* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Ailenin Önemi  (Okunma sayısı 1521 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Ailenin Önemi
« : Şubat 07, 2017, 04:20:50 ÖS »
Ailenin Önemi

Diğer canlılardan farklı olarak insanlar tarih boyunca cinsel ihtiyaçlarını, bilinçli ve amaçlı olarak kurdukları aile düzeni ve disiplini içinde karşılayagelmişlerdir. Nisâ sûresinin ilk âyetinde de işaret buyurulduğu üzere bu kurumun başta gelen amacı, sağlıklı nesiller yetiştirmek suretiyle insan soyunun dev..... katkıda bulunmaktır. Hz. Peygamber de bu hususa vurgu yapmıştır (İbn Mâce, "Nikâh", 1).

Gerçi insanlar diğer canlılar gibi evlenmeden de çocuk sahibi olabilirler. Ancak, insan yavrusunun bedensel ve ruhsal gelişiminin, annenin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar uzun ve zahmetli bir bakımı gerektirmesi yanında, insanın bir kültür varlığı oluşu da aile kurumunu gerekli kılmıştır. Zira inançlar, değerler, gelenek ve göreneklerle iyi alışkanlıklar öncelikle ve en sağlıklı bir şekilde ailede kazanılır. Kur'ân-ı Kerîm'de de işaret buyurulduğu gibi (er-Rûm 30/21), aile kurumunun belki de en önemli işlevi sevgi odaklı bir ilişkiler dünyası oluşturmasıdır.

Aile kurumu kıskançlıkları, dolayısıyla çatışmaları önleyerek toplumsal düzenin sağlıklı işleyişine de katkıda bulunur. Aile kurumu ve onun çevresinde oluşturulmuş kurallar, kadın-erkek ilişkisine biyolojik tatminlerin ötesinde değer ve anlamlar katar. İslâmiyet'in bir yandan zinayı ağır yaptırımlarla yasaklarken bir yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi de budur.

Erdemli ve mükemmel bir toplum yapısı gerçekleştirmenin en önemli şartı olan hak ve sorumluluk bilinci, toplumun çekirdek birimi olan aile için de vazgeçilmez bir önem taşır. Nitekim Hz. Peygamber, aile bireylerinin haklarını ihmal etmek pahasına nâfile namaz kılmaya, oruç tutmaya vb. ibadetler yapmaya bile izin vermemiştir (Buhârî, "Savm", 55).

İslâm ahlâkçıları, kural olarak diğer bütün insanların ve müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde söz konusu olan hak ve yükümlülüklerden aile bireylerinin de birbirlerine karşı sorumlu olduklarını belirtmişler; ayrıca onların kendi aralarında aile kurumuna özgü hak ve sorumluluklarının da bulunduğunu ifade etmişlerdir.

 Eşler Arasında Haklar ve Görevler

Toplum içinde olduğu gibi aile içinde de haklara riayet edilmesi ve sorumlulukların yerine getirilmesi için belli bir düzen ve disiplinin kurulmasına, rollerin belli olmasına ihtiyaç vardır. Nisâ sûresinin 34. âyetine bakılırsa Kur'ân-ı Kerîm, aile reisliği yetki ve sorumluluğunu, koyduğu genel ahlâk ve adalet ilkeleri çerçevesinde erkeğe vermiştir. Hadislerde de erkeğin bu konumuna işaret eden ve kadının kocasına saygılı olmasını öğütleyen açıklamalar bulunmaktadır (meselâ bk. Buhârî, "Ahkâm", 1; Ebû Dâvûd, "Nikâh", 40; İbn Mâce, "Nikâh", 4). Bununla birlikte, İslâmiyet'in tamamen aile düzeninin sağlıklı işleyişini temin maksadıyla erkeğe tanımış olduğu aile reisliği işlevi, ona asla kadın üzerinde bir baskı ve zorbalık imkânı vermez; ahlâk ilkeleriyle çelişen, bu nedenle de Kur'an'ın Peygamber'e bile tanımadığı (meselâ bk. el-Gaşiye 88/21-22) bu imkânı sıradan insanlara tanıması mümkün değildir. Dolayısıyla kadının kocasına saygısı da cebrî değil, ahlâkî bir saygıdır. Kur'ân-ı Kerîm, "Kadınlarla iyi geçininiz" (en-Nisâ 4/19) buyurur. Hz. Peygamber de insanların en iyisinin eşlerine karşı iyi davrananlar olduğunu ifade eder (Tirmizî, "Radâ'", 11).

Kınalızâde'nin İslâm ve Türk ahlâk kültürünün klasiklerinden olan Ahlâk-ı Alâî adlı eserinde (II, 23) kocanın eşine karşı görevleri özetle şu şekilde sıralanır: "Erkek karısına karşı iyi davranmalı, haklarını gözetmeli; gücü ölçüsünde güzel ve değerli elbiseler giydirmeli; evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dâhilî işlerini ve hizmetçilerin yönetimini ona bırakmalı; kadının akrabasına saygı ve ikramda bulunmalıdır. Erkek, karısıyla yetinip üzerine evlenmemelidir; çünkü iki evlilik kıskançlık ve geçimsizlik doğurur". Kınalızâde çok kadınla evliliğin insan tabiatına aykırılığını şu şekilde ifade eder:

"Evde erkek, tende can gibidir; iki tene bir can olmadığı gibi iki kadına da bir erkek yakışmaz".

