www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET iSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE => İnsan ve Hayat => Konuyu başlatan: fanidunya - Ekim 06, 2017, 12:04:12 ÖÖ
-
Tevbe Bir İnkılaptır
Rabbimiz, ilâhımız ve melikimiz Allah Teâlâ yeryüzünün halifesi ve varisi olarak yaratmış olduğu ilk insan ve ilk peygamber olan kulu Âdem (a.s.) ile eşi Havva (r.anha)'ya şu emri vermişti:
"Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleşin, ikiniz dilediğiniz yerden yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın.
Yoksa zalimlerden olursunuz. Şeytan, kendilerinden örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Ve: "Gerçekten ben, size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.
Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi, ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri, kendilerine seslendi:
"Ben, sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim? ve şeytanın, sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" Dediler ki: "Rabbimiz, biz, nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." [1]
İlk insan, ilk Peygamber ve medeniyetin ilk kurucusu Âdem (a.s.) ve eşi Havva (r.anha), Rabbimiz Allah (azze ve celle)'nin kendilerini bilgilendirmesi ve uyarmasına rağmen kendilerinin ve onlardan türeyen insanların apaçık düşmanı olan şeytanın vesvesesi olan yaldızlı sözlere kanmışlardı... Şeytanın bu aldatması, onları bulundukları makamdan ve mekândan düşürdü...
Onlar, şeytanın yaldızlı vesveselerine kanmakla nefislerine zulmettiler... Hata ettiklerinin, bir yanlışlığa düştüklerinin ve suç işlediklerinin hemen farkına vardılar; ama bir kere o suçu işlemiş oldular...
Merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz Allah, onlara bu hatayı nasıl düzelteceklerinin yolunu gösterip kendilerini bilgilendirdi... Tevbe etmek, o hatadan tamamen vazgeçmek, özürlerini beyân edip Rabbimiz Allah'tan af dilemek, böylece yanlıştan doğruya, hatadan sevaba dönmek... İşte o Rabbimiz Allah'ın, Âdem (a.s.)'a ve O'ndan olma insan kullarına gösterdiği arınma yolu: Nasuh Tevbe!..
"Derken Âdem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir." [2]
"Âdem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp kaldı. Sonra Rabbi, O'nu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola illetti." [3]
Âdem (a.s.) ve eşi Havva (r.anha), yaptıkları hatayı anlayıp, işledikleri suçtan vazgeçerek, yegâne affedici Rabbimiz Allah'a dönünce Allah da onları affetti... Çünkü kullarından tevbe edip kendisinden af talep edenlerin, günahlarını affeden ve kötülüklerini örten yegâne Rab Allah Teâlâ'dır ...
"Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur." [4]
"Günahları bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır." [5]
İşlediği suçun, yaptığı yanlışlığın farkına varıp Rabbinden af dileyen Âdem(a.s.)'ın durumu böyle iken O'nun ve evladının apaçık düşmanı olan şeytan, âlemlerin Rabbi Allah'ın emrini dinlememiş, âsi olmuş, hem kendi nefsine zulmetmiş, hem de Âdem (a.s.) ve eşini yaldızlı vesveselerle kandırarak nefislerine zulmetmelerini sağlamıştır... Âdem (a.s.) ve eşi, yegâne Rab Allah Teâlâ'ya kul olma yolunu tutup özürlerini beyân ederek, af dileyip bağışlanırken, şeytan Allah'a karşı isyan üstüne isyan ediyor, suç üstüne suç işliyordu...
Rabbimiz Allah, kıssayı şöyle beyân buyurur:
"Andolsun, Biz, sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere; "Âdem'e secde edin!" dedik. Onlar da, İblis'in dışında secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı. (Allah) dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis)âedi ki: "Ben, O'ndan hayırlıyım Beni ateşten yarattın, O'nu ise çamurdan." (Allah) dedi: "Öyleyse oradan in. Orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin" o da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni göztle(yip ertele)"dedi. (Allah:) "Sen, gözlenip ertelenenlerdensin" dedi. (Şeytan) dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım."
Sonra mutlaka önlerinden altalarından sağlarından ve sotlarından sokulacağım. Onların çoğunu şühredici bulamayacaksın. (Allah) dedi ki: "Kınanıp alçalmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." [6]
İlk insanlardan bu yanı ve Kıyamete kadar kim şeytanı takip eder, onun vesveselerine tâbi olur ve gösterdiği yoldan giderse, o da şeytandan olup onun hizbinin bir üyesi hâline gelmiştir... Fakat insanlardan kim, şeytanın yaldızlı vesvesesine kanıp hata işledikten sonra atası Âdem (a.s.) ve eşi Havva (r.anha) gibi işlediği suçtan pişman olup tamamen vazgeçerek Allah'a dönüp af dilerse, Allah onları affeder... Tevbe edenler, şeytandan kurtulmuş, hata kirinden temizlenmişlerdir...
Ebû Saîd (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Şeytan şöyle dedi: Ya Rabbi, izzetine yemin ederim ki, kullarının ruhları cesedinde kalmaya devam ettikçe, onları devamlı olarak yolundan saptıracağım. Cenab-ı Allah şöyle buyurdu. İzzet ve celâlime yemin olsun ki, Ben de onları, Benden bağışlanma diledikleri sürece bağışlayacağım." [7]
Dileyenler için kıyamete kadar "Tevbe Kapısı" açıktır... Nefsini temizleyenler, gerçekten kurtulmuşlardır... Dönmek ve vazgeçmek mânâsına gelen tevbe, kötülükten iyiliği, şerrden hayra, çirkinlikten güzelliğe bir dönüştür.
İnsan fıtratına ve yaradılış gayesine [8] aykırı olan her olumsuz hâlden, insana yakışan ve Rabbi Allah'ın razı olduğu hâle dönmek tevbedir...
Allah (azze ve celle)'nin yasakladığı, yani haram kıldığı yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in haram olduğunu beyân ettiği bütün düşünce, inanç, hâl, hareket söz ve tavırlardan tamamen vazgeçmek ve bir daha dönmemeye karar verip direnmek tevbedir.
