Kabul Gören Tevbe
“O inkar edenlere de ki:
“Eğer vaz geçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. Ama yine dönecek olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan) sünnet muhakkak (onların başından da) geçmiş olacaktır." [1]
Eğer kâfir küfründen, müşrik ise da şirkinden vazgeçip katıksız bir şekilde imanederek, İslam’a girer ve teslimiyetlerinde samimi olurlarsa, onların kafir ve müşrik oldukları zamanlarında işlemiş oldukları her türlü günah affolunacaktır. Ayet-i kerimeye dikkat edilecek olunursa, küfürden, şirkten ve onların gereklerinden tamamen vazgeçip bir daha dönmemek şart koşulmuştur. Bu konuda samimiyet ve sabır şarttır… Bir daha küfre, şirke ve onların gerektirdiklerine dönmemek kaydıyla tevbe edenleri, Allah affediyor… [2]
Amrb. As (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Bilmez misin ki İslam, kendinden önceki günahları yok eder Hicret de ondan önceki günahları yok eder Hacc da on dan önceki günahları yok eder." [3]
Yegâne hayat nizamı İslâm, kendinden önceki hataları, suçları ve günahları yok ettiği gibi, nasûh tevbe de kendinden önceki yapılanları siler, yok eder... [4]
Âlemlerin Rabbi Allah tarafından kabul edilen tevbe, kendisinden aranan sıhhat şartlarının bulunduğu tevbedir..
Günahkâr mü'min müslüman kul, günahından pişman olur, o günahı tamamen terk eder ve bir daha ona dönmemeye karar verir de bu kararında direnirse, Allah, o kulunun tevbesini kabul buyurur ve kendisini affeder..
Enes (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Ademoğullarının hepsi çok günah işler. Çok günah işleyenlerin en hayırlısı, çok tevbe edenlerdir.” [5]
Gerek nefsine zulmeden, kendisiyle Rabbi Allah arasında kalan bir günah işleyen, gerekse kendisiyle diğer kullar arasındaki meselelerde muhatabına zulmedip hakkına tecavüz eden bir mü'min müslüman kul, bu noksanını tevbe etmekle ile giderecek, bu suçunu nasuh tevbe yaparak affettirecektir... Hayırsızlık, günah işleyip tevbeyi unutmaktır. Hayırlı olmak, günah işledikten sonra pişman olup çokça tevbe etmektir... "Tevbem kabul olmaz" gibi bir ümitsizliğe kapılmadan hemen tevbe etmelidir... Çünkü imanın zedelenmemiş olması kaydıyla, insanın ruhu boğazına gelmedikçe, tevbe ettiğinde tevbesi kabul olur... Yeter ki tevbesinde Rabbi Allah'a karşı samimi olsun...
Abdullah b. Amr (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah (azze ve celle), kulunun tevbesini ruhu boğazına gelmedikçe muhakkak kabul eder" [6]
Gerek küfür ve şirkten yapılan tevbe, gerekse amelî konularda yapılan tevbe Rabbimiz Allah tarafından sevinçle karşılanıp kabul edilir... Bu hâl Kıyametin büyük alametlerinin ortaya çıkışına kadar böylece devam eder...
Ebü Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Her kim güneş battığı yerden doğmazdan önce tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder," [7]
Zir b. Hubeyş, Safvan b. Assâl el-Murâdî (r.a.)'dan rivayet eder:
Zir diyor ki:
Safvan bana anlatmaya devam ederek (Rasûlullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu):
"Allah'ın tevbe için batıda genişliği yetmiş yıllık mesafe olan bir kapı yarattığını, güneş batı tarafından doğuncaya kadar kapatılmayacağını." Ve Allah Teâlâ'nın:
"Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa, hiç kimseye imanı yarar sağlamaz" [8] ayetinin bunun hakkında olduğunu bana anlattı.[9]
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Güneş, battığı yerden doğuncaya kadar Kıyamet kopmaz. Güneş oradan doğup insanlar onu görünce, toptan hepsi iman ederler, işte bu, hiçbir nefse imanının fayda vermeyeceği zamandır."
Sonra Rasülullah (s.a.s.) şu ayeti okudu:
"Daha önce iman etmemişse veya imamyla bir hayır kazanmamışa, hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: Bekleyin, biz de şüphesiz beklemekteyiz." [10]
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasülullah (s.a.s.):
"Üç şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanmayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez:
• Güneşin batıdan doğması,
• Deccal,
• Dabbetü'l-arz." [11]
Kul, ne kadar büyük günah işlerse işlesin günahında ısrar etmedikçe ve samimi bir şekilde pişman olup tevbe ettikçe, bu tevbesinde de kararlı oldukça Allah, onu ve tevbesini kabul buyurur...
