Aile yaşamında pozitiflik
Evlilikte önemli olan bireylerin biyolojik değil, psikolojik yaşlarıdır. Aynı yaşta olan eşlerden birinin çocuk karakterli, diğerinin ise olgun bir kişiliğe sahip olması mümkündür. Türk toplum yapısında, yaşla birlikte bireylerin olgunlaştığına ilişkin bir anlayış vardır. Bu anlayış ne tam anlamıyla doğru ne de bütünüyle yanlıştır. Yaşın ilerlemesiyle birlikte bireyin olgunlaştığı söylenebilir, ancak yaş olarak "büyümek", her zaman psikolojik olgunluğu beraberinde getirmeyebilir.
Evliliklerde çoğu zaman erkeğin, kadından yaşça büyük olması tercih edilir. Söz konusu bu durum, hem kadın ve erkeğin biyolojisiyle ilgilidir, hem de erkeğin psikolojik olarak daha olgun olmasının evliliğin yürümesini kolaylaştıracağının düşünülmesindendir. Buna göre, kadın içgüdüsel olarak korunmayı ve sahiplenilmeyi; erkek de korumayı ve sahip olmayı ister. Dolayısıyla kadından yaşça büyük olan erkek, böyle bir ilişkiyi daha rahat yürütebilir. Evlilikte ideal olan, yaş farkının az olması veya erkeğin, kadından en fazla dört-beş yaş büyük olmasıdır.
Öte yandan erkeğin, kadından yaşça çok büyük olması da psikolojik olarak kendine göre bazı problemler ortaya çıkarabilir. Çünkü her yaşın psikolojik ihtiyaçları ve beklentileri birbirinden farklıdır. Yaş farkı arttıkça psikolojik ihtiyaçlar ve beklentilerdeki farklılıklar da artacak ve bu durum evlilikte aranan ve özlenen uyum sürecini zorlaştıracaktır. Aslında teorik olarak böyle bir tespit yapılsa da evlenecek çiftler, evlilikle ilgili psikolojik olgunluğa eriştikten sonra aralarındaki yaş farkının çok da önemi yoktur.
Aile içi ilişkilerde pozitif yönlerin ön planda tutulması
Sonuç olarak evlenmeye hazırlanan eşlerin, kültür, eğitim, yaş, hayata bakış açısı ve ekonomik durum gibi farklılıkların ileride sorun olmaması için birbirlerini olduğu gibi kabul etmeleri ve mutlaka farklılıklar yerine ortak noktaları ön plana çıkarmaları gerekmektedir. Çünkü eş seçiminde insanın yüzde yüz kendisine uyan birini bulması pratikte mümkün değildir. En uyumlu eşlerin bile sahip oldukları özellikler ardı ardına sıralansa, mutlaka bazı eksikler bulunabilir. Dolayısıyla evlilik macerasında yüzde yüz kendisine uyan birini arayan kişinin, büyük bir olasılıkla evlilik trenini kaçırarak ömür boyu bekâr kalma olasılığı yüksektir.
İki farklı dünyanın bir araya gelerek uzun bir yolculuğa çıkmaları anlamına gelen evlilik, bu yolculukta ortaya çıkan farklılıkları bir noktada uzlaştırma sanatı olarak da tanımlanabilir. Kısacası, burada önemli olan evlenecek tarafların birbirlerini tamamlayarak farklılıklara rağmen ortak noktalarda uzlaşabilme becerilerini gösterebilmeleridir. Dolayısıyla sağlıklı bir evlilikte: a) Eşlerden her biri sorumluluk ve sınırlarının farkındadır; b) Kendisiyle büyük ölçüde barışıktır, c) Yalnız kalmaktan korkmaz, d) Mutluluğu kendi içinde yaşayabilir. İşte böyle özelliklere sahip eşler, eksikliklerini tamamlamaktan çok sevgi ekseninde bir araya gelebilirler. Dolayısıyla bu türden birincil ilişkilere sadakat, hoşgörü, sevgi, saygı, sorumluluk ve dürüstlük hâkimdir.
Evlilikte ortak noktalarda buluşmak için altın öğütler
Elbette ki evlilikte her zaman problemler ve zorluklar olacaktır. Eşler sıkıntılarını, birbirlerine karşı seslerini yükseltmeden anlatabilmeli ve birbirlerinin kişiliklerini ve benliklerini zedelemeden aralarındaki problemleri çözebilmelidirler. İşte bu bağlamda evlilik sürecinde, aile yaşamındaki farklılıklarda uzlaşmak ve ortak noktalarda buluşmayı sağlayabilmek için eşlere pratik kapsamda şu önerilerde bulunulabilir:
a) Atalarımız ‘dikensiz gül olmaz’ demişlerdir. Her şeyden önce evlilik, uzun süreli bir ortak yaşam projesi olduğu için bazı problemlerin yaşanması doğal kabul edilmelidir.
b) Eşler, aile içerisinde karşı karşıya kaldıkları problemleri, birbirilerine açık yüreklilikle anlatmalıdırlar.
c) Eşler, daha çok ortak noktalarda buluşabilme adına birbirlerinden beklentilerini açık bir şekilde dillendirebilmelidirler.
d) Aile yaşamında bazı tartışmaların olması doğaldır. Ancak tartışma sürecinde dürüst ve açık olunmalıdır. Dolayısıyla eşler kesinlikle karşılıklı suçlamalardan ve kırıcı olmaktan kaçınarak birbirlerini dinleyebilmelidir.
e) Ailenin dışında kalan özellikle kaynana ve kayınpederler, mümkün oldukça bu özel tartışmaların dışında tutulmalıdır.
f) Aile içerisinde ortaya çıkan bir anlaşmazlıktan dolayı anne-babalar, çocukların yanında karşılıklı hakaret ve aşağılamalardan kesinlikle kaçınmalıdırlar.
g) Eşler, aralarındaki farklılıkları eriterek daha fazla ortak noktada buluşabilmeleri için birbirlerinin farklı görüş, yetişme tarzı, bakış açısı ve değişik düşüncelere sahip olabileceğini peşinen kabul etmelidirler. Dolayısıyla zorla birbirlerine hâkim olamayacaklarını bilmeli ve orta bir çizgiye yaklaşmaya çalışmalıdırlar.
h) Aile içerisinde ortaya çıkan sorunları konuşurken, taraflar hataları karşılıklı olarak kabul etmeli, tartışma sürecinde üste çıkmak için ısrarcı olunmamalıdır. Eşler, gerektiği zaman özür dilemesini bilmeli ve yanlışlarını düzeltebilmelidirler.
i) Ortaya çıkan problemin boyutu ne olursa olsun asla fiziksel şiddete başvurulmamalıdır.
j) Dini gün ve geceler ile evlilik ve doğum yıldönümleri gibi özel zaman dilimlerinde eşler birbirleriyle hediyeleşebilmelidirler. Sonuç olarak eşlerin birbirlerine karşı zaman zaman bu türden yaptıkları küçük jestler, büyük faydaları olan sonuçlar verir.
k) Eşler, ev içerisinde bazen televizyonsuz günler geçirip karşılıklı sohbetlere ağırlık vermelidirler. Gündelik yaşam içerisinde eve giren eş güler yüzle selamlaşmalı; diğeri de eşini güler yüzle karşılamalıdır. Böylelikle eşler, sıcak bir iletişime girmelidirler.
l) Özellikle aile içerisinde ortaya çıkan yaşamsal öneme sahip konuları, geciktirmeden uygun bir zaman ve zemin bularak karşılıklı konuşmak gerekmektedir.