* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İnsan Vefası Kadar Yaşar  (Okunma sayısı 2459 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı webtasarim

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 219
İnsan Vefası Kadar Yaşar
« : Eylül 01, 2024, 08:33:56 ÖÖ »


İnsan Vefası Kadar Yaşar

Önce soruyu ve sorunu net bir şekilde tespit ederek başlayalım. Bizler cephede kazandığı savaşı kelimelerde ve kavramlarda kaybetmeye yüz tutmuş bir toplumuz. Soru bu cümlenin neresinde? Sorun neredeyse orada bir soru vardır. Kelimelerimizi ve kavramlarımızı nerede kaybettik? Sorusu olanın sorumluluğu, mesuliyeti olur. Tıpkı insan gibi kelime de kökleriyle kaimdir. Köke indiğimizde anlam/değer dünyamızın ana işaretlerini orada rahatlıkla görebiliriz. Köklere inmeden “asıl”a varamayız. Asıl usuldür ve usul olmadan vusul olmaz. Vusul bize gideceğimiz ve varacağımız menzili hatırlatır.

Bu bağlam içinde kelimeler, kavramlar birer pusula gibidir. İman ise o pusulanın çekim alanı. Şayet imanda bir zafiyet göstermişsek, gösteriyorsak o pusulanın iğnesi çalışmaz. Akabinde bir yönsüzlük hastalığına tutuluruz ki modern insanın temel sorunu da burada temerküz eder. Yer yön kelimelerinde içkin olan anlam derinliği bizi hem aidiyet hem de kimlik kavramıyla yüzleştirir. Bunlar olmadan ne kendimizi ne de yaşadığımız yurdu izah edebiliriz. İnsan kelimelerden ve kavramlardan mürekkep bir vatandır ve bu vatanı canımız pahasına korumakla mükellefiz.

Kelimelerimizi ve kavramlarımızı nerede kaybettik? Biz Türkiye’de yaşayan Müslümanlar zincirleme bir reaksiyon hâlinde ilerleyen kayıp halkaların içinde yaşıyoruz. Kelimelerimizi ve kavramlarımızı kaybettiğimiz yer, onları ancak ve sadece orada yani kaybettiğimiz yerde bulabileceğimize dair bir anlamı tazammun eder. Öyle ya, insan nerede düştüyse yine orada ayağa kalkabilir, bir başka yerde değil. Sorunları doğru teşhis etmek, sorunları çözme adına bize bir imkân bahşeder. İçinde yaşadığımız kayıp halkalar, modernleşme sarmalı içinde yerimizi ve yönümüzü aradığımız bir kesitin mahsulüdür.

Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında sağlıklı bir bağ kuramayan her toplum bu kaos içinde bocalar. Çünkü kavramlar sadece bir tefekkür azığı değil aynı zamanda bir köprüdür de. Geçmişi bugüne, bugünü ise geleceğe bağlar. Kavramlarımızı kaybettiğimizde köprülerimiz de yıkılmış demektir. İnsanla insan, insanla tarih, insanla toplum, insanla vatan arasındaki köprüler. Çünkü hepsi de birbirine bağlıdır bunların. “Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir.” diyordu Yahya Kemal. İşte o kesilen ahengi yeniden imar ve ihya edebilmenin yolu da yine kelimelerden, kavramlardan geçmektedir.

Yaşadığımız zamanlar değerlerin ve kavramların karşısına çok çetrefilli iki sorunu çıkardı: Yozlaşma ve içeriksizleşme. Yozlaşma, beraberinde değerlerin ikonlaşmasını yani bir çeşit gösteriye dönüşen donmuş sfenkslere benzer bir kabuk fetişizmini getirir. Böylesi bir düzlemde değerler sadece hazır pasta kalıpları muamelesi görür. Yaşamayan, soluk alıp vermeyen, donmuş, statik, güzel yontulmuş mermer külçelere dönüşür. Adları vardır sadece ve o kadar çok konuşulur ki artık kendisi olmasa da olur, noktasına gelirsiniz. Burası iyiliği konuşmaktan iyilik yapmaya fırsat bulamayan insan tekinin hazin serüvenine denk düşer.