Tevbe, bir inkılaptır... Tevbe, maddî ve manevî bir değişimdir... Tevbe, insanın hem içinde, hem de dışında gerçekleşen bir inkılaptır... Tevbe, şirk, küfür, bid'at ve hurafe gibi bütün cahiliyye değerlerinin, tevhid, iman ve salih amel değerleriyle yer değişimidir. Cahiliyyete ait olan değerlerin ayaklar altına alınıp, İslâmî değerlerin yüceltilmesidir tevbe... Çünkü İslâm, yegâne hayat nizamı olup kendisinden başka yücelik olmayan en yüce değerdir.. [9] Tevbe, bir temizlik hareketidir... İnsanın şahsiyetine yakışmayan bütün kirlerden, bütün pisliklerden temizlenme çabası, kendini arındırma mûcahedesidir.... Kalbi ve beyni, şirkten, küfürden, bid'at ve hurafe inançlardan temizlerken, bedeni, hâl ve hareketleri de Allah ve Rasûlü'nün yasakladığı, yani haram kıldığı şeylerin bütününden arındırma inkılabıdır Tevbe... Fert fert temizlenenler, içinde yaşadıkları toplumu da temizler, rezilet toplumundan fazilet toplumu haline getirirler...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Güneş ve onun parıltısına andolsun. Onu izlediği zaman aya. Onu (güneş) parıldattığı zaman gündüze. Onu sarıp örttüğü zaman geceye. Göğe ve onu bina edene. Yere ve onu yayıp döşeyene. Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır." [10]
Tevbe inkılabıyla nefsini temizleyen kurtulmuş, günah örtüsüyle kendini kirleten de dünyada ve ahirette yıkıma uğramıştır...
Aslı Farsça olan günah kelimesiyle [11] kast edilen mânâ, Allah ve Rasûlü'nün yasakladığı, yani haram kıldığı ve insanın fıtratına aykırı, şahsiyetine yakışmayan bütün hâl ve hareketlerdir...
Ayet-i kerimelerde kullanılan "Cunah" kelimesi:
Darlık, sıkıntı, sakınca, engel, be's, mahzur ve günah mânâsında kullanılmıştır... [12]
Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde "Günah" kelimesinin yerine şu kelimeler kullanılmıştır:
Kebaire, seyyie, zenb, ism, fahşa, rics, vizr, cürüm, hatîe, şikâk, habis, fısk, isyan, fücur, şekavet, münker... vb. kelimelerin türevleri...'[13]
Yegâne Rabbimiz Allah'ın ve hayat örneğimiz, biricik önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in yasakladığı, yani haram kıldığı, fikirleri, inançları, sözleri, hâl ve hareketleri delilleriyle anlatan değerli kitaplar hazırlayan kıymetli İslâm alimleri, bu konuda ümmete rehber olmuş ve' onları aydınlatmışlardır... [14]
Îman ehli olan muvahhid mü'minlerin, izzet ve şeref sahibi olan şahsiyetlerini rencîde eden, muvahhid şahsiyete yakışmayan ve ona zararlı olan her şey Rabbimiz Allah tarafından haram kılınmıştır... Allah ve Rasûlü (s.a.s.) tarafından haram edilmiş her şey, insanların bütününe zarardır... Onların ruhî yapışma, bedenî yapısına, aile yapısına ve toplum yapısına zararlı olan şeyleri, âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ yasaklamıştır...
Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in yasakladığı herhangi bir sözü söylemek ve işi yapmak, Allah'a ve Rasûlü (s.a.s.)'e karşı baş kaldırmak, isyan etmektir... Böyle bir itaatsizlik, muvahhid mü'minlerin akîdevî yapısını sarsıp rahatsız ettiği gibi, salih amel yapısını da zedeler ve bozar... Böyle bir yaralanma sonucu kirlenmişlikten kurtuluş yolu, tevbedir... O yanlışlıktan, o hatadan tamamen vazgeçip doğruya dönmek, kırılanı tamir eder, yıkılanı düzeltir...
Rabbimiz Allah, hayat düstûrumuz Kur'ân-ı Kerim'de, Rasûlullah (s.a.s.) ise, sünnetinde muvahhid mü'min müslümanların şahsiyetine yakışmayan ve onların yapmamaları gerekli olan haramları beyân buyurmuşlardır...
Onlardan bir kaç tanesini hatırlatalım. Ebû Bekre (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) üç kere:
"Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?" buyurdu.
Sahabîler:
“Evet, haber ver ya Rasûlullah, dediler. Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah'a ortak koşmak, anne-babaya eziyet vermektir" buyurdu.
Dayanmakta iken oturdu da:
"İyi dinleyin! Bir de yalan yere şahîtlik etmektir" buyurdu.
Râvi dedi ki:
“Rasûlullah, bu son sözü o kadar çok tekrar etti ki, nihayet biz (kendisine acıyarak) keşke sussa, dedik. [15]
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Helak edici olan yedi şeyden çekininiz" Sahabîler:
“Ya Rasûlullah bu yedi şey nedir? Dediler.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah'a ortak koşmak, Sihir yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir canı öldürmek; haklı öldüren müstesna. Ribâ (yani faiz kazancı) yemek. Yetim malı yemek. Düşmana hücum sırasında harpten kaçmak. Zinadan kaleye girmişçesine korunmuş olup, hatırından bile geçirmeyen mü'min kadınlara zina iftirası atmak" buyurdu. [16]
Enes b. Malik (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.)'e büyük günah soruldu.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah'a şirk koşmak, (müslüman) anne-babaya eziyet etmek, (haksız olarak) insan öldürmek, yalan şahitliği yapmak" buyurdu. [17]
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.)'e:
“Allah katında hangi günah en büyüktür, diye sordum. Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah seni yarattığı hâlde, Allah'a benzer bir eş uydurmandır" buyurdu.
“Hakikaten bu, elbette pek büyüktür! Dedim. Ardından:
“Sonra hangi günah büyüktür? Diye sordum. Rasûlullah:
"Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
“Bundan sonra hangisi (büyüktür)? Dedim.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Komşunun zevcesiyle zina fiilini işlemendir" buyurdu.[18]
1) Büyük günahların en büyüğü şirktir:
Yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in bu beyânlarına dikkat edilecek olursa, insanın Rabbi Allah'a karşı, kendisine karşı, diğer insanlara karşı ve içinde bulunmuş olduğu topluma karşı işlediği en büyük suç, Allah'ın zatına ve sıfatlarına şirk koşmaktır...
Göklerde de ilah, yerde ilâh olan âlemlerin yegâne Rabbi Allah'a, gerek nefsinden heva ve hevesini, gerekse bir başkasını ilâhlaştırıp, yalnız ve yalnız O'na ait olan haklarda, fiillerde ortak etmek en büyük zulüm, yani korkunç şirktir...
