Anne Babalık Neden Zorlaşıyor
Katıldığım bir televizyon programında, soru sormak üzere telefonla bağlanan bir anne şunları demişti, içi sızlanarak:
“Anne babalık bu kadar mı zormuş. On on beş yaşlarına kadar bir şekilde uyumlu gittiğimiz çocuklarımız bir anda ne oluyor da bu kadar aksi, asi ve tepkisel olabiliyorlar. Her dediğimize evet diyen çocuk, bir yaştan sonra, adeta intikam alırcasına her dediğimize hayır demeye çalışıyor, marifetmiş gibi…”
Biraz uzunca bir soruydu ama hatırlayabildiğim kadarı ile sorunun özü buydu. Anne, baba ve çocuk ilişkisi sorgulanıyor bu soruda, yaşanan acı tecrübeler ışığında.
Evet anne babalık zor bir meslektir. Ancak onu zorlaştıran anne babaların yaklaşımı veya anne babalık anlayışlarıdır sanırım. Bu tespitim sadece on sekiz yıllık evliliğim ve babalık tecrübeme dayalı değildir. Danışmanlık merkezimize müracaat eden yüzlerce örnek ve gözlemlerimizdir.
Anne babalığı, çocukları bir şekilde adam etmek diye anlıyorsanız vay halinize. Acınacak duruma kendi elimizle kendimizi düşürmenin bundan daha kolay bir yolu olmaz.
Zira siz bir imkânsıza talip oluyorsunuz. Muhâli (imkansızı) talep etmek kendimize fenalık etmektir diye, asrımız âlimlerinden birine ait bir söz hatırıma geldi. Tam da bu durumu izah edecek bir söz.
Eşimiz ve çocuklarımız başta olmak üzere, hiç kimseyi adam etme gücüne ve yetkisine sahip olmadığımız gibi, böyle bir görevimiz de yoktur bizlerin.
Ne din bize böyle bir sorumluluk vermiştir ne de bilim. Dinin bizden istediği şey, birilerini adam etmek değil, birilerine örnek adam olmaktır.
Sonuçları biz ortaya çıkarmıyoruz. Sonuçlar evrenin yaratıcısına aittir. Birinin şifa bulmasından hidayete ermesine kadar bütün sonuçlara karar veren O dur. Bizim işimiz süreçtir.
Demem o ki, anne babalık sadece ve sadece rehberliktir. Zorlayıcı, baskıcı, dayatmacı olmak ve kişiyi istediği kalıba sokmak değildir. Sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin diye âyette uyarılan bir peygamberin ümmeti nasıl başkasına zorlayıcı olabilir?
Nitekim Hz. Peygamber (sav); benim ümmetim ile olan iletişimim, bir babanın, aile fertleri ile olan iletişimi gibidir diyerek, bu uyarısıyla bizleri de muhatap etmekte ve bir kez de kendisi uyarmaktadır biz anne babaları.
Evet bizler sadece ve sadece rehberiz.
Peki nedir rehberlik ve ne yapar rehberler?
Reh, yol demektir. Rehberlik ise yol gösteren veya yol gösterici demektir. Eskiler aynı anlama gelen bu kelimeye rehnüma derlermiş.
Yeni gittiğimiz bir ülke, şehir veya herhangi bir ortamda en çok aradığımız şey bir rehberdir. Adres, yol ve yordam bilmediğimiz her yer ve durum bizi bir rehnümaya muhtaç eder ve gözlerimiz hep böyle birini arar.
Reh yol, rehberlik de yol gösteren demekse, aklımızın arayacağı diğer kavram “yolcu” olur. Öyle ise bir yolcuya ihtiyaç vardır.
Yola çıkan ve ancak yol hakkında bilgiye sahip olmayan bir yolcu. Bu yolcu, o yolu bilen biri ile daha rahat bir yolculuk yapacağı muhakkaktır.
Peki rehber kişi nasıl rehberlik yapar?
İki şekilde rehberlik yapılmaktadır.
Birincisi, size yol soran kişiye, konuşarak, el kol hareketleri eşliğinde yolu tarif edersiniz ve sonra döner işinize devam edersiniz.
İkincisi ise, beni takip et diyerek adamın önüne düşersiniz ve konuşmaya bile gerek duymadan adrese teslim edersiniz. Bu yöntem biraz zordur ama garantilidir.
Anne babalık ikinci rehberlik modelini temsil eder. Yaşayarak örnek olmak.
Ancak şu var ki, yol gösterici veya rehberin bir özelliği çok önemlidir. Adeta rehberliğin olmazsa olmazıdır. Bu ise GÜVENDİR.
Beni takip et diyen kişiye güveniniz yoksa, takip eder misiniz?
Takip etmekten başka şansınız yoksa, mecburen gidersiniz ama huzurlu olur musunuz? Yol boyunca kaygılı olmaz mısınız?
Çocuklarımız birer yolcudur. Yaratıcı bizi onlara rehberlik yapmakla vazifelendirmiştir. Yapmamız gereken şey, onların önüne düşüp adım adım yürümektir. Arkadan tutup çekiştirmek veya onların arkasına geçip itmek değildir. Hele hele yol gösterip, sen devam et, benim işim var demek hiç değildir.
