BEN MÜSLÜMANIM DİYEBİLMEK
“İnsanları Allah’a da’vet eden ve (kendisi de) sâlih amel işleyen ve ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım.’ diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet, 41/33)
Ey Şekûr olan Allah’ım! Bizleri Senin lisanınla Sana şükreden şakirîn zümresine ilhak eylemen için Habibin Ahmed, Rasûlun Muhammed (s.a.v) ile Sana tevessül ediyoruz.
Ya Rabbî!
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimize getirdiğimiz salat u selamlarımızı; Senin lisanınla Kelam-ı İlahinde, Rasûlune getirdiğin salat u selamlara ilhak eyle.
Ya Rabbî!
Rasûlullah Efendimizin ashabına, annelerimiz ezvâc-ı tahirâta, aşere-i mübeşşere ve bil cümle Ashab-ı Rasûlillah’a, tabiîn ve tebe-i tabiîn olan ümmeti Muhammed’e de aynı şekilde salat ü selamlar iletmeni bütün kardeşlerimizle birlikte talep ederiz.
Ya Rabbî!
Bizlere lütfedip hayat bahşederek aynı iki kapak arasında bu mecmuada yazı yazan hocalarımızla bir zeminde buluşup tanışmayı nasip ve müyesser buyurdun. Bu vesile ile dergimizde yazı yazan kardeşlerimiz ve bu yazıları okuyan kardeşlerimize de selamlar ulaştırabilmeyi bizlere nasip ve müyesser buyur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in “İnsan, amelleriyle değil sevdikleriyle haşrolur.” hadis-i şerifindeki müjde ile dünyadaki bu buluşmamızın ebedî hayatta da gerçekleşmesini onlara da bizlere de nasip ve müyesser buyur.
Allah Teâlâ Hazretleri; yazımızın başında zikrettiğimiz ayet-i kerimenin mana ve mefhumu içerisinde İslam’ın maddî ve manevî, gizli ve aşikar bütün ölçülerini zikretmiştir. Bu ölçüleri hakkıyla anlayacak ve anlatacak ilmi kudretimiz yoktur. Bundan dolayı niyazımız Rabbimizin ilmî kudretiyle bu meseleleri hakkıyla anlamayı ve anlatmayı cümle ümmeti Muhammed’e nasip ve müyesser buyurmasıdır.
Bir müslüman olarak öncelikle güzel bir lisanla konuşabilmeli, insanları Hakk’a davet etmeye gayret etmeli, salih amel işleyerek zerre kadar şüphe etmeden ben Müslümanlardanım diyebilmeli ve Müslümanlar gibi salih amel işlemeye karar verebilmeliyiz.
Bu hakikatleri hakkıyla okuyup kavrayınca; insanlığın arasında cehaletleri sebebi ile meydana gelen problemlerin de inşallah hayır üzere neticelendiğine şahit olacağız.
Bu ayet-i celileden; şeriat, tarikat, hakikat ve marifetullah esaslarının birbirlerinden ayrılmaz değerler olduğunu öğreniyoruz.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin bu mevzudaki hadis-i şerifini de tefekkür ettiğimizde şeriat, tarikat, hakikat ve marifetullahın bütünüyle, insanı kulluk mertebelerinin en zirvesine yükseltecek olan makamlar olduğunu daha güzel idrak edebiliriz.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Şeriat; Allah Teala’dan alıp size tebliğ ettiğim emir ve yasakları ifade eden sözlerdir.” Allah Teala da “Allah’a davet eden kişinin sözlerinden daha güzel kim konuşabilir.” buyurarak şeriatın Allah Teala’nın Rasûlü vasıtasıyla bizlere tebliğ ettiği emir ve yasakların bütünü olduğunu ifade etmektedir.
“Tarikat ise; benim Allah’tan alıp size tebliğ ettiğim sözleri yaşamamın ismidir.”
Bu ifadeden anlaşıldığı üzere tarikat yolundaki yegane ölçü; Rasûlullah (s.a.v)’ın Allah’tan alıp bizlere tebliğ ettiği sözler ve bu sözlerin hayatındaki tezahür şekilleridir. Yani her şeyin hakikî ölçüsü şeriattır, tarikat ise müstakil olarak ölçü kabul edilemez.
“Hakikat ise; Benim halimdir”
Bu cümleden anlaşılan şudur ki; sadece konuşmakla hakikate ulaşılamaz. Hakikî mü’min ve Müslüman olabilmemiz Allah tarafından bizlere tebliğ edilenleri yaşamakla mümkündür.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz hakikat benim halimdir. Yani ben ne yaşıyorsam ne konuşuyorsam; onları Hak’tan alıp yaşadığım için hakikat benim halim olduğu gibi sizler de ehl-i hak olmak için Allah Teâlâ’dan alıp sizlere tebliğ ettiğim emir ve yasakların bütününü yaşayabilmelisiniz. O takdirde sizlerin yaşadığı hayat da hakikat olur. Böylece sizler de ehl-i hak olursunuz.