İçeriksizleşme ise doğrudan o değerlerin, kavramların içini boşaltarak onları sıradanlığın ve laf ebeliğinin değirmeninde döndüre döndüre gerçekleşir. Ve böylece en büyük kötülüğü aslında o değerlere/kavramlara değil kendimize yaparız. Çünkü bu, hâlihazırda gündelik çıkar ilişkilerinin, gelgeç kaygıların değirmeninde öğütülen insan gerçekliğimizden başka bir şey değildir. Şu hakikati asla akıldan çıkarmamalıyız: İçimizde bulamadığımız bir hakikati dışımızda asla bulamayız. Buna değerleri, kavramları da katabiliriz elbette. Dolayısıyla yukarıda “Nerede?” sorusu merkezinde temayüz eden yer aslında bizim içimizdedir. Çünkü yeryüzünde bütün yıkımlar ilk önce insanın kendi içinde başlar. O yıkımdan sonra da ötesi gelir.

Vefa, sıradanlığın ve laf ebeliğinin değirmeninde döndüre döndüre el birliğiyle içeriksizleştirdiğimiz kavramların başında gelir. Her kim vefa duygusundan bahsedecek olsa bir suç mahalline girmiş gibi hissederiz kendimizi. Çünkü vefaya vefasızlık etmiş, ona gereken değeri ve önceliği vermemişizdir. Tersinden bir duygu durumu da söz konusudur elbette. Uğradığımız vefasızlıklar karşısında bir şikâyet bağlamında söylediğimiz “Vefa sadece İstanbul’da bir semt ismi.” ifadesi de dâhil olmak üzere vefasızlıktan yakındığımız her olay ve olgunun dolaylı yoldan muhatabı da aslında yine bizleriz. Bir kısır döngü içinde debelenir gideriz. Her sitemde kendimize dair bir suçlama da içkindir aslında. Biz vefanın neresindeyiz? İstanbul’a kadar gidip bir örnek vermek yerine her insanın da bir şehir olduğu hakikatinden yola çıkarak kendi iç şehrimizde var mı “vefa” adında bir semt, kendimizi bir sorguya çekmeli, içimizi yoklamalıyız.

Evet doğrudur, vefasızlık bu hayatta sırtlanmak istemeyeceğimiz gönül suçlarının başında gelir. Ama başımız o kadar beladadır ki bu suçla saymakla bitmez. Sözlükler vefayı tanımlarken “sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı” karşılığını verir. Bir süreklilik imi taşır vefa. Her an kendini tazeleyen bir ırmak misali, insan yüreğinde akar durur. Akıp durmalıdır da. Hanımını artık sevmediği için ondan ayrılmak istediğini söyleyen bir kişiye Hz. Ömer’in “Bunca zamandır sana yoldaşlık eden o insana bir vefa duygun da mı kalmadı?” şeklinde karşılık verdiği rivayet edilir. Vefa bu sebeple bütün insani ilişkilerde bir atardamar gibidir. Çıkar ilişkilerine karşı varlığımızı koruyan bir zırh.

Vefa ırmağı kuruduğunda insanın içi kuruyup çöle döner. Vefası olmayanın kendisini adayabileceği ne bir dostluk ne de bir dava, ideal söz konusudur. Çünkü vefa insanı bencilliğin kuru kuyularından çıkartır ve onu bir insana, bir topluma, bir ülküye yoldaş kılar. Yoldaşların gönül sözleşmesinde üstü örtük bir şekilde de olsa vefa en başta gelen değer değil midir sonuçta? Değer diyoruz insanı insanda tutan kavramlara. İnsanlara değmemizi, dokunabilmemizi, onlarda bir gönül izi bırakabilmemizi sağladığı için değerdir onlar. Bu sebeple olsa gerek, boşa akan eylemlerin öncesi ve sonrası için “Değer mi, değdi mi?” benzeri sorguların içinde buluruz kendimizi. Bir nevi hayat yoklamasıdır bu.

İnsan başta kendisi olmak üzere kelimelerin taşıdığı bütün çoğul anlamların hakkını vermekle mükelleftir. İnsan anlam üreten, anlam üretmesi zorunlu bir varlıktır çünkü anlam üretemediği an yaşama gerekçelerini de kaybeder. Tıpkı toplumlar ve devletler gibi insan da yüklendiği özgül anlamları geçmişe bağlamak, oradan yola çıkarak şimdi ve gelecek arasında bir yakınlık kurmak zorundadır. Bütün yolculuklar insanın kendi içinde başlar. Vefa bu yolculuğun özüdür. Çünkü ömür adını verdiğimiz o sabit ve değişkenler arasında deveran eden maceramız vefayla bir şahsiyet ve kimlik kazanır. Vefanın bir irade ve kimlik beyanı olması da bu cümledendir.

