Gelmek ve Gitmek
Doğumun geliş, ölümün gidiş olduğunu düşünecek olursak, hayatın gelme ve gitme üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz.
İnsan gelir ve gider. Bazen gelirken, bazen de giderken sevinilir; bazen gelirken, bazen de giderken üzülürsün. Sevilinse de üzülünse de insanın hayatında gelmek ve gitmek hep vardır.
Gelmek kadar gitmenin de, normal olduğu bir yerde insanın ebediymiş gibi hareket etmesi kadar yanlış bir şey olamaz. Uysa bunun farkında olan insan; aklını kullanarak yaratılış gayesine uygun hareket etmelidir. Bu düşünceden yoksun kimseler hayatı argo deyimiyle “ti” ye alır. Onlar için de hayat süfli yaşantıdan ibarettir.
H. Hesse’nin deyimiyle; nereden gelip nereye gideceğimizin farkında olursak hayat daha bir anlam kazanır. Yoksa biz insanlar anlamsız yaşamaya çalıştık mı, hayvanlardan daha da aşağı bir konuma düşeriz. Hayatı, kazanılması gereken bir imtihan olarak görürsek farklı bir anlam kazanır. Bu durumda insan, imtihanı kazanmak için daha temkinli ve sorumlu davranır. Böylece yaşamının da bir gayesi olur.
İnsanların hayat anlayışları elbette farklıdır. Çünkü insanlar farklı yaratılmıştır; akıl-zekâ, fizik, idrak, vs…
Yıllar önce okuduğum ‘Faydasız Yazılar’ adlı kitabında İsmet Özel, üç gurup insandan bahseder.
A – Taş gibi,
B – Şeker gibi,
C – Yağ gibi,
A: Taş gibi insan. Sert tabiatıyla, kıran ve kırılan tavrıyla inciticidir. Bu haliyle çevresine zarar verir. O tür insan katı ve anlayışsız tutumundan dolayı haşin ve serttir. Bundan mütevellit suya düştüğünde batar gider.
Kıran ve kırılan haliyle, etkisizdir.
B: Şeker gibi insan. Halk arasında eyyamcı insan diye tanımlanan kişilerdir. Bu tür insanlara göre hayat, yiyip içmek, gezip eğlenmekten ibarettir. Onlar için hayat mutfak-tuvalet-yatak odası üçgeninde geçer.
Başkasından, devletten ziyade önemli olan kendisidir. Kendine ve menfaatine zarar gelmesin de, gerisi önemli değildir. Bu tür insanlar için ilke, ideal, fikir ve düşüncenin hiç önemi yoktur.
Risk almayan, sorumluluk kabul etmeyen tavrıyla, gelen ağam, giden paşam edasıyla tam bir bukalemun tipli insanlardır. Maalesef cemiyetimizin kahir ekseriyeti bu tip insanlarla doludur.
Şeker gibi insan suya düştüğünde erir gider.
C: Yağ gibi insan ise; bunlar bilge insanlardır. Maziyi bilir, halini değerlendirir, geleceğe ümitle bakar. Bu halleriyle onlar cemiyetin dinamikleridir. Sorunları halledici, ön açıcı ve hedef göstericidir. Hemen her tavırlarıyla önder ve öncü insanlardır. Meselelere yaklaşımları da hissilikten ziyade akl-ı selimledir.
Toplumun menfaatini kişisel menfaatinin önüne geçirir. Seven ve sevilen haliyle mutemet kimselerdir. Kendine yapılanı unutmaz ama kindar değildir. Bu tür insanların temel anlayışı, affedici ve hoşgörülü olmalarıdır.
Bu tip insanlar yağ gibi olduklarından suya düştüklerinde, ne batar ne de erir. Suyun yüzeyinde kalır.
Birçok kimsenin geliş ve gidişine şahit olduk. Ömrümüz olduğu müddetçe de şahit olacağız.
Gidenlerin bazıları hakkında güzel, bazıları hakkında da olumsuz sözler söyleriz/söylenir.
Kalanlar gidenlerin durumunu iyi değerlendirmelidir. Yaptığı güzellikleri devam ettirmeli, varsa eğer yanlışlarını da. Bu konuda geçmişten ibret almak gerekir.
İnsanlar için en kötü şey nedir biliyor musunuz? İnsanların kendisi olamamasıdır. Hayatını başkalarının dediği gibi yaşamasıdır.
Oysa Allah her kuluna müstakil olarak verdiği aklını, kendinin kullanmasını istemektedir.
Unutmamalıyız ki, hiç kimse kimsenin yükünü çekmediği gibi, kimse kimsenin yerine de hesap veremez.
Ahrette, ben ne yapayım bunlar öyle yapın dediler yaptım; şöyle söyleyin dediler söyledim; dendiğinde, Allah bu tür mazereti dikkate almadığı gibi, her ikisini de cehenneme atacağını beyan etmektedir. (Bakara/165.166.167)
Hal böyleyken ufak tefek menfaatleri dikkate alarak yanlış adamların, yanlış işlerin yanında olunmamalıdır. İlerde ne yapayım yanlış olduğunu biliyordum ama onu yapmaya ve söylemeye mecburdum deme yanlışlığına düşülmemelidir. Yol yakınken gerçeğin ve doğrunun yanında yer alınmalıdır. (İbrahim/21.22- Sebe/20.21)
Her insanın kendine özgü fikrinin olması, başkalarına saygılı olması, nitelikli insan olmanın gereğidir. Eğer farklı akıl, fikir ve düşünce olmasaydı düşünce zenginliği olamazdı. Tek tip insan olurdu. Haliyle insanda “Mankurtlaşırdı”
Eleştirilmekten, yalan ve yanlışlarının söylenmesinden rahatsız olanlar, insanları makamının ve kendinin olmayan para gücüyle, susturmaya çalışırlar. Onlar kendilerine koşulsuz boyun eğenleri severler.
‘Yanlış yaparsan kılıcımızla seni doğrulturuz’ diyen geleneğin takipçileri olduğumuzu unutmamalıyız.
İnsan irade koyması gereken yerde sessiz, sesiz kalması gereken yerde çığırtkanlık yaparsa vazifesini yerine getirmemiş demektir.
Diğer taraftan İnsan kendine güvenenleri hayal kırıklığına uğratmamalıdır. Özellikle yaptıkları ve söyledikleri bağlayıcılık özelliği taşıyan kimseler daha dikkatli olmalı ve adil davranmalıdır. Hemen hepimizin tanıdığı öyle insanlar vardır ki, bir zamanlar “ali kıran baş kesen” tavrıyla fırtınalar estiriyordu, şimdi esamesi bile okunmuyor. Neden? Çünkü onlar makama değer katan değil, makamın değerlendirdiği insanlardı da ondan. Makam elden gidince onlarda bitiveriyor.
Ben olmazsam olmaz diyenler yok, ama her şey gene oluyor ve hayat gene devam ediyor.
Gelmek kadar gitmenin de esas olduğunu unutmamalıyız.
Öyleyse gelişimizle sevinenleri, gidişimizle de sevindirelim.