Hayatı yaşayarak öğretmektir anne babalık.
Rehber, diğer bir ifade ile öncü, önde giden kişi demektir, komut veren değil, söz ve davranışları ile temsil eden demektir. Dikkat ederseniz, namaz kıldırırken önde rehberlik yapan imam, verdiği komutu bizzat kendisi yaparak cemaate rehber olmaktadır. Hal ve kal bir bütün olmalıdır. Zira güvenin kaynağı hal ve kal bütünlüğüdür. Yani söylem ve eylemin uyumlu olmasıdır. Söylediğini yapmayan veya yapmadığını söyleyen kişi, kişilik kaybına uğrar. Saygı ve ağırlığını kaybeder. Bunun acı neticesi ise öz tesir etmez. Söz ile tesir etmeyen kişi, kaba kuvveti devreye sokar, kendisini sorgulamak yerine. İşte o zaman sistem bozulur, aile fertleri birbirinden kopar, aile hayatı otele dönüşür.
Bütün dikkatini çocuğa, çocuğun davranışlarına odaklaştıran ve her vesile ile telaş ile müdahale eden anne babalar, işin en zor ve çıkmaza giden tarafını seçiyorlar.
Evet davranışlara dikkat edilmeli ve mutlaka düzeltme yoluna gidilmelidir. Fakat bu davranışlar çocukların değil, bizzat anne babanın kendi davranışı olmalıdır. Zira çocuk size bakarak yoluna devam ediyor. Rehber ne yaparsa, yolcu onu yapar. Rehber hangi yoldan gidiyorsa, yolcu oradan gider. Eğer rehberlik yaptığımız kişi arkamızdan gelmiyorsa, iki ihtimal vardır. Ya yanlış yerden gidiyoruz veya güven veremiyoruzdur. Kısacası sorun ya yoldadır veya rehberdedir. İnandırıcılığını kaybeden bir rehber kaba kuvvete başvurur, kişileri zorlar.
Tarihin parlak sayfalarında bize ders olacak onca ibretli tablodan sadece Hazreti peygamberin hayatına bakılsa her şey ayan beyan anlaşılacaktır.
Zira Hz. Peygamber (sav) bir rehber, yol gösterici, öncüydü. Ama bize yolu tarif edip, benim daha önemli işlerim var diyerek, yapmaktan kaçan bir rehber değildi O. Ne demişse, herkesten daha çok o uygulamıştır ve hayatında en sağlam örnek o olmuştur. Hatta bizlere söylediğinden fazlasını yapmıştır. Yapmadığı bir şeyi söylememiş ve yapmak zorunda bırakmamıştır arkasındakileri.
Arkasında gidenler ise, tereddütsüz uymuşlardır. Zira tam bir güven vardı.
Evet kırk yaşında rehber oldu Hazreti peygamber ama kırk yaşından önce öyle bir hayat akışı çizdi ki, herkes ona güvenilir insan dedi. Güven onda lekesiz bir kıyafet gibi parlıyordu.
Zira rehberin olmazsa olmaz vasfı güvendir.
Rab bize bir model olarak sunmuştur hazreti peygamberi. Ona bakın ve hizaya gelin diye.
Şu soru ile yazımı tamamlamak istiyorum:
Kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vicdanları bozulmuş, ruhları tahrip olmuş hastalıklı bir toplum kendisine emanet edilen Hz. Peygamber (sav), neyi nasıl yaptı da yirmi üç yıl içinde onları bütün insanlığa örnek olabilecek bir kıvama getirdi?
Bu soruya karşılık; Tertemiz bir fıtratta, en güzel kıvamda, adeta sıfır kilometre olarak bize emanet edilen bir çocuğu, biz nerede ve nasıl bir hata yapıyoruz ki, yirmi üç yaşına geldiğinde babasına annesine asi ve duyarsız bir hale geliyor, sorusunu sormak icap etmektedir.
Sorunun cevabı sorunun içinde açık bir şekilde görünüyor.
Demek ki, biz Muhammedi değil, indi (kafamıza göre) bir anne babalık yapıyoruz. Tuvalet ve uyku adabına kadar kural getiren bir din, varlığın en büyük neticesi ve meyvesi olan insanı, bizim keyfimize, kafamıza emanet etmesi mümkün müdür?
Kızı Hazreti Fatıma (r.anhüm) içeri girdiğinde ayağa kalkan ve anacığım diye hitap ederek ona yer gösteren bir peygamberin ümmeti, “kızını dövmeyen dizini döver” diyerek ona bir suçlu muamelesi yaparsa, ortaya çıkan sonuç da elbette bu kadar farklı olur.
Avrupalı bir gezgin Osmanlı için şunları söyler: “Osmanlılar çocuklarına öğüt vermezlerdi, örnek olurlardı.”
Hâsılı derim ki: Çocuğu adam edeceğim diye boşu boşuna uğraşma, adam gibi davran, gerisine karışma.
Doç. Dr. Fatma Yazgın