Kıymeti Sonradan Anlaşılan iki Değer, Zaman ve Sağlık
“İki (büyük) nimet vardır. İnsanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit!”(Buhari, Rikâk 1) diye buyurmuş Peygamber Efendimiz. Bu iki şeyin kıymetini bilemedik. Hele zamanı nasıl da hoyratça kullanıyoruz. Bir daha geri getiremeyeceğimizi bildiğimiz halde bilinçsizce tüketiyoruz. Aslında tükeniyoruz…
Ömrümüzü tükettiğimizi düşünmeden zamanı kovalıyoruz çoğu kez. Kışın üşüyünce “Yaz gelse de ısınsak.”, sıcaklardan bunalınca “Havalar serinlese de rahatlasak. ”Zor bir gün geçirirken “Şu günü bir atlatsak.”, sıkıntılı gecelerde “Ah bir sabaha çıksak.” dediğimiz çok olmuştur. Kimi zaman “Geç” kimi zaman “Dur” diyerek ayar vermeye kalkarız zamana kendimizce. Yaşadığımız anın en kıymetli zaman dilimi olduğunun farkına varmadan yaşar gideriz.
Şu anda bize sunulan güzelliklere belki de ileride sahip olamayacağız. İlerleyen zamanlarda okumayı planladığımız ciltlerce kitabı okumaya belki de sağlığımız el vermeyecek. Gitmeyi düşündüğümüz bir yolculuk katlanılması güç bir seyahat haline gelebilecek. Peki, bunları eyleme geçirmeye zamanımız olacak mı? Onu da bilmiyoruz.
Belirli ölçütlerle ‘ kısa’ ya da ‘uzun’ diye nitelediğimiz ömrümüzde o kadar çok şeyler yapmak istiyoruz ki akıl almıyor bazen. Peygamberimizin ifadesiyle “bir ağaç altında gölgelenme süresi kadar kısa “olan bu dünyada (Tirmizi,Zühd 44) az zamanda çok şeyler yapmak mümkündür mutlaka. Özellikle de ebedi dünyaya azığımızı hazırlayarak gitmek müminin en önemli hedefi olmalı. Yeter ki bize bahşedilen zamanı yerli yerinde kullanmasını bilelim. Televizyon karşısında boşa geçirilmiş saatler, kişiye oldukça zaman kaybettirecek amaçsız gezmeler, arkadaşlarla buluşulduğunda tatlı gelip uzatılan bol dedikodulu muhabbetler, gereksiz işlerle meşguliyetler…
Allah’ın bize verdiği sağlığın kıymetini de bilmiyoruz. Hep genç kalacağımızı sanıyoruz, hep sağlıklı olacağımızı düşünüyoruz. Yarın yaparım deyip erteliyoruz birçok şeyi. Bizim koyduğumuz zaman ölçütüyle ne kadar zamanımız kaldığını biliyor muyuz ki?
Evet, hayatta sahip olduğumuz en büyük değerlerden biri sağlık. Kaybedince değerini anladığımız… Kaybettiğimizde “keşke şimdi sağlığım elverseydi de…” dediğimiz. Zaman gibi avuçlarımızdan kayıp giden…
İsrafın en kötüsü zaman israfı değil midir? Hem de en büyük ziyanımız... Her birimize yüce Yaradan tarafından takdir edilen ömür belirliyken ‘’zaman ‘’nasıl böyle israf edilebilir? Aksine bizim en kıymetlimiz olmalı. Geçmişte kalan kısmına bir daha ulaşmamız mümkün olmadığı gibi geleceği de yakalayacağımız belli değil. An be an yaşamak gerekli şu kısacık ömrümüzde.
Bizlerin yapması gereken sürekli geçmişe özlem duyarak yaşamak değil ‘’an’’ itibariyle niyetimizi belirleyip ileriye dönük azık hazırlığımıza başlamak olmalı. Ne buyurmuş Resulullah (s.a.s.)
“Yapılan işler niyetlere göredir. Herkes yaptığı için karşılığını görecektir. Kimin niyeti Allah’a ve Resulüne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah ve Resulüne hicret sevabıdır. (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11) İşte kilit nokta burası, geldik gidiyoruz… Bizler eğer bu zamanın hicret yolcularıysak bize takdir edilen zamanı önce Allah’a kulluk ederek geçirmek önceliğimiz olmalı.
Aslında meselemiz ‘’zaman’’ın niceliği değil niteliği... Hz. Nuh (a.s.) 950 yıl yaşamış. Ama yine o kaçınılmaz sondan kurtulamamış. Mesele zaman olmamalı. Varacağımız menzilin hesabı da olmamalı. Meselemiz hicret edeceğimiz son durak olmalı. Hicretimizin niyeti olmalı. Kime, Nasıl? olacağı düşünülmeli.
“İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyame:36) ayetiyle Allah, evrenin bütününü planlayan yüce iradenin kendisi olduğunu vurgulayarak insanların bu planlamanın amaçlarını ve gerekçelerini kavramasını istiyor. Bu dünyadaki planlarımız Yüce İrade’nin planları yanında ne kadar basit, ne kadar zayıftır. Öyle olması gerekiyor zaten.
Yoksa ebedi âlemin ne özelliği kalırdı? Ebedilik, zaman zamansızlık… Böyle düşününce bir varmışsın bir yokmuşsun. Ne kadar anlamlı… Zamanı şamar oğlanına dönüştürmekten ancak böyle kurtarabiliriz. İstesek de durduramayız zamanı, yavaşlatamayız. Bazen katlanamayacağımız acılarla yakıp yıkarak, bazen mutluluğumuz bitmesin diye avuçlarımızda sımsıkı kavradığımız halde ışık hızında geçip gidecek. Elbette geçecek, akacak. Belki arkasında yaşlı gözler bırakacak belki de gülümseyen çehreler. Öyleyse yaşadığımız anı en iyi şekilde ‘değer’lendirelim. Nasılsa niyetlendik bir kere; hicretimiz Allah’a, Resulüne, ebediyete…
O zaman Allah sevgisiyle, Resul aşkıyla anbean yaşayıp bu duygularla biz de akıp gidelim ebediyete.