Merhametlilerin en merhametlisi ve rahmeti gazabına galip gelen Rabbimiz Allah'ın affetmediği suç, şirk koşmak suçudur... Allah (azze ve celle), şirk suçunun dışında kulların işlediği günahlardan dilediğini bağışlar... Fakat şirk suçunu asla bağışlamaz... Bu hakikati Rabbimiz Allah ve O'nun Rasûlü (s.a.s.) beyân buyuruyor:
"Hani Lokman, oğluna -öğüt vererek- demişti ki: "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma, şüphesiz şirk gerçekten büyük bir zulümdür." [19]
"Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise (onlardan), dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, elbette o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır." [20]
Ebü'd-Derda (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Umulur ki Allah, her günahı bağışlar. Ancak Allah'a şirk koşmuş olarak ölen kimse ile mü'mini kasten öldüren mü'min hariç." [21]
Şirk, Allah'ın yeryüzündeki egemenlik hakkını gasp edip, O'nun değişmez, eskimez, her asırda taptaze ve geçerli olan hükümleriyle hükmetmeyip, onları bir yana bırakarak, ilâhlaştırdıkları heva ile heveslerinden kaynaklanan hükümlerle hükmetmektir... [22]
“Şirk yegâne yaratan ve emir sahibi olan âlemlerin Rabbi Allah'ın" [23]
Rasûlü Musa (a.s.) ile göndermiş olduğu hükümlerini bir yana bırakıp, egemen olduğu ülkesinde yegâne kanun koyucu ve yaptırıcı olarak kabul edilen Firavun'u ve kanunlarını kabul ederek, Allah'ın ilâh ve Rab oluşunun yerine Firavun'un rabliğine ve ilâhlığına rıza göstermektir... Egemen olduğu ülkenin ve vatandaşlarının yegâne rabbi ve ilâhı olduğunu, yani "Bu ülkede vatandaşlar arasında benim dediğim ve yaptığım kanunlar geçerlidir. Bundan başkasına, hele hele Musa'nın Allah'tan alıp getirdiğini söylediği hükümlere tâbi olanlara en korkunç cezayı vereceğim" diyen Firavun'u kabul edenler şirk koşmuşlardır...
Firavun, vatandaşlarına şöyle diyordu:
"Sizin en yüce Rabbiniz benim.” [24]
"Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilâh olduğunu bilmiyorum." [25]
Heva ve hevesini ilâhlaştıran, ülkesinde yaşayan halkın rabbi ve ilâhı olduğunu beyân eden Firavun'un bu iddialarını doğru buluyor ve kabul ediyorlardı... Firavun'a ve onun gayr-i İslâmî tağutî düzenine rıza gösterip, ikrardan gelen sükut ile karşılıyorlardı...
Olay, Kur'an'da şöyle beyân buyurulur:
"Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı: "Ey Kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımdan akan ırmaklar benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz? Yoksa ben, şundan (Musa'dan) hayırlı değilmiyim ki, o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamaktan yoksun olan (biri)dir. Bu durumda (eğer doğruysa) üzerine altından bilezikler atılmalı, ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi:" Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da, ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar fasık olan bir kavimdi." [26]
Yegâne hayat düstûrumuz Kur'ân-ı Kerim'de geçmiş zamanlarda Mısır'ın egemeni olan tağut Firavun ve tağutî düzeni bir örnek olarak beyân edilmiştir...
Her çağın Firavunları vardır.... O çağın rasûlüne ve nebisine karşı gelip, Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerini geçerli kabul etmeyerek, kendi hükümlerini egemen olduğu ülkenin halkı üzerinde uygulayan her güç, o çağın tağut Firavunudur... Onu ve şirk olan düzenini kabul edenler, Mısır Firavun'unu, kabul edenlerle birdirler...
"Allah'ın hükümlerini kabul etmeyen ve onların hakim olmaması için mücadele eden her egemen güç, kendi çağının Firavunudur" hakikatine, asırların en hayırlısı olan "Asr-ı Saadet"ten bir örnek verelim..
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) şöyle anlatıyor:
Bedir gününde, Ebû Cehil'in yanına vardım.
Ayağından darbe yemişti. Kılıcıyla kendini koruyor, insanları yanından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ben:
“Allah'a hamd olsun ki, seni rezil ve hakir etti, ey Allah'ın düşmanı! dedim.
Oda:
"O, kendi kavminin öldürdüğü bir adamdır! dedi.
Ben de, pek iyi olmayan kılıcımla ona vurmaya başladım. Eline bir darbe indirdim. Kılıcı düştü. Düşen kılıcını alıp onunla kendisini vurup öldürdüm. Sonra âdeta yerde sürünürcesine Hz. Peygamber'e geldim ve durumu anlattım.
Oda:
"Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah için doğru söyle, onu öldürdün mü?" diye sordu.
“Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, onu öldürdüm, dedim.
Rasûlullah (s.a.s.), kalkıp benimle birlikte Ebû Cehil'in yanına geldi ve:
"Seni, rezil ve hakir eden Allah'a hamd olsun ey Allah'ın düşmanı! Bu, bu ümmetin Firavunu olmuştu!" dedi. [27] Bunu, böylece beyân ettikden sonra, şirk koşarak ve herhangi bir farzı inkâr ederek irtidat etmek, yani İslâm ile şereflendikten sonra tekrar geriye küfre ya da şirke dönmek de en büyük günahtır... Böyle biri tekrar tevbe ederek İslâm'a dönmezse, kendisi hakkında Allah'ın bağışlaması söz konusu değildir... İrtidat edenler, yegâne Rab Allah'ın kanunlarını bırakıp, tağutların heva ve heveslerine uyanlar, ya da Allah'ın hükümlerini kabul ile beraber tağutun hükmünü de kabul edenler ve rıza gösterenlerdir... Mürtedler, ya yegâne hayat nizamı İslâm'ı terk edip tağutî bir ideolojiye inanır ve ona göre hareket edenler, ya da İslam'ı kabul etmekle beraber, herhangi gayr-i İslâmî bir tağutî düzeni de benimseyip hayatının bir kısmını İslâm'a göre bir kısmını da tağuta göre düzenleyenlerdir...
Egemen tağutların hükümlerine rıza gösterenler, onları da kabul edenler, her ne kadar İslam'ın tağutların egemenliğine zarar getirmeyen yönleriyle amel ederlerse de, egemen tağutların hükmüne rıza ve onları kabul, onu İslam dairesinin dışına çıkarır... Çünkü akide konusunda müşriklere uymak, onların egemenliğini kabul etmek, onlar gibi müşrik olmaktan başka bir şey değildir... İman konusunda onları reddetmek, fakat amel konusunda tâbi olmak, tevhid üzere olan bir kişiyi âsî eder... [28]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Onlara (müşriklere, şeytanın dostlarına) itaat ederseniz, şübhesiz siz de müşrik olursunuz" [29]
"Müşriklere ve şirk düzenlerine iman etmiyor, akide konusunda onları reddediyorum, ama fiilî olarak onlara itaat ediyorum. Tevhidini sağlam, imanımı koruyorum ya, diğeri bir şey olmaz!" diyecek birileri var ise, Allah'a karşı isyan bayrağını çekmek, İslâm topraklarını işgal eden harbî tağutların hizmetinde bulunmak ve onlarının hayat damarlarına taze kan vermek olan fiilî yardımda bulunmanın ne demek olduğunu bir daha gözden geçirsinler... Bu konuda Kitap ve Sünnet'in emirlerini bir daha okusunlar ve iyice düşünsünler!...
