EŞLE AİLE ARASINDAKİ DENGE - EŞLE AİLE ARASINDAKİ DENGE
Hepimizin hayatından bir kesittir eşimiz ve onun ailesi ile yaşadığımız sorunlar. Yahut eşimiz ile ailemizin arasında kalıp da bin dereden su getirdiğimiz durumlar. Misal bir koltuk almak isteriz evimize, bir de bakarız ki eşimiz aramış annesine soruyor. Bir öfke kabarır hemen içimizde. Sinirden dönmeye başlarız odanın içinde. Halbuki unutmuşuzdur daha bu sabah, kahvaltıdan sonra aramıştık biz de annemizi. “Anne salona bir koltuk alacağız, ne renk olsun sence? Koyu kahve mi yakışır vitrine, yoksa sütlü kahve bir döşeme mi?” diye soruvermiştik fikrini. Ama işte eşimiz aynını yapınca kızıyoruz birden bire. Yahut annemizle konuşurken eşimiz birden geliveriyor ve başlıyor söylenmeye: “Ne çok konuşuyorsun, bitiremedin konuşacak lafı bir türlü” diye. Halbuki desek ki “Senin annen ile konuşuyorum” her dakikayı kar bilecek belki de. Mutlu olacak onun annesi ile de konuşacak “çok sözümüz” var diye.
KAYGIMIZ SEVGİMİZE GALİP GELİYOR
Kendimize bile itiraf edemesek de çoğumuzun içinde bir korku var. Öyle bir korku ki her an eşlerimiz ve ailelerimiz arasında bir sorun çıkacak sanıyoruz. Kocamız hep annesini dinler, karımız tüm aile sırlarımızdan annesini haberdar eder, yahut birbirimize olan sevgimize aileler “ortak” çıkar sanıyoruz. Yani lafın kısası “güven-e-miyoruz” birbirimize. Akledemiyoruz çoğu zaman, aile mahremiyeti konusunda eşimizin de bizim kadar hassas olduğunu.
Tam da bu noktada akılsız başımızın cezasını ayaklarımız değil de yüreklerimiz çekiyor işte: kalbimiz sıkışıyor, ailelere olan sevgi ve saygı yerini hafiften bir kıskançlığa bırakıyor, kulağımız telefonda, gözümüz de yolda oluyor. Acaba ne konuşulacak, kim gelecek, ne diyecek diye. İş bu aşamaya gelince de zaten, bir bardak su istese yahut “Oğlum beni eve bırakıver” dese kayınvalidemiz hemen yeni bir mana çıkarıyoruz bu sözün altından. Kendi kendimizi yiyor, evimizin huzurunu kaçırıyoruz.
Bu durum büyükler için de geçerli tabi. Anneler kaygı duyuyor çoğu zaman “Oğlum bugün yemek yedi mi, karnı doydu mu?” diye. Ya da “Damat üzdü mü kızımı, iyi bakıyor mu acaba?” diye bir kuşku ile pır pır ediyor yürekler her daim. Yani anne-babalar tarafında da durum evlatlarınkinden farklı değil. Varsayım üzerine kaçan huzurlar, hiç var olmayan sebeplerle duyulan kuşkular, yeni “anne baba” yahut yeni “evlat” ile ilgili oluşan bazı sorular. Halbuki gerek yok tüm bunlara. Çünkü eşler de en az anne-babaların evlatlarını sevdiği kadar seviyordur birbirini. Ne aç kalır oğlumuz ne de açıkta kalır kızımız. Ne koltuğun rengini söyleyince eşimizin annesi evimizde hükümran olur ne de annemizle telefonda konuşunca sırlarımız ifşa olur. İş ki bilelim duracağımız yeri. İş ki görelim eşimizin aynı zamanda “evlat”, evladımızın da artık “eş” olduğunu. Artık biz olmadan da bir şeyler yapmaya başladığını…
İLİŞKİLERİNİZİ DOZ AŞIMINA UĞRATMAYIN
Her iki tarafın da yapacağı şey çok açık aslında: aile mahremiyetine özen göstermek, samimiyetin dozunu belirlemek ve asla saygısızlık etmemek! Bu reçete uygulandığı vakit nice evlilikler kurtulur “dengeyi tutturtamama” illetinden… Bu konunun önemine oldukça sık bir şekilde değinen Uzman Psikolog Çiğdem Demirsoy da benzer bir reçete sunuyor bize: “Eşler arasında özel bir ilişkinin, mahremiyet alanının olması gerekir. Eşler arasında yaşanan sorunlar iki kişi arasında çözümlenmelidir. Sorun ailelere yansıtıldığında problemler daha da büyüyebilir.
