Güzellik Mutluluk Getirir mi
Hesna dikkat çekici bir güzelliğe sahipti ama mutlu değildi. Evliliğinde, iş hayatında imtihanlar yaşamıştı. Güzellik mutluluk getirmemişti. Bunalımdaydı, içine kapanmıştı. Üstelik başı çok ağrıyordu. Gözündeki kızarıklık üzerine doktora gittiğinde, gözünün arkasında bir tümör olduğunu, gözünün birini kaybedebileceğini öğrenmişti.
Doktor soğukkanlılıkla:
- Hayati organlara metastaz yapmaması için gözünü almamız gerekebilir! Demesi üzerine Semra hanım bir çığlık atmıştı. Hesna ise olduğu yere yığılıp kalmıştı.
Testler sonuçlanıncaya kadar geçen günler tam bir kabustu. Sabırlı bir takip ve sonuçları soğukkanlılıkla değerlendirmek gerekiyordu. Ama sabır ve sükunet, Semra hanımın sahip olduğu erdemlerden biri değildi. Onun olaya böyle tepki göstermesi Hesna’nın duygularını da alt üst ediyordu.
Başına gelecekleri düşündükçe beyni zonkluyordu. Büyük ihtimalle gözünün biri alınacaktı. Ardından da kemoterapi vesaire… Yani tek gözlü, korkunç görünüşlü biri haline gelecekti.
Annesi bile daha şimdiden gözlerini kaçırıyordu ondan. Tenha odalara çekilip, telefonda arkadaşlarına dert yanıyordu, başlarına gelen bu korkunç musibetten…
Annesi bile böyle davranırken herkesin ona nasıl acıyarak bakacağını düşündü. Düşündü… Düşündü…
Düşünmekten beyni yorulmuştu. Artık düşünmek istemiyordu. Kararını vermişti. Test sonuçlarını beklemeyecekti. Tedavi olmanın onca sıkıntısına katlanmaya ne gerek vardı ki? Artık böyle yaşamanın anlamı yoktu. Bu acıyı bitirecekti.
“İntihar etmek günah değil mi?” diye geçirdi içinden.
Evet, Allah'ın verdiği canı almanın günah olduğunu duymuştu. Ama o zaten günahkardı. Şimdiye kadar Allah'ın emirlerine kulak vermemişti. Nasıl ibadet edilir, nasıl dua edilir, bilmezdi. Allah'ın verdiği nimetleri, gençliğini, güzelliğini kötüye kullanmıştı hep.
Son kez annesi ve babasına baktı. İçinde fırtınalar kopuyordu. Biraz sonra ölüm uykusuna yatacaktı. Cesedini buldukları zaman kim bilir ne kadar üzüleceklerdi. Boğazına hıçkırıklar düğümleniyordu. Ama mücadele edecek gücü kendinde bulamıyordu. Uğruna mücadele edeceği hiçbir şeyi de kalmamıştı zaten. Hayatı hüsrandı. Şimdi sadece acısız bir ölüm olmasını umuyordu.
Odasına doğru birkaç adım atmıştı ki, kapı çaldı. Kimseyi beklemiyorlardı. Annesinin şaşkın bakışları arasında kapıyı açtı.
Karşısındaki başörtülü, uzun pardösülü hanım yabancı gelmedi Hesna’ya. Ama onu son gördüğünde böyle giyinmiyordu. Semra Hanım şaşkınlıktan sıyrılıp,
- Zeynep, sen misin? Neredeyse tanıyamayacaktım. Buyursana, dedi.
Semra Hanım, teyzekızı Zeynep’i ne zamandır görmemişti. Hukuk fakültesinde okurken başını örttüğünü, başörtüsü yasağı yüzünden okulu yarım bırakıp evlendiğini duymuştu. Birçok kişi onun hayatına yazık ettiğini söylüyordu. Kendisini bu genç yaşta dine vermişti.
Zeynep Hanım:
- Hakkınızı helal edin, sizi ne zamandan beridir arayıp sormadım. Akrabalık bağlarını kesmemeliydim. Duyunca bir geçmiş olsun ziyareti yapayım dedim, dedi.
Semra Hanım bu sözler karşısında mahcup olmuştu. Çünkü onu düğünlerine davet bile etmeyen asıl kendisiydi.
“Artık böyle sosyete bir aileyle hısım oluyoruz,” diye, çağırmamıştı öz teyzesinin kızını. Ama o gücenmek yerine ziyarete gelmişti. Bu zor günlerinde yalnız bırakmamıştı onları.
Hesna önce Zeynep hanıma pek ilgi göstermese de, onun içten tavırları karşısında biraz etkilenmişti. Şimdiye kadar hiç kimsede göremediği samimi bir ilgiyle halini hatırını soruyordu. Anlattıkları karşısında samimi duygularla üzülse de bir yandan da teselli veriyordu:
- Hesnacığım, sakın üzülme. Hastalık da, sağlık da sadece birer imtihandır. Allah-u Zülcelâl bizim ne yapacağımıza bakıyor. Bu fani hayatta zaten hiçbir şeye güven olmuyor. Hem dertler bazen bizi kendimize getirir. Bize asıl değerli olan şeyleri hatırlatır.
Hesna şaşırmıştı.
-Nasıl yani? Diye sordu.
