdır.” [30]
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Şu muhakkak ki, sizden evvel geçen ümmetler içinde (Allah tarafından) kendilerine haber ilham olunan kimseler vardı. Şu da muhakkak ki, eğer benim şu ümmetim içinde onlardan bir kimse bulunursa, şüphesiz o, Ömer b. Hattâb'dır." [31]
Önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in vasfını beyân etmiş olduğu Emirü'l-mü'minîn imam Ömer b. Hattâb (r.a.), Rabbimiz Allah'a dua edip yağmur yağmasını dilerken sadece istiğfarda bulunuyor... O, tevbe - istiğfarın ne kadar kıymetli olduğunu ve Allah katındaki değerini bildiği için böyle davranıyor ve İslâm milletine örnek oluyor...
Önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), içinde Emirü'l-mü'minîn imam Ömer (r.a.)'ın da bulunduğu "Raşid Halifelerin Sünneti"ne tâbi olmamızı emrediyor...
İrbad b. Sariye(r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sizden kim yaşarsa fazla ihtilafa şahit olacaktır. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan Hulefayi Raşidin'in sünnetlerine yapışınız. Bunları dişlerinizle sıkıca tutunuz." [32]
Her işinde tevbe ve istiğfara sarılmanın önemini böylece Emirü'l-mü'minîn İmam Ömer b. Hattâb (r.a.)'dan da öğrenmiş oluyoruz... İstiğfarı canlı tutmak demektir... Rabbimiz Allah ile rabıtayı sağlamlaştırmanın en iyi yolu, tevbe etmektir...
Emirü'l-mü'minîn imam Ömer b. Hattâb (r.a.)'ın yağmur duası olayını Şa'bi (r.a.)'dan nakleden imam Taberî (rh.a.), duada yalnız istiğfar eden imam Ömer (r.a.)'ın soranlara şu cevabı verdiğini beyân eder:
“Ben, yağmuru, kendileriyle yağmur istenen göğün kepçeleriyle istedim.
Hz. Ömer bundan sonra:
"Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin. Şüphesiz ki O, çok bağışlayandır. (Böyle yapın ki,) size, gökten bol bol yağmur indirsin” [33] ayetlerini okudu.
Daha sonra:
"Ey kavmim, Rabbinizden af dileyin. Sonra O'na tevbe edin ki, size gökten bol bol yağmur indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin." [34] ayetini okudu. [35]
Seleflerimizden olan Emirü'l-mü'minîn Ömer b. Hattâb (r.a.) ve imam Hasan Basrî (rh.a.)'ın bu yerinde ve isabetli görüşleriyle her zamankinden daha çok amel etmemiz gereken bir hâldeyiz... Daha çok tevbe etmemiz ve daha çok takvaya sarılmamız gerekir...
Katıksız iman sahibi muvahhid mü'minler, imanlarının gereği olan takvayı gündeme getirecek ve Allah'tan gereği gibi korkup sakınacak olurlarsa, Rabbimiz Allah kendilerine bir çıkış yolu gösterecektir...
Ebû Zer (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Şüphesiz ben, öyle bir kelime (ayet) bilirim ki, eğer insanların hepsi onu tutsaydılar, hepsine yetecekti." Sahabîler:
“Ya Rasûlullah, hangi ayettir? dediler. O (s.a.s.) buyurdu ki:
"Kim Allah'tan korkup sakınırsa (Allah), ona bir çıkış yolu gösterir" [36]ayetidir.[37]
Bu samimi iman ve takvadan dolayı muvahhid mü'minler, en küçük bir hatayı ve günahı bile dikkate alır, ondan sakınmaya çalışır ve eğer günah işlemiş ise, hemen tevbe - istiğfar edip kendisini yenilemeye çalışır... Hiçbir vakit "şu günah küçüktür, bunu işlemekten ne çıkar" deyip günahı hafife almamalı... Çünkü yapılan zerre miktarı şer ve günah bile olsa bilinip hatırlanınca istiğfar yapmak gerek... Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Artık kim zerre ağırlığınca hır şer (kötülük) işlerse, onu görür."[38]
Rasûlullah (s.a.s.), mü'minlerin annesi Aişe (r. anha)'ya şöyle buyurdu:
"Ya Aişe, (günah sayılan) küçümsenenlerinden (de) sakın. Çünkü şüphesiz onlar için (de) Allah (tarafın)dan bir araştırıcı (melek) vadır." [39]
Kuluna şah damarından da yakın ve her şeyine vakıf olan Rabbimiz Allah, kulunun şahitleri olarak meleklerini de vazifeli kılmıştır:
"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda oturan iki tespit edici ve yazıcı, tespit edip yazarken, o, söz olarak (herhangi birşey) söyleyiversin mutlaka yanında hazır bir gözetliyici vadır." [40]
Açığıyla, gizlisinin en gizlisiyle her şeyi yaratan ve bilen Rabbimiz Allah, insan kulunun şahidi, melekleri şahidi ve yeryüzü de insanın hâl ve hareketinin yanılmaz şahidi!...