Müslüman ahlâkçıların bu yöndeki önerileri İslâm toplumlarının geleneğinde hâkim olan çizgiye de uygundur. Nitekim İslâm medeniyeti tarihinin önde gelen uzmanlarından Alman araştırmacı Adam Metz'in el-Hadâratü'l-İslâmiyye fi'l-karni'r-râbi` el-hicrî başlıklı değerli çalışmasındaki (I, 179-180) bir tesbitine göre bütün tarihî bilgiler, İslâm toplumunda ana gövdeyi oluşturan orta tabakanın bir tek kadınla yetindiğini belgelemektedir. Esasen dönemin ileri gelenleri de, halkı, tek kadınla evliliğe teşvik ediyordu. Meselâ Fâtımî Halifesi Muiz-Lidînillâh, önde gelen bir toplulukla sohbet ederken, "Kadınlarınıza ilgi gösterin; eşiniz olan bir tek kadınla iktifa edin; çok kadınla düşüp kalkmayın. Hayatınızın tadı kaçar, zarar görürsünüz... Bir erkeğe bir kadın yeter" demiştir. Ünlü şair Ebü'l-Alâ el-Maarrî de şiirlerinde tek kadınla evliliğin yararlarından söz eder (a.e., II, 179).

İslâm hukukunda da çok evlilik dinin bir emri olarak değil, ihtiyaç halinde kullanılabilecek bir ruhsat olarak tanıtılmış, kural olarak tek evlilik tavsiye edilmiştir. Çok evlilik için çoğu diyanî nitelikte bir dizi şarttan söz edilmesi de bu gayeye mâtuftur.

 Ana Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri
Her yeni doğan çocuk, aile için yeni bir mutluluk ve sevinç vesilesi olması yanında yeni sorumluluklar da getirir. Ebeveynin bu konudaki görevlerini üç noktada toplamak mümkündür:

1. Çocuğun maddî ihtiyaçlarının karşılanması. Çocukların beslenme, barınma, giyim kuşam ve sağlık gibi maddî ve bedensel ihtiyaçlarının karşılanması ailenin başta gelen görevidir. Hz. Peygamber, kişinin hayır yolunda harcadıkları içinde sevabı en bol olanının, aile bireylerine yaptığı harcamalar olduğunu belirtmiş; başka bir hadisinde de, "İnsanın aile bireylerini sefil bırakması günah olarak kendisine yeter" (Ebû Dâvûd, "Zekât", 45) buyurmuşlardır.

2. Çocuğa sevgi ve şefkat gösterilmesi. Peygamber efendimizin gerek kendi çocukları ve torunlarına gerekse diğer çocuklara karşı son derece şefkat, merhamet ve sevgi hisleri duyması, onları bağrına basıp okşaması, öpmesi, hatalarını bağışlaması, şakalaşması, hatta oyunlarına katılması ile ilgili pek çok hadis rivayet edilmiştir. Onun çocukara olan bu düşkünlüğünü yadırgayan birini, "Allah senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yaparım!" (Buhârî, "Edeb", 18) diyerek eleştirmiştir.

Modern psikoloji, ebeveynin sevgi ve şefkat gibi mânevî ilgisinin en az maddî ilgi kadar önemli olduğunu, bu ilgiden yoksun kalan çocukların uyum problemlerinin bulunduğunu, suç işleme eğilimlerinin daha güçlü olduğunu göstermektedir. Ayrıca, çocuğun anne sütüyle beslenmesi bedensel olduğu kadar ruh sağlığı bakımından da çok yararlı görülmekte ve böylece Kur'ân-ı Kerîm'in, "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler" (el-Bakara 2/233) anlamındaki âyetinin önemi daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır.

3. Çocuğun eğitimi. Çocuğun dinî, ahlâkî ve meslekî eğitimi ailenin en zor ve o kadar da önemli görevidir. Müslüman ahlâk ve eğitim bilginleri Allah'ın rab (terbiye edici, eğitici) şeklindeki ismini de buna delil gösterirler. Hz. Peygamber'in, "Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim" (İbn Mâce, "Mukaddime", 17) anlamındaki hadisi ise eğitimin bir peygamber mesleği olduğunu gösterir. Eğitimin temel amacı ise çocukların bilgide ve ahlâkta donanımlı olmalarını sağlamaktır. "Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir miras bırakamaz" (Tirmizî, "Birr", 33) anlamındaki hadisin açık ifadesi yanında, "İlim talep etmek her müslümana farzdır" (İbn Mâce, "Mukaddime", 17) mânasındaki hadis de bu hususta ebeveyne sorumluluk yüklemektedir.

Aile ortamı aynı zamanda bir eğitim ortamı olduğundan çağdaş eğitimciler gibi müslüman eğitimci ve ahlâkçılar da aile eğitiminin önemi ve tarzı üzerinde geniş olarak durmuşlardır. Başta Mâverdî'ye ait Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn ve Gazzâlî'ye ait İhyâü ulûmi'd-dîn adlı ölümsüz eserler olmak üzere ahlâk ve eğitim konularındaki sayısız eserde yer alan bu husustaki önerileri şu şekilde özetlemek mümkündür: Büyükler, davranışlarıyla çocuklar için iyi örnek olmaya önem vermeli; eğitim sırasında onları büyük yerine koymayıp kendileri onların düzeyine inmeli ve onları anlamaya çalışmalı; oyun oynamalarına fırsat vermeli, eğitici oyunlara yönlendirmeli, onlara daima doğru ve tutarlı bilgiler vermeli; hoşgörü ilkesine özenle riayet etmeli; ancak bunun ölçüsünü iyi ayarlayarak çocukların şımarıp arsızlaşmasına yol açmamaya özen göstermelidirler.

