Ailede Merhamet ve Merhametsizliğin Yansımaları
Merhamet, insani özümüzü en çok besleyen ve gürleştiren değerlerin başında gelir. Öyle ki, insan olmakla merhametli olmak arasındaki ilişki denizle su arasındaki ilişki kadar yaşamsaldır. Nasıl ki su olmadan denizin varlığından söz edilemezse, merhamet sahibi olmayan insanın da varoluş amacına uygun bir yaşam sürdüğünden bahsedilemez. İnsan açısından merhamet, hava ve su gibi yaşamsal bir ihtiyaç olmanın yanı sıra, toplumsal açıdan da insanca bir yaşamın temelini oluşturur. Çünkü insan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır ve onun insani potansiyellerini koruyup geliştirebilmesi için çevresinden gelecek desteklere ihtiyacı vardır. İnsan, doğumundan itibaren yakın ve uzak çevresindeki kişiler tarafından sevildiğini ve onaylandığını hissetmek, daha da önemlisi bunu somut eylemleriyle görmek ve göstermek ister. Bu sevgi ve onay ihtiyacı o kadar önemlidir ki, çoğu zaman beslenme ve barınma gibi temel biyolojik ihtiyaçların bile önüne geçer.
İnsan, sevme ve sevilme gibi temel değerleri öncelikle ailede öğrenir. Aile, doğumundan itibaren yaşama tutunabilmesini sağlayacak imkânların oluşturulması konusunda bireyi destekleyen kurumların başında gelir. Dolayısıyla, birey açısından ailede kazanılmayan tutum, davranış ve alışkanlıkların yaşamın sonraki yıllarında telafisi neredeyse imkânsızdır. Böylece aile, temel değerlerin kazandırılması bakımından, bireyin yaşamında başka kurumlar tarafından karşılanması mümkün olmayan işlevlerin yerine getirilmesine aracılık eder. Merhamet de, ailede bireye kazandırılması gereken değerlerin başında gelir. Değerlerin aktarılmasında ebeveynlerin söz, tutum, davranış ve alışkanlıkları çocuğun dünyasında önemli izler bırakır. Çevresindeki bireyleri taklit ederek yaşama tutunmaya çalışan insan yavrusu, kendisini ve çevresini tanımaya yönelik çabalarında anne baba başta olmak üzere aile bireylerinden gelecek yardımlara ihtiyaç duyar. Anne karnından başlayarak içinde doğup geliştiği ortamda sevgi, şefkat ve merhamet hisleriyle kucaklanan bireyin dünyasında benzer duyguların gelişip filizlenmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden merhametli bireylerden oluşan ailelerin yetiştireceği çocuklar da merhametli olacak ve onlar da bir gün anne baba olduklarında çocuklarını benzer duygularla donatmayı başarabilecek, nihayet toplumsal huzur, mutluluk, refah ve kalkınmanın önü açılmış olacaktır.
Merhametin eksik olduğu ya da hiç olmadığı ortamlarda yetişen çocuklar ise, başta kendisi olmak üzere yakın ve uzak çevresindeki bireylerle ilişkilerinde mutluluk ve esenlik yerine huzursuzluğun, sevgi ve şefkat yerine kin ve nefretin habercisi, hatta hazırlayıcısı olacaktır. Böylece merhametsizliğin egemen olduğu ortamlarda yetişen bireyler tutum ve davranışlarında sevgi dili yerine kin ve nefret dilini kullanacak, nihayet çevresindeki bireylerle barışık olmak yerine çatışmayı tercih edecektir. Merhametsizlik potansiyelini açığa çıkaracak etkilere sahip bir toplumsal çevrede yetişmek durumunda kalan çocuklarda görülen davranış bozukluklarının başında saldırganlık gelir. Erken yaşlardan itibaren şiddete maruz kalan ya da kendisi maruz kalmasa da şiddet dilinin hâkim olduğu bir ortamda büyüyen çocuğun dünyasında zamanla saldırganlık içeren tutum ve davranışlar normalleşerek meşruiyet kazanmaya başlayacaktır. Günümüzde özellikle çocukların gündemini işgal eden bilgisayar oyunları yoluyla şiddet içerikli sahnelerin yaygınlık kazanması ve bu tür görüntülerin özellikle görsel medya içeriklerinde gittikçe daha fazla yer bulması, çocuklar açısından ciddi riskleri beraberinde getirmektedir. Dünyamızın ve ülkemizin her geçen gün içine sürüklenmeye çalışıldığı şiddet sarmalında, çocukların bu tür zararlı içeriklerden korunmasında anne babaların onları bilinçlendirmeye yönelik çabaları son derece önemlidir.