Rabbimiz, irtidat edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Gerçek şu, İman edip sonra küfre sapanlar, sonrayine iman edip sonra küfre sapanlar... Allah, onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir." [30]
"Doğrusu, imanlarından sonra küfredenler, sonra küfürlerini arttıranlar, bunların tevbeler'i kesinlikle kabul edilmez, işte bunlar, sapıkların tâ kendileridir. Şüphesiz, küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiçbirisinden yeryüzü dolusu altın olsa -bunu, fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acıklı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur.” [31]
"Ey iman edenler, İçinizden kim dininden geri dönerse (irtidat ederse), Allah, (onların yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise, güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır. Onu, dilediğine verir,,Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir" [32]
2) Mü'min müslüman anne-babaya eziyet etmek büyük günahlardandır:
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya her ikisi, senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara "öf" bile deme ve onları azarlama, onlara güzel söz söyle.
Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sen de onları esirge." [33]
Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan:
Ben, Rasûlullah (s.a.s.)'e:
“Amellerin hangisi Allah'a daha sevgilidir? diye sordum. "Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu.
Abdullah:
“Sonra hangisi? dedim.
"Sonra anne-babaya iyilik etmektir" buyurdu. Abdullah:
“Sonra hangisi? dedim.
"Allah yolunda cihaddır" buyurdu. [34]
3) Yalancı şahitlik büyük günahlardandır:
"Ey iman edenler, kendiniz, anneniz, babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister yengin olsunlar, ister fakir olsunlar, çünkü Allah, onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır."[35]
"Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." [36]
"Ey îman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” [37]
"Şahitliği, Allah için dosdoğru yerine getirin." [38]
4) Sihir yapmak büyük günahlardandır:
"Ve onlar Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman, inkâr etmedi, ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marufa indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnıza bir fitneyiz (imtihan için gönderildik), sakın yanlış inanıp da kafir olmayınız" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan, erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verebilecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler. Kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü, bir bilselerdi." [39]
"Yaptıkları sadece bir büyücü hilesid'ır. Büyücü ise, nereye varsa iflah olmaz. " [40]
5) Allah'ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek büyük günahlardandır:
"Haklı hir neden olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Kim mazlum olarak öldürülürse, onun velisine yetki vermişizdir. O da, öldürmede ölçüyü taşırmasın. Çünkü o, gerçekten yardım görmüştür." [41]
"Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur" [42]
"Bir mü'minin, diğer bir mü'mini öldürmesi caiz olmaz, meğer ki, hataen olmuş ola." [43]
"Her kim de bir mü'mini kasten öldürürse, artık onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah, ona gazabetmiştir, ona lanet etmiştir. Ve ona çok büyük bir azap vardır." [44]
Berâ b. Azib (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah katında haksız yere bir mü'mini öldürmekten daha ehvendir." [45]
6) Riba (Faiz kazancı) yemek büyük günahlardandır:
"Faiz (riba) yiyenler, ancak kendisini şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim de (faize) geri dönerse artık onlar ateşin halkıdır. Orada onlar, sürekli kalacaklardır" [46]
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve eğer inanmış iseniz, faizden arta kalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeniz sizindir. (Böylece) ne zulmetmiş olursunuz, ne de zulme uğratılmış olursunuz.” [47]
Cabir (r.a.)'nı rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.): Ribayı yiyene, yedirene, katibine ve şahitlerine lanet etti ve:
"Onlar, müsavidirler!" buyurdu. [48]
7) Yetim malı yemek büyük günahlardandır:
"Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını, mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur" [49]
"Gerçekten yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir:” [50]
"Yetimin malına, o, ergindik çağına erişinceye kadar -o en-güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın." [51]
8) Düşmana hücum sırasında harpten kaçmak büyük günahlardandır:
"Ey iman edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka çevirmeyin (savaştan kaçmayın). Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında- arkasını çevirirse, gerçekten o, Allah'tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o." [52]
9) İffet ve namus sahibi mü'min kadına zina iftirası atmak, büyük günahlardandır:
"Namus sahibi, bir şeyden habersiz mü'min kadınlara (zina suçu) atanlar dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azap vardır. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde, yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır. O gün, Allah, hak ettikleri cezayı imkansız verecektir. Ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz Hak olduğunu bileceklerdir." [53]
10) Zina etmek büyük günahlardandır:
"Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, çirkin bir hayasızlık ve kötü bir yoldur." [54]
"Mü'minlere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar, süslerini açığa vermesinler, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar..." [55]
11) Hırsızlık yapmak büyük günahlardandır:
"Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık ve Allah'tan da tekrarı önleyen kesin bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” [56]
12) İçki içmek ve kumar oynamak büyük günahlardandır:
"Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının. Umulur ki, kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?" [57]
İbn Ömer (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"İçkiye on yönden lanet edilmiştir: İçkinin kendisine, imal edene, imal etmek isteyene, satıcısına, müşterisine, taşıyanına, taşıttıranına (yani sipariş edenine), parasını yiyene, içene ve içirene." [58]
13) Her türlü gasp ve rüşvet büyük günahlardandır:
"Allah ve Rasûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çaba harcayanların cezası ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (o) yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyadaki aşağılanmadır, ahirette de onlar için büyük bir azap vardır. Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Biliniz ki, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." [59]
Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kim apaçık bir şekilde bir malı gasp ederse (veya cebir kullanarak yağmalarsa) o kimse, bizden değildir." [60]
"Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve siz, bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aklatmayın " [61]
Abdullah b. Amr (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Allah'ın laneti, rüşvet verenin ve alanın üzerinedir (veya üzerine olsun)." [62]
Yegâne hayat düstûrumuz Kur'ân-ı Kerim'den ve yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in hadislerinden hareketle örnek olsun diye büyük günahlardan birkaç tanesini zikrettik... Diğerleri için bu konuda kaleme alınmış kıymetli İslâm alimlerinin eserlerine müracaat edilmelidir...
Rabbimiz Allah'ın ve önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in muvahhid mü'min müslümanlar için yasakladığı ve razı olmadığı her hâl ve hareket günahtır... Bu günahların kendinden büyüğüne veya küçüğüne göre dereceleri olup suçun ağırlığı buna göre beyân olunmuştur...
