Erdemli ve Akıllı İnsan
Sevgili Peygamberimiz, müminlerin en hayırlılarının güzel ahlak sahibi olanlar olduğunu birçok hadislerinde beyan etmişlerdir. (Bkz. Buharî, Edeb, 38; Ebû Dâvud, Sünne, 16; Tirmizî, Radâ’, 11) İslam dininin nihai amacının iyi ahlaklı insanlardan oluşan bir dünya kurmak olduğunda şüphe yoktur. Yüce Allah, bu amacın gerçekleşmesi için bütün iyi ve güzel şeyleri emir ve tavsiye edip, kötü ve çirkin şeylerden uzak durulmasını istemiş, kötülüklerin sembolü olan şeytanın bizim için apaçık bir düşman olduğunu bildirmiştir. (Bakara, 208) Cenab-ı Hakk’a inancımızın ve O’na kulluğumuzun meyvesi de güzel ahlaktır. O’nun rızası ancak bu hedefe ulaşmakla elde edilir. Bu yüzden, bize güzel bir örnek olarak takdim ettiği sevgili elçisini, (Ahzâb, 21) "Şüphesiz sen üstün bir ahlak sahibisin." (Kalem, 4) diyerek övmüştür. Arkadaşlarının, “Allah Rasulü, insanların ahlaken en güzeliydi” (Buhârî, Edeb, 112; Müslim, Mesâcid, 48) ifadeleri de Cenab-ı Hakk’ın bu tavsifine şahitlik etmektedir.
İslam dininin telkin ettiği ahlak ilkeleriyle, insanın fıtratında var olan ahlaki duyarlılık aslında birbirinden çok farklı değildir. İnsanı yaratan Allah ona iyi ve kötüyü ayırt edebilecek bir akıl ve hissedebilecek bir vicdan vermiştir. Dış etkenlerle bozulmamış bir fıtrat, örneğin, başkalarına zarar vermenin, bencilce davranmanın, yalan söylemenin, hakkı olmayan şeye el uzatmanın kötü; ihtiyacı olana yardım etmenin, bütün varlıklara şefkat ve merhametle yaklaşmanın iyi olduğunu bilir. Ancak, yine fıtratında var olan olumsuz davranma yeteneği harekete geçtiğinde, iyi olduğunu bildiği şeylerin tam tersini yapma iradesi de onun elindedir. İşte peygamberler, insanların, fıtratlarındaki olumlu öze dönmelerini sağlamak ve imtihan dünyasında çeldirici görevini üstlenen şeytanın tuzaklarına karşı onları uyarmak için gönderilmişlerdir. Onun için Cenab-ı Hak, sevgili elçisine, "Hatırlat/öğüt ver. Çünkü sen ancak hatırlatıcı ve öğüt vericisin, onlar üzerine baskı kurucu değilsin." (Gâşiye, 21-22) buyurmuştur. “Kur’an da akıl sahipleri için bir hatırlatma ve öğüttür.” (Müddessir, 54-55) Çeşitli sebeplerle fıtratına yabancılaşan ve yaratılış amacından uzaklaşan insan bu hatırlatmaya kulak verir ve öğüt alırsa, Allah Rasulü’nün ifadesiyle en faziletli insan olmaya hak kazanır.
Hadis-i şerifin ikinci kısmı, ilk kısmıyla çok yakından ilgilidir. Güzel ahlak sahibi olarak erdemli olmaya hak kazanan mümin zaten aklını çok iyi kullanmış ve ölümden sonrası için hazırlığını büyük ölçüde tamamlamıştır. Ancak ömrünün belirli bir kısmında erdemli bir hayat yaşama fırsatını kullanamayan insan, ölümü ve sonrasını hatırlayıp bir nefs muhasebesi yaptıktan sonra, geçmişi için pişmanlık duyup hayatında yeni bir sayfa açmışsa, gerçekten akıllı davranmış olur. Hatadan dönmenin de bir erdem olduğu gerçeğinden hareketle erdemli bir hayata adım atmış olur.
İşte Allah Rasulü, bu akıllı davranışı sık sık yapanları, yani, hayatın çeşitli gaileleri arasında yaratılış amacını unuttuğunu fark ettiği her anda, en büyük vaiz olan ölümü hatırlayıp kendine gelerek büyük hesap günü için tedarikini tamamlamaya çalışanları en akıllı müminler olarak nitelendirmiştir. Onun için başka bir hadisinde, “Tüm lezzetleri koparıp atanı, yani ölümü çok hatırlayın.” buyurmuştur. (Tirmizi, Zühd, 4) Ölümden daha etkili bir vaiz göremeyen Hz. Ömer de, “Vaiz olarak ölüm sana yeterlidir ey Ömer!” (kefâ bi’l-mevti aleyke vâızan ya Ömer!) diyerek, yukarıdaki nebevî uyarı doğrultusunda, kendi nefsine ölüm gerçeğini hatırlatma gereği duymuştur.
Akıllı ve tedbirli insan, bu hayat yolculuğunda, hazırlığını, gideceği yerin durumu ve önemine uygun olarak yapan insandır. Cenab-ı Hak, ahiret yurdunun, yani ebedî hayatın, dünya hayatından daha hayırlı olduğunu birçok defa hatırlatmıştır. (Nisâ, 77; En’am, 32; A’raf, 169; Yusuf, 109; Nahl, 30; Duhâ, 4) Buna rağmen, geçici bir hayat için yaptığımız hazırlık, gösterdiğimiz çaba ve gayretle, ebedî âlem için yaptığımız hazırlığın bir mukayesesinde hangisine daha çok önem verdiğimizi anlamamız zor olmayacak, çoğu zaman daha önemli ve hayırlı olanı ihmal ettiğimiz acı bir şekilde ortaya çıkacaktır. Halbuki bu fani hayatta her iki âlemin hazırlığını dengeli bir şekilde yapma irade ve imkânı bizlere bahşedilmiştir. Yapmamız gereken, dünya yolculuğunda bizi menzile götürecek yeterli azığı temin etmek, ebedî hayat içinse azıkların en hayırlısı olan takva azığını (Bakara, 197) yanımıza almaktır. Takva azığı da ancak iman, salih amel ve güzel ahlak malzemesiyle yoğrularak hazırlanabilir. Sevgili Peygamberimiz, açıklamaya çalıştığımız hadisiyle, akıllı müminin sadece kısa yolculuğu için hazırlık yapmakla yetinen değil, bu yolculuğunda, kalacağı ebedî yurdu için de gerekli hazırlığı yapan kimse olduğunu bildirmiş ve aklını iyi kullanan güzel ahlak sahibi bu insanları müminlerin en faziletlisi saymıştır. Bir bakıma, Allah Rasulü’nün bu hadisi, insanlara tebliğ ettiği şu ilahî uyarının bir açıklaması mahiyetindedir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 18)