ÇOCUĞUMUZLA BİRLİKTE BÜYÜYORUZ
Çocuk yetiştirmek, sadece besleyip büyütmek ve okula göndermek demek değil. Gerçek manada çocuk yetiştirmek, dünyaya geliş gayesini bilen ve ona uygun davranma becerisine sahip bir insan, bir Müslüman yetiştirmek demek… Bunun için de çocuğumuzu sağlam karaktere ve güzel ahlaka sahip bir şekilde yetiştirmek çok önemli.
Peki, biz Müslümanlar bu hususta başarılı mıyız? Çocuklarımızı kendine hâkim, duygularını ve davranışlarını amaca uygun bir şekilde yönetebilen şahsiyetler olarak yetiştirebiliyor muyuz?
Çocuklarımıza doğruyu yanlışı öğretiyoruz ama onlara doğru davranışı sergileyebilecek ruh disiplini aşılayabiliyor muyuz?
Herhalde bu çağda en zor olan, çocuklarımızı bütün çeldiricilere rağmen sağlam karakterli bir Müslüman olarak yetiştirmektir.
Günümüzde çocukların duygu ve davranış bakımından eğitiminin, en az zihinsel eğitim kadar önemli olduğunu herkes kabul ediyor. Artık eğitim sisteminde matematik, dilbilgisi tarih dersleri gibi “değerler eğitimi” “karakter eğitimi” derslerinin de verilmesinin gereği dile getiriliyor. Çünkü ne kadar tahsilli olursa olsun kişilik bakımından olgun olmayan bir insanın, kendine ve topluma faydası olmuyor.
Öyleyse bizler çocuklarımıza değerler eğitimini nasıl vereceğiz? Onları nasıl sorumlu, bir işin sonunu düşünen, doğru davranma becerisi gösterebilen kişiler olarak nasıl yetiştirebiliriz?
Hiç kuşkusuz bu eğitim sadece sözlü bir şekilde verilebilecek bir eğitim değil. Her şeyden önce kendimiz iyi örnek olmalıyız.
Bunun yanında ona güzel örnek olabilecek kişileri sevmeli ve sevdirmeliyiz.
Onu kötü örneklerden korumak için, iyi bir çevre oluşturmalıyız. Medya ve internetteki kötü örneklerden mümkün olduğu kadar uzak tutmalıyız.
Bunlar esas olmakla birlikte aile içi eğitimde dikkat etmemiz gereken bazı püf noktaları da var. İşte bu yazımızda bunlardan bir kaçını ele almak istiyoruz.
Kaştan Gözden Anlayan Çocuk
Çocuklarımız hatalı bir hareket yaptığında nasıl davranmalıyız?
Çoğumuz çocuklarımızın hatalarına nasıl bir tepki gösterdiğimizin farkında değilizdir. Çünkü nasıl davranacağımıza düşüne taşına karar vermeyiz; alıştığımız üzere ani tepki verir geçeriz. Bu tepki de genellikle anne babamızın benzer durumlarda bize gösterdiği tepkidir. Çünkü anne babalık sanatı çoğu zaman aileden görgü ile öğrenilir.
Anne babalardan örnek alınarak edinilen davranışların bazıları güzel ve doğrudur. Mesela büyükannelerimiz bir hata görünce, dudaklarını ısırır, kaş göz işaretiyle “Aman ha! Bir daha görmeyeyim. Çok ayıp” manasında işaretler yaparlar. Çocuk da etrafa karşı mahcup edilmeden uyarılmış olur. Böyle uyarılar çocuğun hayâ duygusunu zedelemeden eğitim vermenin güzel bir yöntemidir. Hem çocuğun o meseleyi ciddiye almasını sağlar. Çünkü büyükler bir hatayı dillendirmeyip işaretle ikaz ediyorsa demek ki o gerçekten utanılacak bir şeydir.
Ancak kaştan gözden anlayan çocuk yetiştirmek de bir sanattır. Böyle çocukların eğitimi zaten çok kolaydır. Tek gereken çocuğa doğruyu yanlışı öğretmektir. Çocuk hassastır, düşüncelidir, büyüklerini üzmek istememektedir.
Böyle bir çocuk yetiştirmenin püf noktası, çocuğun benlik algısının yüksek olmasıdır. Psikolojide benlik algısı dediğimiz şey, çocuğun kendisine biçtiği kıymet ve kendisine yakıştırdığı kimliktir. Eğer çocuğumuz kendisini “iyi bir çocuk” diye vasıflandırmışsa o değeri kaybetmek istemez. Kendisine yakışmayacak hareketlerden uzak durur.