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.):
"O gün (yer) haberleri anlatacaktır" [41] ayetini okudu ve:
"Yeryüzünün haberleri nedir, bilirtirsiniz?" dedi.
Ashâb:
“Allah ve Rasûlü bilir ancak! Dediler
(Rasûlullah) buyurdu ki:
"Yeryüzünün haberleri, erkek ve kadın her kul hakkında, sırtında işledikleri işlere dair şehadet etmesi, falan, falan günde şöyle şöyle yaptı, demesidir."
Rasûl-ü Ekrem:
"İşte yeryüzünün haber vermesi bu, vazifesi bu, haberleri de bundan ibarettir!" buyurdu. [42]
İnsanın her organı da kendisinin her hâl ve hareketinin şahididir...
"Allah'ın düşmanlarının biraraya getirilip toplanacakları gün, işte onlar, ateşe bölükler hâlinde dağıtılırlar. Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutkunu verip konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz."
“Siz, işitme-görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder, diye sakınmıyordunuz. Aksine yaptıklarınızın bir çoğunu, Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.
İşte bu, sizin zannınız, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınız- Sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayan kimseler olarak sabahladınız" [43]
"Bugün Biz, onların ağızlarını mühürleriz, (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını, elleri bize söylemekte, ayakları (aleyhlerinde) şahitlik etmektedir." [44]
“Ogün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaktır. O gün Allah, hah ettikleri cezayı noksansız verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz Hak olduğunu bileceklerdir." [45]
Bütün bu hakikatleri şuurlu olarak idrak eden muvahhid mü'minler, Rabbimiz Allah'ı görüyormuş gibi hareket etmelidirler... Onlar, her anda Allah Teâlâ'nın huzurunda olduklarının farkına varmalıdırlar... Onlar, dünya gözüyle Allah'ı görme imkânına sahip değillerse de Allah her an açığıyla gizlisiyle kendilerini görmekte, bilmekte ve duymaktadır....
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
O zat (Cebrail):
“İhsan nedir? Diye sordu.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Eğer sen Allah'ı görmüyorsan da şüphesiz O seni görmektedir" buyurdu. [46]
Katıksız imam ve Allah'ın emrettiği, Rasûlullah (s.a.s.)'in gösterdiği şekilde işlediği salih ameliyle ihsan makamında yer edinip muhsinlerden olan muvahhid mü'minler, bütün bu şahitlere iman etmiş ve onların farkında olan izzet ve şeref sahibi olgun birer şahsiyettirler... Haramlara yaklaşmamaya, hatalara düşmemeye ve Rabbi Allah'ın huzurunda yüzünü kara çıkaracak günahı işlememeye azamı derecede gayret eder... İnsan olduğu ve masum olmadığı için herhangi bir suç işler ise, hemen pişman olup vazgeçerek ve tevbe ederek kendisini düzeltir, yıpranmışlığı yeniler, solmuşluğu tazeler...
