Annenin Şefkati Babanın Dirayeti
Ailede rol paylaşımı
Anne ve babalar olarak hepimizin muzdarip olduğu bir konu, çocuk yetiştirmek. Burada sayamayacağımız kadar çok mesele var halletmemiz gereken. Kendimizi geliştirmemiz, çocuklarımıza örnek olabilecek bir seviyeye gelmemiz, çocukların etkilendikleri çevre faktörlerini inceleyerek onlara her şeyin doğru ve yanlışını gösterebilmek, onların psikolojisini anlayabilmek vesaire.
Bu yazıda çocuk eğitimiyle ilgili bazı önemli noktalara temas edilirken, diğer taraftan anne ve babanın görevlerinin önemine işaret edilmektedir.
Çocukların eğitiminde nasıl bir usülle hareket edileceği anne ve babanın aralarında konuşarak üzerinde anlaşmaları gereken önemli bir konudur.
Evet, anne ve baba, iyi evlat yetiştirme konusunda mutlaka mutabakat sağlamalıdırlar. Böyle bir mutabakat ve fikir birlikteliği sağlandıktan sonra da eşlerden hangisine ne gibi bir rolün düşeceği ve rollerini oynarken nasıl bir işbirliği içerisinde olacakları da ayrıca karara bağlanmalıdır.
Çocuk yetiştirme kabiliyet ve istidadı olmayan, olsa da sorumluluk yüklenmeyen bir anne ve onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir babanın vesayetindeki çocuklar anne ve babaları olsa da yetimdirler.
Anne; şefkat ve incelik abidesi
Allah’ın, şefkat, merhamet, incelik ve hassasiyetle donattığı, donatıp çocuklarını yetiştirme konusunu fıtratının bir derinliği haline getirdiği anne, ruhundaki bu potansiyeli mutlaka onları hakiki insanlığa yükseltme istikametinde kullanmalıdır.
Zaten o, fıtratı itibariyle bir muallime, bir mürebbiye ve bir mürşidedir. Onun en önemli vazifesi çocuğunu yetiştirme olmalıdır. “Allah, anne ile çocuğunun arasına ayıranı kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır.” (Hâkim, Müstedrek, 2/55) hadisi de annenin çocuk terbiyesindeki müstesna rolünü gayet net bir şekilde ortay koymaktadır.
Baba; güç ve dirayet kaynağı
Anne, donanımının gereğini yerine getirirken, baba da hilkat ve konumunun icabı daima temkinli, dirayetli, kiyasetli ve dikkatli olması gerekmektedir. O; siyasetle, memuriyetle, ticaretle, ziraatla meşgul olur ve biraz da tabiatının gereği ailedeki ayrı bir boşluğu doldurur.
Evet baba, gücü, mukavemeti ve farklı yapısıyla ayrı işlere namzettir. Zaten kadimden beri o hep hususi bir sorumluluğun insanı olagelmiştir.
Ormandan ağaç kesmeden alın da, sapan sürmeye, arpa, buğday ekip biçmeden, inşaatlardaki yada fabrikalardaki bütün ağır işlere kadar her şey ona bağlı devam ede gelmiştir.
Böyle ağır işlere, bedeniyle, iradesiyle mukavemet edebilecek erkek, bence yerini korumalı, kadın işleriyle kadınlaşmamalı ve kadını da takatını aşan ağır işlerle uğraştırmamalıdır.
Ayrıca erkek, bir mukavemet âbidesidir ama bir şefkat kahramanı değildir. Şefkat, annenin en önemli derinliğidir; o, dokuz ay karnında gezdirir çocuğunu.
Dünyaya getirir yüz zahmetiyle, bakar büyütür bin meşakkatiyle. Gece inlediği zaman yavrusu, hemen kalkıp imdadına koşar…
Ağladığında da bağrına basar. Tabiatından kaynaklanan bir iştiyak ve insiyakla onu yaşatmak için yaşar.
İşte bir tarafta kadın diğer tarafta da erkek, teşkil ettikleri aile vahdetiyle cennet saraylarını hatırlatan öyle bir yuva kurarlar ki bu yuvanın çehresinde öteleri temaşa edebilirler.
Kreş ailenin yerini tutar mı?
Özellikle Batı’da, kısmen bizde de erkek bir dairede, kadın da bir dairede çalışır. Bu durumda çocuklar ya başkasının yanında yada çocuk kreşlerindedir…
Evet, erkek ve kadın da çalışınca, çocuklar belli ölçüde de olsa yalnızlığa, sahipsizliğe terk edilirler. Sonra bu insanlar, kendi kendilerine şöyle teselli olurlar:
“Orada çok şefkatli, bilgili kimseler var. Çocuklara bizden daha iyi bakıyorlar.” Oysa ki çocuğun, bütün bunların ötesinde istediği daha başka şeyler de var.
Kreşte çocuğun elbisesini yıkayabilirler, yemeğini vaktinde yedirebilirler, teneffüs etmek istediğinde dışarıya çıkarıp gezdirebilir yada lunaparklarda elinden tutup dolaştırabilirler; ama bunu yapanlar hiçbir zaman çocuğun annesi, babası olamaz, onun en çok muhtaç olduğu şefkati ona veremezler. Şefkat, çocuğun, annesinin yüzünde okuduğu, sinesinde bulduğu, babasının kucağında hissettiği cibille alakadır. Bunu vermedikleri takdirde, onu başka hiçbir davranışla rahat ettiremezler.
Böyle eğitim yuvaları veya kreşlere terk edilen çocuklar bir yana, çıraklık devresinde bir ustaya veya kalfaya teslim edilen çocukları ele alalım; eğer bu usta ve kalfa şefkatten uzak ve biraz da haşin ise, mütemadiyen huşûnet gören bu çocuklar, zamanla öylesine duygusuz, öylesine katı ve öylesine merhametsiz yetişirler ki; yabancılar şöyle dursun, annelerine babalarına karşı dahi,kaba davranmadan geri durmazlar.
Böyle sert insanların, çıraklık devresinde, o masum çocukların mülayim ruhlarında icra ettiği menfi tesir bu ölçüde olumsuz neticeler doğurursa, daha dünyaya gelir gelmez götürüp yabancı kucaklara teslim ettiğimiz çocukların, o yabancı nazarlar altında ne hal alacaklarını kestirmek zor olmasa gerektir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, anne-baba, hisli, şuurlu, vatanına milletine, dinine sımsıkı bağlı bir neslin yetişmesi için gerekli olan her şeyi yapmalı ve evladının aklî, kalbî, hissî, mantıkî boşluk yaşamasına fırsat vermemelidirler. Anne-baba dindar, Kur’ân’a bağlı, İslâm’ı bilen kimseler ise çocuklar da şuurlu yetişecek ve milletlerinin ikbal yıldızını parlatacaklardır.