- İnsanlar çoğu zaman şu dünya hayatının zahirine bakarlar. Nefse hoş gelen şeylerle avunur, asıl önemli olanları unuturlar. Mesela gençlik, sağlık, güzellik, beğenilmek, vesaire şeyler nedir ki? Bunlar için sana değer verecek olanlar zaten güvenilir dostlar değildir. Senin hakiki dostların, iyi günde kötü günde senin yanında olanlar ve sana asıl gayeni hatırlatanlardır. Dünya hayatında her şey geçici… Asıl kalıcı olan ahiret hayatı. Önemli olan Allah'tan gelene isyan etmeyip, sarsılmayıp kulluğumuzu yapmaktır.
Hesna bu sözlerin değerini çok iyi anlıyordu. Belki başına gelen şu haller olmasa bu kadar iyi anlayamazdı. Ama bu haller adeta birer öğretmen gibi ders vermişti ona.
Evet, güzelliği sayesinde çok mutlu olacağını zannediyordu. Oysa güzellik ona samimi dostlar ve sıcak bir yuva sağlamamıştı. Hayatı sahtelikler üzerine kuruluydu. İşte o da yıkılmıştı.
İçini yakan zor soruyu sordu:
- Doğru söylüyorsun da, Zeynep abla. Biz ahiret için hiçbir şey yapmadık ki… Bu kadar günahtan sonra artık şu kalan ömrümde ne yapabilirim ki?
Boğazına hıçkırıklar düğümlenmişti. Zeynep Hesna’nın yanına sokulup, elini omzuna koydu. Gözlerinin ta içine bakarak:
- Olur mu hiç Hesnacığım. Tevbe etmek için asla geç değil. Rabbimizin affı ve merhameti o kadar büyük ki. O bir kulunun tevbesine ne kadar sevinir biliyor musun? Bak Peygamberimiz şöyle buyuruyor, “Çölde devesini, azığını ve suyunu kaybeden bir adam, onu tekrar bulduğunda nasıl sevinirse, Allah-u Zülcelâl bir kulunun tevbesine ondan daha çok sevinir.”
Bu müjdeli sözler kadar sımsıcak bakışlar da yüreğini ısıtmıştı. İçindeki buzlar çözülüyordu sanki. Ama kendini çaresiz görüyordu yine de…
- Bilemiyorum ki. Hiç mücadele edecek gücüm yok. Hayatım güzelken bile huzurum yoktu, şimdi bu üzüntü içindeyken nasıl dikkatimi toplayacağım? Nasıl ibadet edeceğim?
- O kadar da zor değil, inan bana… Sen yeter ki bir adım at. Sen bir adım atınca ikinci adımın kuvvetini verecek olan Allah’tır. Sen yeter ki, niyet et. Niyetin halis olduktan sonra onu yapacak gücü Allah verecektir.
- Ne yapmam gerekiyor, bilmiyorum ki. Din adına hiç bir şey bilmiyorum. Artık öğrenebileceğimi de zannetmiyorum.
- Şimdilik bildiğin kadarını yap. Mesela “Lailahe illallah” demeyi de mi bilmiyorsun? Lailahe illallah cennetin anahtarıdır. Gerisini de yavaş yavaş öğrenirsin. Bizim kursumuza gelsene…
- Kursunuz mu var sizin? Nerede? Ücreti kaç lira?
- Kurslar her yerde var. Diyanetin, tasavvuf ehlinin açtığı Kuran kursları, dergahlar, vakıf dernekler, sohbet evleri… Sen yeter ki iste. Ücret filan da yok. İmkanı olanlar bağış yapar, o ayrı.
- Ama ben ameliyat olursam, tedaviye başlarsam, tek gözlü, tuhaf görünüşlü bir şekilde nasıl geleceğim?
- Hiç dert etme. Bu yerlerde hiç kimse sana dış görünüşüne göre muamele etmez.
Hesna o gece kendini ölümün kollarına atacaktı ama Allah-u Zülcelâl, engin rahmetiyle ona samimi bir kulunu göndermiş ve asıl hayata çağırmıştı. Hayatında ilk kez gönlünde ümit hissetti.
Hemen intihar için aldığı ilaçları çöpe attı. Ertesi gün kursa başvurdu. Yeni bir kıyafet aldı kendine. Kursa gitmeye uygun, uzun, sade bir elbise. Bir de şal. Ayna karşısına geçip o halini görünce kendini öyle huzurlu hissetti ki.
Hayatı tamamen değişmişti. Zeynep ablasıyla her hafta sohbetlere koşuyordu. İçini bambaşka duygular kaplamıştı. Hayatı anlam kazanmıştı.
İki ay sonra, doktor takip altında tuttuğu Hesna’dan yine bir film çektirmesini istemişti. Bu film, uygulanan tedavilerin işe yarayıp yaramadığını gösterecekti. Ameliyat kararı da önemli ölçüde bu filmin sonuçlarına bağlıydı.
Hesna Zeynep hanımın yanına gelip:
- Zeynep abla, yarın filmin sonucunu doktora götüreceğim. O yüzden kursa gelemeyeceğim, dedi. Zeynep hanım, sınıfa duyuru yaptı,
- Arkadaşımız için dua edelim, Yasin ve salavat okuyalım.
Hesna doktorun yanına girdiğinde çok sakindi. Sonuç ne olursa olsun, Allah'ı takdirine teslim olmuştu. Doktor inceledikten sonra,
- Haberler iyi Hesna Hanım. Tedavi ummadığımız kadar iyi netice vermiş. Zannederim gözünüzü almamız gerekmeyecek, dedi.
Hesna, Allah'a hamd etti. “Nasıl olsa iyileştim,” diye doğru yoldan sapmadı, şükrederek daha da sıkı sarıldı.