Bu konuda, hadis-i şeriflerde Rasülullah (s.a.s.) tarafından beyân edilen birkaç tane örnek verelim...
Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasülullah (s.a.s.):
"Sizden öncekilerin arasında bir adam vardı ki, doksan dokuz adam öldürmüştü. Bu sebeple, dünya insanlarının en âliminin kim olduğunu sordu. Ona bir rahip gösterdiler. O da, rahibe gelerek kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü söyledi. Tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu.
Rahip:
“Hayır, cevabını verdi.
Adam, onu da öldürdü ve bununla yüzü tamamladı. Sonra yeryüzü halkının en âlimini sordu. Ona, âlim bir zat gösterdiler. Adam ona (da giderek) kendisinin yüz kişi öldürdüğünü, tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini arzetti. O:
“Evet (kabul edilir). Seninle tevben arasına kim girebilir? Filan yere git. Orada Allah'a ibadet eden insanlar vardır. Onlarla birlikte Allah'a ibadet et! Memleketine dönme! Çünkü orası kötü yerdir, dedi.
Adam gitti. Yolun yarısına varınca eceli geldi. Bu sefer, onun hakkında rahmet melekleriyle azap melekleri münakaşa ettiler.
Rahmet melekleri:
“Bu adam tevbe ederek, kalbiyle Allah'a yönelerek, geldi, dediler. [12]
Azap melekleri ise:
“O, hiçbir hayır işlemedi, dediler.
Bunun üzerine yanlarına insan suretinde bir melek geldi, onu aralarında hakem yaptılar. O da:
“ İki yerin arasını ölçün, hangi yere daha yakınsa, bu adam oralıdır, dedi.
O yeri ölçtüler ve adamın gitmet istediği yere daha yakın buldular. Bunun üzerine ruhunu, rahmet melekleri aldı." Katâde demiş ki: Hasan şunu söyledi:
“Bize anlatıldığına göre, bu adam ölüm kendisine gelince göğsüyle (o tarafa doğru) ilerlemiş.
Bu hadisin şerhinde şunlar denilmiştir:
"Bizden önce geçmiş milletlere ait olan bu hadisin bizim için delil teşkil etmesi büyük bir kaideye mebnîdir.
Kaide şudur:
Bizden öncekilerin şeriatı, bizim için de şeriattır. Elverir ki, onu bize, Allah veya Rasûlü hikaye etmiş ve reddetmemiş bulunsun! Burada da Benî İsrail'den bir katilin tevbesinin kabul edildiğini bize, Rasûlullah (s.a.s.) hikaye etmiş, red ve inkârda da bulunmamış, yani, bu size caiz değildir, dememiştir. Binaenaleyh katilin tevbesi hadisi bize delil olur.
Hadis-i şerif, günah işleyen kimsenin, o yerden ayrılıp başka yere gitmesinin ve iyi insanlarla düşüp kalkmasının müstehab olduğuna delildir." [13]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve doğrular (sâdıklar)la beraber olun." [14]
Nasûh tevbe ile tevbe eden ve tevbesinde samimi olanların, kendisini günahkâr eden her hâl ve hareketten ve kendisine günahı hatırlatan her mekândan uzaklaşması, onun tevbesine sâdık olmasının gereklerindendir... Rasûlullah (s.a.s.)'in beyân buyurduğu, tevbe eden katil kıssasında ve Rabbimiz Allah'ın ayetteki beyânında bu hakikat ortaya çıkmıştır. ..
İman eden her muvahhid mü'min, takva üzere olmaya gayret ederken, sâdık mü'min müslümanlarla birlikte olmaya çalışacaktır...
Sâdıkların kimler olduğu şu ayette beyân olunmuştur:
"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler, işte onlar, sâdık (doğru) olanların tâ kendileridir." [15]
İyilerle, sâdıklarla, sarihlerle ve hayırlı insanlarla beraber olanlar, onları dost edinenler de onlar gibi olurlar... Allah'a ve Rasûlü (s.a.s.)'e iman edip itaat edenler, peygamberler, sâdıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler...[16] Bu en iyi dostlarla, en iyi arkadaşlarla, dost ve arkadaş olmaktan daha güzel ne olabilir? iyi olmak için, iyilerle dost olmalı!..
İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatır:
Müşriklerden birtakım insanlar, adam öldürmüşler, bir çok cinayet işlemişler, zina etmişler ve bunda da çok ileri gitmişlerdi. Bunlar, bu günahlarıyla Muhammed (s.a.s.)'e geldiler ve:
“Senin söylemekte olduğun tebliği ve kendisine davet etmekte olduğun İslâm Dini şüphesiz çok güzeldir. Eğer bize, işlediğimiz bunca günahlar için bir keffaret bulunduğunu haber versen, dediler.
Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu:
"Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa, ağır bir ceza ile karşılaşır Kıyamet günü, azap ona kat hat arttırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka, işte onların günahlarını Allah, iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." [17]
Bir de şu ayetler nazil oldu:
"De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bûtün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.” [18]
Ve şöyle buyuruyordu merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz Allah:
"Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner " [19]
İmran b. Hüseyn (r.a.) anlatıyor:
Cüheyne (kabilesin)den bir kadın, zinadan hamile kalmış olarak Rasûlullah (s.a.s.)'e geldi ve:
“Ya Nebiyallah, ben haddi hak ettim. Onu, bana tatbik ediver, demiş.
Nebiyyallah (s.a.s.) de velisini çağırarak:
"Buna iyi bak! Doğurduğu zaman onu bana getir" buyurmuş.
Velisi de, öyle yapmış.
Bunun üzerine Nebiyyallah (s.a.s.), kadın hakkında emir vererek üzerine elbisesi bağlanmış, sonra emir buyurarak recm edilmiş ve cenaze namazını kılmış. Ömer, kendisine:
“Bunun cenaze namazını kılacak mısın ya Nebiyyallah? Hâlbuki zina etmiştir, demiş.
Efendimiz (s.a.s.):
"Gerçekten o, öyle bir tevbe etti ki, bu tevbe, Medinelilerden yetmiş kişi arasında taksim edilseydi, onlara yeterdi. Sen, Allah için canını vermekten daha faziletli bir tevbe gördün mü?" buyurmuşlar. [20]
Ebû Tavil (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)'in huzuruna gelerek:
“Ne dersin, bütün günahları işleyen, yapmadık kötülük bırakmayan bir kimse tevbe etse kabul olur mu? Deyince Rasûlullah (s.a.s.):
"İslâm Dinine girdin mi?" buyurdu. Ebû Tavil:
“Ben, Allah'tan başka ibadete ve taata layık hiçbir ilâh olmadığına, senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim? dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Hayır işler yapar, kötülükleri bırakırsın. O zaman Allah, geçmişteki bütün yaptıklarını hayır amellere çevirir" buyurdu.
Adam:
“İşlediğim günahları ve kötülükleri de mi? dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
"Evet" buyurdu.
Adam, gözden kayboluncaya kadar:
“Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber... diyerek gitti. [21]
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.)'dan:
Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'e:
“Ya Rasûlullah, cahiliyye zamanında (müslüman olmadan önce) işlediğimiz günahlardan dolayı ceza görecek miyiz? diye sordu.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle cevap verdi:
"Her kim müslümanlıkta güzel hareket ederse, cahiliyet hayatında işlediği günah ile muaheze olunmaz.
Fakat her kim müslümanlıkta (sebat etmeyip irtidat etmek) fenalığında bulunursa (ve küfür üzere ölürse) o, hem evvelce cahiliyetteki ameliyle, hem de sonra müslümanlıktaki küfür ve irtidadıyla muaheze olunur (ebedî cehennemde kalır)." [22]
Bizlere bu ilâhî müjdeleri veren, izzet ve şeref sahibi Allah tarafından bütün alemler için rahmet olarak gönderilen [23] önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'dir... O (s.a.s), Rabbimiz Allah nasıl emretmişse öylece, emrolunduğu gibi dosdoğru olmuş [24] ve hevasından hiçbir şey söylememiş, her ne söylemiş ve her ne yapmış ise, kendisine Allah tarafından vahiy olunmuştur...” [25]
O (s.a.s.)'in vasfını şöyle beyân buyuruyor Rabbimiz Allah (azze ve celle):
"Andosun size, içinizden, sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Rasül gelmiştir." [26]
Anam-babam O'na feda olsun; önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), nasûh tevbe ile tevbe edenlere, tevbelerinin sonucunda ulaştıkları kurtuluşu ve hayrı beyân etmeye devam etmektedir...
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasûlullah (s.a.s.):
"Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir." [27]
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Hatalarınız göğe ulaşacak kadar günah işleyip de sonra (onlardan) tevbe etmiş olsanız, Allah tevbenizi kabul eder." [28]
Hayat örneğimiz ve önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in bu beyânı, insanları günaha teşvik değil; aksine günahkâr olanı, günahlarından pişman olup tevbe etmeye teşviktir... Her ne olursa olsun Allah'tan umut kesmemenin gereği dile getirilmiştir bu hadislerde...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." [29]
Bu konuda çok dikkatli davranmalı ve uyanık olunmalıdır ki, muvahhid mü'minlerin apaçık düşmanı olan şeytan, onları Allah'ın rahmeti ile kandırıp kendilerine:
"Allahın rahmeti hadsiz-hesapsız, boldur; ne kadar günah işlerseniz, sonunda bir defa tevbe edersiniz Allah, sizleri affeder. O hâlde günah işlemekten korkmayın ve geri kalmayın. Belli bir yaşa gelince veya ileride tevbe ettin mi Allah hepsini affeder" gibi vesveseler ve yaldızlı sözlerle mü'min müslümanların ayaklarını kaydırır... Onları, şeytanî tuzaklara düşürebilir... Bundan dolayı haramlara yaklaşmamaya gayret ederken, işlenen küçük ve büyük günahlara vakit geçirmeden hemen tevbe edilmelidir...