Aynı zamanda her iki tarafın anne-babasının da çiftin evliliğine saygı duyması, çocuklarının evlendikten sonra artık kendilerinden ayrı bir yaşam sürmeye başladığını unutmaması gerekir. Verdikleri kararların hatalı olduğunu düşünseler bile onların hata yapmasına, yaşam tecrübelerini arttırmalarına fırsat tanımaları gerekir. Tabi ki bazı konularda anne-babaların yaşam tecrübeleri çocuklarından fazla olabilir. Gençlerin de onların bu tecrübelerinden faydalanmaları, gerektiğinde anne-babaların fikrini almaları hem onları memnun edecektir hem de genç çiftin yaşamını kolaylaştırma gibi bir yardımı olacaktır. Ama başkalarının fikri alınsa da evliliği ilgilendiren kararlar nihayetinde evli olan çiftin kendi aralarında konuşup uzlaşması ile alınmalıdır. Eşler arasında evliliği ilgilendiren konulardaki kararlarda fikri alınmayan taraf değer verilmediği, önemsenmediği ve kendi yaşamı üzerinde denetim sahibi olmadığı duygusuna kapılır ki bu da onun ruh sağlığını etkiler, eşine duyduğu sevgi ve güven bağı zedelenir, evlilik zarar görür.”
İşin özü; bilmeliyiz ki hayatta hepimizin üzerine biçilmiş roller vardır ve başkasının rolünden replikler çalıp da “bir adım önde” olmak için çalışmaya hiç gerek yoktur. Çünkü bazen önemsemediğimiz ufak detaylar yahut hatalar bile huzurumuzu kaçırmaya yeter. Armudun sapı üzümün çöpü derken ayrıntılarda boğuluveririz. Yuvamızın bereketi, ağzımızın tadı yitip gider de güzel günleri mumla arar hale geliriz.
AİLESİ İLE EŞİ ARASINDA KALANLARA
Evli çiftler ve aileleri arasındaki gerilimlerin zamanla iyice tatsızlaştığını ve huzuru kaçırdığını belirten Uzman Psikolog Çiğdem Demirsoy herhangi bir sorun yaşandığında bunun kesinlikle tek tarafa mal edilmemesi gerektiğinin üzerinde ısrarla duruyor. Problemler karşısında soğukkanlı ve yapıcı davranmanın önemli olduğunu belirten Demirsoy aileler arası yaşanan gerginliğin çözümü için önemli ipuçları veriyor:
“Herhangi bir sorun ile karşılaşıldığında kişilerin hepsine düşen bir sorumluluk vardır. Büyük ya da küçük herkesin duygusal olarak olgun davranmaları gerekir, davranışa geçerken amaç aile içinde bozulan uyumu yeniden yakalamak olmalıdır. Taraflar kendi egolarını öne çıkarmak yerine kendini haklı görse bile gerektiğinde kendi gururundan fedakarlık edebilmeli, hataları varsa bunu kabul edebilme ve gerektiğinde geri adım atma olgunluğu gösterilmelidirler.
Karşısındakini ‘diğer taraf’ olarak görmek çatışmaların çözümünü zora sokar, bu bakış açısında sen-ben tarzı bir iletişim vardır, empati eksiktir. Çatışmanın çözümlenebilmesi için soruna ve kişilere karşı objektif bir bakış açısı geliştirmek gerekir. Objektif bakabilmek demek kendi duygularının farkında olmayı ve üstesinden gelmeyi gerektirir. Bu gibi çatışmalarda kırgınlık, üzüntü, kızgınlık, öfke, vb. olumsuz duygular ister istemez yaşanır. Duygunun sorumluluğunu karşı tarafa yüklemek ve yeniden yakınlaşmak için karşının bir şeyler yapmasını beklemek de gerilimi arttırır. Dayatmacı yaklaşımlardan kaçınmak ve haklı taraf bile olsanız çatışmanın ortadan kalkması için sorumluluk alarak bir şeyler yapmak gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki yaşam devam etmektedir, bir olay nedeniyle aile hayatının geri kalanının sıkıntılı devam etmesine gerek yoktur.
Erkeğin ya da kadının eşi ve ailesi arasında kalması durumunda yapması gereken iki taraftan birinin yanında olmak değildir. Kişi kendi tarafında durmalı ve her iki tarafa da eşit şekilde sorumluluk yüklemelidir. Unutmamak gerekir ki bir erkek / kadın eşine, evliliğine ne kadar sahip çıkıyorsa ailesi de onu o ölçüde kabul edecektir. Yine eşine sevgi, saygı ve bağlılık gösteriyor ona değer veriyorsa eşi de onun ailesine o ölçüde kabul gösterecektir.”
Rümeysa DURAK.