* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İnsanoğlunun Kadîm Felaketi - ‘Mal Şehveti  (Okunma sayısı 656 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
İnsanoğlunun Kadîm Felaketi - ‘Mal Şehveti
« : Ağustos 18, 2017, 08:16:44 ÖÖ »
İnsanoğlunun Kadîm Felaketi - ‘Mal Şehveti

İnsanoğlu, dünya malını biriktirmesini seven ve biriktirdiği mal sebebiyle ölümsüz olacağını zanneden bir varlıktır. İnsanoğlunun gizli ve açık birçok şehvetleri vardır. İnsanın şehvetlerinden birisi de mal şehvetidir. Mal şehveti, insanın kendi kendisine kurduğu oyun ve oyalamadır. Kalıcı olanla değil, geçici olanla meşgul olmaktır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim bizleri uyarmıştır: “İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza, mü’minler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza! Evet, dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir.”(Hadid Sûresi/ 57/20)
 
İnsanoğlunun Kadîm Felaketi: ‘Mal Şehveti’
 
MAL, Allahû Teâla’nın nimetidir. Mal sahibi olmak, dinen kınanmamıştır. Dinen kınanan şey, malın insan tarafından tutku haline getirilmesi, hayatın gayesi edinilmesidir. İnsanın mal şehvetine teslim olması demek, Eşref-i Mahlûkat olan insanın kendisinden daha aşağı değerdeki varlıklara köle olması demektir.

Mal şehveti; süvarilerin ata değil, atın süvarilere binmesidir. İnsanın malın kölesi, malın da insanın efendisi olmasıdır.

Mal şehveti; paranın cepte değil kalpte taşınmasıdır. Parayı cebine koyan parayı harcar, ama parayı kalbine koyan ise, para tarafından harcanır. Kulluk kitabımız Kur’ân-ı Kerim, malın efendimiz değil, kölemiz olması gerektiğini bize hatırlatır.

“Oğullara, kadınlara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.”(1)

Bu âyet-i kerime’de nefsin insan için hazırlayabileceği tuzak ve tehlikeler gündeme gelmiştir. Nefsin insan için hazırlayabileceği tuzak ve tehlikeleri şöylece sıralamak mümkündür:

1- Şöhret, 2- Şehvet, 3- Servet.

Şöhret, kalbi hastalıklardandır. Meşru olmadan meşhur olmak, başlı başına bir afettir. Hayatta zillet elbisesini giymek mecburiyetinde kalanlar, yola çıkarken şöhret elbisesini giyenlerdir. İnsan doğasında var olan “ilgi, onay ve kendini gündem yapma, gündemde tutma” çabasıyla birleşince de ortaya şöhret tutkunları çıkmıştır. Şöhret, kalıcı değil, geçicidir. Tıpkı suyun üzerindeki köpük gibidir. Şöhret kazanmak iki türlüdür. Birincisi, Allahû Teâlâ’nın bir kulunu dinine hizmet ettirmek ve hayırlara vesile kılmak için meşhur etmesidir. Bu suretle hâsıl olan şöhret, şükür gerektiren bir nimettir. Çünkü bu şöhret sayesinde hakka hizmet etmek, halka nasihat etmek ve hayır işlerini yapmak ve yaptırmak kolaylaşır.

Peygamberlerin ve büyük âlimlerin şöhretleri bu türdendir. İkincisi, insanın bizzat şöhret peşinde koşması ve kendi kendisini meşhur etmeye çalışmasıdır. Bahanesi ne olursa olsun, şöhret arzusu duymak, nefse ait şeytanî bir duygudur. Ve bu şekilde kazanılan şöhret de kötüdür. Ancak bu şöhretin de iki çeşidi vardır. Birincisi iyilikle, ikincisi ise kötülük (itikat bozukluğu, bid’atçılık, amel azlığı, fâsıklık) ile meşhur olmaktır. Bunlardan ikincisi, birincisine göre daha kötüdür. Şöhretin en kötü çeşidi budur. Said Nursî (Rh.a.) şöhreti bir ‘musibet’ olarak nitelendirirken bu hisse kapılmış kişiyi şöyle ikaz ediyor: “Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. Şan, şeref, nam ve şöhret zehirli bir bal gibidir. Zahirde cazibeli görünür ama kişinin tüm amel ve çabasını beyhude eder ve Allah muhafaza hüsran kapılarını açar.”(2)