Çocukların Ana Babalarına Karşı Görevleri

Hem Kur'ân-ı Kerîm'de hem de hadislerde çoğunlukla Allah'a kulluk vecîbesinin hemen ardından ana babaya saygılı olma ve iyi davranmanın bir görev olduğuna dikkat çekilir (meselâ bk. el-En`âm 6/151-153; el-İsrâ 17/22-37). Meryem sûresinde Hz. İbrâhim ile babası Âzer arasındaki bir diyalogu aktaran âyetler (19/41-88), evlâdın ebeveynine karşı saygısına bir örnek oluşturması bakımından ilgi çekicidir. Burada Hz. İbrâhim Âzer'e her sözünün başında "babacığım" diye hitap eder; babası müşrik olmasına, son derece kaba ve tehdit edici ifadeler kullanmasına rağmen yine de o saygısını koruyarak, "Selâm olsun sana! Rabbimden senin için af dileyeceğim" der. Hz. Peygamber de en önemli amelleri, Allah katındaki değerine göre, "Vaktinde kılınan namaz, ebeveyne iyilik ve Allah yolunda cihad" (Buhârî, "Edeb", 1; Müslim, "Îmân", 137) şeklinde sıralamıştır. Çok meşhur bir hadiste, "kebâir" (büyük günahlar) diye bilinen başlıca kötülüklerin en büyükleri, "Allah'a ortak koşmak, ebeveyne âsi olmak ve yalan yere şahitlik yapmak" (Buhârî, "Edeb", 1; Müslim, "Îmân", 143, 144) şeklinde ifade edilmiştir.

Ana babaya iyilik edip onları incitmekten kaçınmanın önemine dair pek çok âyet ve hadisin yanında, ahlâk kitaplarında da konuya büyük önem verilmiş; onların, birer insan olarak tabii haklarının yanında; evlâtların onlara karşı yerine getirmeleri gereken birçok görevden söz edilmiş olup bunların başlıcalarını şöyle sıralamak mümkündür: Maddî ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamaya, huzurlu bir yaşama ortamı sağlamaya çalışmak, istetmeden vermek, kendilerinden aşırı fedakârlıklar beklememek, haklarında şikâyetçi olmamak, kusurlarını saklayıp iyiliklerinden söz ederek itibarlarını korumak, uyarılmaları zorunlu olan durumlarda ise uyarıları incitmeden yapmak, hayatta iken ve öldükten sonra haklarında duacı olmak, haram olmayan konularda isteklerini yerine getirmek, hayır ve ibadetlerine yardımcı olmak, öldüklerinde vasiyetlerini yerine getirmek ve arkalarından hayır hasenatta bulunmak, hâtıralarını yaşatmak üzere dostlarıyla ve sevdikleriyle ilişkiyi devam ettirmek, nihayet dinin ve örfün gerekli veya güzel bulduğu diğer hususlarda lâzım geleni yapmak.

Akrabalar Arasında Haklar ve Görevler

Genel olarak müslümanlar ve bilhassa komşular arasında söz konusu olan iyilik ve ikram, yardımlaşma, dayanışma, ziyaretleşme, hoşgörü, iyi ve kötü günleri paylaşma, davete icâbet, hasta ziyareti, bayramlaşma, tebrikleşme, tâziye gibi sosyal ve ahlâkî görevler akrabalar arasında da geçerli ve gereklidir. Ancak bütün bunlar öncelikle akraba ile ilişkileri sürdürmeyi gerektirdiği için gerek hadislerde gerekse ahlâk kitaplarında bu konuya "sıla-i rahim" başlığı altında özel bir önem verilmiştir. Bir kutsî hadiste Allah Teâlâ, kim akrabalık ilişkisini yaşatırsa kendisinin de o kuluna ilgisini sürdüreceğini, fakat akrabasını terkedenlerden de ilgisini keseceğini bildirmiştir (Buhârî, "Edeb", 13). Hz. Peygamber de, konuyla ilgili pek çok hadisinden birinde, "Bütün faziletlerin en üstünü, senden ziyareti kesen akrabanı ziyaret ederek ilişkiyi yaşatmandır" (Müsned, III, 438) buyurmuş; ziyaretleşmenin rızkı bollaştıracağını (Buhârî, "Edeb", 12; Müslim, "Birr", 20, 21); akrabaya mal yardımında bulunmanın başkalarına yapılan yardımın iki katı sevap kazandıracağını (Nesâî, "Zekât", 82; Tirmizî, "Zekât", 26) bildirmiş; hatta bir hadiste akrabalık ilişkisini kesenler cennete giremeyecekler arasında gösterilmiştir (Buhârî, "Edeb", 11; Müslim, "Birr", 18, 19).

İnsanın toplumsal bir varlık olduğu şeklindeki yaygın görüş müslüman bilginlerce de kabul edilmiştir. Esasen Kur'ân-ı Kerîm'de de bu hususun benimsendiği görülmektedir (meselâ bk. el-Enfâl 8/63). Ayrıca pek çok âyet ve hadiste toplumsal hayatı düzenleyen hükümlerin konulması insanın sosyal bir varlık olduğu kabulünün bir sonucudur. Hz. Peygamber'in hayatından da ilham alarak hiç tereddüt etmeden belirtebiliriz ki, İslâmî öğretide ideal insan, kendini toplumdan izole etmiş, dünyaya ve hayata sırtını çevirmiş münzevî insan değil, bir toplum içinde yaşayan, dünya hayatının olumlu ve olumsuz şartlarıyla yüzyüze gelen, hayatla ve dünya ile hesaplaşan; hayatı, dünyayı, toplumu ve devleti Allah'ın iradesine ve insanlığın en yüksek mutluluğuna uygun kılma çabalarına katkıda bulunan, nihayet başkaları için de yaşayabilen ve onlardan gelecek sıkıntılara katlanabilen insandır. Bu sebeple İslâmiyet, yalnız bireysel hayatla ilgili değil, toplum ve devlet düzeniyle ilgili olarak da önemli ilkeler koymuş olup bunlar içinde ahlâkî olanlar geniş bir yer tutar. Aşağıda başlıcalarına işaret edilecek olan bu ilkeler hakkında gerek Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde, gerekse diğer İslâmî literatürde çok zengin bilgiler bulunmaktadır
.[/font][/size][/color]


fanidunya

  • Ziyaretçi
Aile İçinde ve Toplumda Sorumluluklarımız
« Yanıtla #1 : Nisan 10, 2017, 09:04:47 ÖS »
Aile İçinde ve Toplumda Sorumluluklarımız