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuru Rasûlullah (s.a.s.):
"Mü'min günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir iz kalır. Sonra o kişi tevbe edip (nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah'tan) mağfiret dilerse, kalbi (o iz pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü'min, günahı fazlalaştırırsa, kalbindeki siyah iz (ve leke) de fazlalaşır. İşte Allah'ın Kitabı'nda:
"Hayır (onların sandıkları gibi değil). Onların kazandıkları günahı, kalplerini paslandırıp karartmıştır" [47] ayetinde buyurduğu "Rân" budur."[48]
Mücahid (rh.a.) şöyle demiştir:
“Kalp, açık bir el gibidir. Kul, her günah işledikçe bir parmak kapanır. Nihayet bütün parmaklar kapanınca, kalp üzerine perde çekilir, işte mühürlenip damgalanma budur.[49]
Sonsuz merhamet sahibi ve rahmeti gazabına galip gelen âlemlerin Rabbi Allah, işlediği günahlardan pişman olup tamamen vazgeçerek tevbe edip kendisini yenileyen, kalbindeki ve ruhundaki günah kirlerini gideren kulunu çok sevip, tevbesini kabul eder... Allah, kullarının günahtan vazgeçip Kendisine dönmelerine çok sevinir... Kendisinden, günah işleyerek, O'nun razı olmadığı işler yaparak uzaklaşan kulların, hatalarından tevbe edip tekrar Kendisine dönmelerinden razı olan Rabbimiz Allah, affı ve merhametiyle kullarına yaklaşır ve onları rahmetiyle sarar...
Kulun, Rabbi Allah'a dönmesini, Allah'ın onu kabulünü ve onun bu hareketine sevinmesini, yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) bizlere beyân buyurmaktadır...
Enes b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah, kulunun tevbe etmesiyle, herhangi birinizin çöl bir arazide kaybetmiş olduğu devesine ansızın tesadüf edivermesi anındaki sevincinden daha çok sevinir.” [50]
Enes b. Malik (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah'ın, tevbe ettiği vakit kulunun tevbesine sevinmesi, birinizin devesi üzerinde çorak bir arazide bulunup, devesi kaçtığı, üzerinde de yiyeceği içeceği bulunduğu ve ondan umudunu kestiği, nihayet bir ağaca gelerek gölgesinde yattığı, devesinden umudunu kestiği, o bu hâlde iken aniden deve karşısına dikiliverdiği ve yedeğinden tuttuğu, sevincinin şiddetinden:
“Allah'ım, Sen benim kulumsun, ben de Senin Rabbinim, dediği, sevincinin şiddetinden yanıldığı zamanki sevincinden daha çoktur." [51]
Çünkü Rabbimiz Allah, kulunun Kendisine dönmesini istemektedir... Kendisini yaratan ve her türlü nimeti veren Rabbi Allah'ı unutmaması ve O'ndan başka rab, ilâh ve melik edinmemesini emretmektedir... Kul, tevbe ve istiğfar edip Rabi Allah'a yüz tutunca, O'na dönüp, O'ndan başka Rabbi, İlâh'ı ve Melik'i olmadığını itiraf edince, bu kararında samimi olunca, Rabbimiz Allah onu affediyor... Böyle davranan kullarını affedeceğini, onların tevbelerini kabul edeceğini beyân ediyor Rabbimiz Allah... Çünkü O'nun rahmeti, gazabını geçmiştir...
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah, halkı yarattığı zaman Kendi yanında Arş'ın üstünde olan Kitabında: Rahmetim, gazabıma galip olmuştur, diye yazdı." [52] Bu hadisin şerhinde şunlar beyân edilmiştir:
Kitabına yazmaktan maksat, "Kalem’e emir buyurarak "Levhi Mahfuz"a yazdırmasıdır.
Kitabın Allah Teâlâ'nın nezdinde olması -hâşâ- mekân bildirmek için değil, mahlukatından tamamıyla gizli, onların idrakinin haricinde olduğuna işaret içindir.
Hadisten murad, rahmetinin taalluku, gazabının taallukundan öncedir, demektir. Çünkü rahmet, Allah Teâla Hazretlerinin zâtının muktezasıdır. Gazap ise, kulun bir sabıkasına mütevakkıftır. Bazıları, rahmetle gazabın Allah'ın zatî sıfatlarından olmayıp, fiilî sıfatlarından olduğunu söylemişlerdir.
