İyiliğe Çağrı
Mümin kimse Allah Tealâ’dan asla ümidini kesmez. Çünkü Din-i Mübin-i İslâm ile gönlü aydınlanmış kimse dünyada da, ahrette de rahmetin ve adaletin tecelli edeceğinden şüphe etmez.
Mümin kimse dünyada yaşadıkları ve gördükleri üzerinden değil de, iman ettiği hakikat üzerinden hayatına yön verir. İman etmeyen kimse ise yalnızca yaşadıkları, tecrübe ettikleri üzerinden hareketle kendine bir yol belirler. Bakış açısı dünya ile sınırlı göz ise dünyanın tozu dumanı ile bulanıktır ve hakikate kördür.
İlk peygamber Hz. Adem a.s.’dan beri iman edenler, dünya hayatında nasıl bir tavır içinde olacaklarını ilahî vahyin dünyayı ve ötesini kuşatan penceresinden görmüş, ona göre yaşamışlardır. Bu bakış en temel haliyle hayır ve şer ekseninde bir hayatı öğretir. Mümin kimse her daim hayır üzere olur, hayırlı olanı talep eder. Hayra hayırla karşılık verir. Hatta şerre bile hayırla mükabelede bulunur. Çünkü müminin muradı şerri yeryüzünden kaldırmaktır. “Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” esası da bu yüzden iman kaynaklı bir vecibedir.
İman sahibi olmayan kimse ise hayır ve şerri ayırt etmeksizin hayatına devam eder gider. Böylece hayatında hayır ve şer birbirine karışır. Hatta her adımı kötülüğü artırır, yayar. Allah rızası ve korkusu diye bir düsturu olmadığı için halisane iyilikten, hasenattan uzaktır. Hayra hayırla karşılık vermediği gibi, kötülüğe kötülükle karşılık verir, kötülüğün çoğalmasına sebep olur.
İşte mümin kimse ile mümin olmayanın arasındaki temel fark budur. Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen buyurmuştur:
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara,177)
Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı üzere, mümin kimse iyiliğin kaynağıdır. İmanı gereği iyilik yaptığı gibi yine imanından dolayı Allah Tealâ’dan korkar ve kötülüklerden sakınır.
Maalesef gün be gün yeryüzünde kötülüğün daha çok yayıldığı, şerre daha büyük şerlerle karşılık verildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bütün bunlar ahir zamanın zulmetidir şüphesiz.
Tarih boyunca iman edenler her daim iyiliğe çağırmış, kötülüğün yayılmasından korkmuş, ferdî hayatta ve toplumsal alanda buna göre düzenlemeler yapmaya çaba göstermişitir. Bu manada fitneyi en büyük kötülüklerden biri olarak görmüşlerdir. Bilindiği üzere insanlar arasında fitne ateşinin alevlenmesi musibetin en büyüklerindendir ve insanlığı felakete sürükler. Hakikatin üzerini örter. Hakikat ortadan kalkınca da zulmet yani karanlık ortalığı kaplar. Bu cahiliye karanlığıdır.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. ne güzel buyurmuştur:
“Sakın sizden kimse kalkıp da, ‘Ben insanlara göre davranırım; eğer insanlar iyilik yaparsa ben de iyilik yaparım, kötülük yaparsa ben de kötülük yaparım’ demesin. Aksine nefsinizi şuna alıştırın: Halk size iyilik yapınca siz de iyilik yapın, kötülük yaparsa siz onlara kötülükle karşılık vermeyin.” (Tirmizî, Birr, 63; Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbih, nr. 5129)
Müminler olarak düsturumuz, ilkemiz budur. Yeryüzünde iyiliği ikame etmek, güzel insanlar olmak, insanlara güzellikle muamelede bulunarak onlara iyiliği hatırlatmak, göstermek, kalplerine ümit aşılamaktır.
Yine Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Kime bir iyilik yapılırsa, imkanı varsa ona karşı bir iyilik de kendisi yapsın. İmkan bulamazsa vereni hayırla anıp kendisine dua etsin. Zira iyilik yapanı övmekle teşekkürü yerine getirmiş olur. Kendisine yapılan iyiliği ve yapanı gizleyen kimse nankörlük yapmış olur.” (Ebu Davud, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 87)
Dikkat edersek iyiliğin dinimizin esası olduğunu, müminin hayatını kuşattığını fark ederiz. İman, ihsan, sabır, şükür, teşekkür, tövbe, sadaka, zekât, memduh ahlâk gibi bütün İslâmî esaslar iyiliği ikame ve muhafaza etmek içindir. Bütün peygamberlerin de gayesi budur, bunun için gönderilmişlerdir. Onların yolu üzere yürüyen, onların vârisi olan alimler, veliler de yaşadıkları çağın ve hatta sonrasının bile kandili konumundadırlar. Onlar gönülleri aydınlatır, zulmeti kaldırır, iyiliği yayarlar.
Nitekim dokuz asır öncesinden Hüccetü’l-İslâm İmam Gazalî hazretleri bizlere şöyle yol gösteriyor:
“Sana kötülük yapanları Allah’a havale et, kötülüklerinden O’na sığın. Eğer intikamla uğraşırsan daha büyük zararlarla karşılaşırsın ve ömrün boş yere harcanmış olur. Seninle uğraşanlara ‘Ben iyi adamım ama siz kıymetimi bilmiyorsunuz!’ deme ve böyle düşünme. İyi bil ki gönüllere sevgi veren ve dilediğini kullarına sevdiren sadece Allah Tealâ’dır. Senin hakkın olan sevgi sana gelir, endişe etme.”
Sözü çağlar öncesinden insanlığa seslenenlerden biri olan Hz. Lokman a.s.’ın şu nasihati ile bitirelim:
“Kötülük kötülükle söndürülür, diyen yalan söylemiştir. Eğer bu kişi sözünde samimi ise bir ateşin yanında başka bir ateş yaksın bakalım, bunlar birbirini söndürecek mi? Aksine, su ateşi söndürdüğü gibi kötülüğü de iyilik söndürür.”
Cenab-ı Mevlâ bizleri daima iyi olan, iyilik edip iyilik bulan ve rızasını kazanan kullarından eylesin. Her türlü şerden de muhafaza buyursun.
Amin.