Rabbimiz Allah, muvahhid mü'min müslümanları uyarıp şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar, hiçşüphesiz Allah'ın vaadi haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın." [30]
"İleride tevbe eder, namaza başlar, emekli olunca aldığını toplu tazminat paramla bir de hacca gider, hâlimi düzeltir, evden camiye camiden eve gider gelirim. Şimdi yaptıklarımdan vazgeçer, artık ne içerim, ne de oynarım" deyip aldatıcı şeytanın, kendisini Allah'ın rahmeti ve tevbe ile aldattığı tipler için İmam Gazali (rh.a.)'in çok yerinde ve güzel bir tespiti vardır... O'nun, o tespitini buraya naklediyoruz:
"İleride tevbe ederim, düşüncesine gelince:
Çoklarının bu düşünce ile cehenneme atılıp feryâd-ü figan ettiklerini düşünerek tevbeyi öne almalıdır. Çünkü tesvif edenler, yani ileride tevbe ederim diyenler, ellerinde olmayan bir şeye hükmü tâlîk etmişlerdir.
Bir defa, yarına çıkacağını nereden biliyor? Yarına çıksa bile, bugün terk edemediğini yarın terk edebileceği ne malum? Zaten bugün isyana dalması, şehvetinin iktizasıdır. Şehvet ise, ölünceye kadar insandan ayrılmaz. Belki daha da kuvvetlenir ve böylece "ilerde tevbe ederim" diyenler helak olurlar. Zira onlar, benzerler arasında ayrılık olduğunu sanırlar. Hâlbuki zamanın cüzleri birbirinin aynıdır. Dün ne idiyse bugün, ne ise yarın da aynıdır. Dün ayrılamadığın şehvetlerden bugün ayrılamadığın gibi, yarın da ayrılamazsın. Bu, kuvvetli bir ağacı yıkmaya gidip, uğraşan ve yıkamayan, sonra da bir sene sonra ağacın daha çok dal budak ve kök salmak suretiyle kuvvetleşeceğini ve kendisinin de ihtiyarlamakla zayıflayacağını bildiği hâlde:
“Ağaç böyle dursun da gelecek yıl yıkarım, diyen adamın durumuna benzer.
Bundan daha büyük ahmaklık olur mu? Çünkü yarına nisbetle bugün kendisi kuvvetli iken, ağaç ise, bugüne nisbetle yarın daha kuvvetlidir. Kendisi kuvvetli olduğu vakit, zayıfa mukavemet edemediği hâlde kendisinin zayıflayıp, zayıfın kuvvetlendiği zaman ona mukavemet edeceğini sanmak, elbette açık bir ahmaklıktır." [31]
Muhterem İslam alimlerinden İmam Gazali (rh.a.)'in bu kıymetli değerlendirmesinden sonra söylenecek bir tek söz kalıyor:
Hiç vakit geçirmeden, günahlardan pişman olup nasûh tevbe ile samimi bir şekilde tevbe etmek!...
Tevbe edip hâlini düzelten, imamını kuvvetlendirip sağlamlaştıran, amelini emrolunduğu gibi yerine getirip salih ve sâdık kullardan olan müttakîler için şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Rabbinizin mağfiretine (bağışına) ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği, gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları afederler. Allah da, güzel davranışlarda bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe - istiğfar ederler. Zaten günahı, Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Bir de onlar, işledikleri kötülükte bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükafatı, Rablerinin mağfireti ve zemininde ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir. " [32]
Hata etmiş günahkar kul, Rabbi Allah'ı hatırlayıp tanıdıkça, günahlardan vazgeçip, O'ndan af diledikçe Rabbimiz
Allah, o günahkâr kulunun günahlarını bağışlamaktadır... O kul, Rabbi Allah'a dönmek ile Allah'tan başka bir ilâhının, Rabbinin ve melikinin olmadığını idrak etmekte, kendisini Allah'tan başka affedecek birisinin olmadığına inanmaktadır... Bu inançla iman eden kişi, akidesini bozmadıkça, imanını zedeleyecek bir suç işlemedikçe muvahhid mü'minlerdendir.... Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s):
"Bir kula (bilmeyerek) bir günah isabet edip veya bilerek bir günah işleyip de o kul: Ya Rab, ben (bilerek ) bir günah işledim yahut (bilmeyerek) ben bir günaha uğramış oldum. Kusurumu af ve mağfiret eyle, diye (günahını itiraf ve) niyaz ederse, o kulun Rabbi: Demek ki kulum, (dilerse) günahını affedecek (dilerse) cezalandıracak muhakak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu hâlde Ben de kulumu mağfiret ettim, buyurur.”
Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman (günahsız) yaşar. Sonra bir günah daha isabet edip veya bir günah daha işleyip de:
“Ya Rab, ben (bilerek) bir günah işledim, yahut (bilmeyerek) bir günaha uğradım. Kusurumu af ve mağfiret eyle, diye niyaz ederse, O kulun Rabbi:
“Demek ki kulum, günahını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu, gereği gibi bildi. Şu hâlde Ben de bu kulumu mağfiret ettim, buyurur.
Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar, sonra bir günaha isabet edip veya günah işleyip de:
“Ya Rab, ben bir günah işledim veya bir günaha uğradım. Kusurumu af ve mağfiret eyle, diye niyaz ederse, o kulun Rabbi:
“Demek ki kulum, günahını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu, gereği gibi bildi. Şu hâlde Ben de bu kulumu mağfiret ettim, buyurur.
Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günaha isabet edip veya günah işleyip de:
“Ya Rab, ben, bir günah işledim veya bir günaha uğradım. Kusurumu af ve mağfiret eyle, diye Allah'a yalvarırsa, o kulun Rabbi:
“Demek ki kulum, günahını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Ben de üç defa kendisini af ve mağfiret ettim. Artık (günah 'işlediğinde tevbe etmesini bilen) bu kulum dilediği işi işlesin! buyurur." [33]
İmam Nevevî (rh.a.) şöyle diyor:
"Hadiste şuna işaret vardır:
Tevbekâr olan ve Allah'a yalvarma yolunu bilen bir kulun günahı yüz kere, bin kere ve belki daha çok tekrarlansa, her defasında tevbe etse yahut bu tekrarlanmış günah yığınının hepsi hakkında Allah'a karşı pişmanlığını arzetse, tevbesi sahih olur ve kabul buyurulur ki, mü'minler için en büyük bir müjdedir." [34]
İmam Kurtubî (rh.a.) de şu beyânda bulunur:
“Bu hadis, istiğfarın faydasının büyük olduğuna ve Allah'ın rahmet ve ihsanın genişliğine delildir.
Lâkin bu istiğfarın dille birlikte mânâsı da kalpte yer etmelidir. Tâ ki, ısrar ukdeleri (düğümleri) bununla çözülsün ve pişmanlık hasıl olsun. Yoksa maksat, dili ile "estağfirullah" deyip, kalbiyle o günahta ısrar etmek değildir. Böyle bir istiğfar da istiğfara muhtaçtır. [35]
Haliyle günahta ısrar etmemek, kalbiyle pişman olun kalp ve dil ile tevbe etmek ve hâlini düzeltmek, tevbenin samimi oluşuna delildir... Maksat, günaha yani Allah'a isyana devam etmemektir... Maksat, yaptığına pişman olmak ve tevbe ile Allah'tan mağfiret dilemek olmalıdır... Günahında ısrar etmeyen ve tevbe kapısının halkasına sıkıca yapışıp o kapıyı devamlı çalan, istiğfara devam eden bir kul, Allah'ın affedeceğini beyân buyurduğu kuldur...
İmam Ebû Bekir (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"İstiğfar eden kimse, onu (tevbe ettiği günahı) günde yetmiş kere işlese bile (günah üzerinde) ısrar etmiş olmaz."[36]
Bu hadisin şerhinde şöyle söylenmiştir:
"Hadis-i şerif, bir günah işlediği takdirde, peşinden tevbe ve istiğfar eden bir kimsenin, günahı tekrarlasa bile günahta ısrar etmiş hükmünde olmayacağını bildiriyor. Burada, "günahın yetmiş kere tekrarlanması" sayı ifade etmek için değil, çokluğa işaret etmek içindir. İstiğfar, Allah'tan bağışlanmayı dilemek mânâsına gelir.