Allah (c.c.),  ailemize ve insanlığa karşı sorumluluğumuzu şöyle haber veriyor:
“Ey iman edenler kendinizi ve ailenizi yakıtı insan ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun.” (Tahrim, 66/6)

Bu ayeti duyan Hz. Ömer, “Ya Rasulullah kendimizi koruruz, ama ailemizi nasıl koruyabiliriz?” diye sorar.

Rasulullah (s.a.s.):

 “Allah’ın sizi yasakladığı şeylerden onları engellersiniz. Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu onları korumak olur.” diye karşılık verir.1

İffetin nerdeyse sokaklarda çiğnendiği, iffetsizlik reklamlarının evimize kadar girdiği gününüzde eşler birbirlerini toplumun kucağına atmamalı.

Aile fertleri,  iffetlerini koruyacak zemin aramalı. Avrupalıları giyimde, kuşamda, yaşam tarzlarında, taklit etmeye başlayan erkek ve kadın Müslümanlar, fiilen Avrupa uygarlığını ve kültürünü  kabul etmiş olmaktadırlar.

İslam zahire göre bakar çünkü yaşayışı bunu göstermektedir. Aksi takdirde davanın ve amacının yaşantıya ve düşünceye de yansıması gerekmektedir. İnsan ruhunda, özünde, yaşantısında başka medeniyeti ve başka toplumu düşünecek taklit edecek ve sonrada “Elhamdülillah ben Müslümanım!’’ diyecek. Var mı böyle bir şey? Bu mümkün değildir.

Şunu belirtmek gerekir ki, Müslüman kişi şöyle haykırmalı:

Elhamdülillah ben Müslüman’ım ve Müslüman gibi yaşarım, Müslüman gibi giyinirim, Müslüman gibi düğün yaparım… Ahlaki yapım budur. Ölçüm Kur’an ve Sünnet’tir Kısacası yaşam ve inanç  tarzım budur…

Erkek ve kadınlar dünyalık geleceği garanti altına almak gayesiyle çalışıp tağuta hizmet ederler.  Bana hanımefendi desinler, bana beyefendi desinler diye, kariyer yükseltirler. Tam işimi yoluna koydum bundan sonra emekli olup rahat edeceğim derken, takdiri ilahi ölüm gelir çatar.

 Maalesef böyle düşünen kişiler yıllarca çalıştıkları halde geleceği garanti altına   alabilmişler mi?
İnsanoğlu beşeri sistemin sigortasına sarılmıştır. Hayat sigortası, sağlık sigortası, deprem sigortası, mal sigortası vs. gibi dünyalık düşüncelerin ötesine geçmemiştir. Müslüman’ın en büyük teminatı ve sigortası ahiretini kolaylaştıracak, sağlam bir akide ve iman olmalıdır. Mü’min muvahidlerin sigortası, bırakmış olduğu ilim, yetiştirmiş olduğu salih evlatlar, Allah için yapılan infak ve sadakalardır. İslam dini o kadar güzel bir din ki Müslüman’ın sermayesi, garantisi yani geleceğin garantisi evlatlardır. Kıyamete kadar bitmeyen  bir sermaye. Müslüman mü’minler anne ve babalarına bakarlar ve onların evlatları da onlara bakar ve böylece bu nesil kıyamete kadar devam ederse emin olun ki geleceği garanti altına almış olurlar.

Allah Resulü (s.a.s.): "Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"2

Öyle ki hakkı hukuku, adaleti, sevgiyi, ahlakı, kariyeri ve özgürlüğü beşeri sistemlerde  değil Kur’an ve Sünnet’te aramak gereklidir. Çünkü  İslam tek kurtuluş yoludur.

İnsanoğlu huzuru dünyada ve ahirette İslam gölgesi altında, sadece ve sadece İslam nizami altında bulur.

Günümüzde çok tartışılan ve yanlış anlaşılan konulardan biride aile ve cemiyette kadın haklarıdır. Kulun hakkını Allah belirler. Çünkü mülk sahibi yalnızca Allah’tır. Hüküm ve kanun koyma yetkisi de ona aittir. Yüce Allah kullarına ne vermişse ona razı olunmalıdır. Çünkü gaye nefis değil, Yaradanı razı etmektir. Erkek ve kadının karşılıklı haklarına gelince İslam ilim adamları bu hususta bir cilt dolduracak kadar bilgi toplamışlardır.

Erkeklerin kadınlardan üstünlüğünü:

1.Erkeklerin fiziksel yapıları kadınlara nazaran daha kuvvetlidir.

2.Olaylar karşısında daha sabırlı ve metanetlidirler.

3.Önemli meselelerde daha iyi düşünüp temkinli davranırlar.

4.Sevk ve idarede, insan haklarını korumada daha başarılıdırlar.

5.Ailenin yükünü taşımakta ihtiyaçlarını karşılamakta kendilerini daha çok sorumlu görmeklerdirler.

