Değer Olarak Aile Kurumu
Aile, insanoğlunun içinde doğduğu, yetiştiği ve ilk eğitimini aldığı sosyal bir topluluktur. İnsanın yeryüzüne ayak basmasıyla birlikte aile kurumu da oluşmuştur. Yüce Allah, insanı kadın ve erkek olarak çift yaratmıştır. Birbirlerine sevgi ile yaklaşsınlar ve birbirlerinden huzur bulsunlar diye onları birbirine çekici hale getirmiştir. Neslin devamı bu çekiciliğe ve birlikteliğe bağlıdır. İşte bu birliktelik aileyi oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de ilk insanın yaratılışı ile ilgili geçen âyetlerde şöyle buyrulur:
“Hepinizi bir özden (Âdem’den) yaratan ve erkek için can yoldaşı edinsin diye kendi özünden eşini (Havva’yı) yaratan O’dur.”1
“Ey insanlar! Sizi bir özden yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabb’inize karşı gelmekten sakının.”2
Bu âyetlerden anladığımız kadarıyla Hz. Âdem ve Hz. Havva, “tek bir özden” yaratılmışlardır. Aynı özden yaratılan kadının, erkeğin yanı başında bulunmasının hikmeti, iyi bir eş ve eşini sükûnete eriştirmesi, aynı şekilde benzer özden yaratılan erkeğin de, eşinin yanı başında bulunmasının hikmeti, kadını huzur ve sükûnete kavuşturmasıdır.
Kur’an-ı Kerim, insanlık tarihinin Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan oluşan bir aile ile başladığını gösteriyor. Yeryüzünde yaşayan insanların ilk atası olan Hz. Âdem bir eşe sahip olmuş ve bu ilk karı-kocanın çocuklarıyla beraber bir aile yuvası kurulmuştur.3 Dolayısıyla dünya hayatı, Hz. Âdem ve eşiyle birlikte başlamış ve bu hayat onlardan doğan çocuklarla kıyamet gününe kadar devam edip gidecektir. Zira Âdem olmadan Havva olmaz; Havva olmadan da Âdem olmaz. Her bir eş, birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibidir.
Aile, insanlığın sonradan tanıştığı bir kurum değildir. Bakara Sûresi’nin 35. ve A’raf Sûresi’nin 19. âyetlerinde; Hz. Âdem, eş, mesken ve cennet kavramlarının birbiri ardınca kullanılması, “bir değer olan aile” için son derece önemli bir anlatım biçimidir: “De ki: ‘Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz.” Bu âyette de anlatıldığı gibi Hz. Âdem’in eşiyle ikâmet edeceği mekânın adı, “mesken” olarak ifade edilir. Mesken, “içinde sükûn ve huzur bulunan ev” anlamına gelir. Bu bağlamda dünya meskenleri, cennetteki haz ve huzur veren köşklerle4 ilişkilendirilmiştir. Bunun anlamı, bir Müslüman ailenin evi, salt mimari anlamda değil, mânevî ve ahlâkî anlamda da bir mesken olarak huzur bulunan bir dünya cennetine dönüştürülmelidir. Yine aynı âyetlerde anlatılan Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın şahsındaki uyarılarda, “ağaç metaforu”yla haramlar dile getirilir.5 “Bu ağaca yaklaşmayın!” çağrısı, “Allah’ın çizdiği sınırları ihlal etmeyin!” anlamınadır. Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla Hz. Âdem’in yasağı çiğnemesinin teşvikçisi Hz. Havva değil, doğrudan şeytandır: “Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları, içinde bulundukları konumdan çıkardı.”6 Bu sebeple yapılması gereken insan ve cin şeytanların aileyi ifsat etmesine fırsat vermemektir.