Nevevî (rh.a.) diyor ki:
“Alimler, Allah'ın gazabıyla rızasının, irade sıfatına râci olduklarını söylemişlerdir. Muti kuluna sevap vermek dilemişse, buna rıza, âsî kuluna azap vermeyi dilemişse, buna da gazap denilmiştir. Buradaki öncelik ve galebeden murad, rahmetinin çokluğu ve şümulüdür.[53]
Rabbimiz Allah'ın rahmetinin çokluğu, yine sahih hadislerde, Rasûlullah (s.a.s.) tarafından beyân edilmiştir... Rabbimiz Allah'ın rahmeti, sonsuz olup sayıya ve ölçüye sığmaz...
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ, rahmetini yüz parça yaptı da doksan dokuz parçasını, kendi yanında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahluklar, birbirine acırlar (birbirini severler). Hatta kısrak (yavrusunu emzirirken) dokunur korkusuyla bir ayağının tırnağını yukarı kaldırır." [54]
Nevevî (rh.a.) diyor ki:
“Bu hadisler, müslümanlar için ümit ve müjde hadisleridir. Alimler:
İnsana, bu bir rahmetten şu keder dünyasında Kur'ân, namaz, kalbine rahmet ve sair gibi nimetler verilirse, karar ve mükâfat diyarı olan ahiretteki yüz rahmeti bir düşünmeli, demişlerdir.
Müslim sarihlerinden Übbî:
“Bu taksim, Allah'ın rahmetinin çokluğundan kinayedir. Mamafih rahmet nevilerinin hakikî taksimi olması da muhtemeldir. Bu taksime göre, rahmetin diğer nevilerini Allah bilir, demiştir.
Bu hadisler, bir temsilden ibarettir. Yoksa Allah Teâlâ’nın rahmeti sınırlı değildir ki, taksimi kabil olsun.
Maksat, bize verilen rahmetin azlığını, Allah nezdinde olanın çokluğunu anlatmaktır. [55]
Emiru'l-mü'minîn İmam Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s.)'e esirler geldi. Bir de baktık ki, esirlerden bir kadın aranıyor. Esirler arasında bir çocuk bulduğu vakit onu alıyor, göğsüne yapıştırıyor ve emziriyor.
Rasûlullah (s.a.s.), bize:
"Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağım sanır mısınız?" buyurdu. Biz:
“Hayır, vallahi, onu atmamak elinden gelirse (atmaz), delik.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Muhakkak Allah, kuluna, bu kadının çocuğuna acımasından daha çok acır" buyurdu.[56]
İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
Biz, savaşların birinde Rasûlullah (s.a.s.)'in beraberinde bulunuyorduk. O, (bu seferde) bir kavme uğrayarak: "Bunlar kimdir?" diye sordu. O kavim de:
“Biz müslümanız, dediler.
Bir kadın da tandırına yakacak atmakla meşguldü ve beraberinde bir oğlu vardı. Tandırın alevi yükselince kadın çocuğunu uzaklaştırdı. Sonra kadın, Rasûlullan (s.a.s.)'in yanına geldi ve:
1Sen, Allah'ın Rasûlü (mü)sün? dedi. Oda:
"Evet" buyurdu.
(Bunun üzerine) kadın (O'na):
“Anam babam sana feda olsun. Allah merhametli olanların en çok merhametlisi değil mi? dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Evet (en merhametlisidir)" buyurdu.
Kadın:
“Allah kullarına, annenin çocuğuna şefkatinden daha çok merhametli değil midir? dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
"Evet (daha merhametlidir)" buyurdu. Kadın:
“Peki, anne, çocuğunu ateşe kesinlikle atmaz. (Yani merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, kullarının bazını nasıl ateşe atacak?) dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.), ağlayarak mübarek başını eğip, uzun zaman yere baktı. Sonra mübarek başını kadına doğru kaldırarak:
“Şüphesiz Allah, hak yoldan sapıp O'na itaat etmeye tenezzül etmeyen ve tevhid kelimesini söylemekten imtina eden azgın kullarından başkasına azap etmeyecektir" buyurdu.[57]
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Şakî olan kişiden başka kimse ateşe girmeyecektir."