Kabul etmek gerekir ki kadınlar yapı itibarıyla bu vasıflara sahip değillerdir. Bundan dolayı da Müslüman kadınların komplekse girmesine gerek yoktur. Çünkü erkekte kadında, Allah katında kulluk bakımından eşittirler. Müslüman mü’min kadınlara verilen değere baktığımızda, Cennet annelerin ayakları altındadır buyrulmaktadır. Mümin Müslüman kadınlar gayret edip bu dereceye ulaşmak için bol bol kitap okuyup bu davada çaba göstermesi gerekir.
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” Bu sözü ehli olanda söylüyor ehli olmayanda söylüyor.

Ve sormak gerekir ki cennet bu kadar basit mi bu kadar ucuz mu, cennet hangi annenin ayakları altında? Bunu iyi kavramak lazım. Günümüzde çoğu kadın, “Kadın Hakları” diye yürüyüş yapıyorlar ve atalarına gidip şikâyette bulunuyorlar. Etrafında tavaf ediyorlar. Hâlbuki onların istediği hakları Allah Teâlâ Kur’an’da buyuruyor. Maalesef bu tip insanlar başvurdukları kitlelerden değil de Kur’an-ı Kerim’den beslenmiş olsalardı, Allah Teâlâ’nın Kur’an’da kadınlara verdiği hakları göreceklerdi fakat öyle kadınlar var ki çağdaşlık adına yarasanın aydınlıktan korktuğu gibi onlarda İslam’dan korkuyorlar. Yine günümüze baktığımızda boşanan kadınların sayısı Müslüman dindar kadınlara nazaran çağdaşlık adına yürüyüş yapan aynı zihniyette ki kadınlardan oluşturulmaktadır.

Bazı kişiler haramların tek tek sayıldığını görünce şer’i hükümlere tahammülsüzlükleri sebebiyle sıkılırlar. Bu sıkılmalar imanlarının zayıflığından ve İslam’ı gereği gibi yaşayamadıklarından kaynaklanır. Örnek verecek olursak, içki, kumar, fuhuş, faiz gibi vs. haramlar ve bunları sıralamaya ve saymaya devam edecek olursak bitirebilir miyiz acaba? Böyle kişilerin dinin kolaylık dini olduğunu söylemeleri doğru fakat istenilen şeyler yanlıştır. Hani derler ya dinde zorlama yoktur, hâlbuki dinde ki kolaylık anlayışı insanların arzu ve isteklerine göre değildir.

Dinin kolaylık dini olduğunu ileri sürerek haram işlemeye delil getirmekle şer’i kolaylıkları ve ruhsatları kullanmak arasında fark vardır.

Mesela bir hanım başını kapatmak istemiyor fakat vicdanen huzursuz, rahatsız ve kendini rahatlatacak fetva ve ruhsat arıyor. Kalbini tatmin etmek ve istediği cevabı alabilmek için o hoca bu hoca dolaşıyor. Ve en son gittiği hoca istediği cevabı verince şöyle der:

“Ben hocaya gittim, başörtü örtmesem de olurmuş. Biz başörtü ayetini yanlış anlıyormuşuz’’ der.

Maalesef bugün insanlar İslam’a uymak bir yana, İslam’ı kendilerine uydurmaya çalışıyorlar. Hâlbuki kişi inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanır.

Kişi yaptığı ibadetlerde hem Allah (c.c.) rızasını kazanmak istiyor hem de insanların yaptığı ibadetleri görmesi için mücadele ediyor,

Böyle kimselerin ameli boşa gitmiştir. Yine aynı kişi haberi yayılsın ve insanlar onun hakkında konuşsunlar diye bir amel işlerse şirke düşmüş demektir.

İbni Abbas (r.a.)’dan Rasululllah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivayet ediliyor:
İnsanlara duyurmak için bir amel işleyene Allah (c.c.) kıyamet günü insanların içinde teşhir eder. Gösteriş için bir amel işleyeni Allah (c.c.) kıyamet günü insanlar önünde rezil eder.3

Evet, sevgili dostlar, maalesef örtünmeyen hanımlar hem beden elbisesinden hem takva elbisesinden mahrumdurlar. Namaz kılmayan ve dini vecibelerini yerine getirmeyen kişilerinde Allah’ın rızasını kazanması mümkün değildir. Böyle kişiler Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in şefaatine nayil olamadığı gibi cennet nimetlerinden mahrumdurlar.

Çünkü namaz kılmayana “kâfir denmez, fakat kâfirler de namaz kılmaz.” Yani burada kâfirden kasıt çok önemli bir tehtid vardır. Maalesef geleceğin ümmetini yetiştirmek isteyen biz anne ve babalara çok iş düşüyor. Bir çocuğun ilk hocası baba ve annedir. Aileler evlerinde birlikte hareket etmelidirler. Çünkü çocuk anne babayı modeller. İslam’ın emirlerini yerine getiremeyen bir aile reisi çocuğuna ne kadar nasihat ederse etsin o anne ve baba çocuk tarafından kale alınmamaktadır.

Bir baba düşünelim. Namaz kılmıyor, fakat çocuğuna namaz kılmasını gerektiğini söylüyor. Çocuk bu babayı ne kadar kale alır? Bunu iyi düşünmek gerekir.

Günümüzde bazı nazımız geçtiği insanlara nasihat etiğimizde şu cevabı alırız ben annemden babamdan bir şey görmedim ki, bende  çocuklarıma İslam’ı öreteyim bilmiyorlardı bana bir şey öğretmediler, diyen kişiler var. Fakat bu çok yanlış bir düşünce. Çünkü sahabenin annesi babası sahabe değildi.

Kişi İslam’a girip hakkıyla iman ettiği takdir de Allah (c.c.) onu çok güzel terbiye eder. İman kalbe oturunca bütün azalara hükmeder. İmanın kalbe oturması demek kalp ile tasdik dil ile ikrardır.