Bu konuda, Hüccetü'I-İslâm imam Gazali (rh.a.)'in çok güzel ve yerinde bir değerlendirmesi vardır... Okuyanlar için faydalı olur düşüncesiyle zikrediyoruz:
"Ebû Said el-Hudrî ve diğer sahabîler:
“Siz, öyle günahlar işlersiniz ki, onlar gözükmezler. Halbuki biz onları, Rasûl-ü Ekrem zamanında büyük günahlardan sayardık, demişlerdir.
Diğer bir grup da:
“Allah'ın her yasak ettiği ve kasden yapılan her günah, büyük günahtır, demişlerdir.
Bütün bu rivayetlerden sonra bu konunun üstünden perdeyi kaldırıp gerçeği açığa çıkarmaya gelince; meselâ, hırsızlığın büyük günahlardan olup olmadığını anlamak için, önce büyük günahın ne demek olduğunu ve bundan maksadın ne olduğunu anlamak lazımdır.
Bir adam kalkıp da:
Hırsızlık, haram mıdır, değil midir? Diye sorduğu vakit ona, önce haramı, haramın ne demek olduğunu anlatmadıktan sonra hırsızlığın haram olduğunu söylemek, bir fayda sağlamaz. Önce haramı tanıtacaksın, sonra da hırsızlıkta da haramın varlığını anlatacaksın.
Kebire, lafzı itibariyle müphemdir. Ne lügat, ne de şeriatte özel bir vasfı yoktur. Zira gerek sağire, gerekse kebire, izafî sözlerdir. Her günah, küçüğüne nisbetle büyük, büyüğüne nisbetle küçüktür. Meselâ, yabancı kandıla kucaklaşıp öpüşmek, yabancı kadına bakmağa nisbetle kebire, fakat zinaya nisbetle sağiredir. Yine bir adamın kolunu kesmek, dövmeğe nisbetle kebire, fakat öldürmeğe nisbetle sağiredir.
Evet, özel şekilde bu günahı işleyen kimse cehenneme girer, diye korkutulan günahlar da kebiredir. Çünkü cehennem ile azap, büyük azaplardandır. Bunun gibi peşin cezayı gerektiren, Nass'ın nehyettiği günahlara da kebire denir. Çünkü bunun özel şekilde zikri, kebireliğine delâlet eder. Diğerlerine nisbetle de kebire olduğunda şüphe yoktur. Kur'an'da hakkında Nass varid olan hükümler de birbirinden farklıdır.
Bu isimleri vermekte bir zorluk yoktur. Sahabeden rivayet edilenler de bunların arasındadır. Onları da bu ihtimallerden birine koymak mümkündür. Asıl önemli olan Allahu Teâlâ'nın:
"Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz" [63] mealindeki ayet-i celile'nin mânâsı ile Rasûl-ü Ekrem'in:
“Beş vakit namaz, büyük günahlardan başka diğer günahların kefaretidir” [64] buyurduğunun mânâlarını anlamak lazımdır. Zira bunlar, büyük günahın hükmünü yerleştirirler.
Burada hak olan, şeriat nazarında günahın üçe ayrılmasıdır. Bir kısmı büyük, diğer kısmı da küçük günahlardır. Bir de bunların aralarında şüpheli olanlar vardır. Büyük veya küçük olup olmadıkları belli olmayanlarıdır. Kesin bir tarif veya efradını cami', ağyarını mâni' muayyen bir sayı bulmağa çalışmak bulunması mümkün olmayan bir şeyi aramak gibidir. Çünkü bu, ancak Rasûl-ü Ekrem'den duymak suretiyle tespit edilir. Rasûl-ü Ekrem'den ise, böyle muayyen bir sayı yoktur.
O, çeşitli zamanlarda:
"Bu üçü büyük günah, şu yedisi büyük günah, bir kötü söze iki misli ile mukabele büyük günahlardandır" diye ayrı ayrı hadislerde buyurmakla, O'nun bu sayılarla hasrı kasdetmediği anlaşılmıştır. Şârî'nin saymadığını ve hatta müphem bırakmak istediğini, sayı ile tayin nasıl mümkün olur? Bu, bütün gecelere önem verilmesi için "Kadir gecesi"ni diğer geceler arasında gizlediği gibidir.
Evet, biz, genel bir yol ile büyük günahların cins ve neviIerini tayin imkânına sahibiz. Fakat doğrudan doğruya kendi maddelerini takribi olarak bilemeyiz. Bunun gibi en büyük günahları da bilebiliriz. Fakat en küçük günahları saymaya imkân yoktur." [65]
İslâm ilimleri konusunda ehil olan İmam Gazali, konuyu bu şekilde beyân ediyor... Onun bu apaçık ve yerinde olan izahından sonra denilecek herhangi bir şey sözü uzatır...
Konunun ehli olan imamlarımızın söylediği şu sözü de buraya kaydedelim:
"İsrar ile küçük günah yoktur; istiğfar ile de büyük günah yoktur."
Küçük günahları işlemekte ısrar etmek, onları büyük günah haline getirir... Günah işlediğinden dolayı pişman olup tevbe ve istiğfar edenin de inşaallah günahları affolunacağından dolayı, sanki hiç günah işlememiş bir hâle döner...
Yegâne hayat düstûrumuz Kur'ân-ı Kerim'de haram kılınan şeyleri beyân eden şu ayet-i kerimeleri anmak konumuzun tamamlanmasına vesile olur...
"Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç- dikili taşlar üzerine bağazlanmış (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar, fısktır (günahla yoldan sapmadır). Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçip beğendim. Kim şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa - günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir); çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” [66]
"De k'ı: "Gelin, size Rabbiniz'ın neleri haram kıldığını okuyayım: O'na, hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de, onların da azıklarını biz vermekteyiz, çirkin kötülüklerin (şahşanın) açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. Îşte bunlarla size tavsiye (emir) etti Umulur ki, akıl erdirirsiniz.
Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla, size tavsiye (emir) etti. Umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz." [67]
Bütün bu açıklamalardan sonra net olarak ortaya çıkan şudur:
Yegâne hayat nizamı İslam, insanların iyiliğini, güzelliğini hayrını, huzurunu, saadet ve barışını hedeflemiş, bunu, kendisine katıksız olarak iman eden bütün muvahhid mü'min müsIümanlara emretmiştir:
"Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (silme, İslâm'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır." [68]
İslâm, başlangıçtan Kıyamete kadar hep iyiden ve iyilikten, hep hayırlıdan ve hayırdan, hep adilden ve adaletten, hep barış severlerden ve barıştan yana olmuş, insanlık barış ve huzurunu bozan her türlü zalim, sömürücü, bölücü ve fitneciye karşı çıkmıştır.
İslâm, herhangi bir hata ve yanlışlık yapan için, o hatadan vazgeçip tevbe ederek sevaba dönmek isteyene tevbe kapısını açık bırakmış, hep insan kazanmayı hedeflemiş ve hiçbir zaman kaybetmeden yana olmamıştır... Kendine iman edenlere iyi, temiz, hayırlı ve barıştan yana olmalarını emretmiştir...