Şehvet; arzu, istek, temayül, aşırı sevgi; nefsin değer verdiği istekler; cinsel arzu ve istekler. Kelime olarak çok geniş bir anlam alanını kapsayan şehvet, insan nefsinin arzuladığı, elde etmek istediği her şeyi içine almasına rağmen, konuşma dilinde daha çok cinsel arzular anlamında kullanılmaktadır. Şehvet sadece cinsel bir arzu, bir dürtü değil, dünya nimetlerine karşı insanın şiddetle arzuladığı elde etme hırsıdır. İnsandaki yeme, içme ve cinsiyetle ilgili arzulara genel olarak şehvet adı verilir. İnsan hayatının devamı yemeye, içmeye, neslinin devamı cinsel arzuya bağlıdır. Bu arzular insanı hayata bağlayan vasıtalardır. Ancak bu duygular kontrol edilmezse ilahlaşır ve insan, isteklerinin kölesi olur. Nitekim “Hevâsını/nefsinin arzularını ilah edineni görmez misin”(3) buyurulmuştur. Aslında insanda abdiyet (kulluk) sıfatı vardır. Allah’a kul olan şevhetine ve duygularına hâkim olur. Allah’a kul olmayan kulluk sıfatını ve özelliğini şehvetine ve hislerine yönlendirmiş olur. Böylece dünyaya, masivaya ve şehvetine kul olur.

Şehvet; bir şeye karşı duyulan şiddetli arzu, tutku, nefsin arzu gücü, cinsel ihtiyacın uyardığı istek demektir. Şehvete yenik düşmemenin yolu, meşru zeminde kalmaktır. İslâm uleması şehvete yenik düşmemek için oruç tutmak, evlenmek ve benzeri meşru çareleri gündeme getirmişlerdir.(4) İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî (Rh.a.), yaratılıştan gelen bir duygu olduğuna göre şâriin bi-zâtihi şehveti yasaklamasının düşünülemeyeceğini, gerçekte dinen yasaklananın helâl sayılmayan fiillere götürecek şekilde şehveti tahrik eden davranışlar olduğunu belirtir. Ayrıca dinî hükümlerin amaçlarını, bunların kulların istek ve şehvetleriyle ilgisi yönünden aslî ve tâbi şeklinde ikiye ayırıp insanın istek ve şehvetlerinin göz önünde bulundurulmadığı amaçların birinci, diğerlerinin ikinci gruba girdiğini söyler. Buna göre tâbi gayelere yönelik hükümler, insanın yaratılışında bulunan şehvet ve istekler aracılığıyla bazı amaçlara ulaşmayı sağlar; zira yüce yaratıcının hikmeti, dinî ve dünyevî işlerin insanı kendisinin ve başkasının ihtiyaçlarını karşılamaya iten istek ve meyiller vasıtasıyla gerçekleşip düzene konmasını gerekli kılmıştır. Meselâ yeme içme arzusu ile cinsel şehvet, insanı bu ihtiyaçlarını karşılamak için gereken sebeplere sarılma yönünde harekete geçirir. Aynı şekilde sıcaktan, soğuktan ve beklenmedik durumlardan korunma isteği insanı barınma ve giyinme ihtiyacını gidermek için çalışmaya sevkeder.(5)

Servet; meşru kazanılmaz ve meşru yere harcanmazsa insanı helake götürür. Servetin şehvete dönüşmesi, kişinin dünyaya ve içindekilerine kurban gitmesidir. Mal şehveti; Hırs, tûl-i emel ve mal sevgisinin dinin, imanın önüne ve yerine geçmesidir. İnsan taşıdığı ebediyet duygusunun bir yanlış saplantısı olarak hırs ve tûl-i emel sahibidir. Dünyayı ebedi imiş gibi zannederek ona sıkı sıkıya sarılır. Gördüğü sayısız ölüm vak’asına rağmen kendi ölümünü hatırına bile getirmek istemez. Dünya cazibesi onu aldatır ve bir türlü doymak bilmeyen arzularını tatmin gayret ve çırpınışı içinde günlerini, aylarını ve ömrünü heba eder, gider. Hırs ve tûl-i emel insana yıllar sonrasının ihtiyacını hatırlatır, lakin burnunun dibinde aç komşusunu göstermez, gözünde perde olur. İnsanlardaki istekler namütenahidir. Bunların tatmini mümkün olmadığı halde insanı oyalar durur. Çünkü “Herşey tamam olsa mutlaka bir noksan kalır” denilmiştir. “Mal canın yongasıdır.” Fakat mal sevgisi ve mala sahip olma tutkusu çoğu zaman insanı mala esir eder. Bu sefer mal ve servet malikine sahiplik etmeye başlar, insandaki hırs ve dünya sevgisi ile mal biriktirme arzusu insan yaşlandıkça artar. Mala tutkuyu azaltmanın en iyi yolu, dünyevi durumu düşük olan kimselere bakmak ve lüksü bırakıp itidalli bir yaşayışa razı olmaktır. Bugünün en büyük tutkusu lüks düşkünlüğüdür ki, sebebi hırs ve tûl-i emel olsa gerektir. Dünyanın gözüne giren, dinin gözünden düşer. Bunun için diyoruz ki; Şeriatullah’ın gözünden düşmektense, yedi kat göklerden düşmek yeğdir!

