Nefsini istekelrine Uyduran Akılsız İnsan
Âlemlerin Efendisi (salât onun üzerine olsun) Hayber’in fethinden sonra “Küçük cihattan büyük cihada geçiyoruz” ifadesini terennüm ederken, aslında insanın ne denli güçlü bir düşmanla birlikte yaşamakta olduğunu haber vermiş oluyordu. Harbin zorluklarının bir hiç mesabesinde kabul edilip, içimizdeki düşmanla mücahedenin çok daha büyük ve zorlu kabul edilmesi insan nefsine dikkat çekmesi bakımından önemlidir.
Bu içimizdeki düşman kimdir, nereden türemiştir, neden içimizdedir, gücü nedir, özellikleri nelerdir, gibi soruların cevaplarını tefekkür etmeye gayret etmek, insanın kendisini tanıması bakımından çok mühimdir. Cevaplara destek olması bakımından, “Kim nefsini tanırsa rabbini de tanır” cümle-i tayyibesini de zihnimizin bir köşesine yapıştırmamız bizim yararımıza olacaktır. Bu tür zihin çalıştırmaları, hem nefsimizin nedenselliğini hem de varoluşumuzun sahih devamının gereklerini elde etmeye başlamamıza yardımcı olacaktır.
Nefis Kendimizi Savunmamızı da Sağlar
Kimi zaman duygu ve düşüncelerimizle birlikte bizatihi kendimize dönüşerek benimiz olan nefsimiz, kimi zaman ise duygularımıza hükmetmeye çabalayan bedenimizin istekleri, başka bir vakitte de bedenimizi yönlendirmeye yeltenen duygularımız olabilmektedir. Nefsimiz, nadiren otantik bir fıtratın eseri olarak kendimizi savunmaya yardımcı olabilmektedir. İzzet-i nefis kavramı bunu ifade eder. Bu ise nefsin tamamen düşman olmadığına bir delildir. Tabi ki tezkiye edilmiş nefis mevzu-i bahis değildir.
Nefsimizin enerjisi harekettir. Hareket olmasa nefis hepten şaşırır. Nitekim “Her nefis ölümü tadıcıdır” kavl-i ilahîsinin ifade ettiği manalar arasında nefsin emellerinden vazgeçmesinin tek yolunun ölüm olduğu anlamı daha dikkat çekicidir. İlginçtir ki nefis olmadan da hareket olamaz. Hareket için istek gerekir, lezzeti tanımak lazımdır. Açlıktır, harekete neden olan, susuzluktur. Şehvettir, insanın bütün benliğini tahrik edebilen. Kindir, nefrettir, başkasını öldürmeye insanı zorlayan. Haz ise hareketin roketidir. Bütün bunların anası ise nefistir. Sonuçta hareket nefsin bir aracı konumundadır. Bu araç, ne kadar çok mesai harcarsa nefsi insan indinde o kadar meşrulaştırır ve yüceltilmesini, tapılmasını sağlar. Öte yandan insanların hayvanlardan ayrılabilmesi için nefsin karşısına ruh çıkartılmıştır.
Nefsin mahiyet tünelinde yürümeye başlarsak, beş duyu organının nefsin en önemli algı gücü olduğuna şahit oluruz. Ne var ki duyu organları nötrdür. Ruha da hizmet edebilir nefse de. Nefis bütün tasarlamalarını, planlamalarını bu duyu organlarına borçludur. Öte yandan nefis vehm, hafıza, kavrama, konuşma gibi yetileri de hizmetine sunmaktan çekinmez. Tabi ki son tahlilde irade insana aittir.
İnsan Olabilmenin Yegâne Yolu: Aklı Kullanabilmek
Ademoğlu, nefis denilen güçlü bir düşmanla var edilirken, bu düşmanın vereceği zararlara karşı, bağışıklık sistemi olmaksızın yaratılmamıştır. İnsana, nefse karşılık ruh ilka edilmiş, bununla da kalınmayıp, hem ruha hem nefse hükmedebilecek mükemmel bir vasıf olan akıl verilmiştir. Dahası bütün dünya hayatı boyunca aklı destekleyecek vahiy insanın hizmetindedir. O halde insan denilen sistem, onu iyiye götürecek ruh, kötülüğe sevk edebilecek şeytan destekli nefis; her ikisini yönetebilen; aynı zamanda her ikisinin de hizmetine girebilecek akıldan müteşekkildir.
Tarih boyunca Vahy’in bize öğrettiği gerçeklerden birisi de aklın sadece akıl olarak kaldığında bir işe yarmayacağı olgusudur. Nitekim Kur’an ayetleri akıl kelimesini bir isim olarak değil, daima bir fiil kalıbında kullanır. Yani faal olmayan, çalıştırılmayan akıl, akıl değildir. Yine vahye dayanmaksızın yanlış yönlendirilen akla da bizim inancımızda itibar edilmez. Öyleyse aklın vahiyle işbirliği yapması insan iyiliği için olmazsa olmaz bir hakikattir.
Vahiy-Akıl öğretisinde nefsin bütün talepleri de reddedilmez. Nefsin istekleri süzgeçten geçirilir. İyi olanlar uygulanır. Kötü kabul edilen talepler reddedilir. Böylece ruh yücelirken nefis tapılacak konuma yükselmekten kurtulur.
Aklın Nefse, Nefsin İsteğe Uyması
Vicdan sahibi insanın akılını kullanıp kullanmama bakımından ve aklını nefsin hizmetine ya da ruhun emrine hasretmesi bakımından nefsin kademe/derecesi ortaya çıkar. Aklından çok nefse hizmet etmesi, nefsin emmareleşmesine (kötülüğü emretmesine) neden olur. Bu durum insanın nefsini, hevâsına uydurduğunun göstergesidir. Böylesi hallerde, yapılacaklar nefis tarafından aklın onayına sunulur. Akıl itiraz etmez. Sonuçta insan için en büyük nimet olabilecek akıl, aleyhine çalışan bir külfete dönüşmüş olur.