Yaşam Akıp Gidiyor
Yaşam akıp gidiyor. Saatler söz verdikleri zamana ulaşmak için dünyaya geldiğimiz andan itibaren ilerliyor, ilerliyor…
Çocukluk, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık derken zamanın hızına bir kez daha şaşırıyoruz. Hangi yaşta olursak olalım zaman içinde kayboluyoruz.
Takvim yaprakları aralığın da sonuna geldik diyor. Ömrümüzdeki saatler, haftalar, aylar, yıllar geçiyor usul usul. Dökülen yapraklar, değişen ağaçlar günlerin tükenip yılın sonuna geldiğini anlatıyor durup dinleyen kulaklara.
Dönüp geçen yıllara bakmak içimizde bir yerlere dokunuyor belli ki. Gerçi bu kadar da emin olmamak lazım. Belki de göz ucuyla bile bakamıyoruz, kim bilir. Hem ne fark eder ruhumuza değmedikten sonra. Fark edebilmek için ruhumuza değmesi gerektiğini bu kadar geç anlamış olmamız ne yazık…
Zaman göreceli akıyor, bazen yavaş bazen hızlı. Bunu son zamanlarda aynaya her baktığımızda düşünüyoruz. Oysa zamanı dondurmak istediğimiz anlar biriktirmek ne kolay geliyordu ilk başta. Ne acı ki nefesimizin kesildiği o anların bir kavanozda saklanmayacağını öğreniyoruz yaşadıkça. Düşüncelerimizin aktığı yönü beğenmeyince “yıl bittiği için herhâlde” diye geçiştiriyoruz sonra. Yapacaklarımızı listelememiz lazım zira.
Oysa yapılacaklar hiçbir zaman azalmıyor, eksilmiyor. Gezilecek şehirler, çekilecek fotoğraflar, yapılacak sürprizler, yazılacak mektuplar, çalışılacak sınavlar, gidilecek filmler, okunacak kitaplar, konuşulacak konular… Uzuyor gidiyor…
Bir de “ölmeden önce yapılması gerekenler” diye her yerde dolaşan hazır listelerden seçtiklerimiz var. Kendimizi, “bunlar mutlaka olmalı” diye inandırıyoruz. Yaşamanın anlamını, o listedeki maddeleri yaptıkça bulacağımıza inanıyoruz çünkü. Liste önemli; o yüzden yıl biterken tek tek işaretlemeliyiz maddeleri. İşaretledikçe anlıyoruz ki yapıldıkça azalacakmış gibi görünse de aslında azalmıyor listenin maddeleri. Dikkatli baktığımızda görüyoruz ki sadece değişiyor. Yerleri, sırası, biçimi değişerek yeniden listemizde yer alıyor.
Bir de en baştan beri listede olup hiç yapılmadığı için öylece duran maddeler var. Onların listeye ne zaman dâhil olduğunu bile hatırlamıyoruz üstelik. Çoktan yapılmış olması gereken maddeler olarak karşımızda durdukça zamanın geçip gittiğini içimiz acıyarak anlıyoruz. Kırdığımız kalpleri onarmak için verdiğimiz sözler, beş vakit kılacağız diye özenerek aldığımız seccadenin her sabah alarmın kapatılmasıyla hiç serilmeden alındığı yerde durması, her seferinde daha geniş zamanda okurum diyerek hiç açmadığımız ilmihaller. Yine söz veriyoruz sessizce; bu kez önce bunlardan başlayacağız.
Yaşam akıp gidiyor. Takvim yaprakları aralığın sonuna geldik diyor. Ağaç dallarında tek tük kalmış yapraklar rüzgâra direnmeye çalışıyor. O yapraklarda görüyoruz aslında kendimizi. Bir yıl daha geçip giderken yapılanlar ile yapılmayanlar arasında daha ne kadar gidip geleceğiz diye düşünüyoruz. Son kalan yapraklar gibi daha ne kadar kışı yaşayacağımızı anlamaya çalışıyoruz. Yere düşen yapraklar mı şanslı ağaçta kalanlar mı? Değişiyor birden zihnimizdekiler. Bir yıl daha geçip giderken neler yaptık diye hesap edebilmenin yanında yapmadıklarımızı hesap edememenin ağırlığını ruhumuzda duymaya hazır olmadığımızı nasıl da fark etmiyoruz.
Dostlarla bir araya gelinen her vakitte, değişen dünya düzeninden dem vururken akan zamana rağmen kendi dünyamızın değişmediğinden, değişmeyeceğinden emin miyiz? Listemizde öylece duran maddeleri yerine getirmek için ruhumuzun masumiyetine sığınmayı neden hep ileriye erteliyoruz? Peki, ruhumuz ilk günkü gibi masum mu? Yoksa kalbimizdeki siyah noktalar kabul edemeyeceğimiz kadar çok mu?
Yaşam akıp gidiyor. Takvim yaprakları aralığın sonuna geldik diyor. Mevsimler değişiyor. Saatler, haftalar, aylar, yıllar bitiyor. Kabul etsek de etmesek de ömür geçiyor.
Dünyanın geçilip gidilecek bir yer olduğu tüm gerçekliğiyle, bu kış soğuğuyla orada duruyor.
Rahime Yaykan