“Ya Rasûlullah, şakî kimdir? diye soruldu:
Oda:
"(Şakî,) ibadet olarak, Allah için hiçbir amel işlemeyen ve günahtır diye hiçbir günahı bırakmayan kimsedir." buyurdu.[58]
Bütün bu müjdelerden sonra ihsan üzere yaşamaya devam eden muvahhid mü'minler sevinmeli, ümitvar olmalı ve kendilerini arındıran, yenileyen tevbeye sarılmalı, istiğfara devam etmelidirler...
Merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz Allah'ın, günahkâr kullarının tevbesini gece ve gündüz, her ne zaman yapmak isterlerse, kabul edeceğine dair Rasûlullah (s.a.s.) önderimizin açık beyânları vardır...
Ebû Musa (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Şüphesiz ki Allah (azze ve celle), gündüzün günah işleyenin tevbesini, kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tevbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. (Bu,) tâ güneş battığı yerden doğuncaya kadar (devam) eder." [59]
Allah'ın elini açması, tevbenin kabulü hakkında istiaredir. Burada, el açma tabirinin kullanılması, Arapların âdetine nazarandır. Onlar, bir şeyden razı oldukları vakit elini açar, razı olmazlarsa yumarlar. Yoksa el, evvelce de görüldüğü veçhileyle Allah Teâlâ hakkında tasavvuru imkânsız olan bir şeydir. [60]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahzab: 33/21.
[2] İsra: 17/1. Ayrıca bkz. Necm: 53/10.
[3] Ahmed b. Hanbel, Kitabü'z-Zühd, Çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst.1993, C.1, Sh.17, Hds.19 ve 21.
İmam Suyutî, Camiu's-sagir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. 1996, C.1, Sh. 26, Hds. 9(14). Hz. Aise (r.anha)'ın rivayetiyle Ebû Yâ'la ve İbn Hibban'dan.
[4] İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, Cem'u'l-Fevaid-Büyük Hadis Külliyatı, Çev. Naim Erdoğan, İst. T.Y., C.5, Sh. 139, Hds. 8795. Bezzar ve Taberânî, Mu'cemul-evsat'tan. İbn Kesir, Şemailu'r-Rasûl, Çev. Naim Erdoğan, İst.1983, Sh. 96-97.
[5] Al-i İmran: 3/31.
[6] Sahih-i Buhâri, Kitabû'd-Daavat, B.2, Hds. 3. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'1-Edeb, B.57. Hds. 3816. Sünen-i Tirmizi, Kîtabû Tefsiri'I-Kur'ân, B. 47, Hds. 3474. İmam Neseî, Ameli'I-yevm ve'1-leyle - Hadisler Işığında Günlük Hayat, Çev. Mehmet Yolcu, İst. 1996, C.1, Sh. 443, Hds. 336-337.
[7] Sahih-i Müslim, Kitabü'z-Zikr ve'd-dua ve't-tevbe, B. 12, Hds. 42. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'1-Edeb, B. 57, Hds. 3815. Sünen-i Tirmizi, Kitabü Tefsiri'l-Kurân, B. 47, Hds. 3474. Sunen-i Dârimî, Kitabü'r-Rikak, B.15, Hds. 2720. Ahmed İbn Hanbel, A.g.e., C.1, Sh. 20, Hds. 33. Taberâni, Mu'cemus-sagir Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, İst. 1996, C.1, Sh. 243, Hds.159. C.1, Sh.301, Hds.207. İmam Neseî, A.g.e., C.1, Sh. 440, Hds. 431.
[8] Nasr: 110/3
[9] Bakara: 2/222
[10] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercüme ve Şerhi, İst.1983, C.9, Sh. 606-607.
[11] Fetih: 48/1-2.
[12] Sahih-i Buhârî, Kitabü'r-Rikak, B. 20, Hds. 58 Kitabü't-Tefsir, B. 275, Hds. 358.