Bu emirleri, "işittik ve itaat ettik" diyen tam iman ederek teslim olan bütün muvahhid mü'minler yerine getirmeye gayret etmişlerdir...
Abdullah b. Ömer (r. anhuma) anlatıyor:
Muaz b. Cebel, sefere çıkmak üzere idi:
“Ya Rasûlullah, (sefere çıkıyorum) bana nasihat et! dedi. Rasûlullah (s.a.s.) de:
"Allah'a kulluk et, hiçbir şeyi O'na eş koşma" buyurdu" Tekrar:
- Ya Rasûlullah, daha başka? Deyince:
"Yanlış bir iş yapınca hemen düzelt. Güzel işler yap ki, huyun güzelleşsin" buyurdu. [69]
O Rahman olan Allah'ın kulları:
"Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa, ağır bir ceza ile karşılaşır" [70] düstûrunun idrakindedirler...
Ebû Zer Cündeb b. Cünade (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Her ne hâlde olursan ol Allah'tan kork (müttakî ol). Seyikötülüğün ardından iyilik işle ki, kötülüğü silsin! İnsanlara güzel ahlak ile muamele et!" [71]
Yine Ebû Zer (r.a.) anlatıyor:
“Ya Rasûlullah, bana bir şeyler öğütleyiniz, dedim. O da (s.a.s.):
"Bir fenalık işlediğin zaman hemen ardından onu giderecek bir iyilik yap” buyurdu.
“Ya Rasûlullah, "Lâ ilahe illallah" demek de, iyilikler kapsamında mıdır? Dedim.
Rasûlullah (s.a.s.) bana:
"Evet, hem de iyiliklerin en üstünüdür" karşılığını verdi. [72]
İslâm, mü'min müslümanları böyle eğitiyor ve böyle olgunlaştırıyor... Kâmil bir mü'min, kâmil bir insandır... İnsan-ı Kâmil, ancak ve ancak mü'min-i kâmildir... Mü'min-i Kâmil olunmadan, insan-ı kâmil olunmaz...
İnsan, masum değildir.... Masumiyet, insanlar içinde yalnızca Allah'ın özel koruduğu rasûllere ve nebilere mahsustur... Însan, kusurlarıyla insandır... İnsana düşen, kusurlarını gidermek, yanlışlarını düzeltmek, hatalı yönlerini ıslah etmektir...
Bundan dolayı Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi onurlu - üstün bir makama koyarız" [73]
Yegâne önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), kendi kendimizi kontrol etmek, nefsimizi hesaba çekmek, yanlışlarımızı gidermek, iyilikleri çokça yapıp kâmil bir mü'min olmak için bize bir ölçü vermiştir.... Bu ölçüye dikkat eden muvahhid mü'minler, her zaman ve her mekânda olgunluğa doğru yürümekte, kendilerinden istenilen kulluk vazifelerini yerine getirmekte ve emrolundukları gibi dosdoğru olmaya çalışmaktadırlar...
Nevvas b. Sem'an el-Ensarî (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.)'e, iyilik ve günahı sordum da şöyle buyurdu:
"İyilik, ahlak güzelliğidir. Günah ise, kalbini huzursuz yapan ve başkalarının öğrenmesinden hoşlanmadığın şeydir." [74]
Vabisa b. Ma'bed el-Ensarî (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.), Vabisa'ya:
"Sen, sevap ve günahı sormaya mı geldin?" buyurdu.
(Vabisa), sözüne devamla dedi ki:
Ben:
“Evet, dedim.
(Vabisa) sözüne şöyle devam etti:
Bunun üzerine O (s.a.s), parmaklarını birleştirip onlarla göğsüme vurdu ve üç defa:
“Sen fetvayı kendinden iste, sen fetvayı kendinden iste ey Vabisa!" buyurdu.
Sonra sözüne şöyle devam etmişti:
"İyilik ve sevap gönlün kendisiyle huzur bulduğu şeydir. Kötülük ve günah ise, insanlar sana fetva verseler de, onlar sana (farklı) açıklamada bulunsalar da, insanın içine oturan, insanın gönlünde gidip gelen şeydir." [75]
Yine Vabisa (r.a.)'dan:
Rasûllullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Her ne kadar müftüler sana fetva verseler de sen kalbine danış!" [76]
Ebû Ümame (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"İyiliklerin seni sevindirir, kötülüklerin de seni üzerse, sen olgun mü'minsin." [77]
Katıksız iman sahibi muvahhid mü'minlerin bu kadar açık ve bu kadar sağlam ölçüleri vardır...
Mü'min Müslümanlar, kendilerine Allah ve Rasûlü (s.a.s.) tarafından verilen bu her çağda geçerli ölçüyle kendilerini devamlı tartacak, ölçecek ve dengede tutmaya gayret edeceklerdir...
İslâmın gelişiyle, hak ile batı, tevhid ile şirk, iman ile küfür, iyilik ile kötülük tamamen ortaya çıkmış ve birbirlerinden ayrılmışlardır... Artık kim batılı, şirki ve kötülüğü reddedip hakka, tevhide ve iyiliğe sarılırsa o, kopması imkansız bir kurtuluş kulpuna yapışmıştır...[78]
Kâmil iman sahibi muvahhid mü'minler değil günaha yaklaşmak, haramı işlemek, içinde haram şüphesi olan, günah kokusu gelen şeylerden bile çekinirler... Eğer bir hata edip yanlışlığa düşerlerse, hemen pişman olup tevbe eder ve o hatayı düzeltmeye gayret ederler... Çünkü insanlar için masumiyet söz konusu olmadığı için, düşülen hataların düzelmesi yolu ve bir inkılap olan tevbe ile yanlışlıkları düzeltmeye çalışırlar...
Helâl ve haram sınırları birbirinden kesin hatlar ile ayrılmıştır; fakat bu ikisi arasında bazı şüpheli şeyler vardır...
Haram mı, helâl mı olduğu, yeterli bilgisi bulunmayanlar tarafından kesin karar verilemeyen şeyler için, yine önderimiz ve hayat örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.), bizleri bilgilendirip uyarmıştır...
Numan b. Beşir (r.a)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Helâl belli, haram da bellidir, ikisi arasında helâl mı haram mı olduğu belli olmayan birtakım şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dinini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şüpheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olan koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi) çok sürmez koruluğa dalabilir. Haberiniz olsun! Her hükümdarın kendine mahsus bir koruluğu vardır. Gözünüzü açın! Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da, haram ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık (mudğa) et parçası vardır ki, o iyi olursa, bütün beden iyi olur. O bozuk olursa, bütün beden bozuk olur. İşte o (et parçası), kalptir." [79]
Muvahhid mü'minler, gerek akide konusunda, gerekse amel konusunda ânın vacibi olan ilmihâllerini çok iyi öğrenmek zorundadırlar... Çünkü her mü'min müslümanın, kulluk vazifelerini hakkıyla yapmak için ilme ihtiyacı vardır ve bu ilmi elde etmeleri onlara farzdır...