Gelişim psikolojisinin verilerine göre, istenmeyen bir davranışın ortadan kaldırılmasında, söz konusu davranışı yasaklamak yerine, çocuğun dünyasında istenen bir davranışı ikame etmeye çalışmak gerekir. Bu durumda arzu edilen davranışın zamanla geliştiği, kaçınılması istenen davranışın ise ortadan kaybolduğu görülecektir. Bu bağlamda, anne babalar açısından kendilerini çocukların dünyasında görünür kılmaya çalışmak, onların davranışları üzerinde yönlendirici olabilmenin etkili bir yoludur. Zira pek çok değer, yaşamın ilk yıllarında ebeveynler taklit edilerek öğrenilir ve sonraki yaşlarda bu süreçte benimsenen rol davranışlar tekrarlanarak pekiştirilir. Bu tür olumlu transferler çocuğun yetişkinlerin dünyasını, dolayısıyla içinde yaşadığı toplumsal çevrenin değer, norm ve alışkanlıklarını öğrenip içselleştirmesi bakımından vazgeçilmez değerdedir.
Ebeveynlerin kendilerini çocuklarının dünyasında görünür kılmaya çalışmalarının pek çok yolu olmakla birlikte, bunlar arasında belki de en önemlisi rol model davranışları ortaya koyabilmektir. Elbette anne babaların her konuda çocuklarına örnek olacak yeterliklere sahip olmaları beklenemez. Bu nedenle yetişme çağındaki çocuklarıyla birlikte anne babaların da desteklenmeleri gereken yönlerini fark etmeleri gerekir.
Ancak çocukların anne-baba davranışlarını örneklendirirken, özellikle çelişki ve tutarsızlıklar karşısındaki farkındalıklarının yüksek olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla çocuklarını şiddet içerikli tutum ve davranışlardan uzaklaştırmaya çalışan anne-babaların öncelikle kendi dünyalarından bu tür ilgi ve alışkanlıkları çıkarmaları gerekir. Çocuklarıyla birlikte onların yaşına uygun olmayan saldırganlık, şiddet ve korku içerikli yayınları izleyen, çevresiyle kurduğu ilişkilerde şiddet içerikli mesajlar gönderen, hatta filli şiddet uygulayan bireylerin çocuklarına bu konuda olumlu rol model oluşturmaları elbette beklenemez. Bu yüzden her zaman olduğu gibi anne-babalar açısından da çocuk eğitimine öncelikle kendini ıslah ile başlamak en geçerli yol olsa gerektir. Zira ancak her biri iyi eğitimli bireylerden oluşan ailelerin oluşturduğu toplumlar, topyekûn barış ve huzura giden yolda birlikte yürümeyi başarabileceklerdir.
Bireylerinin toplumsal uyum ve entegrasyonunu sağlayacak aile kurumunu güçlendirmeyi başaramayan toplumların ise istiklal ve istikbali tehlikede demektir. Bu nedenle, çocuklarına doğumundan itibaren merhametli olmayı öğreterek merhametli bireyler yetiştirmeyi amaçlayan ailenin, temel ahlaki değerler üzerine kurulu toplumsal politikalarla desteklenmesi gerekir. Çünkü merhametli insan yetiştirme düzeni bakımından toplumların risk algısı her geçen gün artmakta ve bu risklerin yönetimi gittikçe zorlaşmaktadır. Kitle iletişim araçlarının saldırganlık, düşmanlık, ayrımcılık, öfke, korku, şiddet gibi duygu ve davranışları istismar eden denetimsiz içeriklerle yüklü olması ve radyo, televizyon, internet, akıllı telefonlar gibi yollarla bu tür içeriklerin yaygınlaşarak bozucu işlev ve rollere aracılık etmesi, özellikle sosyalleşme sürecinin erken evresindeki çocuklar açısından söz konusu risklerin başında gelmektedir. Böylece günümüzde bireysel ve toplumsal sağlık açısından çevresel tehditlere açık hale gelen çocuklar, merhamet potansiyellerini açığa çıkartıp geliştirebilme konusunda temel değerlerle ve toplumsal politikalarla güçlendirilmiş ailelerden gelecek desteklere her zamankinden çok ihtiyaç duymaktadır.