Bizim Örneğimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)
Her konuda olduğu gibi7 aile hayatı konusunda da bizim örneğimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de onun aile hayatı bize örnek olarak anlatılır: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”8 Bu âyette geçen Ehl-i Beyt tabiri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımları ve çocukları için kullanılmıştır. Onun ailesi, bütün İslâm ümmetine rol model oluşturacak olan bir ailedir. Ahlzâb Sûresi’nin 33. âyetiyle Ehl-i Beyt’e, “Siz sıradan bir aile değilsiniz, dolayısıyla gündelik hayatınızda yapıp-ettiklerinize çok dikkat ediniz, helâl ve haramlar konusunda hassasiyetlerinizi ön planda tutunuz.” demek istenmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), aileye büyük önem vermiş ve aile kurmayı daima teşvik etmiştir. Çünkü aile, hem erkeğin, hem eşinin ve hem de çocukların huzur bulacağı bir ortamdır. Aynı zamanda aile neslin devamının bir sebebi, ilk eğitim okulu, kişiyi çeşitli kötülüklerden ve günahlardan koruyan bir hisar gibidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.), evlilik çağına gelen gençleri aile kurmaya yönlendirici uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştur: “Ey gençler topluluğu! Gücü yeten evlensin.”9 Bir başka rivâyette de: “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa, benden değildir.”10 buyurmuşlardır. İslâm, maddî bakımdan yoksul olup da evlenme imkânı olmayan kız ve erkekleri evlendirmeyi topluma bir görev olarak verir.11 Bir tek insanı, kadın-erkek olarak iki ayrı cinste yaratıp birini diğeriyle mutlu etmek, aralarında gönül ve sevgi bağı tesis etmek Yüce Allah’ın insanlığa en büyük bağışıdır.12
Huzurlu ve Mutlu Ailenin Şifreleri
İslâm, evliliğe birey ve toplum açısından bir yücelik, temizlik ve korunması gereken bir değer olarak bakmıştır. Kur’an-ı Kerim’de aile yuvası ile ilgili bağlılıklar, çok ince ve dokunaklı tasvirlerle canlandırılır. Bu tasvirlerde bile bir şefkat meltemi eser, bir huzur gölgesi açılır ve etrafa tatlı bir duygu yayılır: “Kendileriyle huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve rahmet var etmesi, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”13
İslâm inancına göre aile kurmak, insanı, Rabb’ine yaklaştıran ilâhî emre itâat etmektir. Bu sebeple, aile ilişkilerinde asıl olan kararlılık ve sürekliliktir. Bunu sağlamak için İslâm, evliliği ve aile olmayı ibadet derecesine yükseltmiştir. Yoksa aile, salt iki kişinin biyolojik anlamda bir araya gelmesinden ibaret değildir. Çünkü evlilik, eşler arasında bir sözleşme biçimidir. Bu sözleşmenin kalıcı hale gelmesi ve ailede mutluluğun devamı için taraflar arasında sevgi ve saygı bağlarının güçlendirilmesi gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v.), eşleri ile kendi arasında sevgi bağlarını pekiştirecek, aralarında yakınlığı artırabilecek şekilde senli-benli olur, onlarla şakalaşırdı. Yine eşlerinin hoşuna gidecek tarzda onlara hitap eder ve sevgisini söz ve davranışlarıyla gösterirdi. Meselâ Hz. Aişe Vâlidemize ‘Ayşecik’ gibi onun hoşuna gidecek sözler söylediği, kendisiyle koşu yaptığı, Hz. Aişe’nin başını omzuna dayayarak Mescid-i Nebevî’de savaş oyunları oynayan Habeşli oyuncuları birlikte seyrettikleri bilinmektedir.
Mutlu aile bağlarının güçlenmesinde sevgi kadar eşlerin arasında saygının varlığı da çok önemlidir. Buna eskiden hüsn-i muâşeret derlerdi. Yani güzel geçinme, hep iyi tarafları görme, nâzik davranma, affedici olma, karşı tarafın da haklarının olduğunu bilme ve bunu kabullenmedir. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Eşlerinize güzel ve iyi ölçülerle davranın.”14 , “Affedici olmanız takvâya daha uygundur. Aranızdaki iyilikleri unutmayın.”15
Saygının temelinde iki tarafın birbirlerini kendilerine benzetmeye çalışmamaları ve olduğu gibi kabul etmeleri anlayışı vardır. Zira birbirlerini devamlı tenkit eden, kendini diğerine kabul ettirmeye, sürekli güvensizlik ve tek merkezli karar vermeye çalışan aile bireyleri arasındaki bu tür davranışlar mutlu aile yapılarını zayıflatır. Hâlbuki bu davranışların aksine, birbirlerini düşünen, uzlaşma yolunu tercih eden, birlikte paylaşmayı erdem sayan ve ortak karar almayı ahlâkî bir tavır olarak gören aile bireyleri arasında sevgi, saygı ve sadâkat bağları kuvvetlenir. Aile hayatında, hanımın kocasına, kocanın hanımına güvenmesi, sadâkatsizlik yapmayacakları konusunda birbirlerinden emin olmaları, huzurun mutlak adresidir. İlk vahiy geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.), üzerine yüklenen sorumluluğun ağırlığını düşünerek endişesini dile getirdiğinde, eşi Hz. Hatice Vâlidemiz onu şöyle tesellî etmişti: “Hayır, endişe etme! Allah seni aslâ utandırmaz. Çünkü sen, akrabalarına karşı sorumluluklarını yerine getiren, ailene değer veren, sözün en doğrusunu söyleyen, yokluk içinde yaşayanlara yardım eden güvenilir bir kimsesin.” Görüldüğü gibi, Hz. Hatice’nin dile getirdiği Hz. Peygamber (s.a.v.)’le ilgili nitelikler arasında, “güvenilir” oluşu da yer almaktadır. Bu bir sadâkattir. Aynı şekilde huzurlu ve mutlu bir aile için doğruluk ve dürüstlük anlamına gelen sadâkat, olmazsa olmaz ilkelerdendir. O halde aile mutluluğunun harcı, karı-koca ve çocuklarla birlikte karılacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bizi aldatan bizden değildir.”16 buyurmak sûretiyle sadâkatsizliği yermiştir. Dolayısıyla, sevgi, saygı, sadâkat ve güven temelinde kurulan bir aile düzeni beraberinde huzur ve mutluluğu getirecektir.