Sahih-i Mülim, Kitabû Sıfati'l-Münafikin, B.18, Hds. 79-81. Sünen-i İbn Mâce, Kitâbü İkameti's-salât, B. 200, Hds.1419-1420. Sünen-i Tirmizî, Kitabü's-Salât, B. 302, Hds. 408. Sünen-i neseî, Kitabü Kıyamet-leyl, B.17, Hds.1644. Ahmed İbn Hanbel, A.g.e., C.l, Sh. 35, Hds. 92. Taberâni, A.g.e., C. l, Sh. 205, Hds. 128.
[13] Sahih-i Buhârî, Kitabû'1-îman, B. 12, Hds.13. Sahih-i Müslim, Kitabü's-Sıyam, B.12, Hds.74; B.13, Hds.79. İmam Malik, Muvatta, Kitabû's-Sıyam, Hds. 9.
[14] Sahih-i buhâri, Kitabü'n-Nikâh, B.1, Hds. l. Sahih-i Müslim, Kitabü'n-Nikâh, B. l, Hds. 5. Sünen-i Neseî, Kitabû'n-Nikâh, B. 4, Hds. 3203.
[15] Sahih-i Müslim, Kitabü'l-Kader, B. 6, Hds. 21. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'n-Nikâh, B. 42-43, Hds. 2153.
[16] Bkz. İsra: 17/32.
[17] Bkz. En'am: 6/151.
[18] Bkz. Nur: 24/30-51.
[19] Enfal: 8/33.
[20] Enfal: 8/32.
[21] Enfal: 8/33-34. Sahih-i Buhârî, Kitabü't-Tefsir, B.131, Hds.169-170. Sahih-i Müslim, Kitabü Sıfati'l-münafikin, B 5, Hds. 37. İmam el-Vahidî, Esbab-ı Nüzul, Çev. Dr. Necati Tetik, Vdğ. Erzurum,T.Y., Sh. 254.
[22] Sünen-i Tirmizî, Kitabü Tefsiri'l-Kur'ân, B. 9, Hds. 3276.
[23] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, C. 7, Sh. 3289.
[24] Enfâl: 8/33
[25] İbn kesir, A.g.e., C. 7, Sh. 3288-3289.
[26] İmam Kurtubî, el-Câmi'u li ahkâmil-Kur'ân, Çev. M. Beşir Ervarsoy İst 1999 C 8 Sh. 25.
[27] Nuh: 71/10-12.
[28] Nuh: 71/10
[29] Sahih-i Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Çev. ve Şerh: Kâmil Miras, D.I.B. Yayınları, Ank. 1980, 5. Baskı, C.12, Sh. 334-335. Fahrüddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Mefâtihu'1-gayb, Çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1995, C 22, Sh. 148-149.
[30] Fahrüddin er-Râzi, A.g.e., C 22, Hds. 96. Sh.148. İbn Kesir, A.g.e., C. 14, Sh. 8116.
[31] Sahih-i Buhâri, Kitabü'l-Enbiya, B. 56, Hds.136. Sahih-i Müslim, Kitabû Fedaili's-sahâbe, B. 2, Hds. 23.
[32] Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B.6, Hds. 43 Sünen-i Ebû Davüd, Kitabüs-Sünnet, B. 6, Hds. 4607. Sünen-i Tirmizi, Kitabü'1-İlm, B.16, Hds. 2815. Sünen-i Dârimî, Mukaddime. B.16.
[33] Nuh: 71/10-11
[34] Hud: 11/52
[35] Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Tebari Tefsiri, Çev. Hasan Karakaya- Kerim Aytekin, İst. 1996, C. 8, Sh. 436.
[36] Talak: 65/2
[37] Sünen-i İbn Mâce, Kitabüz-Zühd, B. 24, Hds. 4220. Sünen-i Dârimî, Kitabü'r-Rikak, B.16, Hds.2728.
[38] Zilzal: 99/7-8.
[39] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B.29, Hds. 4243. Ahmed b. Hanbel, A.g.e., C.l, Sh.31, Hds.77. Sünen-i Dârimî, Kitabü'r-Rikak, B.17, Hds. 2729.