Genelleme ve Etiketleme Pişkinliğe Sebep Olur
Çocuklarda benlik algısının (kendine biçtiği değerin) düşük olmasının nedeni, ailelerin sık sık kullandığı tanımlamalardır. Ailelerin en büyük hatası, çocuğun bazen sergilediği bir hatayı genelleştirmeleridir.
Mesela çocuk namazlarını kılmıyor, her seferinde bir bahane buluyor. Ailesi de: “Sen zaten hep böylesin, hep bahane uyduruyorsun” diyor.
İşte buna genelleme yapmak ve etiketlemek diyoruz. Yani çocuğun birkaç kere tekrarladığı davranışını genelleyip ona bir sıfat olarak yakıştırmak…
Çocuklar çevreden gördükleri tepkiler üzerinde düşünüp tenkit edemezler. Bu sebeple de kendisine sık sık söylenen sözleri farkında olmadan benimseyip içselleştirirler. Bizim bu duruma çok uygun bir atasözümüz var: ‘Bir adama kırk defa deli dersen deli olur.’
Yani anne babası çocuğa “Sen işe yaramazın tekisin,” dese çocuk “ben böyleyim, ne yapayım,” diye kabullenir ve bu düşünceyi kendine mal eder
Aslında ufak tefek başarısızlıkları sebebiyle aile ve çevresi tarafından horlanan bir çocuk, adeta çöpe atılmış bir elmas gibidir. O çocukta kim bilir ne cevherler vardır ama onu iyi bir eğitimle işleyip pırlanta haline getirecek birinin eline düşmemiştir.
Bu sebeple çocuğu azarlayıp, kınayıp, isim takıp sonra o halde bırakmak en kötü davranış biçimidir. Yapılması gereken “Yavrum. Sorunun nedir? Ne gerekiyorsa yapalım, bu sorunu çözelim. Bir daha asla bu durum olmasın” diye ciddiyetle alaka göstermek gerekir.
Çocuğumuzun manevi sorumluluklarını idrak etmesini ve kendiliğinden düşünmesini bekleyemeyiz. Önce biz bir müddet dıştan denetimle, ona mesuliyetlerini hatırlatmalı, sevdirerek teşvik etmeliyiz.
Çocuğumuz sorumluluk duygusunu neden kazanamadı? Kulluğun zevkine, iyi bir insan olmanın tadına neden varamadı?
Bu soruları cesaretle kendimize sormalı ve hatalarımızla yüzleşmekten korkmamalıyız. En önemlisi, onlara güzel örnek olup, sorunlarını çözmelerinde rehberlik yapmalıyız.
Örnek Olalım
Unutmayalım ki çocuklarımız değer vermeyi bizden öğrenirler. Eğer biz Peygamberimiz aleyhissalatu vesselami seviyor, örnek alıyor, her hal ve hareketimizi ona uydurmaya gayret gösteriyorsak onlar da bunu yapacaklardır. Biz ona tavsiye ettiğimiz şeyleri kendimiz yapmadığımız sürece etkili olamayız.
Mesela Peygamberimizin adı anılınca salâvat getiriyor muyuz?
Onun sünneti olduğu için yaptığımız amellerimiz neler?
Peygamberimizin hangi hadislerini biliyoruz?
Onun hayatını ne kadar biliyoruz?
Ehlibeytini, ashabını ne kadar tanıyor, ne kadar seviyoruz?
Her gün, hiç değilse bir tesbih olsun (100 kere) salâvat-ı şerife getirelim.
Başta Cuma günleri olmak üzere her gün onun sünnetine ittiba’ niyetiyle temizlik, güzel koku gibi Peygamberimizin sünneti olan ve onu sevdiren âdâblara riayet edelim.
Bir misafir ağırlarken, bir komşumuza iyilik yaparken, bir çocuğun başını okşarken “Peygamberimize ittiba’ etmeyi” niyetimize alalım. “Bunu sünnet olduğu için yaptım” diyerek çocuklarımıza da örnek olalım.
Unutmayalım ki en iyi öğrenme şekli, tatbik ederek öğrenmektir. Hayatımıza tatbik etmediğimiz kuru bilgi bir gün unutulur gider ve hiçbir faydası olmaz.
Çocuklarımıza Peygamberimizi tanıtmak için; yaşına uygun yazılmış kitaplardan da faydalanabiliriz. Çocukların yaratılışları düz yazıdan çok kıssa, hikaye ve menkıbelerden etkilenmeye müsaittir.