Şiddet, Ailede Huzursuzluğun Temel Kaynağıdır.
Öte yandan, aile içinde sevgi, saygı ve güven bağlarını zedeleyen huzur ve mutluluğu bozan sebepler arasında şiddet gelmektedir. Şiddet, bireyin bedenen ya da rûhen zarar görmesine, yaralanmasına ya da sakat kalmasına sebep olan bireysel ve toplu hareketler şeklinde tanımlanır. Maalesef yerine göre şiddetin öznesi, kadın, erkek, çocuk ya da hayvanlar olabilmektedir. Bu konuda da bizim örneğimiz Hz. Peygamber (s.a.v.) olmalıdır. O, hiçbir zaman, eşlerine karşı ne şiddet içerikli bir söz söylemiş ve ne de fiziksel anlamda şiddet uygulamıştır. Aile hayatında eşler arasında zaman zaman baş gösterebilecek kırgınlıklar olabilir. Sorun, şiddet yerine; sabır, sevgi ve karşılıklı anlayışla barış içinde çözüme kavuşturulmalıdır. Bu konuda Kur’an’ın çözüm tarzı şöyledir: “Ey inananlar! Kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.”17 Dolayısıyla, eşler arasında çıkabilecek uyuşmazlık ve dargınlıklar, ailelerin en yakınlarından oluşan bir hakem heyetiyle de çözüme kavuşturulabilir.18 Bütün toplum kesimlerince insana ve canlılara yönelik her türlü şiddetin önlenmesinde alınacak yasal tedbirlerle birlikte; din, ahlak ve değerler eğitimine ağırlık verilmelidir.
Sonuç
Netice olarak, aile, toplumun çekirdeğidir. İslâm, aile kurmayı teşvik etmiş ve özendirmiştir. Biz geleceğimizi ya ailede kazanacağız ya da ailede kaybedeceğiz. Aile, hafife alınacak bir kurum değil, özenle tahkim edilmesi ve üzerinde titrenmesi gereken bir kurumdur. Aile ne otel ve ne de lokantadır. Orası bütün yönleriyle huzur yuvasıdır. Allah’ın emir ve nehiylerinin korunduğu, İlâhî bildirimin ihlal edilmediği bu kurum ebediyyen varlığını devam ettirmelidir. Aile içinde barışın sağlanması ve devamlılığı, ancak aile bireylerinin birbirlerine gösterecekleri sevgi, sadâkat, güven ve saygıya bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, sevgiye giden yol, saygıdan geçer. Ayrıca ailenin iyi zamanları olacağı gibi, sevimsiz geçen zamanları da olabilir. Önemli olan böyle durumlarda, hissi hareket etmeden akılcı, yapıcı ve soğukkanlı hareket edilmeli suhûlet ve kararlılıkla sorunun üzerine gidilmelidir.
-----------------------------------------------------------
Dipnot
* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
1. 7/A’râf, 189.
2. 4/Nisâ, 1.
3. Bkz. 5/Mâide, 27; 7/A’raf, 23; 20/Tâhâ, 117-119.
4. 9/Tevbe, 72.
5. 2/Bakara, 35; 7/A’râf, 19.
6. Bkz. 2/Bakara, 36.
7. Bkz. 33/Ahzâb, 21.
8. 33/Ahzâb, 33.
9. İbn Mâce, Nikâh, 7.
10. İbn Mâce, Nikâh, 1.
11. Bkz. 24/Nûr, 32.
12. Bkz. 16/Nahl, 72.