Enes b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"İlim aramak, (kadın olsun, erkek olsun) her müslüman üzerine farzdır." [80]
Mü'min müslümanlar, lehlerinde ve aleyhlerinde olan şeyleri ya kendileri delilleriyle iyice öğrenecekler ya da bu konuda yetkili bir âlime sorup öğrenecekler... Böyle olmalıdırlar ki helâlleri bilip işlesinler, haramları öğrenip çekinsinler ve onlara yaklaşmasınlar... Böylece katıksız iman sahibi olan muvahhid mü'minler, sahillerden, müttakîlerden ve sâdıklar dan olsunlar...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışda bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. Ki onlar, ufak tefek günahları dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir"
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Araf: 7/19-23.
[2] Bakara: 2/37.
[3] Taha: 20/121-122.
[4] Şura: 42/25.
[5] Mümin: 40/3.
[6] Araf: 7/11-18.
[7] İmam Suyutİ, Cami'ü's-sagir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi Çev. İsmail Mutlu, Vdg. İst.1996, C l, Sh. 541, Hds. ll66 (2025). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh.29 ve 41den. İbn Hacer el-Askalanî, Terğib ve Terhib, Çev. Abdulvehhab Öztürk, İst.1982, Sh. 364, Hds. 543. Not: Hakini, bu hadîsin sahih olduğunu söylemiştir.
[8] İnsanın yaratılış gayesi, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle beyân buyurulmuştur Rabbimiz Allah tarafından: "Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." Zariyat: 51/56.
[9] Cabirb. Abdullah (r.a.)'dan: Rasûlullah (s.a.s.) Şöyle buyurdu: "Dikkat edin! Cahiliyet işlerine ait her şey ayaklarımın altına konmuştur." Sahih-i Müslim, Kitabü'1-Hac, B.19, Hds. I47. Sünen-i İbn Mâce, Kitabû'l-Menasık, B. 84, Hds. 3074. Sûnen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Menasık, B. 56, Hds.1903. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur "İslâm (daima) yüksek olur onun üstüne yükselinmez."
Sahih-i Buhârî, Kitabü'l-Cenaiz, B.79. (bab başlığında). İmam Suyuti, A.g.e, C.2, Sh.174, Hds.656 (3063) Darekutnî ve Beyhakinin Sünen'inden (Aziz b. Amr, (r.a.) rivayetiyle)
[10] Şems: 91/1-10.
[11] Bkz. Gencine-i Güftar Ferhenğ-i Ziya Farsça Türçe Lügat, Hazr. Ziya Sükûn, İst. l996, C. 3, Sh. l698.
[12] Bkz. Bakara: 2/138; Nisa: 4/23, 24, 101, 102, 128; Nur: 24/29, 58, 60.
[13] Bkz. Dr. Sadık Kılıç, Kur'an'da Günah Kavramı, Konya, 1984, Sh.122, Vd. (Doktora tezi).
[14] Bkz. İmam Zehebi, İslâm Şeriatinde Büyük Günahlar ve Haramlar (Kitabü'l-Kebaire), Çev. Sıdkı Gülle, İst. 1986; İbn Hacer el-Heytemi, İslam'da Helalleer ve Haramlar (ez- Zevacir an iktinafit-kebair, Çev. Ahmed Serdaroğlu, İst.1986, 2 cilt.
[15] Sahih-i Buharı Kitabü'ş-Şehadet, B.10, Hds.9. Kitabü'1-Edeb, B.6, Hds. 7. Kiıabü'l-İsti'zan, B. 35, Hds. 46.47. Sahih-i Müslim, Kitabül-İman, B. 38, Hds. 143. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Birri ve's-sıla, B.4, Hds. 1964. İmam Buhârî, Kitabü'l-Mûfred, B.7, Hds.15; B.15, Hds. 30.
[16] Sahih-i Buhârî, Kitabü'l-Vesâyâ, B. 24, Hds. 29. Kitabü'l-Muharribin, B. 30, Hds. 48. Sahih-i Müslim, Kitabü'1-İman, B.38, Hds.145. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Vesâyâ, B.10, Hds. 2874. Sünen-i Neseî, Kitabü'l-Vesâyâ, B.12, Hds. 3652.
[17] Sahih-i Buhârî, Kitabü'ş- Şehâdât, b.10, Hds. 18. Kitabü'l-Eyman ve'n-nüzûr, B.16, Hds.51. Kitabü'1-Edeb, B.6, Hds.8. Kitabü'd-Diyat, B. l, Hds.10. Sahih-i Müslim, Kitabü'1-İman, B.38, Hds. 144.
[18] Sahih-i Buhârî, Kitabû't-Tefsir, B.4, Hds.4. Kitabû'1-Edeb, B.20, Hds.30. Kitabü'l-Muharribin, B.5, Hds. l0.
Kitabu't-Tevhid, B.47, Hds.158. Sahih-i Müslim, Kitabü'1-İman, B.37, Hds.141-142. Abdullah İbn Mübarek, Birri ve's-sıla, Çev. Tevhid Ajans, İst.1996, Sh.3, Hds. 3.
[19] Lokman: 31/13.
[20] Nisa: 4/48 ve 116.
[21] Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Fiten, B. 6, Hds. 4270.
[22] Bkz. Furkan: 25/43; Casiye: 45/23.
[23] Bkz. Araf: 7/54.
[24] Nazi'at: 79/24.
[25] Kasas: 28/38.
[26] Zuhruf: 43/51-54.
[27] İbn kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, Büyük İslam Tarihi, Çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, C.3, Sh. 435-436. İmam Ahmed b. Hanbel'den. Said Havva, el-Esas fi's-sünne, Çev. Abdurrahman Ali Vural, Vdg., İst.1991, C. 2, Sh. 149-150. Taberânrden-Heysemî, Mecmeu'z-zevaid, C.6, Sh. 79'dan. M. Asım Koksal. İslam Tarihi, Medine Devri - 2, İst. T.Y., C.9, Sh-153. Zehebi, Siyerü a'lami'n-nübelâ, C.3, Sh.345-346'dan.
[28] Bkz. İmam Kurtubî, el-Cami'u li ahkâmi'l-Kur'an, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1998, C.7, Sh. 147
[29] En'am: 6/121.
[30] Nisa: 4/137.
[31] Âl-i İmrân: 3/90-91.