Mal şehveti, insanın kendi kendisine kurduğu oyun ve oyalamadır. Kalıcı olanla değil, geçici olanla meşgul olmaktır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim bizleri uyarıyor: “İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza, mü’minler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza! Evet, dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir.”(6) Dolayısıyla Kur’ân, mahiyeti zail olmak, kuruyup gitmek olan dünya hakkında insanlara, “Dünya hayatı sizi aldatmasın”(7) ikazı yapmaktadır.

Mal şehvetine yenik düşen insan, benmerkezcidir. O, kendi için yaşayan ve bunun için gerektiğinde şiddeti dahi asla ertelemeyen bir ruh haline sahiptir. Mal şehvetine yenik düşen insan doyumsuzdur. O, sınırsız, amaçsız bir hırsla tüketmek için yaşar. Mal şehveti, insanın mal ile zehirlenmesidir.

Mal şehveti; fesadın, hasedin, ikiyüzlülüğün, cimriliğin, enaniyetin, biriktirmenin, yığmanın iktidar olduğu yaşam tarzıdır. İnsanın kendisini kendisine köle olarak atadığı, hürriyetini hiçbir zaman kendisinin olmayacak dünyaya feda ettiği bir anlayıştır. Malın şehvetine kapılanın kötü yanlarından birisi de, insanın inandığı dini, kendi arzularına göre eğip bükmesi, Kur’an’î deyimle, oyun ve eğlenceye almasıdır. Kesin olarak belirlenen sınırların, hoyratça ve pervasızca çiğnenmesi dünyevî kazancın ilk sıraya çıkmasından dolayı olmuştur.

Mal şehveti, cinsel şehvetten 360 derece fazla ve tahripkârdır. Kişi bir kere buna yakalanmaya görsün, asılarak idam edilmeye râzı olur da yine vaz geçmez. Toplumumuzda böyle şehvetliler çoktur. Mal şehveti sadece en yüksek yerler için geçerli değildir. Bu herkes için geçerli olan bir tehlikedir. Mal hırsı bazen kişiyi deli eder. İnsanoğlu, hakikaten malı biriktiren ve biriktirdiği mal sebebiyle ölümsüz olacağını zanneden bir varlıktır. İnsanoğlunun gizli ve açık birçok şehvetleri vardır. İnsanın şehvetlerinden birisi de mal şehvetidir. Ölürken bile adam, mal şehvetinden vazgeçemez. İnsanda böyle hastalıklar vardır. Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v) “Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en tehlikelisi, hevâya uymak ve tûl-i emeldir. Hevâya uymak insanı hak yoldan saptırır, Tûl-i emel ise ahireti unutturur”(8) buyurduğu malûmdur. Vasıf değişiyor, kalp değişiyor. Onun için Fahrettin Er Razi, bütün mesele kalbin niyetidir diyor. Kalbin niyeti fesada uğrarsa, insanın bütün amelleri fesada uğrar. Onun için bütün ibadetlerin rüknü ihlas ve ihsandır. Şimdi bizim kalplerimiz değişti. Artık dünün mücahidleri bugünün müteahhitleri, müşahidleri ve herşeye müsaidleri oldular. Artık desek de demesek de “Müsait zamanlar Müslümanlığı” gündemdedir. Dünya hayatını mutlaklaştıranların hiçbir zaman müsaitleşebilecekleri düşünülmemelidir. Mal şehvetine yenik düşünce anlamsız korkular, yersiz kaygılar, gereksiz kuşkular kolumuzu, kanadımızı kırıyor... Yokluk yıllarımızda, zorluk günlerimizde İslâm’a hizmet için ne kadarda müsait idik...
Gözümüzü daldan budaktan sakınmazdık... Şimdi ne oldu da armudun sapı, üzümün çöpü deyip, duruyoruz. Dün en olumsuz şartlarda bile her şeye hazır olanlar, bugün imkânlar içinde yüzerken, müsait değiller. Çünkü; akıllandılar, hayatın hazzına erdiler... Nemalandılar... Metalandılar... Mal şehvetine kapıldığımız günden bu yana yorgunuz! Yoğunuz! Yılgınız! Yeniğiz! Yitiğiz! Yetersiziz! Ye’steyiz! Yalnızız!