Peygamber rabbinden indirilene iman etti müminlerde iman etti. Önce Peygamber (s.a.s. ) iman etti ve insanlara örneklik teşkil etti sonra müminlerde iman etti. Onlarda aile ve çevresine örneklik teşkil ettiler yani örnek oldular.

Hz. Bilal öyle iman etmişti ki, iliklerine kadar işlemişti hatta putların önünden geçerken putlara tükürüp geçiyordu. Ancak imanlı ve ihlâslı kişilerin hayatı örneklik teşkil eder. Ne yapıyorsan, Allah rızası için yapmak!

Sahabe anne ve babasına imanı çok güzel anlatıyordu. Günümüz gençliğine baktığımızda dar kot pantolonlar, dar ince elbiselerle örtünüp, derisinin görünmesi vücut hatlarının belli olması ve kadın elbisesinin erkeklere benzemesi böyle kadınlara Allah (c.c.) lanet ediyor günümüzde bazı kişilerde var ki (hicap) kapanma konusunda ikiyüzlülük münafıklılık yaparlar. Müslüman kadınların yanında kapanır, Müslüman olmayan kadınların yanında açılırlar. Böyle giyinen kişiler yaratıcısını ne kadar tanıyor veya Müslüman hanımlar bir araya geldiklerinde dünyevi meseleler yerine huzuruna çıkıp hesap vereceğimiz Allah’a neden hakkıyla kul olamıyoruz bunları konuşmak gerekir!

Evet, heva ve hevesimizi bir kenara bırakamıyorsak, frenleyemiyorsak, bunun sebebi Yaradan’ı gereği gibi tanıyamadığımızdandır. Müslümanlar, bir araya geldiklerinde vücut hatlarını belli eden kıyafetler giymemeli, çünkü Müslüman kadın örnek şahsiyettir. Mü’min kadınlar, birbirlerini hayra teşvik ederler cahiliyye kıyafetleri giymezler. Bu konuda beylerin hanımlarına destek olması gerekir.

Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

 “Her kim dünyada gösteriş elbisesi giyerse, Allah ona kıyamette zillet elbisesi giydirecektir”4
Evet, maalesef kıyafetler ve aksesuarlar vs. Türkçe yabancı pop müzikler çetleşmeler vs. anne ve babalar çocuklarına kızmak bir yana nasihat dahi edemez hale geldiler. Halbuki din bir nasihattir. Yine günümüz gençliğine baktığımızda çocuklar resmen anne ve babanın efendisi oldu, çocuklar strese girer korkusuyla nasihat dahi edilemiyor. Affınıza sığınıyorum, ama söylemeden geçemeyeceğim resmen edepsizliğin adını stres koymuşlar.    
 
Şu andaki yaşantılara bakıldığında, iman ateşten bir kor eline alsan elin yanıyor, bıraksan imanın gidiyor. Biz Müslümanlar, bırakalım elimiz yansın imanımız gitmesin. Bu tür hastalıkların sebebi ile evlerde gereği gibi şeriat yaşanmamaktadır. Nasıl yaşanın ki? Birinci fitne televizyon hayatımızda olmazsa olmaz hale geldi. Kaldırmaya gücümüz yetmiyor. Bir haber programını bile ailenle izleyemiyorsun. Devamında karşına ne çıkacak bilmiyorsun. Sabahtan akşama kadar pembe diziler, biri bitmeden alt yazı geçiyor, birazdan şu  dizi başlayacak anlayacağınız günün programı belirlenmiş.

Düşünelim! Evimize gelen misafirler gözümüzün önünde (uygunsuz hareketler de) bulunsalar ne yaparız?

Utanmıyor musunuz nedir bu rezillik diye tekme tokat kovalarız. Dışarı atarız. Fakat ne acıdır ki, bugün evlerde aynı şeyler devamlı yapılıyor ve kaldırmak şöyle dursun engel dahi olunamıyor.
Peki, böyle bir ortamda böyle bir evde ne kadar şuurlu takvalı örnek bir model olunabilir.

Ebeveynler evde ailesiyle birlikte hareket etmesi gerekir ki arkasından rahmet okuyan evlat bırakabilsin.

Kişi kendisine şöyle sormalı:

Ben İslam’a girdim hayatımda ne değişti? Yaşam tarzım İslam’a uygun mu? Benim yaptığım bu işten Allah Teâlâ razı olur mu? Velhasıl Müslüman olmak isteyen bir insana, bana bak da özen diyebilir miyiz?

Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl, 16/ 97)

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir oyalanma, bir süs, aranızda övünme ve malları ve çocukları artırma yarışıdır…” (Hadid, 57/ 20) 

Rabbi Teâlâ Müslüman müminleri gaflet uykusundan uyandırsın. Yaşadığımız dünyayı ıslah eylesin.  Ahiretimizin bütün müminlere hayırlı olmasını nasip etsin!   

------------------------------------------------------------------

Dipnot

1- Buhari

2- Müslim

3- Müslim

4- Ebu Davut, İbni Mace, İmam Ahmet



anadolu

  • Ziyaretçi
Ynt: EŞLERARASINDA KUL HAKKI
« Yanıtla #2 : Mayıs 16, 2017, 01:39:13 ÖS »
EŞLERARASINDA KUL HAKKI

İslam dininde kul hakkına riayet etmenin önemini biliriz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kul hakkına dikkat etmeyip, zulmetmenin mahşer gününde iflasa sebep olduğunu bildirmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün ashab-ı kirama:

"Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab-ı kiram:

- Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları bitince de, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir" buyurdular. (Müslim, Birr 59)

Bir müslümana asla bir mümin kardeşinin canını yakmak veya malını almak gibi zulümler yakışmaz. Birçoğumuz bu gerçeği biliriz ve elimizden geldiği kadarıyla kimsenin kul hakkına girmemeye dikkat ederiz. Ancak ne yazık ki iş evliliğimize gelince eşimizin de bir kul olduğunu unuturuz ve onun hakkına da aynı şekilde riayet etmemiz gerektiğini düşünmeyiz.

