Unutturulan Vasıflarımız
Hamd bütün insanların Rabbi olan Allah'a, salât ve selam, peygamberlerin efendisi Muhammed Mustafa (s.a.s)' e, Âline, Ashabına ve fitne kalkıp din yalnız Allahın oluncaya kadar mücadele edecek, gökteki yıldızlar gibi olan sahabenin yolundan gidenlere olsun.
Müslüman; İslamın Kitap ve Sünnet ile biçimlendirdiği, insanoğlunun materyalist, sosyalist ya da başka felsefi akımlarla ulaşmaya çalıştığı üstün değerleri bünyesinde toplamış kişidir.
Ama ne yazık ki, manevi ve ahlaki değerler, yaşadığımız şu çağdışı dönemde sarsılmış, ölçü olarak alınması gereken değerler bir tarafa bırakılmış, ahiret yokmuş gibi bir yaşam sürülmeye başlanmıştır.
Çevremizdeki insanlardan şu şikâyeti çok sık duyar olduk: mutsuzum! Sebeplerini biraz irdelediğimizde görüyoruz ki, bu şikâyetleri yapan kişilerin mutsuzlukları, manevi değerlerin eksikliği ve maddi imkânların yetersizliğidir. Günümüz insanı, bu yetersizliklerden şikâyet ettikçe mutsuzluğunu arttırıyor, mutsuzluklar arttıkça da, kurtuluşu maddeye yönelmek olarak görüyor ve zamanını bunun için harcıyor.
Günümüz Müslümanları ifrat ve tefrit dengesini kuramamakta, bazı konularda ifrata bazı konularda tefrite kaçmaktadırlar. Müslümana örnek olan sahabelerin kendisinden sonraki nesillere örnek oluşları dikkate alınmış olunsaydı (Onlar ki gökyüzündeki yıldızlardır);ebedi mutluluğu hem dünyada hem de ahirette yakalamış, ifrat ve tefrit konusunda bocalamış olmayacaktık. Bize örnek olan sahabe, Kuranın terbiyesiyle terbiyelenmiş Resulün öğrencileridirler. Bizlerde Resulü ve onun öğrencilerinin yaşamlarını öğrenip pratiğe geçirirsek, mutsuzlaştıran çağ diyebileceğimiz bu asrı saadet asrına çevirebiliriz.
Biz Müslümanlara unutturulan, insanoğlunun günah işlemek ya da işlemeye meyilli olarak yaratılmış olduğu hususudur. İnsanın yaratılışında olan bu vasıf insana özgü bir özelliktir. Bu özellik bireyin tekâmülü için kaçınılmaz bir imkân olarak kullanılabilecek, aynı hataya bir daha düşmeyecek, çıkarmış olduğu bu yaşanmışlığı en iyi şekilde diğer insanlara aktararak toplumun ihyası için Salih bir amel işlemiş olma imkânına sahip olacaktır.
Allah tövbe kapısını açık bırakmışken, günah işleyip tövbe edenlerin tövbesini kabul edip onları af ederken, bizler neden halen günah işleyen kardeşlerimize buğz eder haldeyiz. Müslümana yakışan günah işleyen kardeşine değil işlediği günah ameline buğz etmektir. Kardeşini o günah olan amelden kurtarmak için kardeşlik vazifesi neyi gerektiriyorsa onu yapmasıdır. Bütün imkânlarını ister maddi olsun, ister manevi olsun seferber etmesidir.
Cahili sistemle benzeşmeye uğramış, hayata Kuran ve sünnet açışından bakamayan dünyevileşmiş günümüz Müslümanları, Allah katında ve Müslümanların nezrinde Kuran ve sünnete verdiği değer kadar değerleri olduğunu unutmuş, giyimi, konuşması, eğitimi, işi, ticareti, sosyal aktiviteleri artık ben yaptım oldu zihniyeti ile yapmaktadırlar. İnsanları Allahın katındaki değere göre değil, insanların yanındaki değere göre değerlendirmiş ve tercihini bu şekilde yapmış olduğu ayrıca görünmektedir. Bizler, insanların yanında materyalist ölçülerle değerlendirilip sosyal statümüzün bu değerlerle belirlenmesini tercih etmektense, Allah'ın emrettiği bir hayatı ölüm pahasına yaşamak ve yaşatmayı hedeflemeliyiz.
Allahın emrettiği dini yaşamak, yani sırat-ı müstakim de kalmak için, hayatımızı arzularımızın yönlendirmesi ile değil, Müslümanlara dayatılan din anlayışlarını kabullenerek değil, bir İbrahim (a.s) gibi putlara karşı dik durmalı, bir Ömer (r.a) gibi cahili sistemlerde müşriklere karşı mücadele edebilmeliyiz.
Ayrıca, Müslüman aile yapısının dinamiklerini İslamın özüne aykırı gelenek ve çağın yükselen! değerlerinden korumaya çalışmalıyız. Bilinmelidir ki İslam toplumu aileden başlar ve oradan yıkılır. Allah düşmanları bunu çok iyi tespit etmişler, sosyal, siyasal ve ekonomik oyunları bu minval üzere sergilemişlerdir.