Günahta ısrar etmiş sayılmama, mü'minler için büyük bir nimettir. Çünkü bazı günahlarda ısrarın, Allah'ın affından mahrumiyeti gerektireceği şeklinde tehditler bulunduğu gibi, küçük günahlarda ısrarın onu büyük günah hâline getireceğini belirten haberler de varid olmuştur. İşte günahtan sonraki istiğfar, günahı bu duruma düşmekten kurtarır." [37]
Rabbimiz Allah, yalnızca Kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarına [38] merhametinden dolayı, her kim Rabbini bilir, tanır, katıksız iman edip kendisine şirk koşmadan O'na kavuşursa, O da kendisini daha çok hayırlarla karşılar... Rabbimiz Allah, kudsî hadis'te bunu beyân buyurur...
Ebû Zer (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah (azze ve celle): Her kim bir hayırla gelirse, ona bu hayrın on misli vardır. Ziyade de veririm. Ve her kim bir kötülükle gelirse onun cezası, kötülüğün mislidir. Yahut affederim. Kim Bana, bir karış yaklaşırsa, Ben ona, bir arşın yaklaşırım. Her kim Bana yürüyerek gelirse, Ben ona, koşarak gelirim. Ve her kim Bana hiç bir şeyi şirk koşmamak şartıyla yer dolusu günahla gelirse, Ben kendisini, o günahın misli mağfiretle karşılarım, buyuruyor." [39]
İnsanoğlu, dünya malına meyletme konusunda ve şeytanın yaldızlı vesveselerine kanma hususunda pek zayıftır; bundan dolayı zaman zaman hatalar yapıyor, günahlar işliyordur... Bu suçtan kurtulmak için tek yol vardır, o da arınma yolu olan tevbedir... İmanını kuvvetlendirmek ve amelini emr olunduğu şekliyle yapmak sûreetiyle dünyaya olan meylini engellemeye çalışırken, içine düştüğü hatalardan ve günahlardan da tevbe etmekle kurtulmuş olur...
İbn Abbas (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, muhakkak bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun iç boşluğunu (hırslı gönlünü) topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah, tevbe eden kişinin tevbesini kabul eder." [40]
İnsanın, dünyaya ve dünya malına olan hırsından dolayı bir çok suç işlediği Rabbine karşı isyan bayrağı çektiği malumdur... İşte bu hatalı duygulardan ve yanlış hareketlerden kurtulmak için sağlam iman, salih amel ve bolca tevbe-istiğfara ihtiyaç vardır... Bunu becerebilen, kâmil mü'min yani kâmil insandır.
Allah ve Rasûlü (s.a.s.), hataların başı olan dünya sevgisinden ve dünya malına meyletmekten mü'min müslümanları uyarmış ve alıkoymak için emretmişlerdir...
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"İhtiyar kimsenin gönlü, iki huyda her zaman genç bir hâlde bulunur: Dünya (mal) sevgisinde ve emel (ömür) uzunluğunda." [41]
İnsanın bu yapısından dolayı Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"De ki: "Eğer siz, Rabbinizin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda, harcama endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. Însan, pek cimridir." [42]
Bu ruh yapısı, insanı bir çok hatalara da sevkediyor, bir çok mazlumun hakkına tecavüz ettiriyor ve günahların içine düşürüyor... Elbette bütün mü'min müslümanlar, bu durumdan kurtulmak ve bu duruma düşmemek için gayret etmelidirler...
Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah, iki kişiyi rızası ile karşılar: Bunlar, birbirini öldürüp cennete giren iki kimsedir. Şu (müslüman), Allah yolunda çarpışır, şehit düşer (de cennete girer). Sonra Allah, onu öldürene hidayet eder, o da, tevbe ederek (Allah yolunda savaşır) ve sonunda o da şehit edilir." [43]
Mü'min müslüman olmadan önce şirk cephesinde bulunduğu ve muvahhid mü'minlerle savaşıp bir mü'mini öldüren kişi, İslam'ı kabul etmekle beraber evvelki bütün günahlarından arınmış olur... Daha önce beyân olunduğu gibi, "İslâm, kendinden önceki günahları yok eder" hadisi, bunun delilidir... Şirk ve cahiliye döneminde mü'min bir kişiyi şehit eden kimse, daha sonra mü'min müslüman olur ve Allah yolunda savaşıp şehit düşerek, daha önce şehit ettiği mü'min kardeşinin yanına, yani cennete gider... Küfürden ve şirkten tevbe ederek iman etmenin karşılığını böyle bir mükâfat ile bulur.
Hadisi bize nakleden Ebû Hüreyre (r.a.) şu olayı anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s.) Hayber'i fethettikten sonra kendisi henüz Hayber'de iken ben (Yemen'den) O'na geldim (O ganimet dağıtıyordu).
Ben:
“Ya Rasûlullah bana da bir pay ver, dedim.