Hâlbuki bu dünyada eşler birbirleriyle tek bir vücut gibi olsalar da ahiret gününde her bir insan tek tek hesaba çekilecektir. Dünyadayken bir insan eşinden gördüğü eziyetleri kimseye şikâyet etmese, hakkını aramasa da ahirette hakkını arayabilir. Bu sebeple eşlerimizin haklarını da öğrenmeli ve onlara riayet etmeliyiz.

Kur’an-ı kerimde Rabbimiz, “Kadınlar sizin için elbise, siz de onlar için elbisesiniz” (Bakara, 187) buyurarak, eşlerin birbirine ne kadar muhtaç olduğunu benzetme yoluyla işaret buyurmaktadır. Gerçekten de her insan eşine bazı hususlarda muhtaçtır. Bir adam dışarıda ne kadar güçlü olsa da evine geldiği zaman eşinin ona huzur vermesine, onun ihtiyaçlarını anlamasına muhtaçtır. Kadınlar ise duygulu ve hassas yaratılışlarının da bir neticesi olarak eşlerinin iyi muamelesine çok daha fazla muhtaçtır.

Bir kadın gerek maddi gerek manevi bütün ihtiyaçları için kocasına başvurmak durumundadır. Eğer kocasının onun ihtiyacını anlamaz, duyarsız davranırsa kadınların mağdur olması kaçınılmazdır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buna işaretle:

"Sakın ha, kadınlara da iyi muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda, (size muhtaç olmak bakımından) sanki esir durumundadır. Onlara iyi muamelenin dışında bir başka şey yapmak hakkına sâhip değilsiniz..." (Tirmizî, Fiten 2, Müslim, Hacc, 194,) buyuruyor.

Hadiste geçen "avanün" kelimesi savaşta esir edilmiş köle manasında değildir. Kadının kocasına olan ihtiyacını ve ihtiyaçlarını kocasından başkasına arz edemeyecek durumda olmasını işaret eder. Bunun yanında kadın kocasının yanında kendini değerli hissetmeye, sevildiğini bilmeye de muhtaçtır.

Kadınlar yaratılış olarak sevilme ve beğenilme ihtiyacını daha çok hissedecek şekilde yaratılmıştır. Kadının fıtratına sevme, şefkat duyma ve sevilmeye, şefkate ihtiyaç hissetme duyguları daha fazla konulmuştur. Bu ihtiyacını kocasından göremeyen kadınların zamanla kendine akraba veya arkadaş çevresinden yarenler edindiğini, onların sevgi, beğeni ve desteklerini hedeflediğini görebiliyoruz. Oysa bu evlilikler için iyi bir gidişat değildir. Bir evlilikte karı koca iyi bir dost, arkadaş ve en yakın sırdaş olmalıdır.

Bir erkek, evlendikten sonra bekârlık zamanlarındaki alışkanlıklarını devam ettirir, eve geç gelir, arkadaş çevresiyle eğlenir, zamanını ve imkânlarını kendi nefsine harcar, hanımını ilgisiz bırakırsa hanım kendisini değersiz hisseder. Zamanla kocasının ona karşı bu bencilce hareketlerine kırgınlık duyar ve belki de kendi başının çaresine bakmaya başlar.

Zamanımızda birçok evde karıkocalar adeta aynı evde iki yabancı gibi olmaya başlamıştır. Biri elinde cep telefonu, birileriyle yazışıyor, gülüşüyor, konuşuyor; diğeri internet başında bir takım sitelere giriyor. Bunlar hem evliliğin devamı adına hem de eşlerin ahiret saadetleri adına hiç de iyi bir durum değildir.

Allah-u Zülcelâl insan ilişkilerine ölçüler getirmiştir. Her Müslüman bu ölçüleri bilmek zorundadır. Kadın erkek her Müslümanın ilmihalini, yani itikad, ibadet ve muamelat yani helal harama dair meseleleri öğrenmesi farzdır. Bu hükümlere göre Müslüman erkekler ve kadınların, namahrem kişilerle ihtiyaç haricinde konuşmaları, görüşmeleri ve bilhassa samimi olacak şekilde iletişim kurmaları haramdır.

Eşler Birbirine Duyarlı Olmalı

Allah-u Zülcelâl mümin kadınlar ve erkeklerin birbirlerinin velisi, dostu, hayat arkadaşı olmasını istemiştir. Karı kocaların birbirlerine karşı hayırlı olmaları, birbirlerinin meşru ihtiyaçlarını karşılamaları ve hayırlı işlerde birbirlerini desteklemeleri, dini bir vazifedir.

İslam’da evliliğin en önemli hikmetlerinden biri, haramdan uzak durarak ihtiyaçlarını meşru çerçevede gidermektir. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem evliliğin bu yönünü şöyle ifade buyurur: “Gençler, evlenin! Çünkü evlenmek, sizi harama göz dikmekten alıkoyar. Durumu evlenmeye müsait olmayan, oruç tutsun. Çünkü oruç, onlar için kalkandır. Onları frenler ve zinâdan korur.” (Buhârî, Nikâh, 3; Ebû Dâvud, Nikâh, 1)

Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre evlilik, insanların mutluluğu helal dairesi içinde aramaları içindir. İnsanın bedenî ve rûhî yapısını herkesten daha iyi bilen Yüce Rabbimiz, evlilikte eşlerin birbirinin sevgi ve yakınlık ihtiyacına duyarlı olmalarını emretmiştir. Bu hikmet gereği kadınların da meşru mâzereti dışında kocasını reddetmemesi ısrarlı bir şekilde emredilmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda kadınları şöyle ikaz buyurmuştur:

“Bir erkek karısını yatağına çağırır da karısı gelmez ve erkek ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet ederler.” (Buhârî, Bed’u’l-halk 7; Müslim, Nikâh 122.)