Günümüzde Müslümanlar bugün dünyevi hedef ve makamları ele geçirmeyi İslâmi bir hedef ve fetihmiş gibi sayıyorlar. Bu müthiş bir dejenerasyondan başka bir şey değildir. İmam-ı Muhammed (Rh.a.) diyor ki, feraize göre dağıtılmayan her mal, haram yola intikal eder. Çünkü Allah farzları, helal korunsun diye yapmıştır. Mal şehveti, kazanırken ve harcarken helal ve haram hududlarına riayet etmeyi gereksiz görmektir. Mal şehvetine yenik düşmenin bir sonucu olarak dünkü mürşidlerimiz artık bugün müsriflerimiz oluvermişlerdir.

Mal şehveti bizlere hukuku ve ahlâkı unutturdu. Hilafetin ilgasından sonra Müslümanlar Medreseleri ve Tekkeleri kaybettiler. Medreseleri kaybetmekle hukuku, Tekkeleri kaybetmekle Ahlâkı yitirdik. Hilafetsiz kalmış Müslümanların problemleri hukuk ve ahlâk yitikliğidir. Medreseler ve Tekkeler varken hukuk ve ahlâk vardı. İslâm hukuku bir noktada ahlakı de beraberinde getiriyordu. Hilafetin ilgasından sonra İslâm hukukundan koptuk. Hukuk olmayınca ahlaki değerleri de koruyamaz hale geldik. Çünkü hem medreseleri, hem tekkeleri aynı zamanda kaybettik. Yani tekkeler aslında İslâm ahlakını tahkim ediyordu. Bunu da medrese, yani ilim sebebiyle yapabiliyordu. Şu anda tarikat ehli de diğerlerinden farksız bir hale geldiler. Holding kurmaya başladılar. Müslümanlar kendi hukuklarını ve ahlâklarını kaybettiler. Eğer bu dünya hayatında bize emredilen çizgiden sapma gösterirsek önce “dünyevileşiriz”, sonra “seküler” hale geliriz, daha sonra da tamamen dindışı bir hayatı benimser hale gelebiliriz. Aslında bu pramid de kendi içinde yan bölünmelere ayrılabilir elbette. Dünyevileşmede önce makam, mal-mülk tutkusu hâkimken, ikinci basamakta makam, mal-mülk şehveti başlamaktadır. Bu hastalık günümüzde yukardan aşağıya doğru yayılma istidadı göstermektedir doğrusu. Aslında bir şeye sahip olma insanın genetik yapısında (fıtratında) vardır. Mal ve mülke aşırı düşkünlük insanın hürriyetini kısıtlar. Buna karşılık çok malı olup mala hükmeden insanların da olduğunu unutmamak gerekir. Hz. Süleyman (as), Hz. Osman (R.a.), Abdurahman bin Avf (R.a.) bunlardan olan bazılarıdır. Mal sevgisi mal tutkusuna dönüşmüyorsa orada her zaman bir denge kurulabilir. Bu anlayış inanan ve inanmayan insanların hatta toplumların arasındaki farkı belirler. Liberalizmi kuranlar ve onu savunanlar her türlü motivasyon için aşırı şekilde mal-mülk düşkünlüğünü şart görmüşler, meşru ve gayrı meşru sınırı tanımamışlardır.  Devamlı mal isteği, devamlı tutku, devamlı açgözlü, devamlı ihtiras içindeki insan tipini kalkınmanın motoru kabul etmişlerdir. Malı, mülkü, serveti sevmek yanlış değil, onlara şehvet derecesinde tutkunluk ve onlara belki kutsallık atfetmek yanlıştır. Çünkü mal sevgisi mal tutkusuna dönüşürse,  kişi için çevresi ancak mal-mülk kazancına vesile olanlar olur, Allah korkusu unutulur, ahiret hayatı önemini kaybeder ve toplumsal kurallar artık sevilmez bir pozisyon alır. Güçle zenginlik ve makam eşdeğer hale geliyorsa bir insanda ya da toplumda, orada müstağnilik başlar ve kişi kendisinden başka hiç kimseye muhtaç olmadığına inanmaya başlar.