Said Îbnu'1-As oğullarından bazısı (ki Ebân İbn Said'dir):
“Ya Rasûlullah, ona pay verme, dedi. Bunun üzerine Ebû Hüreyre:
“Bu (adam), İbn Kavkal'ın katili, dedi. Ebân İbn Said As da:
“Vay, hayret şu dağ kediciğine! O (Yemen'in Devs illerindeki) Da'nin dağının başından üzerimize yuvarlanıp geldi de, müslüman bir kişinin katlini bana yükleyerek beni ayıplıyor. Allah, İbn Kavkal'a benim ellerimle şehit olma (saadetini) ikram etti de beni onun iki elinde (kâfir bir hâlde öldürerek) hakir kılmadı.[44]
Ebân İbn Said (r.a.), şirk üzerinde bulunduğu cahiliyye döneminde, mü'min müslümanlardan olan İbnu Kavkal (r.a.)'ı şehit etmiş, daha sonra tevbe ederek İslâm'ı kabul edip hidayet bulmuştu...
İbret ve ders almak, derin derin düşünüp kendimize pay çıkarıp hâlimizi düzeltmek için, nasûh tevbe konusunda, en hayırlı neslin yaşadığı en hayırlı asır olan Asr-ı Saadette yaşanmış iki örnek vermek isteriz... En sahih kaynaklarımızın kaydettiği üzere bu iki olay şöyle olmuştur...
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Enfal: 8/38
[2] Bkz. İmam Kurtubi, el-Camiu li ahkami’l-Kur’an, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1999, C. 8, Sh. 29-32.
[3] Sahih-i Müslim, Kitabul-İman, B. 54, Hds 192 İmam Suyuti, Cami’u’s İst. 1996, C. 2. Sh. 174, Hds. 1657 (3064). İbn Sa'd'in Tabakat'ından. İmam Kurtubî, A.g.e., C. 8, Sh. 29; Dipnot: l'de bu hadisin, Ahmed b. Hanbel Müsned, C. 4, Sh. 199'da olduğu kaydedilmiştir.
[4] Bkz. İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, Çev. Dr. Bekir Karlığa, Vdğ. İst. 1985, C. 7, Sh. 3301.
[5] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 30, Hds. 4251. Sünen-i Tirmizî, Kitabü Sıfati'l-Kıyame, B.15, Hds. 2616. Sünen-i Dârimî, Kitabü'r-Rikak, B.18, Hds. 2730. İmam Hafız el-Münzirî, Hadislerle İslam -Terğib ve Terhib, Çev. A. Muhtar Büyükçınar, Vdğ. İst. 1986, C. 6, Sh. 128, Hds. 11. Hakim'den sahih bir sened ile.
[6] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 30, Hds. 4253. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Daavat, B. 102, Hds. 3765.
İmam Suyutî, A.g.e., C.l, Sh. 508, Hds. 1099 (1921). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C 2, Sh.132 ve 153; C. 3, Sh. 425'den.
[7] Sahih-i Müslim, Kitabü'z-Zikr ve'd-dua ve’t-tevbe, B. 12, Hds. 43.
[8] Enam: 6/l58
[9] Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Daavat, B. 101, Hds. 3764. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'l-Fiten. B.32, Hds. 4070.
[10] Enâm: 6/158. Sahih-i Buhârî, Kitabû't-Tefsir, B. 122, Hds. 158. Sahih-i Müslim, Kitabü'1-İman, B. 72, Hds. 248.
[11] Sahih-i Müslim, Kitabü'1-İman, B. 72, Hds. 245.
[12] Sahih-i Müslim, Kitabü't-Tevbe, B. 8, Hds. 46. Sahih-i Buhârî, Kitabü'l-Enbiya, B. 56, Hds. 137. İmara Buhârî (rh.a.)'ın rivayetinde şu ziyade yer alır: "Bunun üzerine Allah, tevbe için gideceği köye: “Biraz yaklaş; ölen kimsenin kendi köyüne de: “Biraz uzaklaş, diye vahyetti." Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'd-Diyet, B. 2, Hds. 2622.
[13] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1980, C. 11, Sh. 123.
[14] Tevbe: 9/119.
[15] Hucurat: 49/15.
[16] Bkz. Nisa: 4/69.
[17] Furkan: 25/68-70
[18] Zümer: 39/53. Sahih-i Buhâri, Kitabü't-Tefsir, B. 255, Hds. 332. Sahih-i Müslim, Kitabû'l-İman, B. 54, Hds. 193. Sûnen-i Neseî, Kitabü Tahrimi'd-dem, B. 2. Hds. 3990-3991. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabül-Fiten, B.6, Hds. 4273- İmam el-Vahidî, Eshab-ı Nüzul, Çev. Dr. Necati Tetik - Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y., Sh. 376-378.
[19] Furkan: 25/71.