Allah-u Zülcelâl bir kadının kocasına karşı olan görevini yerine getirmesine engel olacak şekilde nafile oruç tutmasını istememektedir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kadın kocası yanındayken onun izni olmadan oruç tutamaz. Kocasının izni olmadan bir misafiri evine alamaz.” (Buhârî, Nikâh 84, 86; Müslim, Zekât 84)

Elbette evlilikte eşlerin birbirine birçok açıdan ihtiyacı vardır. Eşler birbirlerine karşı her manada sadık ve dürüst olmalıdır. Bilhassa kadınlar eşlerinin razı olmayacağı şeyleri yapmaktan sakınmalı, ona emanet ettiği şeyleri muhafaza etmelidir. Mesela bir kadın kocasının parasını harcarken onun razı olmayacağı alışverişler yapmamalıdır. Misafirlerini ağırlarken, sevdiklerine hediye alırken kocasını sıkıntıya sokacak kadar büyük masraflar yapmamaya özen göstermelidir. Ev eşyaları ve kıyafet için yaptığı harcamalarda aşırıya kaçmak kadının hem kocasına karşı kul hakkına girmesi demektir, hem de Allah'ın sevmediği israf günahını işlemesi demektir.

Eğer bir kadın bu hususlara dikkat etmeyip kocasının geçim yükünü ağırlaştırırsa ona eziyet etmiş ve kul hakkına girmiş olur. Allah-u Zülcelâl hayat arkadaşına karşı böyle zalimce davranan bir kadından razı olmaz.

Aynı şekilde bir erkek de hanımının haklarına dikkat etmelidir. Eğer bir kadın kocasına karşı vazifelerini yapıyorsa artık erkeklerin de onlara karşı iyi davranması gerekir. Bir erkek “Nasıl olsa güçlüyüm, bu kadın da benim elime mahkûmdur, boşanıp baba evine dönmeyi göze alamaz” diye haksız davranışlarda bulunmamalıdır.

İyilik Eden Kendine Etmiştir

Esasen eşine kötü davranan bir erkek kendi saadet yuvasını kendi eliyle yıkmış olur. Bir kadın mutlu olursa eşini de mutlu eder, çocuklarına da iyi davranır, aile şerefine uygun hareket eder ve böylece o ev adeta bir cennet yuvası olur.

Kadınlar yaratılış olarak hassas oldukları ve eşlerinin onları beğenmesine çok ihtiyaç hissettikleri için en ufak bir kötü davranıştan çok incinirler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kadınlara karşı kötü muameleyi yasaklamış, hatta kötü sözler ve lakaplarla incitilmesine dahi razı olmamıştır.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Muâviye İbni Hayde radıyallahu anh şöyle anlatmıştı:

– Yâ Resûlallah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu:

“Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek, yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin çirkin olduğunu söylememek, onları yataklarında yalnız bırakmak gerekirse, bu işi sadece evde yapmaktır.” (Ebû Dâvûd, Radâ` 41. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 3)

Bu hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, ashab-ı kiram, kadınların haklarına riayet etmelerinin dini bir vazife olduğunu öğrenmeleri sebebiyle gelip bu hususta soru sorma ihtiyacı hissetmiştir. Demek ki İslam’da karı kocaların birbirlerine karşı hak ve görevleri, ahlaki bir vazifedir.

Bir kişi hanımını sevdiği sürece iyi davranıp, ilgisini kaybettiği, soğuduğu veya usandığı için ona kötü davranamaz. Evlilik uzun bir yolculuktur. Bu yolculuğa beraber çıkan iki yoldaşın, iyi günde de, kötü günde de birbirine destek olması gerekir. Yolun yarısında yol arkadaşını yüz üstü bırakmak yakışık almaz.

Bir kadının gençliğinden, güzelliğinden istifade edip de, yaşlanınca ona karşı kötü davranmak vefasızlıktır. İslam’a göre vefasızlık müslümana yakışan bir davranış değildir.

Kadınlar kocalarına güvenip karın tokluğuna onların evlatlarını yetiştirip, evlerinin işlerini görerek ömürlerini onlara heba etmektedirler. Bu sırada erkekler çalışıp para, makam, mevki, kariyer elde edebilmektedirler. Bu fırsatı bulunca hanımına hakaret nazarıyla bakan bir erkek onun emeklerine karşı nankörlük etmiş ve haksızlık yapmış olur.

Allah-u Zülcelâl, zayıflığı sebebiyle bir kuluna böyle zulmedilmesine razı olmaz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ashabından birini bir göreve tayin ederken şöyle nasihat etmiştir:

“…Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah'la bu beddua arasında perde mevcut değildir.” (Buhari, Zekat 1, 41)

Uzun yıllar birbirleriyle evli kalan her çift birbirine karşı ufak tefek hatalar yapmış olabilir. Bunlara karşı kin tutmamalı, üzerinde fazla durmamalıdır. Asıl olan iki kişinin birbirine sadakatli olmasıdır. Birlikte yaşlanmış her çiftin geçmiş günlerdeki muhtemel hataları için helalleşmeleri iyi olur. Çünkü bunlar ahirete kalırsa halli zor olacaktır. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:

“Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da. Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir.” (Buhari, Rikak, 48)

Saliha Uyar

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]