Eğer biz çocuklarımıza böyle eserler almazsak onlar televizyonlara bakarlar, orada gördükleri ehl-i dünya, hayasız kişileri, kötü örnekleri benimserler. Onlar da çocuklarımızı yaratılış gayesinden uzaklaştırır ve her iki dünyada da mutsuz edecek hayata özendirirler. İşte bu sebepten dolayıdır ki bizler çocuklarımızı ihmal etmemeliyiz, onları televizyon karşısında terk etmemeliyiz.
Çocuklara ibadet alışkanlığı kazandırmadan manevi terbiyesi verilmiş olmaz. Namaza küçüklüğünde alışmayan kişiye sonradan alışmak zor gelir. Zamanında namazlarını kılmayan kişi, kaza namazlarını da kılamaz. Böylece namaz borcu birikir ve gözünde büyür.
Çocuğu namaza alıştırmak için öncelikler ondaki fıtri taklit yeteneğinden faydalanmalıyız. Yedi yaşından önce çocuklar, anne babalarını namaz kılarken görünce onları taklit ederler. Yanlarına varıp onlar gibi eğilir kalkarlar.
Tabi ki ilk zaman çocuklar namaz kılmanın ciddiyetinden habersizdirler. Sağa sola bakarlar, doğru düzgün duramazlar. Ama anne babalar bunun için çocuğu azarlamamalıdır. Başını okşayıp alaka göstermeli, “Aferin” demelidir.
Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam bir hadis-i şerifinde, “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” (Buhârî, İlim 12, Cihad 164) buyurmuştur.
Çocuğa bir seccade, takke veya başörtüsü alınırsa, çocuğun hoşuna gider. Böyle teşvik edip sevdirmek lazımdır. Severek öğrenirse ilerde mesul olduğu vakit zoruna gitmez.
Çocuklara yedi yaşından itibaren namaza alıştırmak gerekir. Erkek çocuklarını baba, kız çocuklarını anneleri namaza alıştırabilir. Ama anne babanın işbirliği içinde hareket etmesi önemlidir.
Terbiye işi, kararlılık, devamlılık ve sabır ister. Suyun devamlı damlaya damlaya taşı delmesi gibi, yumuşak ama kararlı hatırlatmalarla namaza alıştırmalıyız.
Namaz kılma hususunda çocuklar da büyüklere benzer veya farklı bazı problemler yaşarlar. Mesela dikkatlerini uzun süre toplayamadıkları için sık sık unutur veya şaşırırlar. Çocuğa unutma ve şaşırmadan dolayı namazın bozulmayacağını anlatmak gerekir.
Çocuklara ümit vermeli, teşvik etmelidir. “Olacak, biraz sabret” demelidir. Vesvese vermemeli ve fazla eleştirmemelidir ki yese düşüp soğumasınlar.
Babanın bilhassa erkek çocuklarını camiye götürmesi, namaza alışmalarını kolaylaştırır. Çocuklar ekseriyetle camileri sever. Çünkü camilerimizin etrafındaki bahçeler, güvercinler, kediler onların hoşuna gider.
Caminin bahçesinde çocukların kolayca yetişebileceği şadırvanlar vardır. Çocuğu camiye teşvik için biraz oynamasına izin verilebilir. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam çocukların mescidlere gelmesine ve büyüklerin arkasında saf tutup namaz kılmasına teşvik etmiştir. Onlara karşı müsamahalı olmuştur. Çocukların zaman zaman cemaate götürülmesi maneviyatını takviye eder. Cemaatin ruhu ona tesir eder ve manevi duygularını güçlendirir.
Peygamberimiz kadınların ve çocukların da bayram namazına katılmasını isterdi. Cemaat mescide sığamayacağı için sahraya çıkılırdı ve bayram namazı topluca kılınırdı. Namazdan sonra gülümseyen yüzüyle çocukların başını okşar ve hurma, üzüm gibi tatlı bir yiyecek dağıtırdı.
Çocuk eğitiminde en mühim husus örnek olmaktır. Bir baba ezan vaktini gözler, abdestini alıp camiye gitmeye hazırlanırsa çocuk da buna önem verir. Eğer bir anne namaz vakti yaklaşırken kalkar abdestini alır, ezanı beklerse, ezan okununca susup saygıyla dinlerse ve hemen seccadesini yayıp böyle arzu ile iştiyak ile Allah'ın huzuruna durursa çocuk da ondan böyle görür ve heves eder. “Annem nasıl da istekle namaz kılıyor, demek namazda büyük bir zevk vardır, ben de öyle kılayım, o zevki ben de tadayım” diye istek duyar.
Anne babalar namazı son vaktine kadar geciktirir, baştan savma kılarsa çocuk da namazın önemini anlayamaz. O da namazına önem vermez.