[20] Sahih-i Müslim, Kitabü'I-Hudud, B. 5, Hds. 24. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Hudud, B. 9, Hds. 1461. Sûnen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Hudud, B. 25, Hds. 4440. Sünen-i Neseî, Kitabü'l-Cenaiz, B. 64, Hds. 1958. Taberânî, Mu'cemus-sagir Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, C. 2, Sh. 26, Hds. 374.
[21] İmam Hafız el-Münzirî, A.g.e., C. 6, Sh. 151, Hds. 44. Bezzar ve Taberânî, ceyyid ve sağlam senedlerle. İbn Kesir, A.g.e., C. 13, Sh. 6940- İmam Ahmed b. Hanbel'den.
[22] Sahih-i Buhârî, Kitabû İstuabeti'l-mürteddin, Hds. 4. Sahih-i Müslim, Kitabü'l-İman, B. 53, Hds. 189-190.
[23] "Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik." Enbiya: 21/107.
[24] "Seninle birlikte tevbe edenlerle beraber emrolundugun gibi dosdoğru ol." Hud: 11/112.
[25] "O, nevadan (bendi işlek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri) yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir" Necm: 53/3-4.
[26] Tevbe: 9/128.
[27] Sünen-i İbn Mâce, Kitabû'z-Zûhd, B. 30, Hds. 4250. İmam Suyutî, A.g.e., C. 3, Sh. 412, Hds. 3811 (9316). Taberânî'nin Kebir'inden ve Ebû Nuaym'ın Hilye'sinden.
[28] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'z-Zühd, B. 30 Hds. 4248. İbn Kesir, A.g.e., C. 13, Sh. 6943. İmam Ahmed. b. Hanbel'den.
[29] Yusuf: 12/87.
[30] Fatır: 35/5
[31] Hüccetû'l-İslâm İmam Gazali, İhyâu ulûmi'd-din, Çev. Ahmed Serdaroğlu, İst. T.Y. C. 4, Sh. 108.
[32] Al-i İmrân: 3/133-136.
[33] Sahih-i Buhâri, Kitabü't-Tevhid, B. 36, Hds. 132. Sahih-i Müslim, Kitabü't-Tevbe B. 5, Hds. 29.
[34] Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Lü'lü'ü ve'I-mercan - imam Buhârî ve Müsüm'in ittifak Ettikleri Hadisler, Çev. İsmail Kaya - İsmail Hakkı Uca, Konya, 1986, C. 3, Sh. 298, Dipnot: 65. Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Çev. Kâmil miras, Ank. 1980, 5. Baskı, C. 12, Sh. 424. Sahih-i Buhâri ve Tercemesi, Çev. Mehmet Sofuoğlu, İst. 1989, C. 16, Sh. 7366, Dipnot: 181.
[35] Ahmed Davudoglu, A.g.e., C. 11, Sh. 110.
[36] Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Daavat (çeşitli hadisler), B. 1, Hds. 3792. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabû'1-Vitr, B. 26, Hds. 1514.
[37] ) Sünen-i Ebû Davûd Terceme ve Şerhi, Hazırlayanlar: Necati Yeniel, Vdğ. İst. 1988, C. 6, Sh. 7.
[38] Bkz. Zariyat: 51/56.
[39] Sahih-i Müslim, Kitabü'z-Zikr ve'd-dua ve't-tevbe, B. 6, Hds. 22, Sahih-i Buhârî, Kitabu t-Tevhid, B. 15, Hds. 34 (Yaklaşık mânâ ile). Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Daavat, B. 105, Hds. 3770. Sünen-i Îbn Mâce, Kitabû'1-Edeb, B. 58, Hds. 3821.
[40] Sahih-i Buhâri, Kitabur-Rikak, B. 10, Hds. 24-27. Sahih-i Müslim, Kitabü'z-Zekat, B. 39, Hds. 116. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'z-Zühd, B. 20, Hds. 2440 Sünen-i İbn Mâce, Kitabû'z-Zühd, B. 27, Hds. 4235
[41] Sahih-i Buhari, Kitabû'r-Rikak, B. 5, Hds. 9-10. Sahih-i Müslim, Kitabü'z-Zekat, B. 138, Hds. 113-115. Sünen-i Tirmizî, Kitabû'z-Zühd, B. 21, Hds. 2441-2442.
[42] İsra: 17/100.
[43] Sahih-i Buhâri, Kitabü'l-Cihad ve's-Siyer, B. 28, Hds. 42. Sahih-i Müslim, Kitabü'l-İmare, B. 35, Hds. 128-129. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 13, Hds. 191. Sünen-i Neseî, Kitabü'l-Cihad, B. 38, Hds. 3152.
[44] Sahih-i Buhâri, Kitabü'l-Cihad ve's-Siyer, B. 28, Hbr. 43.