Vefası olmayanın şerrinden korunmak için yine vefaya sığınmaktan başka çıkar yol yoktur. Sevgiyi sevgisizlerden, vefayı vefasızlardan öğrenmek de hayatın tecrübe edilen gerçeklerinden biri sonuçta. Zıtlıkların dünyasında yaşıyoruz ve hayat ilahi bir tecelli çeşmesi misali akıp duruyor. Aşkı, sevgiyi, fedakârlığı, yardımseverliği bereketli ve daim kılan hassaların merkezinde durur vefa. Bir söz üzerinde mutabık kalmanın ve o söze sadakatin sınırlarını vefa belirler. Vefa, dilimize Arapça’dan gelmiş bir kelimedir ve kök anlamı “sözünü tutma, borcuna sadık olma, görevini yerine getirme” demektir. Ömür bir borçtur, dünya O’na verdiğimiz kulluk sözünü gerçekleştirdiğimiz yerdir ve o ömür nihayete erip öteye sırlanınca “Sözünü tuttu, borcunu ödedi, görevini yerine getirdi.”

anlamına gelen vefat kelimesini kullanırız. O da vefayla aynı kökten gelmektedir. Borcun bedelini karşılayan fiyat, borcu ödeme manasındaki ifa da yine aynı kökten gelir. Ne demiştik? Tıpkı insan gibi kelimeler de kökleriyle kaimdir. Köke indiğimizde anlam/değer dünyamızın ana omurgasını görürüz. Köklere inmeden “asıl”a varamayız. Vefanın anlam/değer dünyası da o köklerde saklıdır.

Bir dostluğu ve sevgiyi her gün aynı tazeliğinde, mütemadiyen artan bir bereket çağlayanı içinde sürdürebilmenin yolu yordamı vefanın sokaklarından geçer. İnsan bir şehirdir ve her daim sokaklarını temiz tutmalıdır. Klasik metinlerde geçen bedeni ve ruhu koruyan hasletler mevzusu işbu şehri koruyup gözetmenin hikmet dolu anlatılarıyla yüklüdür. Hiçbir gerekçe, hiçbir zamane şartı bizi daha iyi insan kılan kavramları göz ardı etme talihsizliğine sürükleyemez. Vefa bir sözü düşürmeden taşıyabilme erdemini, bir davranış güzelliğini fedakârca bir emekle sürdürebilme iradesini bahşeder insana.

Aslolan iyi insan olma cehdi, çabasıdır. Bir fotokopi uygarlığında yaşıyoruz, aslımızı kaybetmek üzereyiz. Kopyaların kopyası olmaya doğru hızla sürüklenen insanoğluna köklerini, aslını, kök anlamlarını hatırlatacak kavramlara muhtacız. Vefa bu kavramların başında gelir.

Modernliğin dayattığı tüketim tarzı, çıkara endeksli insani ilişkiler yumağı, tecimsel bir akla perestiş eden anlı şanlı değer tacirleri tamamen dünyevileşmiş bir zihnin kaba ve kalın duvarlarıyla sarıyor dört bir yanı. Biz bu dünyadan değiliz. Dünyadan geçiyoruz. Bir sözümüz var ve elest bezminde o sözle birlikte var olduk. O söz hem bir borç hem de bir emanet. Sözün mesuliyeti öncelikle o söze gösterdiğimiz vefanın bir gereğidir. Günü geldiğinde ardımızdan “Ömrü vefa etmedi.” sözünü duymak istemiyorsak şimdi şu an baştan ayağa yeniden vefanın mesuliyeti ve güzelliğiyle temayüz etmeliyiz.

Vefa da bir şehirdir, göklerinde uçan kuşlarıyla, içinde durmaksızın akan ırmaklarıyla, sokaklarında çeşmeleriyle… Söz dönüp dolaşıp vefaya geldiğinde laf ebeliği değil mesuliyet ebeliği yapmalıyız. Sözün ve eylemin içinde sürekli doğduğumuz,
doğurulduğumuz ve doğrulduğumuz bir mesuliyet ebeliği. Vefa, söz ve eylem cephesinde gözümüzü kırpmadan korumamız gereken bir kaledir. Çünkü insan dünyada vefası kadar ve vefasıyla yaşar. Vefası güzel olanın vefatı da güzeldir. Öyle bir güzellik hâlidir ki bu, o insan vefat ettikten sonra da vefasıyla yaşamaya devam eder. Çünkü vefa, el-Hayy olanın biricik izzet ve ikram sofrasıdır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]