Mal şehveti hesabına Hakk’i red ve tekzibe koşmak, Müslümanların değil, Mütref’lerin adetlerindendir: Lezzet ve şehvetlere daldıklarından ve nimetin vermiş olduğu şımarıklıktan ötürü, mütrefler âdetleri gereği, herkesten önce Allah’ın peygamberlerini yalanlamaya ve onların getirdikleri Hakk’ı reddetmeye koşarlar. Bunu yaparken de mal ve çocuklarının çokluğuna, güç ve makamlarının rahatlığına, taraflarının kalabalık oluşuna ve insanlar arasındaki prestijlerine dayatır ve bu meziyetlerini öne sürerler. Allahû Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz hangi ülkeye uyarıcı gönderdikse mutlaka oranın varlıkla şımarmış kimseleri: ‘Biz, sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz’ dediler. Ve dediler ki: ‘Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz’. De ki: ‘Rabb’im, dilediğine rızkı yayar ve kısar; fakat insanların çoğu bilmezler.”(9)

Bu âyet-i Kerîme mütreflere uygunluk arzeden bir âdeti ve onların, Allah’ın peygamberlerini yalanlama ve Rabb’lerinden getirdiklerini reddetme konusundaki tutum ve konumlarını ortaya koymaktadır. Allah hiçbir kasabaya peygamber göndermemiştir ki, lider durumundaki makam ve servet sahibi mütrefler onları yalanlamasın.(10) Mal şehveti, Allah’ın indirdiği hükümlere karşı kişiyi müstağni hale getirir. Mal şehvetine yenik düşen kişi; Allah’tan çok malına güvenir. Mal kazanmak için harcamayacak insan, ihlal etmeyeceği haram yoktur.

Netice olarak mal şehveti, kişiyi mütrefinlerden kılar. Hakk’ı reddetmek ve peygamberleri yalanlamak mütrefinlerin âdetleri; şehvetlere dalmak, rahat yaşantı, konfor ve toplumsal çirkeflikler karşısında hareketsiz kalmak ise hayat prensipleridir. Mal şehvetine yenik düşerek mütrefinlerden olmaktan kurtulmak mümkündür. Allah yolunda mallarımızı sarf edersek, helalinden kazanıp, helal yollara harcarsak, mal insan için bir ahiret ameli haline gelir. Bulunduğumuz imkânları, mevkîleri yine hayra kullandığımız bir vasıta kılarsak, o bulunduğumuz mevkîler de bizim için bir ahiret kazancı haline dönüşür. Fakat mal, makam hırsı sürekli içimizi kemirirse işte o zaman her şey dünya olur ve dünya olan şeyler ahiretimizi zarara ve hüsrana uğratır. Dolayısıyla mal şehvetine ve makam şöhretine yenik düşmek, Müslümanların cemaati içerisinde bulunmaya ve İslâm’a hizmet etmeye engeldir. Helalin sevabına, haramın da azabına odaklanmadan mal edinmeye çalışanlar, mal şehvetine kapılmış olanlardır. Onların varacaklar yer cehennemdir.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Âl-i İmran Sûresi/ 14

(2)   Mesnevî Nuriye (Said Nursî) Sh: 81

(3)   Furkan Sûresi/ 43

(4)   Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muĥtâc, Beyrut 1404/1984, VI, 182-183; VIII, 443; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâ’, I, 218; “Şehvet”, Mv.F, XXVI, 264-271

(5)   İmam-ı Şâtıbî el-Muvâfaķāt, II, 110, 178-179

(6)   Hadid Sûresi/ 57/20; benzeri anlatımlar için bkz. Yunus, 10/24 Kehf, 18/45

(7)   Fatır Sûresi/5

8  İsmail El Aclûni-Keşfû’l Hafa-Beyrut: 1351 C: 1 Sh: 68

(9)   Sebe Sûresi/ 34-36

(10)   Tefsiru’l Kur’âni’l Azim (İbn-i Kesir) C:3, Sh: 540

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]