Allah Zülcelal zikrettiğimiz ayet-i celilede anlatmaya çalıştığımız hususlara dikkatimizi çekmektedir.
Neticede diyebiliriz ki; öncelikle Rasû-lullah (s.a.v)’ın bizlere bildirdiği emir ve yasakları öğrenerek hayatımıza taşıyacak, sâlih ameller yapacak, ardından bu hakikatleri tebliğ edeceğiz ki; “Gerçekten Müslümanlardanım” sözümüz Allah katında en güzel söz olarak kabul edilsin.
O vakit şeriatın bütünüyle vahye dayalı sözlerden meydana geldiğini bir kere daha tasdik ederiz.
Tarikat, emir ve yasakları dikkate alarak yaşamaktır. Bu aynı zamanda “sırat-ı müstakim” denilen yola giriştir. Girdiğin bu yol hakikî manada tarikattır. O zaman Rasûlullah (s.a.v)’ın yaşadığı gibi yaşamaya başladığımız için bizim de halimiz hakikat, yaşantımız da hakikat olacaktır.
Bunu kavradığımız vakit şeriat ve tarikatın arasında hiçbir fark bulunmadığı gibi bunların birbirinden ayrılmaları mümkün olmayan hakikatler olduğunu anlarız. O zaman inşallah sözlerimiz de sözlerin en güzellerinden olur.
“Marifetullah ise maddî ve manevî sermayemin başıdır.”
Sermayesiz ve rehbersiz ticaretin mümkün olmadığı gibi; Allah Teala’yı, O’nun emir ve yasaklarını tanımadan da ahiretin kazanç yeri olan dünyada bir şey kazanmak asla mümkün olamaz. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v) Efendimiz “Allah’ı bilmek sermayemin başıdır.” buyurmaktadır.
Allah Zülcelâl Hazretlerini, kendini bizlere nasıl tanıtmışsa öyle tanımadan; ne insanlara hakkıyla tebliğ edebilir ne de emirlerini hakkıyla yerine getirebiliriz. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v) Efendimiz “Sermayemin başı Allah’ı tanımaktır.” buyurmuştur.
Peygamber Efendimizin ifade buyurduğu bu dört temel esasla kul; manen kulluk mertebesinde yükselmeye başlayabilir. Kul o zaman Allah Teala’yı tanıyarak emir ve yasaklarını büyük bir zevkle yerine getirir.
Kemalat mertebelerini katetmeye başlayınca biraz daha uyanık hale gelerek Allah Teala her an beni görüyor düşünce ve inancıyla emir ve yasaklara karşı hassasiyeti artar, ibadetlerini Allah Teala’nın buyurduğu gibi “amel-i sâlih” makamına yükselterek kullukta inşallah “ihsan” mertebesine yükselmiş olur.
O zaman kul ihsan mertebesi ile ilgili olarak, Cibril hadis-i şerifini tefekküre başlar. Bu hadis-i şerifte Cebrail (a.s) ile Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz arasında şöyle bir konuşma cereyan eder:
Cebrail (a.s) Peygamber Efendimize “ihsan nedir” diye sorar. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz cevaben “Allah Teâlâ’ya, O’nu görür gibi kulluk etmektir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da Allah Teâlâ seni muhakkak ki; görmektedir.” buyurur.
Bu şekilde yaşayan insanın “Ben hakikî Müslümanlardanım” sözü sadece dili ile söylenen bir söz olmayıp yaşadığı hayatı ile ispat ettiği bir hakikat olur. İnancını bu makama yükselten kul tarikatte kemalata ererek “Allah onunla, oda Allah ile olan” bir kulluk mertebesine yükselip dünya ve ahretin saadetine ermiş olur. O insan bu halini tevazu göstererek ne kadar saklama gayretinde olsa dahi onu görenler “Bu ne güzel Müslümandır” sözüyle sadece hakkı söylemiş olurlar.
Ama Allah’ın emir ve yasaklarını yaşamayan kişinin lisanen “Ben ne güzel Müslümanım” demesi veya başkalarının “sen ne güzel bir Müslümansın”, “ne güzel bir sofisin”, “ne güzel ahlak sahibisin” demesi hiç bir mana ifade etmez.
Böylelerinin muhatap olduğu bu ifadeler; asla doğru ve hak olmaz.
Allah Teâlâ Hazretleri bu ayeti kerime ve hadisi şerifi birlikte tefekkür ederek kastedilen manaları anlamayı, yaşamayı ve sahip olduklarını diğer insanlara tebliğ ederek mükellefiyetlerini yerine getirmeyi cümlemize nasip buyursun. Bizleri de en güzel konuşan sâlih kulları zümresine dahil eylesin.
Amin.
Selam Allah Teâlâ’nın sâlih kullarının bütününün üzerine olsun.