[40] Kaf: 50/16-18.
[41] Zilzal: 99/4
[42] Sünen-i Tirmizi, Kitabü Sıfati'l-kıyame, B. 7, Hds. 2546. Kitabü Tefsiri'l-Kur'ân, B. 86, Hds. 3573. İmam Tirmizi (rh.a.)'ın notu: "Bu hadis, hasen sahih garibtir."
[43] Fussilet: 41/19-23.
[44] Yasin: 36/65.
[45] Nur: 24/24-2.
[46] Sahih-i Buhâri, Kitabü'1-İman, B. 37, Hds. 43. Sahih-i Müslim, Kitabül-İmam, B. l, Hds. l. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü's -Sünnet, B. 17, Hds. 4695. Sünen-i Tirmizî, Kitabû'l-İman, B. 4, Hds. 2738. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B. 9, Hds. 63-64. Sünen-i Neseî, Kitabû'1-İman, B. 6, Hds. 4958.
[47] Mutaffifin: 83/14.
[48] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 29, Hds. 4224. Sûnen-i Tirmizî. Kitabü Tefeiril-Kur'an, B. 74, Hds. 3552. Sahih-i Müslim, Kitabû'1-İman, B. 65, Hds. 231. İmam Malik, Muvatta, Kitabü'l-Kelâm, Hds. 18. İmam Hafız el-Münzirî, Hadislerle İslâm - Terğib ve Terhib, Çev. A. Muhtar Büyükçınar, Vdg. İst. 1986, C 6, Sh.130, Hds.13. İbn Hiban ve Hakim'den.
[49] Hüccetü'l-İslâm İmam Gazali, İhyâu ulümid-din, Çev. Ahmed Serdaroğlu, İst. T.Y, C.4, Sh. 96.
[50] Sahih-i Buhârî, Kitabü'd-Daavat, B. 3, Hds. 5. Sahih-i Müslim, Kitabü't-Tevbe, B. l, Hds. 8. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Dua, B. 103. Hds.
[51] Sahih-i Müslim Kitabü't-Tevbe, B. l, Hds. 7. Sahih-i Buhârî, Kitabü'd-Daavat, B.3, Hds. 4 (Son cümle hariç). Sünen-i Tirmizi Kitabü Sıfati'l-Kıyame, B. 15, Hds. 2615. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zûhd B. 30, Hds. 4249. Sünen-i Dârimî, Kitabü'r-Rikak, B. 19, Hds. 2731.
[52] Sahih-i Buhârî Kitabû Bed'il-halk, B. l, Hds. 4. Kitabü't-Tevhid, B.15, Hds. 33. Sahih-i Müslim, Kitabû’l-Tevbe, B.4, Hds. 14-16. Sünen-i Tirmizî Kitabü't-Daavat B. 108, Hds. 3773. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B. 13, Hds. 189. Taberâni, A.g.e., C.l, Sh.87, Hds. 29.
[53] Ahmed Davudoglu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1980, C 2, Sh.99.
[54] Sahih-i Buhârî, Kitabü'1-Edeb, B.19, Hds. 29. Sahih-i Müslim, Kitabü't-Tevbe, B. 4, Hds.17-21. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 35, Hds. 4294. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Daavat, B.106, Hds.3771.
[55] Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C.11, Sh.101.
[56] Sahih-i Buhârî, Kitabû'1-Edeb, B.18, Hds. 28. Sahih-i Müslim Kitabü'I-Edeb, E. 4 Hds. 22. Sünen-i Ebû Davud, Kitabü'l-Cenaiz, B. l, Hds. 3089. Taberânî, A.g.e. C.1, Sh. 270, Hds.181.
[57] Sûnen-i İbn Mâce Kitabü'z-Zühd, B. 35, Hds. 4297.
[58] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 35, Hds. 4298.
[59] Sahih-i Müslim, Kitabü’l-Tevbe, B.5, Hds. 31. İmam Suyutî, A.g.e., C.l, Sh.491, Hds.1059 (1844). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh. 395 ve 404.
[60] Ahmed Davudoğlu, A.g.e., C. ll, Sh.110.