[32] Mâide: 5/54.
[33] İsra: 17/23-24.
[34] Sahih-i Buhârî, Kitabü'1-Edeb, B.l, Hds. l Sahih-i Müsüra, Kitabül-İman, B. 36, Hds. 137-139 Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Birri ve's-sıla, B. 2, Hds. 1960
[35] Nisa: 4/135.
[36] Bakara: 2/140.
[37] Maide: 5/8.
[38] Talak: 65/2.
[39] Bakara: 2/102.
[40] Taha: 20/69.
[41] İsra: 17/33.
[42] Maide: 5/32.
[43] Nisa: 4/92.
[44] Nisa: 4/93.
[45] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'd-Diyet, B. l, Hds. 2619. Sûnen-i Tirmizî Kitabü'd-Diyet, B. 7, Hds.1414. Sünen-i Neseî, Kitabü Tahrimi'd-Dem, B. 2, Hds. 3974-3977.
[46] Bakara: 2/275.
[47] Bakara: 2/278-279.
[48] Sahih-i Müslim, Kitabül-Musakat, B.19, Hds.106. Sahih-i Buhârî, Kitabû'1-Buyu, B.113, Hds.180. Sünen-i Tirmizi, Kitabü'1-Buyu B. 2, Hds.1221. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü't-Ticare, B. 58, Hds. 2277. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'1-Buyu ve't-ticare, B. 4, Hds. 3333. Sünen-i Neseî, Kitabü’t-Talak, B.13, Hds. 3400.
[49] Nisa: 4/2,
[50] Nisa: 4/10.
[51] En'âm: 6/152.
[52] Enfal: 8/15-16.
[53] Nur: 24/23-25.
[54] İsra: 17/32.
[55] Nur: 24/30-31.
[56] Maide: 5/38-39.
[57] Maide: 5/90-91.
[58] Sünen-i İbn Mâce, Kitabül-Eşribe, B.6, Hds. 3380-3381. Sünen-i Tirmizî, Kitabû'1-Buyu, B. 58, Hds. 1311. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Eşribe, B. 2, Hds. 3674. Taberânî, Mu'cemu's-sağir Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, İst.1997, C. 2, Sh. 202, Hds. 518. İmam Suyutî, A.g.e., C. 3, Sh. 197, Hds. 3216 (7253). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 97'den.
[59] Mâide: 5/33-34.
[60] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'l-Fiten, B. 3, Hds. 3935 ve 3937. Sünen-i Ebû Davûd, Kiıabü'l-Cihad, B.128, Hds. 2703 ve 2705.
[61] Bakara: 2/188; Nisa: 4/29.
[62] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'I-Ahkam, B. 2, Hds. 2313. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'I-Ahkam, B. 9, Hds. 1351-1352. Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Akdiye, B. 4, Hds. 3580. İmam Suyutî, Cami'u's-sağir Muhtasarı, C. 3, Sh. 197, Hds. 3217 (7255). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh-164, 190, 212.den.
[63] Nisa: 4/31.
[64] Hadis'in tamamı şöyledir: Ebû Hüreyre (r.a.)'dan: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Büyük günahlardan kaçındığı takdirde beş vakit namaz, iki cuma ve iki ramazan, aralarındaki günahlara kefarettirler." Sahih-i Müslim Kitabü't-Tahare, B.5, Hds.16. ve 14-15. Sünen-i lirinizi, Kitabü's-Salât, B.160, Hds.214. Sünen-i lbn Mâce, Kitabü İkameti's-salât, B. 79, Hds.1086.
[65] Hüccetül-İslâm İmam Gazali, İhyâu ulûmi'd-Din, Çev. Ahmed Serdaroğlu İst TY C.4, Sh-35-36.
[66] Maide: 5/3.
[67] En'am: 6/151-152.
[68] Bakara: 2/208.
[69] İmam Hafız el-Münzirî, Hadislerle İslam-Terğib ve Terhib, Çev. A. Muhtar Büyükçınar, Vdğ., İst.1986, C.6, Sh. 146-147, Hds.38. İbn Hibban ve Hakim'den.
[70] Furkan: 25/68.
[71] Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Birri ve's-sılâ, B. 54, Hds. 2053. Sünen-i Dârimî, Kitabü'r-Rikak, B. 74, Hds. 2794,
Ahmed b. Hanbel, Kitabü'z-Zühd, Çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst.1993, C l, Sh. 49. Hds.141. Tabcrânî, A.g.e., C.2, Sh.19-20, Hds. 372.
[72] Ahmed b. Hanbel. A.g.e., C. l, Sh. 49, Hds. 143 imam Hafız el-Münzİrî, A.g.e., C. 6, Sh.149, Hds. 42 İmam Ahmed, Ebü'd-Derda'dan.
[73] Nisa: 4/31.
[74] Sahih-i Müslim, Khabü'l-Birri ve's-sılâ, B. 6, Hds. 14-15. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'z-zühd, B. 40, Hds. 2494
[75] Sünen-i Dârimî, Kitabü'1-Buyu, B. 2, Hds. 2536. İmam Suyuiî, A.g.e, C. 2, Sh. 204, Hds. 1737(3198). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh. 228'den.
[76] İmam Suyuti, A.g.e., C.l, Sh. 284, Hds. 571(991) Buhârî'nin Tarihinden.
[77] İmam Suyutî, A.g.e., C. l, Sh. 203, Hds.397(677). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. l, Sh.18. 26 ve C.3, Sh. 446'dan. Taberânî, A.g.e., C.l, Sh. 256, Hds.168.
[78] Bkz. İsra: 17/81; Enbiya: 21/18; Bakara: 2/256.
[79] Sahih-i Buhârî, Kitabü'1-İman, B. 39, Hds. 45. Sahih-i Müslim, Kitabü'l-Müsakat, B. 20, Hds. 107. Sûnen-i Neseî, Kitabü'l-Buyu, B. 2, Hds. 4431. Sünen-Tirmizî Kitabü'l-Buyu, B. l, Hds. 1219. Ebû Davûd, Kitabü'1-Buyu, B. 3, Hds. 33 29-3330. İbn Mâce, Kitabü'l-Fiten, B.14, Hds. 3984. Dârimi, Kitabü'1-Buyu, B. l, Hds. 2534.
[80] İbn Mâce, Mukaddime, B.17, Hds. 224. Taberânî, A.g.e., C.l, Sh.72, Hds.14. İmam Suyutî, A.g.e., C. 2, Sh.546, Hds. 2570(52649), 2572(52669). İbn Adiy, Beyhakî ve İbn Abdilber'den, İmam Azam Ebû Hanife, Müsned, Çev. Muhamtned Selim Köse, İst. T.Y. Sh. 39, Hds. 30/1,31/2.