Kuranın ve sünnetin çerçevesinden bizleri uzaklaştıran en önemli etken, aklımıza nefsimize hoş gelecek İslamdanmış gibi görünen felsefi görüşlerdir. Bu görüşleri savunan kişileri önemsemek, bir zül dür. Saadet devrini yaşatmış, o mükemmel devrin insanları bizim önemseyeceğimiz kişilerdir. İnsanlık o günlerden sonra değil öyle bir asır, bir zaman dilimi bile yaşamamıştır.
İslam toplumu bir vücudun azaları gibidir. Organlardan birisinin zarara uğraması bütün bir bünyeyi etkilediğinden, cemaatleşmiş topluluklar birbirleriyle olan bağlılıklarını güçlendirmeli, kardeşlerinin her türlü derdiyle dertlenmeli, kardeşini günün, gecenin hangi vakti olursa olsun şahsi menfaatlerinin önünde geçirmelidir. Sürekli körüklenen ferdileşme, sanallaşma ve şahsi çıkarların ön plana çıkartılmış olması tehlikesi, kişiyi İslam cemaati ile birlikte olmaktan uzaklaştırmıştır.
İslam toplumunun içindeki her fert, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir birimde yer almalı, üretkenliğini toplumun faydasına sunmalıdır. Bireyler yeteneklerine göre, ailelerin sorunlarını çözüme kavuşturacak psikolojik danışmanlık, spor eğitmenliği, çocukların okuma yazma eğitimi ile ilgili öğretmenlik gibi sosyal hayatın her dalında bir görevde bulunmalıdırlar. Müslümanların iman etmekle başıboş bırakılmayacaklarını yüce kitabımız bizlere bildirmektedir.
İslam birey dini değildir; Müslüman toplum birbirlerini ziyaret ederek kardeşliklerini perçinlemelidir. Yaşayan Kuran olan ve O'nda (s.a.s) güzel örnekler bulunan Rasulüllahı her anımızda örnek almamız gerekmektedir. Eğer onun hayatını örnek alırsak dönemimiz, bu asrın saadet devri olur. Bu neslin var olmaması için her türlü virüs İslam toplumunun bulunduğu yere sokulmuş, topluluklar ifsat edilmeye çalışılmış, bu emellere kısmen de olsa ulaşılmıştır. Ama tam başarı sağlanamamıştır. Sorun bu merhalede iken, Müslümanların içine sızan bu virüse karşı anti virüs programları çalıştırılarak, toplumu sağlıklı hale getirmek gerekmekte, bu konudaki desteği şah damarımızdan bize daha yakın olan Rabbimizden ve biricik örneğimiz resulünden almalıyız.
Cahili sistemlerde yaşayan Müslümanlar, meselelerinin çözümlerini kendi heva ve heveslerine göre değil İslamın ölçülerine göre çözmelidir. Bu kuralı işletemedikleri takdirde söylemle amel arasında çelişkilerin olması kaçınılmaz olacaktır.
Kuranın, insanlar tarafından yeryüzünde yaşanması, ihya edilmesi için yollanmış olması gerçeği aşikârdır. Müslümanın yaşamını düzenleyen bu din, Müslüman da olması gereken güzel hasletleri şu şekilde vaaz eder:
Müslümanın ilk vazifesi Rabb'inedir, daha sonra kendine karşı olan vazifeleri, müşrik olsa dahi anne ve babasına karşı olan vazifeleri, İslam toplumunu oluşturan en önemli müessesesi olan ailesine yani eşi ve çocuklarına karşı olan vazifesi, tebliğde ilk sırayı alan yakın akrabaları ile olan ilişkileri, ikamet ettiği apartman ve mahallesindeki komşularıyla olan ilişkileri ve en önemlisi dâhil olduğu İslam cemaatinin içindeki vazifeleridir.
Cahili sistemde yaşayan Müslümanların, yukarıdaki özellikleri kendi bünyesinde toplarken önemle üzerinde durması gereken, bir İslam cemaati oluşturma yâda böyle bir cemaate dâhil olup bu sistemlerin içinde dejenere olmaktan korunma yollarını aramaları olmalıdır.
Aksi halde en güzel vasıfları en iyi şekilde bünyesinde toplasa bile, İslam toplumunu oluşturmadığı zaman bu güzel hasletlerin hiçbir kıymeti kalmayacaktır. Çünkü bu durumda cahili sistemin Müslümanı etkisizleştirmesi, söylem olarak kendisine Müslüman sıfatını yakıştırsa bile dış görünüşü, aile hayatı, sosyal yaşamı ve ticareti ile yavaş yavaş kendine benzetmesi kaçınılmaz olacaktır.
Unutturulan vasıflarımızı tekrar hayata geçirmek için yapılması gereken eylem planı olan Kuran, Sünnet ve sahabenin hayatı, pratiğe geçirecek çağın örnek nesli olmayı arzu eden Müslüman şahsiyetleri beklemektedir.
Yusuf Üzümcü