ZENGİNLERİN VAZİFELERİ
Cihanda, zenginlik ve fakirlik iki imtihan mevzuudur. Her ikisinin de hususî zevk u sefaları afet ve ızdırabları vardır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Hazretleri: “Allah’ım! Fakirlik ve zenginlik afetlerinden Sana sığınırım.” buyurmakla, her ikisinin tehlikesine işaret etmişlerdir.
Filhakika; zenginlik ve fakirlik, şartlarına ve icaplarına uygun yaşanmadıkça felaket teşkil etmekten hali kalmaz. Bu cihetledir ki; zenginlik ve fakirlik hem övülmüş hem de zemmedilmiştir.
Hayat –malum olduğu üzere- ihtiyaç kanun üzere cereyan eder; fakir, zengine muhtaç olduğu kadara zengin de fakire muhtaçtır. Bu karşılıklı ihtiyaç, onları iki kardeş haline getirir.
Toplumda iktisadî düzen, saadet ve huzurun temelidir. Zengin ile fakiri, birbirine samimiyetle kaynaşmayan ülkelerde hayat nizamı bozuk, saadet hülyadır. Velakin, itiraf etmek gerekir ki; cemiyetlerde büyük ve esaslı vazifeler, ağır sorumluluklar zenginler tarafındadır.
Zenginlerin vazife başarıları, ağır mesuliyetten kurtulmaları, mal imtihanını muvaffakiyetle verebilmeleri –her şeyden önce- imana, diyanet ve fazilete, İslamî hükümlere itaat etmeye dayanır.
Fakirlerin de yoksulluk imtihanında muvaffakiyetleri yine aynı esaslara riayetle mümkündür. Diyanet ve ahlak beraberliğinde olmayan zenginlik ve fakirlik daima fena neticeler getirir.
Ülkelerin cennet haline girmesi; servet ve yoksulluğun diyanet ve ahlak gölgesinde olmasına bağlıdır. Diyanet ne ahlak gölgesindeki zenginlik ve fakirlik, her zaman için makbuldür.
Hayırlar ve saadetler baharı; dindar zengin ve fakirlerle tüllenir. Mal ve yoksulluk, imanla kıymet kazanır; ahlaksızlıkla cehennemî afet olur.
Servet, kişiyi diyanet ve ahlaktan, Allah’a ibadetten, ahiret yolundan alıkoymamalı… Pintiliğe, cimriliğe düşürmemelidir. Zira, diyanetsiz kafaların malı, şeytan nasipleridir.
Mal sebebiyle israf ve fesatlara, kibir ve gurura, katılığa düşüp de para şakırtısından toprak takırtısına intikal etmek pek acı bir vebaldir.
Muhtaçlara yardımcı el olmak zenginin devamlı vazifeleri arasındadır. İhtiyaç, ateşten bir gömlektir; onlara hayat serinliği sağlayacak refah ve saadet elbisesini giydirmek zenginlere borçtur.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Hazretleri, “Allah’ım! Fakirlikten, azlıktan, horluktan Sana sığınırım.” buyurmakla yoksulluğun çekilmez mihnetlerini ne güzel dile getirmişlerdir. Fakirliğin acılarına sabredip Allah kulluğundan çıkmayan yoksulların, zenginlerden beş yüz sene önce cennete girmeleri bu sebepledir.
Hadîs-i şerifte, “Zenginlik, mal çokluğuyla değil; gönül tokluğu iledir.” diye vârid olmuştur. İnsanlık kıymetlerini cüzdanlarına sıralayan, varlıklarını kasalarında hapseden zenginlerden ne hayır beklenebilir?
Buna karşılık; gözleri varlıklı kimseler üzerine haset kıvılcımları yağdıran… kalpleri nimet sahiplerine kin ve intikam ateşleriyle dolu… yakıp yıkan, kırıp geçiren, fesat saçan fakirler de insanlığın yüz karaları, püsküllü belalarıdır.
İmanlı bir zengin ve ahlaklı bir fakir; ebedî ikbale kol kola yürüyen iki saadet yolcusudur. Fert ve cemiyet için fanî ve bakî mutluluk da budur.
Yeşil bir dünyadan çıkarken, ölüm kapısını korkunç gıcırtılarla açmak; lüks otomobillerden inerek ebediyet asfaltlarında sefalet pabucuyla sürüklenip cehennem yolunu tutmak ne ateşîn bir felakettir.
Dünya servetini, ahiret saltanatına tebdil edemeyen bir zenginden daha akılsız ve beceriksiz tasavvur olunabilir mi? Malını, zulüm ve israf karanlıklarında eriterek mezar gecelerini derinleştirmekte ne mana ve kazanç var?
Her zengin bu acı neticeyi ciddiyetle düşünüp iman ayarına ve fazilet düzenine –acele tarafından- girmeğe çalışmalıdır ki; istikbal yangınlarıyla karşılaşmasınlar.